• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Maddecilik (Materyalizm)

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Maddecilik (Materyalizm) Her türlü varlığın maddeye dayandığını ileri süren gerçekçi felsefe sistemi.

Maddecilik, "madde"den başka bir cevherin varlığını kabul etmeyen öğretidir. Bütün gerçekliklerin cevherini ve özünü ruh'un meydana getirdiğini söyleyen ruhçuluk'un karşıtıdır. Maddecilik ve ruhçuluk varlığın özü hakkında ileri sürülen ontolojik öğretilerdir; bunların karşıtlığını, idealizm ile gerçekçiliğin karşıtlığıyla karıştırmamak gerekir. İdealizm ile gerçekçilik, bilginin temeli hakkında ikri sürülen görüşlerdir; yani bilgi teorisiyle ilgilidir. Genel olarak maddecilik; ruhun, öteki dünyanın ve Tanrı'nın varlığını reddeder.

Düşünceye gelince, maddecilik, düşünceyi ister salt maddi olgulara indirgesin (Demokritos), ister düşüncenin gerçekçiliğini inkâr ederek, onu bir yanılsama saysın (gölgeolaycılık) veya oluşumunu maddeden hareket ederek açıklasın (diyalektik maddecilik), düşünceyi her zaman «ikinci dereceden bir veri» olarak görür.

Maddecilik, yüzyıllar boyunca, çeşitli biçimlerde belirmiştir. Bunlar şöylece sınıflandırılabilir: kendiliğinden maddecilik; mekanist maddecilik; diyalektik ve tarihi maddecilik.

Kendiliğinden maddecilik, çoğu zaman «ortak duyunun kendiliğinden gerçekçiliği» diye tanımlanır ve dış dünyanın bize göründüğü gibi var olduğuna inanır. Bu, her türlü sistemleştirilmiş düşünmeden önce gelen ve ayrıca maddenin özü ile özellikle üstünde durmayan, felsefe dışı bir tutumdur.

Mekanist maddecilik, Eskiçağda ortaya çıkmıştı. Miletos okulunun, Thales, Anaksimenes, Anaksimandros gibi ionialı filozofları, bütün evreni, maddi öz taşıyan bir tek ilke ile açıklamağa çalıştılar. Bu tek ilke, Thales'e göre su, Anaksimenes'e göre hava, Anaksimandros'a göre de, belirsiz bir madde idi.

Herakleitos da, eşyadaki oluş ve değişmenin «ebediyen canlı olan bir ateş»ten meydana geldiğini ileri sürdü ve yaratılanları tanrılara bağlamayı reddetti. Kendiliğinden maddeciliğe yakın olan bu anlayıştan, gerçek mekanist maddeciliğe, Leukippos, Demokritos, Epikuros ve Lucretius ile geçildi.

Bu düşünürlere göre, bütün tabiat olayları ve çeşitli cisimler, sonsuz bir boşlukta yer değiştiren maddi atomların hareketlerinden ve bileşimlerinden meydana gelmişti. Ruh da, hafif atomlardan kurulmuş maddi bir şeydi ve bütün öteki şeyler gibi ortadan kalkacaktı. Tanrılar da (var oldukları farzedilirse), maddenin bu yer değiştirmelerine asla katılmıyorlardı ve «ara-dünyalar»da ilgisizlik içinde yaşıyorlardı.

Bu mekanist maddecilik, daha sonraları, sataştırılacak ve matematik bir ifadeye, özellikle de, Francis Bacon, Hobbes ve Descartes tarafından, geometrik bir dile dökülecektir. Descartes'ın mekanist maddeciliği (veya mekanizm), sadece fizik için, yani eserlerinde madde âlemini ele aldığı konular için geçerlidir; manevi âlemle ilgili açıklamaları için geçerli değildir.

Descartes, ikinci gerçekçiliği benimsediği için, yani varlığı, madde ve ruh olmak üzere, iki cevherden kurulu saydığı için, kendisine «maddeci» denemez. XVIII. yy.da çeşitli bilimlerin buluşlarından yararlanan mekanist maddecilik, Diderot, d'Holbach, Helvetius, La Mettrie ve XVIII. yy. sonunda da Cabanis gibi düşünürler tarafından, ideolojik mücadelede silâh olarak kullanıldı.

Bu düşünürlerin fikirleri, XIX. yüzyılda, Fourier, Owen, Cabet gibi sosyal reformcular tarafından yeniden, ele alındı. XIX. yy.da Vogt, Büchner ve Moleschott gibi Alman filozofları, «kuvvet» (dinamizm) kavramını ortaya atarak, mekanist maddeciliği inceltmeğe ve geliştirmeğe çalıştılar. Sonunda, Hegel'in idealizmine tepki olarak, Feulbach, özellikle, dini eleştirmesi bakımından maddeci olan ve idealizmle birlikte, Hegel'in diyalektiğini de inkâr etmesi dolayısıyla mekanist nitelik taşıyan bir sistem ortaya koydu. (Hegel'in diyalektiğini de reddetmesi, diyalektik maddeciler tarafından kınanmıştır.)


