“Amerikan İstihbarat Belgelerine Göre Kurtuluş Savaşı’nın Bunalım Dönemindeki Türk Dış Politikası ve Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey’le Yapılan Görüşmeler..”
Kongreler devresinde Ulus’a mal edilen ve Son Osmanlı Meclis-i Mebusân’ınca betimlenen “Ulusal Ant” ödün verilmez bir biçimde ortaya konulmuş, Ulus, Meclis ve Ordu bütünüyle bu amaca kilitlenmişti âdeta… Bağlaşık Devletlerin Mondros’la açmış oldukları karta, aynı platformda, koşulları bile tartışılmayacak bir biçimde yanıt verilmişti. Makro seviyede ortaya konulan bu amaçlar doğrultusunda, Türk Dış politikasının genel ilkeleri çerçevesinde örgütlenilerek, dış platformda da, Yeni Türk Devletinin kurumsallaşmasına hız verilmişti. Mondros’tan bu yana 21 ay geçmiş, hilâfet, saltanat ve hânedanın ayrıcalıkları ile hakları uğruna, Osmanlı Devleti’nin paylaşılması demek olan “Doğu Sorunu“nun bütün veçheleri uygulama alanına sokulmuş, ülke bütünlüğünden ödün verilmek suretiyle, Sevr Antlaşması imzalatılmıştı.
Türk Kurtuluş Savaşı Sevr’den ödün verdirilmesi için yapılmıyordu, “Ulusal Ant” ile ortaya konulan fizikî coğrafî hedefe adım adım yaklaşılıyordu. TBMM Hükümeti’nce, ara hedefler ele geçirildikçe, zamanın tek süper gücü konumundaki İngilizler, hiç arzu etmedikleri halde, verdirilemeyecek ödünler için Ankara delegelerini istemeye istemeye görüşme ve konferanslara çağırmak zorunda kalmışlardı. Ethem’in tenkili, arkasından Birinci İnönü Muharebesi’nin kazanılması, işte bu dönemi açmıştı. Kararlılık, koşulları ve zamanlaması önceden düşünülmüş hukuksal temele oturtulmuş güç gösterisi “Tam Bağımsızlık“a giden yolun gerçek anahtarlarıydı.
Beklenen olmuş, bu bilinmezlik ortamında “Bölgesel Çekim Merkezi” Anadolu’nun ortasından adeta fışkırmıştı. İnönü Savaşlarından sonra, İngiltere‘nin devamlı bir biçimde arka çıkması sonucu Yunanistan kendini ispata kadar vardırmıştı işi… Çok geçmeden Yunan Kralı Konstantin ve Lider kadrosu Batı Anadolu’ya çıkmıştı.
Yunanistan varını, yoğunu Anadolu bozkırına yığmıştı. Bu yığınaklanma sonucu, Anadolu bozkırının ortasında yeşermeye başlayan bu bölgesel çekim merkezi acaba, sönüp gidecek miydi? 20 Şubat 1921 tarihli New York Times1 ta, bir okuyucu mektubunda belirtildiği gibi, “Kemal Bir Balon Mu, Yoksa Bir Kaya Mıydı?” Bu bunalımlı dönem içerisinde Amerikan istihbaratçılarının en deneyimlileri Ankara’ya gelmişler, büyük ölçüde Amerikan Lider Kadrosunun esas bilgisi unsuru paralelinde hazırladıkları anket sorularıyla Anadolu İhtilâli’nin liderini sınamışlardı.
Görüşme sırasında Atatürk’ün Kişiliği
Mustafa Kemal‘in kişiliği, olayları algılamadaki kişisel becerisi, bakışı ve olayları irdeleyişi onları adeta büyülemişti. Ankara’dan ayrılmadan önce yapacakları önemli bir iş daha vardı, o da liderin çizdiği genel çerçeve içerisinde dış politikanın nasıl biçimlendirildiği ve uygulama alanına çıkarılmasıydı. Genel ilkeler ile uygulama arasında bir çelişki var mıydı? Yoksa lider farklı söylüyor, uygulayıcılar farklı şeyler mi yapıyorlardı? Aynı mı, yoksa ayrı frekanslardan mı ses veriyorlardı? Bunun için kendilerinin ifade ettikleri gibi “Milliyetçi Türkiye“nin Dışişleri Bakanı ile görüşülmeliydi.
Birinci İnönü Muharebesi’nden sonra Ankara Hükümeti’nin ilk Dışişleri Bakanı sıfatıyla Londra’ya giden yetkisini aşarak, Bağlaşık Devletlerle sözleşmeler dönemini açmış olan Bekir Sami Bey istifa etmişti. Bağlaşık Devletler ile ayrı ayrı yapılan ikili görüşmeler sonucu Bekir Sami’nin yetkisini aşarak ikili bağlam’da yaptığı bu sözleşmelerin kazancı Fransa ve İtalya‘yı İngiltere ve Yunanistan’dan uzaklaştırmış, Sevr Antlaşması’nın üzerinden henüz sekiz ay geçmesine rağmen, Sevr‘in kendilerine sağladıkları ayrıcalıkları bir yana bırakarak Anadolu’nun boşaltılmasını sağlamışlardı… Bundan daha önemlisi de “Büyük Savaş” boyunca İngiltere‘nin müttefiki olan bu iki önemli Avrupa Devleti tarafından da Yeni Türk Devleti’nin tanınmasını sağlamıştı.