DİYALEKTİK MADDECİLİK (VEYA MARKSİZM).

Bu görüşü ortaya atanlar Marx ve Engels'tir. Diyalektik maddecilik, insanoğlunu tabiattan hareket ederek açıklayan mekanist veya dogmatik maddecilikten farklıdır. Diyalektik Özellik taşıması, tabiat ve zihni temel bir bütün meydana getirecek şekilde birbirlerini karşılıklı olarak açıklayan gerçekler olarak görmesinden ileri gelir.

Bu bütünün somut biçimleri, kinestezik duyum, refleks ve hayvan zekâsından geçerek duyumsal izlenimden bilincin en yüksek derecesine kadar ulaşır. Ayrıca, bilinci, dili ve zekâ ile kavramsal düşünceyi doğuran ket vurulmuş tepkiden de geçer.

Bu açıdan bakılınca, düşünce mekanist maddecilikteki gibi başka olgulara benzeyen basit bir maddi olgu olarak değil, milyonlarca yıl süren niceliksel evrimin sonucu olan bir «niteliksel sıçrama»nın ürünü olan yepyeni bir olgu olarak görülür. Lenin, «kavramlar, beynin en yüksek ürünleridir, beynin kendisi de, maddenin en yüksek ürünüdür» dediği zaman, sinir sisteminin evrimini, gitgide artan karmaşıklığını, basit ve şartlı reklekslerin gittikçe artan çeşitliliğini, ayrıca duyumlar, duyumlarla imgeler, duyusal işaretler ve duyusal işaretlerle kelimeler arasındaki gitgide karmaşıklaşan çağrışımlar meydana getiren üstün sinir faaliyetini ve sonunda insanlığa özgü zekânın (düşünce) ortaya çıkışını ve soyutlama yeteneğini dolaylı olarak belirtmektedir.

Kısacası, diyalektik maddecilik için mutlak olan şey, tabiat değil, tabiatın beşeri gelişme ve oluşu'dur. Bu görüşün konusu ve amacı, tabiatın insan öznesi haline gelmesini sağlayan sürecin tasvir edilmesidir. Metot bakımından, diyalektik maddecilik, Hegel'in diyalektiğini benimser, ama bunu, Hegel diyalektiğini tersine çevirerek yapar: «eşyanın diyalektiği, fikirlerin diyalektiğini meydana getirir; bunun tersi, doğru değildir» (Lenin). Maddi tabiat, diyalektik tarzda evrimlendiği için, insan düşüncesi de diyalektik olarak evrimlenir ve Hegel'in «düşüncenin kavramlardaki salt hareketi» dediği diyalektik de, geçerli olan tek mantık, bilmenin ve anlamanın tek yoludur.

Özellikle bilimlerin ve mantıksal kategorilerin tarihi, insanın tabiat hakkında bilgi elde etmesinde çeşitli uğrakların, bir teoriden bir başka teoriye ansızın «sıçramaların tarihidir. Bu teorilerin hepsi de «görece»dir, ama aynı zamanda birbirlerine oranla bir ilerleme gerçekleştirir ve tabiatın tümünü ele alan tüm bilgiye (mutlak hakikat) yönelir. Demek ki, diyalektik düşüncenin metodu, «eşyayı ve kavramları, kendi zincirlenişleri, karşılıklı bağlantıları ve etkileşmeleri, doğuşları, gelişmeleri ve yok oluşları açısından kavramak»tır (Engels). Bu metot temel bakımından tarihi olacak ve «karşıtlar» arasındaki sürekli «gerilim» içinde bulunan bir madde âleminin Herakleitos'çu kavrayışına dayanacaktır. Karşıtların çarpışması yani «çelişme» (bu, varolan ile varolmayan arasındaki temel mücadelenin tikel bir durumundan başka şey değildir), maddenin en derin nedeni, öz hareketi ve hayatıdır.

Demek ki diyalektik, hayatı kavramayı sağlayacak bilimsel bir metot olarak belirmektedir. Nitekim Kammari gibi Sovyet Marksistleri veya İoudine ile Rosenthal'ın felsefe lügati, diyalektiği bu şekilde yorumlamaktadır: çünkü hayat, maddeden bilimsel olarak fışkırır (Mitchourine'in ünlü deneyleri, diyalektik maddeciliğin çerçevesine girer) veya zihin (ruh) hayattan bilimsel bir şekilde türer.

Diyalektik maddecilik, özellikle, tarih bilimi olarak (tarihi maddecilik) uygulanmasıyla tanınır. Kapital adlı eserde, burjuva toplumun kanunları incelenmiş ve bu incelemeden, toplumun gelişmesinin en genel kanunları çıkarsanmıştır. Oluşun kanunları olan bu kanunlar, aslında üretici güçlerle üretim ilişkilerine dayanan iktisadi kanunlardır, üretici güçler, Marx'ın ve «meşru» marksistlerin (sosyal demokrasiyle işçi hareketinin sağ kanadı) anlayışına göre, yalnızca işçi sınıfıyla temsil edilir ve işçi sınıfının, üretim araçlarını elinde bulunduran sınıfa karşı çıkması, tarihin yürütücü kuvvetidir. Ama Engels'in, iktisadi altyapının önemini kimi zaman mübalağa etmiş ve üstyapıların rolünü küçümsemiş olduğunu, hayatının son yıllarında kabul ettiği bilinmektedir.

Gerçekten de, ideoloji, sadece bir sonuç değil, kimi zaman tarihin yürütücüsüdür ve devrim, sadece iktisadi isteklere dayanmayın siyasi nitelikte de olabilir. Aslında, toplumun, bir bütün halinde hareketi, son derece karmaşıktır. Mutlak olarak soyut-lanabilen ve bir basına belirleyici olan «etkenler» yoktur. Diyalektik, tam anlamıyla maddeci ve gerçekçi olarak kalabilmek için, öğretiye bağlı dogmatizmden kaçınmak zorundadır.

Lenin diyalektik maddeciliği toplumun tümüne yaymak ve bir sosyoloji haline getirmek için, o ana kadar sadece iktisadi olan uygulanma alanını işte bu yönde genişlemiştir. Marx sadece, sanayileşmiş büyük ülkelerde bir sosyal dönüşümün gerçekleşeceğini haber verirken, başka bir perspektif ve başka bir devreyi öngörmüş ve incelemiştir. Bu, tarım yönü ağır basan geri kalmış ülkelerde, devrimin gerçekleşmesi görüşüdür.

Lenin'in bu çalışmaları, son derece önemlidir; çünkü bunlar, Rusya, Çin, Yugoslavya ve halk demokrasileri gibi tarım yönü ağır basan ve «azgelişmiş» denen ülkelerdeki devrimlere ve dönüşümlere kılavuzluk etmiştir. Kısacası, diyalektik maddecilik, tarihe uygun düşen, tarihi anlayan ve tarihin gelişmesinde her uğrağı açıklayabilen bir eğreti ortaya koymağa çalışmaktadır. Tarihi evrim hakkında, sınıf mücadelesine ve insan emeğinin kendi ürününden yoksun edilmesi olgusuna dayanılarak yapılan bir genel açıklama, tarihi görecelikten ve hattâ belli bir oportünizmden sıyrılmış değildir.

Burada, tarihi maddeciliğin son özelliğine değinmiş bulunuyoruz. Tarihi maddecilik, Marx ve Engels'in kendi anlayışlarına göre, hayatın ve bilginin bütün yanlarını, katı bir çerçeve içine sokacak bir «sistem» değildir. Tarihi maddecilik, felsefi bir teori olmadığı gibi siyasi bir öğreti de değildir. Ayrıca, maddeciliğin tarihi belli bir yerde sona eren kapalı bir tarih değildir, çünkü bu maddecilik diyalektiktir ve özü gereği, son sözü olgulara bırakarak yeni tutarlık ve gelişme biçimlerine «açık» bulunmaktadır. Bu görüş, bir hayat öğretisi ve ilk ilkesi taraf tutma olan bir davranıştır.

Nitekim her olayın, her sorunun karşısında, bir davranış benimsemek, tir tutum takınmak gerekir. ikinci ilke ise, işçi sınıfının veya Lenin'in belirttiği gibi, emeği ve çalışması ülkeye en yararlı olan sınıfın çıkarlarını açıklamak ye savunmaktır. İşte bu yüzden, temel ülkeler üstünde her zaman anlaşmaya varılmasına rağmen, diyalektik maddecilik, olguların yorumlanmasında, birçok görüş ayrılığına, birçok «sapma»ya yolaçmaktadır. Kısacası, tarihi maddeciliğin kendi öğretisinden çıkardığı pratik uygulama, çift yönlüdür:

a) Tarihi maddecilik önce, bilgi metodudur; bu metot, hem çok geneldir (çünkü bu şema, bütün tarihi olgular için kullanılabilir), hem de çok tikeldir (çünkü hiç bir benzeri bulunmayan özgül bir muhtevanın somut ve çok ayrıntılı analizini gerektirir);

b) Bir eylem metodudur.