Yeni Türk Devleti’nin ilk Dışişleri Bakanı olan Bekir Sami Bey‘den sonra, Dışişleri Bakanlığı görevine Yusuf Kemal (Tengirşenk) getirilmişti.
Yusuf Kemal Bey bu görevi Kurtuluş Savaşı’nın devamınca Lozan görüşmeleri arifesine kadar sürdürmüştü. Ankara’ya gelen Amerikalılar, Mustafa Kemal Paşa ile yaptıkları görüşmenin hemen arkasından Yusuf Kemal Bey’le görüşme talebinde bulunmuşlardı. Türk dış politikasının çerçevesini tam olarak öğrenmek istiyorlardı.
Amerikan dış politikasının sağlıklı temellere oturtulması için bu elzemdi, hayatîydi. “İhtilâlin Lideri“ne sorulan konulara koşut, hazırlanan sorularla Türk Dış Politikası bütün yönleriyle ortaya çıkarılması önemli bir amaç olarak saptanmıştı. Yusuf Kemal Bey’le yapılan bu görüşmeyi de, ABD’nin özellikle deniz aşırı ülkelerde oldukça etkin olan Deniz Kuvvetlerinin İstihbaratçıları gerçekleştirmişlerdi.
Bu görüşme için, Amerikalılar aynı deneyimli kişiyi görevlendirmişlerdi. Bu kişi, Amerikan Deniz Kuvvetlerine mensup, Teğmen Robert S. Dunu idi. Teğmen Dunn, Mustafa Kemal Paşa ile 1 Temmuz 1921 günü Amerikalıların “Kışlık Saray” olarak nitelendirdikleri, bugün müze olarak kullanılan Ankara Garı‘ndaki, iki katlı taş binada görüşmeyi gerçekleştirmişti.
Konu kapsamında birinci el kaynak niteliğindeki irdelenecek rapor ABD Washington Ulusal Arşiv Dairesi’ndeki Askerî İstihbarat Bölümü‘nden elde edilmiş ve söz konusu raporun aslı güçlükle okunduğundan, aslına uygun olarak Ek-l’de aslı Ek-2′de sunulmuştur.
ANKARA HÜKÜMETİ’NİN ULUSLARARASI ARENAYA ÇIKISI
Alınan pragmatik kararların kazancı da çok büyük olmuştu. Canından can kopartmak pahasına Ethem sorunu çözülmüş, düzenli ordu deneyimi ile Birinci İnönü Muharebesi kazanılmıştı. Birbiri peşi sıra alman köklü kararlar ve eylemli hareket öylesine iç içe yapılmıştı ki, 1921 yılının daha birinci ayı dolmadan Kurtuluş Savaşı’nın küçük bir uygulaması gözler önüne serilmişti. Davanın nasıl kazanılacağı yönünde, içte ve dışta kapalı kapılar ardında kafalarda oluşan bulanıklık çözülmüştü.
Oysa, sorunun nasıl çözülmesi gerektiği bütün yönleriyle çok öncelerden betimlenmişti. Bağlaşık Devletler Türkiye olgusu içerisindeki bu gerçeği varsayım olarak bile kabul etmemişlerdi. Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı bir türlü sıcak karşılayamamışlardı. Anadolu kalkışmasının başarıya ulaşmasından çok, başarısızlığı üzerine yapmışlardı plânlarını…
Atlantik’in ötesinden de durum pek farklı değildi, ancak geleneksel ihtiyatlı “Bekle Gör” dış politikası çerçevesinde Anadolu’daki bu yeni oluşum son derece yakın plândan takip ediliyordu. Anadolu bozkırının ortasındaki yeşermeye başlayan Yeni Türk Devleti‘nin dış politikada açmış olduğu bu yeni dönem, çok geçmeden Yeni Dünya kamuoyunun ilgi odağı haline geliyordu. Amerikan kamuoyunun sesi durumundaki New York Times Gazetesi, açılan bu yeni dönemi ve gelişmeleri “Hasta Adam İyileşme Belirtileri Gösteriyor” başlıklı yazısında şöyle değerlendiriyordu:
“İtilâf Devletleri ayın 21′inde Londra’da toplanarak Yakın Doğu sorununu görüşecek olan Konferans İstanbul Hükümeti’nin yanı sıra halen Türkiye’de sözü geçen tek hükümet olan Mustafa Kemal’in Ankara Hükümeti’ni de davet etmiş bulunuyorlar.”
Yasallığı bile tartışılan bir konumdan, İstanbul Hükümeti’ne karşın, “sözü geçen tek hükümet” konumuna geçilmişti. Bir başka açıdan bakıldığında, bu durum, Süper Güç olma yolundaki ABD’nin Amerikan kamuoyunun sesi durumundaki bu gazetedeki bu tür değerlendirilmenin uluslararası platforma çıkışta, Ankara Hükümeti’ne yeşil ışık yakılmış olduğunu da gösteriyordu. Sessiz kalınmamış, aynı zamanda “Mustafa Kemal’in Ankara Hükümeti“ne görünmez ve adı konulamayan bir destek de verilmişti. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Hükümeti’nin ya da kendi ifadesiyle İstanbul delegasyonunun bu konferansa çağrılmasını, çizilen “dış politikanın kilometre taşlan” içerisinde Yeni Dünya’ya açıklamaktan kendini alamıyordu.
Philedelphia-Ledger Muhabiri K. Sheit
TBMM’nin Açılışı ve Mustafa Kemal’in Başkan Seçilmesi
TBMM Başkanı Mustafa Kemal‘e Osmanlıca yazılı olarak sorduğu soruları Fransızca olarak şöyle yanıt veriyordu:
“(…) İstanbul Delegasyonu kendi generalleri vasıtasıyla bu şehre emir verdikleri cihetle, İtilâf Devletlerinin bütün arzularını kabul ettirebilecekleri ve ayrıca millet tarafından seçilmiş herhangi bir meclise istinat etmeyen sözde bir hükümet tarafından gönderilmiştir. Binaenaleyh bu delegasyonun Türk Milleti adına konuşma salâhiyeti yoktur” .
Ulusal egemenliğin bayraktarlığını yapanlara aynı platformda yanıt verilmişti. Savaşımın Anadolu’daki adresi belliydi, “Türk Ulusu“… Onun temsilcisi olunmadan, onayı alınmadan uluslararası platforma çıkılamazdı. Hele generallerin güdümündeki İstanbul’un dış arenadaki temsile hiç hakkı yoktu. Yeni Dünya’ya bundan daha güzel bir mesaj verilemezdi. Kararlılık ve gücün oluşturduğu bu yeni durum çok geçmeden meyvelerini verdi. Genel konjonktürel duruma göre, politik askerî durum değerlendirilmelerini yapan İngiltere, İtalya aracılığıyla çok geçmeden istemeye istemeye Ankara Hükümeti’nin temsilcilerini Londra Konferansı’na çağırmak zorunda kaldı. Bekir Sami Kurulu da Tevfik Paşa başkanlığındaki İstanbul Kurulu ile Londra Konferansı’nın açıldığı gün olan 21 Şubat 1921′de Londra’ya gelmişlerdi.
Gecikmeli olarak Londra’ya gelen iki kuruldan İstanbul Kurulu’nun Başkanı Tevfik Paşa’nın söz hakkının TBMM temsilcilerine bıraktığını açıklamasından sonra, durum üstünlüğüne kavuşan Bekir Sami Kurulu’na İngilizler tarafından güçlükler çıkarılması ile ikili bağlamda sözleşmeler yapılması evresine girilmişti.
Bekir Sami Bey’in, Londra Konferansı’ndaki girişimleri, kişisel çabaları sonucu Londra’da Fransa, İtalya ve İngiltere ile ayrı ayrı üç gizli sözleşme yapılmıştı. Aslında Bekir Sami tarafından yapılan, ayrı ayrı görüşülmek suretiyle, birbirleriyle dost olan bu üç ülkenin Anadolu üzerindeki emellerinin birini, diğerine karşı kullanılmaya çalışılmıştı. Olaya genel bir değerlendirme ile bakıldığında, ikili ilişkiler, ilkelerin çarpışması biçiminde değil, politik fikirlerin ortaya atıldığı bir ödün çarpışması biçiminde cereyan etmişti. Bekir Sami Bey, Londra’dan döndüğü zaman
İkinci İnönü Muharebesi de kazanılmıştı.
Birinci İnönü Muharebesi‘nin kazancı üzerine bina edilen ikili sözleşmeler, “Ulusal Ant” koşullarıyla büyük ölçüde çeliştiğinden, gerek Hükümet, gerek TBMM nezdinde büyük eleştirilere uğrayarak reddedildi. Bunun üzerine, Bekir Sami, Mustafa Kemal’in de isteği üzerine 8 Mayıs 1921′de kaleme aldığı istifasını TBMM’nin 12 Mayıs 1921 günkü 32′inci birleşiminin ikinci oturumunda meclisin onayına sundu. Meclis de bu istifayı kabul etti . “Ulusal Ant“tan asla ödün verilmeyeceği bir kez daha görülmüştü. Ancak, Bekir Sami Bey, Bağlaşık Devletleri Yeni Türk Devleti ile karşı karşıya getirerek, olayların çözümlenmesi için müracaat edecekleri adresi belirlenmesine yardımcı olmuştu. Doğal olarak bu yeni durum, hem de uluslararası hukukî platformda Yeni Türk Devleti’nin tanınma sürecini başlatmıştı. Irmağın geriye akıtılmayacağı gibi, bu süreçten geri dönülmesi de olanaksızdı.
BUNALIMLI GÜNLER VE KARARLILIK
Bekir Sami Bey’in istifası ile boşalan Dışişleri Bakanlığı görevine, kurucu meclis niteliğindeki ilk meclisin 5 Mayıs 1920′de göreve başlayan ilk hükümetinde İktisat Vekilliği (Ekonomi Bakanı) yapan Kastamonu Milletvekili Yusuf Kemal Bey getirildi.
Yeni Türk Devleti, 1920 yılını, yeniden yapılanma ve iç hat manevrasının gereği doğu sınırının güvence altına alınması çalışmalarıyla geçirmiş, gerçekten de doğuda durum üstünlüğünü sağlamıştı. 1921 yılına girilirken, Ankara Hükümeti, doğu cephesinde oluşan olumlu durumu antlaşma zeminine oturtmak ve politik alanda durum üstünlüğü sağlamak amacıyla, 14 Aralık 1920 tarihinde Yusuf Kemal Bey başkanlığında bir kurulu, Bakû yoluyla Moskova’ya gitmek üzere Ankara’dan yola çıkarmıştı…
Yusuf Kemal Bey Kurulu Moskova’ya gönderilirken, İtalyanların aracılığıyla Bekir Sami Bey başkanlığındaki bir kurul da Bağlaşık Devletlerle görüşmeler yapmak üzere, İtalya yoluyla Londra’ya gönderilmişti. Askerî alanda elde edilen başarıların kazancı politik alandaki başarılarla perçinlenmek istemişti. Doğu’da durum üstünlüğü sağlanmıştı. Adeta Ankara Hükümeti iki Dışişleri Bakanı ile çalışıyordu.
Yusuf Kemal Bey Kurulu Kafkaslarda yeni kurulan cumhuriyetlerle iki ayı aşkın bir zaman, bire bir görüşmeler yapmışlar, antlaşma zeminini alt yapısını oluşturmuşlardı. 18 Şubat 1921′de Moskova’ya ulaşan Yusuf Kemal Bey Kurulu’nun bir ay süreli Moskova’daki temasları meyvesini vermiş, iki ülke arasındaki ilişkiler, 16 Mart 1921 tarihinde Moskova’da imzalanan Türkiye-Rusya Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması ile doruk noktasına ulaşmıştı…
Ankara Hükümeti, Bekir Sami Bey’in istifası üzerine, Dışişleri Bakanlığı görevine, hiç tereddüt etmeden dış ilişkilerde büyük bir bilgi birikimine sahip ve Moskova’dan yeni dönen, Yusuf Kemal Bey’i getirmişti. Doğuda sağlanan durum üstünlüğü doğal olarak antlaşma zeminini de beraberinde getirmişti. Şimdi, Doğu’da yapıldığı gibi, Batı Anadolu’da da kararlılıkla “Güçlü Pozisyonlu Müzakerelere Girilmesi” evresi gündeme gelmişti. Ancak, İngiliz desteğinde bir Yunan Genel Taarruzu‘nun yapılması da gündemdeydi.
Çok geçmeden beklenen olmuş, Yunan Kralı Konstantin ve Lider Kadro Batı Anadolu’ya çıkarma yapmışlardı. Ankara, şimdi bir beklenti içerisine girmişti. Yunan Genel Taarruzu ne zaman başlayacak ve bu taarruzlar nerede durdurulacaktı? Bu taarruzlar sonucu askerliğin gerekleri yerine getirilerek düzenli bir biçimde Sakarya’nın doğusuna çekinileceği muhakkaktı. Doğal olarak da bu geri çekilme sonucu Kütahya ve Eskişehir gibi iki önemli merkez yitirilecek, belki de başkent Ankara’nın Kayseri’ye taşınması bile gündeme gelecekti.
Öylesine bunalımlı bir döneme girilmişti ki, doğu bölgesini bir antlaşma ile güney bölgesini De Facto ile güvence altına alan bu bölgesel çekim merkezi Ön Asya’dan silinip gidecek miydi? Bunalımlı dönemden çıkabilmenin tek bir yolu vardı o da ödün verilmeksizin kararlılıkla hareket etmek…
Yeni Türk Devleti’nin sınavı işte şimdi başlıyordu!…
AMERİKALI İSTİHBARATÇILARIN MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE YAPTIKLARI GÖRÜŞMENİN ANA HATLARI
Anadolu İhtilâl Liderinin mimarlığında betimlenen Türk Dış Politikası ödün verilmez bir biçimde “genel ilkeleri” ortaya konulmuştu. Amerikalıların en çok merak ettikleri konuların başında, bu genel ilkeler ışığında, uygulama alanında kat edilen mesafelerdi. Mustafa Kemal Paşa ile bire bir yaptıkları görüşmelerin başlığı da “Anadolu’daki Koşullar” adını taşıyordu” .
Washington’un Lider Kadrosunun Ön Asya’daki dış politik yaptırımlarının belirlenmesi için gerekli esas bilgi unsuruna koşut, anket tekniğine göre hazırlanan sorular üç ana bölümde odaklaşmıştı:
TBMM’nin Yapısı ve Örgütlenme Sistematiği
Amerikan Örgütlerine Yönelik Ankara Hükümeti’nin Tutumu
Ankara Hükümeti’nin Dış Dünya ile İlişkileri
Birbirine geçişli açık uçlu anket tekniğine göre, oldukça bilimsel düzeyde hazırlanan sorularla yetinilmemiş, liderin bu sorulara verdikleri yanıtlar yanında, yanıt sırasında, liderin mimik ve jestleri de yakın plandan izlenerek, bunlardan biyografik istihbarat çıkarımlarında bulunulmuştu. Mümkün olduğu kadar ayrıntıların kaçınılmamasına dikkat edilmişti. Kendisinden öylesine etkilenmişlerdi ki, rapor içerisine yazılması zor da olsa “Anadolu İhtilâlinin Lideri“ni aşağıdaki biçimde tanımlamaktan kendilerini alamamışlardı:
“Onunla görüşürken beyninizde bir yoğunlaşma duygusuna kapılırsanız, arkasından sorun ne kadar karmaşık ve çetin olursa olsun, geniş çözümlü seçeneklerle, konunun tam olarak bütün noktalarının anlaşılmasının sağlar ve geniş bir bakış açısına sahip olursunuz” .
Lider, sadece ilkeleri önceden saptanmış ve ulusa mâl edilmiş kararları açıklamakla kalmıyor, sorunlara başka bir açıdan bakılmasını sağlayarak gerçeklerin ortaya çıkmasına önemli katkılar sağlıyordu. …
Prof. Dr. Esat ARSLAN, Bilkent Üniversitesi
Kongreler devresinde Ulus’a mal edilen ve Son Osmanlı Meclis-i Mebusân’ınca betimlenen “Ulusal Ant” ödün verilmez bir biçimde ortaya konulmuş, Ulus, Meclis ve Ordu bütünüyle bu amaca kilitlenmişti âdeta… Bağlaşık Devletlerin Mondros’la açmış oldukları karta, aynı platformda, koşulları bile tartışılmayacak bir biçimde yanıt verilmişti. Makro seviyede ortaya konulan bu amaçlar doğrultusunda, Türk Dış politikasının genel ilkeleri çerçevesinde örgütlenilerek, dış platformda da, Yeni Türk Devletinin kurumsallaşmasına hız verilmişti. Mondros’tan bu yana 21 ay geçmiş, hilâfet, saltanat ve hânedanın ayrıcalıkları ile hakları uğruna, Osmanlı Devleti’nin paylaşılması demek olan “Doğu Sorunu“nun bütün veçheleri uygulama alanına sokulmuş, ülke bütünlüğünden ödün verilmek suretiyle, Sevr Antlaşması imzalatılmıştı.
Türk Kurtuluş Savaşı Sevr’den ödün verdirilmesi için yapılmıyordu, “Ulusal Ant” ile ortaya konulan fizikî coğrafî hedefe adım adım yaklaşılıyordu. TBMM Hükümeti’nce, ara hedefler ele geçirildikçe, zamanın tek süper gücü konumundaki İngilizler, hiç arzu etmedikleri halde, verdirilemeyecek ödünler için Ankara delegelerini istemeye istemeye görüşme ve konferanslara çağırmak zorunda kalmışlardı. Ethem’in tenkili, arkasından Birinci İnönü Muharebesi’nin kazanılması, işte bu dönemi açmıştı. Kararlılık, koşulları ve zamanlaması önceden düşünülmüş hukuksal temele oturtulmuş güç gösterisi “Tam Bağımsızlık“a giden yolun gerçek anahtarlarıydı.
Beklenen olmuş, bu bilinmezlik ortamında “Bölgesel Çekim Merkezi” Anadolu’nun ortasından adeta fışkırmıştı. İnönü Savaşlarından sonra, İngiltere‘nin devamlı bir biçimde arka çıkması sonucu Yunanistan kendini ispata kadar vardırmıştı işi… Çok geçmeden Yunan Kralı Konstantin ve Lider kadrosu Batı Anadolu’ya çıkmıştı.
Yunanistan varını, yoğunu Anadolu bozkırına yığmıştı. Bu yığınaklanma sonucu, Anadolu bozkırının ortasında yeşermeye başlayan bu bölgesel çekim merkezi acaba, sönüp gidecek miydi? 20 Şubat 1921 tarihli New York Times1 ta, bir okuyucu mektubunda belirtildiği gibi, “Kemal Bir Balon Mu, Yoksa Bir Kaya Mıydı?” Bu bunalımlı dönem içerisinde Amerikan istihbaratçılarının en deneyimlileri Ankara’ya gelmişler, büyük ölçüde Amerikan Lider Kadrosunun esas bilgisi unsuru paralelinde hazırladıkları anket sorularıyla Anadolu İhtilâli’nin liderini sınamışlardı.
Görüşme sırasında Atatürk’ün Kişiliği
Mustafa Kemal‘in kişiliği, olayları algılamadaki kişisel becerisi, bakışı ve olayları irdeleyişi onları adeta büyülemişti. Ankara’dan ayrılmadan önce yapacakları önemli bir iş daha vardı, o da liderin çizdiği genel çerçeve içerisinde dış politikanın nasıl biçimlendirildiği ve uygulama alanına çıkarılmasıydı. Genel ilkeler ile uygulama arasında bir çelişki var mıydı? Yoksa lider farklı söylüyor, uygulayıcılar farklı şeyler mi yapıyorlardı? Aynı mı, yoksa ayrı frekanslardan mı ses veriyorlardı? Bunun için kendilerinin ifade ettikleri gibi “Milliyetçi Türkiye“nin Dışişleri Bakanı ile görüşülmeliydi.
Birinci İnönü Muharebesi’nden sonra Ankara Hükümeti’nin ilk Dışişleri Bakanı sıfatıyla Londra’ya giden yetkisini aşarak, Bağlaşık Devletlerle sözleşmeler dönemini açmış olan Bekir Sami Bey istifa etmişti. Bağlaşık Devletler ile ayrı ayrı yapılan ikili görüşmeler sonucu Bekir Sami’nin yetkisini aşarak ikili bağlam’da yaptığı bu sözleşmelerin kazancı Fransa ve İtalya‘yı İngiltere ve Yunanistan’dan uzaklaştırmış, Sevr Antlaşması’nın üzerinden henüz sekiz ay geçmesine rağmen, Sevr‘in kendilerine sağladıkları ayrıcalıkları bir yana bırakarak Anadolu’nun boşaltılmasını sağlamışlardı… Bundan daha önemlisi de “Büyük Savaş” boyunca İngiltere‘nin müttefiki olan bu iki önemli Avrupa Devleti tarafından da Yeni Türk Devleti’nin tanınmasını sağlamıştı.
Yeni Türk Devleti’nin ilk Dışişleri Bakanı olan Bekir Sami Bey‘den sonra, Dışişleri Bakanlığı görevine Yusuf Kemal (Tengirşenk) getirilmişti.
Yusuf Kemal Bey bu görevi Kurtuluş Savaşı’nın devamınca Lozan görüşmeleri arifesine kadar sürdürmüştü. Ankara’ya gelen Amerikalılar, Mustafa Kemal Paşa ile yaptıkları görüşmenin hemen arkasından Yusuf Kemal Bey’le görüşme talebinde bulunmuşlardı. Türk dış politikasının çerçevesini tam olarak öğrenmek istiyorlardı.
Amerikan dış politikasının sağlıklı temellere oturtulması için bu elzemdi, hayatîydi. “İhtilâlin Lideri“ne sorulan konulara koşut, hazırlanan sorularla Türk Dış Politikası bütün yönleriyle ortaya çıkarılması önemli bir amaç olarak saptanmıştı. Yusuf Kemal Bey’le yapılan bu görüşmeyi de, ABD’nin özellikle deniz aşırı ülkelerde oldukça etkin olan Deniz Kuvvetlerinin İstihbaratçıları gerçekleştirmişlerdi.
Bu görüşme için, Amerikalılar aynı deneyimli kişiyi görevlendirmişlerdi. Bu kişi, Amerikan Deniz Kuvvetlerine mensup, Teğmen Robert S. Dunu idi. Teğmen Dunn, Mustafa Kemal Paşa ile 1 Temmuz 1921 günü Amerikalıların “Kışlık Saray” olarak nitelendirdikleri, bugün müze olarak kullanılan Ankara Garı‘ndaki, iki katlı taş binada görüşmeyi gerçekleştirmişti.
Konu kapsamında birinci el kaynak niteliğindeki irdelenecek rapor ABD Washington Ulusal Arşiv Dairesi’ndeki Askerî İstihbarat Bölümü‘nden elde edilmiş ve söz konusu raporun aslı güçlükle okunduğundan, aslına uygun olarak Ek-l’de aslı Ek-2′de sunulmuştur.
ANKARA HÜKÜMETİ’NİN ULUSLARARASI ARENAYA ÇIKISI
Alınan pragmatik kararların kazancı da çok büyük olmuştu. Canından can kopartmak pahasına Ethem sorunu çözülmüş, düzenli ordu deneyimi ile Birinci İnönü Muharebesi kazanılmıştı. Birbiri peşi sıra alman köklü kararlar ve eylemli hareket öylesine iç içe yapılmıştı ki, 1921 yılının daha birinci ayı dolmadan Kurtuluş Savaşı’nın küçük bir uygulaması gözler önüne serilmişti. Davanın nasıl kazanılacağı yönünde, içte ve dışta kapalı kapılar ardında kafalarda oluşan bulanıklık çözülmüştü.
Oysa, sorunun nasıl çözülmesi gerektiği bütün yönleriyle çok öncelerden betimlenmişti. Bağlaşık Devletler Türkiye olgusu içerisindeki bu gerçeği varsayım olarak bile kabul etmemişlerdi. Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı bir türlü sıcak karşılayamamışlardı. Anadolu kalkışmasının başarıya ulaşmasından çok, başarısızlığı üzerine yapmışlardı plânlarını…
Atlantik’in ötesinden de durum pek farklı değildi, ancak geleneksel ihtiyatlı “Bekle Gör” dış politikası çerçevesinde Anadolu’daki bu yeni oluşum son derece yakın plândan takip ediliyordu. Anadolu bozkırının ortasındaki yeşermeye başlayan Yeni Türk Devleti‘nin dış politikada açmış olduğu bu yeni dönem, çok geçmeden Yeni Dünya kamuoyunun ilgi odağı haline geliyordu. Amerikan kamuoyunun sesi durumundaki New York Times Gazetesi, açılan bu yeni dönemi ve gelişmeleri “Hasta Adam İyileşme Belirtileri Gösteriyor” başlıklı yazısında şöyle değerlendiriyordu:
“İtilâf Devletleri ayın 21′inde Londra’da toplanarak Yakın Doğu sorununu görüşecek olan Konferans İstanbul Hükümeti’nin yanı sıra halen Türkiye’de sözü geçen tek hükümet olan Mustafa Kemal’in Ankara Hükümeti’ni de davet etmiş bulunuyorlar.”
Yasallığı bile tartışılan bir konumdan, İstanbul Hükümeti’ne karşın, “sözü geçen tek hükümet” konumuna geçilmişti. Bir başka açıdan bakıldığında, bu durum, Süper Güç olma yolundaki ABD’nin Amerikan kamuoyunun sesi durumundaki bu gazetedeki bu tür değerlendirilmenin uluslararası platforma çıkışta, Ankara Hükümeti’ne yeşil ışık yakılmış olduğunu da gösteriyordu. Sessiz kalınmamış, aynı zamanda “Mustafa Kemal’in Ankara Hükümeti“ne görünmez ve adı konulamayan bir destek de verilmişti. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Hükümeti’nin ya da kendi ifadesiyle İstanbul delegasyonunun bu konferansa çağrılmasını, çizilen “dış politikanın kilometre taşlan” içerisinde Yeni Dünya’ya açıklamaktan kendini alamıyordu.
Philedelphia-Ledger Muhabiri K. Sheit
TBMM’nin Açılışı ve Mustafa Kemal’in Başkan Seçilmesi
TBMM Başkanı Mustafa Kemal‘e Osmanlıca yazılı olarak sorduğu soruları Fransızca olarak şöyle yanıt veriyordu:
“(…) İstanbul Delegasyonu kendi generalleri vasıtasıyla bu şehre emir verdikleri cihetle, İtilâf Devletlerinin bütün arzularını kabul ettirebilecekleri ve ayrıca millet tarafından seçilmiş herhangi bir meclise istinat etmeyen sözde bir hükümet tarafından gönderilmiştir. Binaenaleyh bu delegasyonun Türk Milleti adına konuşma salâhiyeti yoktur” .
Ulusal egemenliğin bayraktarlığını yapanlara aynı platformda yanıt verilmişti. Savaşımın Anadolu’daki adresi belliydi, “Türk Ulusu“… Onun temsilcisi olunmadan, onayı alınmadan uluslararası platforma çıkılamazdı. Hele generallerin güdümündeki İstanbul’un dış arenadaki temsile hiç hakkı yoktu. Yeni Dünya’ya bundan daha güzel bir mesaj verilemezdi. Kararlılık ve gücün oluşturduğu bu yeni durum çok geçmeden meyvelerini verdi. Genel konjonktürel duruma göre, politik askerî durum değerlendirilmelerini yapan İngiltere, İtalya aracılığıyla çok geçmeden istemeye istemeye Ankara Hükümeti’nin temsilcilerini Londra Konferansı’na çağırmak zorunda kaldı. Bekir Sami Kurulu da Tevfik Paşa başkanlığındaki İstanbul Kurulu ile Londra Konferansı’nın açıldığı gün olan 21 Şubat 1921′de Londra’ya gelmişlerdi.
Gecikmeli olarak Londra’ya gelen iki kuruldan İstanbul Kurulu’nun Başkanı Tevfik Paşa’nın söz hakkının TBMM temsilcilerine bıraktığını açıklamasından sonra, durum üstünlüğüne kavuşan Bekir Sami Kurulu’na İngilizler tarafından güçlükler çıkarılması ile ikili bağlamda sözleşmeler yapılması evresine girilmişti.
Bekir Sami Bey’in, Londra Konferansı’ndaki girişimleri, kişisel çabaları sonucu Londra’da Fransa, İtalya ve İngiltere ile ayrı ayrı üç gizli sözleşme yapılmıştı. Aslında Bekir Sami tarafından yapılan, ayrı ayrı görüşülmek suretiyle, birbirleriyle dost olan bu üç ülkenin Anadolu üzerindeki emellerinin birini, diğerine karşı kullanılmaya çalışılmıştı. Olaya genel bir değerlendirme ile bakıldığında, ikili ilişkiler, ilkelerin çarpışması biçiminde değil, politik fikirlerin ortaya atıldığı bir ödün çarpışması biçiminde cereyan etmişti. Bekir Sami Bey, Londra’dan döndüğü zaman
İkinci İnönü Muharebesi de kazanılmıştı.
Birinci İnönü Muharebesi‘nin kazancı üzerine bina edilen ikili sözleşmeler, “Ulusal Ant” koşullarıyla büyük ölçüde çeliştiğinden, gerek Hükümet, gerek TBMM nezdinde büyük eleştirilere uğrayarak reddedildi. Bunun üzerine, Bekir Sami, Mustafa Kemal’in de isteği üzerine 8 Mayıs 1921′de kaleme aldığı istifasını TBMM’nin 12 Mayıs 1921 günkü 32′inci birleşiminin ikinci oturumunda meclisin onayına sundu. Meclis de bu istifayı kabul etti . “Ulusal Ant“tan asla ödün verilmeyeceği bir kez daha görülmüştü. Ancak, Bekir Sami Bey, Bağlaşık Devletleri Yeni Türk Devleti ile karşı karşıya getirerek, olayların çözümlenmesi için müracaat edecekleri adresi belirlenmesine yardımcı olmuştu. Doğal olarak bu yeni durum, hem de uluslararası hukukî platformda Yeni Türk Devleti’nin tanınma sürecini başlatmıştı. Irmağın geriye akıtılmayacağı gibi, bu süreçten geri dönülmesi de olanaksızdı.
BUNALIMLI GÜNLER VE KARARLILIK
Bekir Sami Bey’in istifası ile boşalan Dışişleri Bakanlığı görevine, kurucu meclis niteliğindeki ilk meclisin 5 Mayıs 1920′de göreve başlayan ilk hükümetinde İktisat Vekilliği (Ekonomi Bakanı) yapan Kastamonu Milletvekili Yusuf Kemal Bey getirildi.
Yeni Türk Devleti, 1920 yılını, yeniden yapılanma ve iç hat manevrasının gereği doğu sınırının güvence altına alınması çalışmalarıyla geçirmiş, gerçekten de doğuda durum üstünlüğünü sağlamıştı. 1921 yılına girilirken, Ankara Hükümeti, doğu cephesinde oluşan olumlu durumu antlaşma zeminine oturtmak ve politik alanda durum üstünlüğü sağlamak amacıyla, 14 Aralık 1920 tarihinde Yusuf Kemal Bey başkanlığında bir kurulu, Bakû yoluyla Moskova’ya gitmek üzere Ankara’dan yola çıkarmıştı…
Yusuf Kemal Bey Kurulu Moskova’ya gönderilirken, İtalyanların aracılığıyla Bekir Sami Bey başkanlığındaki bir kurul da Bağlaşık Devletlerle görüşmeler yapmak üzere, İtalya yoluyla Londra’ya gönderilmişti. Askerî alanda elde edilen başarıların kazancı politik alandaki başarılarla perçinlenmek istemişti. Doğu’da durum üstünlüğü sağlanmıştı. Adeta Ankara Hükümeti iki Dışişleri Bakanı ile çalışıyordu.
Yusuf Kemal Bey Kurulu Kafkaslarda yeni kurulan cumhuriyetlerle iki ayı aşkın bir zaman, bire bir görüşmeler yapmışlar, antlaşma zeminini alt yapısını oluşturmuşlardı. 18 Şubat 1921′de Moskova’ya ulaşan Yusuf Kemal Bey Kurulu’nun bir ay süreli Moskova’daki temasları meyvesini vermiş, iki ülke arasındaki ilişkiler, 16 Mart 1921 tarihinde Moskova’da imzalanan Türkiye-Rusya Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması ile doruk noktasına ulaşmıştı…
Ankara Hükümeti, Bekir Sami Bey’in istifası üzerine, Dışişleri Bakanlığı görevine, hiç tereddüt etmeden dış ilişkilerde büyük bir bilgi birikimine sahip ve Moskova’dan yeni dönen, Yusuf Kemal Bey’i getirmişti. Doğuda sağlanan durum üstünlüğü doğal olarak antlaşma zeminini de beraberinde getirmişti. Şimdi, Doğu’da yapıldığı gibi, Batı Anadolu’da da kararlılıkla “Güçlü Pozisyonlu Müzakerelere Girilmesi” evresi gündeme gelmişti. Ancak, İngiliz desteğinde bir Yunan Genel Taarruzu‘nun yapılması da gündemdeydi.
Çok geçmeden beklenen olmuş, Yunan Kralı Konstantin ve Lider Kadro Batı Anadolu’ya çıkarma yapmışlardı. Ankara, şimdi bir beklenti içerisine girmişti. Yunan Genel Taarruzu ne zaman başlayacak ve bu taarruzlar nerede durdurulacaktı? Bu taarruzlar sonucu askerliğin gerekleri yerine getirilerek düzenli bir biçimde Sakarya’nın doğusuna çekinileceği muhakkaktı. Doğal olarak da bu geri çekilme sonucu Kütahya ve Eskişehir gibi iki önemli merkez yitirilecek, belki de başkent Ankara’nın Kayseri’ye taşınması bile gündeme gelecekti.
Öylesine bunalımlı bir döneme girilmişti ki, doğu bölgesini bir antlaşma ile güney bölgesini De Facto ile güvence altına alan bu bölgesel çekim merkezi Ön Asya’dan silinip gidecek miydi? Bunalımlı dönemden çıkabilmenin tek bir yolu vardı o da ödün verilmeksizin kararlılıkla hareket etmek…
Yeni Türk Devleti’nin sınavı işte şimdi başlıyordu!…
AMERİKALI İSTİHBARATÇILARIN MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE YAPTIKLARI GÖRÜŞMENİN ANA HATLARI
Anadolu İhtilâl Liderinin mimarlığında betimlenen Türk Dış Politikası ödün verilmez bir biçimde “genel ilkeleri” ortaya konulmuştu. Amerikalıların en çok merak ettikleri konuların başında, bu genel ilkeler ışığında, uygulama alanında kat edilen mesafelerdi. Mustafa Kemal Paşa ile bire bir yaptıkları görüşmelerin başlığı da “Anadolu’daki Koşullar” adını taşıyordu” .
Washington’un Lider Kadrosunun Ön Asya’daki dış politik yaptırımlarının belirlenmesi için gerekli esas bilgi unsuruna koşut, anket tekniğine göre hazırlanan sorular üç ana bölümde odaklaşmıştı:
TBMM’nin Yapısı ve Örgütlenme Sistematiği
Amerikan Örgütlerine Yönelik Ankara Hükümeti’nin Tutumu
Ankara Hükümeti’nin Dış Dünya ile İlişkileri
Birbirine geçişli açık uçlu anket tekniğine göre, oldukça bilimsel düzeyde hazırlanan sorularla yetinilmemiş, liderin bu sorulara verdikleri yanıtlar yanında, yanıt sırasında, liderin mimik ve jestleri de yakın plandan izlenerek, bunlardan biyografik istihbarat çıkarımlarında bulunulmuştu. Mümkün olduğu kadar ayrıntıların kaçınılmamasına dikkat edilmişti. Kendisinden öylesine etkilenmişlerdi ki, rapor içerisine yazılması zor da olsa “Anadolu İhtilâlinin Lideri“ni aşağıdaki biçimde tanımlamaktan kendilerini alamamışlardı:
“Onunla görüşürken beyninizde bir yoğunlaşma duygusuna kapılırsanız, arkasından sorun ne kadar karmaşık ve çetin olursa olsun, geniş çözümlü seçeneklerle, konunun tam olarak bütün noktalarının anlaşılmasının sağlar ve geniş bir bakış açısına sahip olursunuz” .
Lider, sadece ilkeleri önceden saptanmış ve ulusa mâl edilmiş kararları açıklamakla kalmıyor, sorunlara başka bir açıdan bakılmasını sağlayarak gerçeklerin ortaya çıkmasına önemli katkılar sağlıyordu. …
Prof. Dr. Esat ARSLAN, Bilkent Üniversitesi