Çağımızda, kitlenin üretici güçleri ile «kapitalist» üretim ilişkileri arasındaki çelişmeyi çözmek için, tarihi maddecilik, üretim âlet ve araçlarının kolektif ve sosyal mülkiyetine (sosyalizm, komünizm) olduğu gibi, tüketim mallarının da kolektif ve sosyal mülkiyetine dayanan yepyeni üretim ilişkilerine yol açacak bir kriz veya bir devrimi öne sürer.

Tarihi maddecilik, bu krizi zorunlu saymakla beraber, krize yardımcı olmağa ve krizin sonuçlarını geliştirmeğe çalışır. İşte burada, bilim olarak görülen tarihten, bu bilimden doğan bir teknik olarak görülen siyasete doğrudan doğruya bir geçiş vardır. Diyalektik, maddecilikten tarihi maddeciliğe ve bilimsel sosyalizme giden yol, teoriden pratiğe giden yoldur; aynı zamanda bu, kaderden (körükörüne katlanılan determinizm) hürlüğe (bilgiyle kavranan ve hâkimiyet altına alınan determinizm) ulaşmak isteyen bir yoldur.

Bu görüş, şu formüllerle ifade edilir: «insanlık, hürlük çağına gitmek için, kader çağından çıkar» (Engels); «Filozoflar, dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlamaktan başka bir şey yapmadılar oysa şimdi söz konusu olan, dünyayı değiştirmektir» (Marx).

İslâm felsefesi'nde bağımsız bir felsefe akımı niteliğini kazanan maddeciliğin kaynağı. İlkçağ atomcu görücüdür. Leukippos, Demokritos, Epikuros üçlüsüyle gelişen, varlığın ana ilkelerini değişik biçimlerde bölünemez özlerden («atoma») kurulu sayan bu görüş, Hıristiyanlıktan sonra Suriye, Mısır, Irak gibi Arap ülkelerinde, Yahudi düşünürler aracılığıyla yayıldı. Kısa bir sürede birçok İran ve Anadolu düşünürünce benimsenen maddecilik, eski putatapıcı inançlarla da beslendi.

Bu görüş, evrenin sonradan yaratıldığını, yoktan var olduğunu, gene yok olacağını savunan din inançlarına karşı, yok olmayı, yaratılışı, evrenin dışında yönetici bir tanrısal gücün bulunmadığını ortaya attı. Gerçek varlık, duyularımıza verilen, bedenimizi etkileyen, yaşadığımız ortamda bizimle yan yana olan belli nitelikleri, nicelikleri bulunan ve yer kaplayan varlıktır. Evrenin dışında başka bir evren, başka bir hayat yoktur. Her şey maddedir. Madde sürekli bir değişim içindedir. Ayrıca insan, düşünen, davranan, beslenen, çoğalan bir varlık olarak madde ile sınırlıdır. İnsan da maddedir. Maddenin değişik nitelikler kazanması, yapısını kuran özlerin değişik ölçüler içinde biçimlenmesinden, birbiriyle birleşmesinden dolayıdır.

Yeryüzünde ve gökyüzünde görülen bütün dönüşümler, değişimler, maddi özlerin yer ve biçim değiştirmesi yeni yeni birleşimler kurmak için dağılması, sonradan yeniden birleşerek biçimlenmesi sonucudur. Bazı düşünürler ve araştırıcılar İslâm maddeciliğini, yaratıcı gücün zaman olduğunu savunan dehriye ile bir tutarlar; fakat dehriyede ana ilkenin zaman olmasına karşılık, maddecilikte ezeli ve ebedi olan maddedir.

Madde yaratılmamıştır, «kadim»dir. Maddecilere göre bilginin özü maddedir ve insan düşüncesinde algı sonucu biçimlenmesini sağlayan da duyulardır. Mekân, maddenin dışında bağımsız bir varlık değildir. Madde mekânla değil, mekân maddeyle sınırlıdır. Ruh, bedenden ayrı, bağımsız bir varlık değildir. Varlık kavramı altında toplanan her şey maddedir.

Tanrı evrenle birdir; evrenden ayrı, bağımsız, irade sahibi bir varlık değildir. Evren, sayısız maddeden kuruludur. Varlıkta birlik (vahdet) yoktur, çokluk (kesret) vardır. Maddeyi kuran, ona bütünlük kazandıran özler (ilkeler) arasında daha önceden maddeüstü bir güç, bir irade tarafından düzenlenen sürekli bir uyum (ahenk) aramak doğru değildir.

Maddede düzeni, biçimi, birleşmeyi, birliği sağlayan, irade dışı bir rastlantıdır. Bu rastlantı, bir bakıma mekanik bir zorunluluğun yaratıcısıdır. Maddeyi yöneten kendi yasaları, varlık kurallarıdır. İslâm maddeciliğinin kurucusu İbni Ravendi'ye göre insanın kişiliği (manevi hüviyeti), psikolojik bir oluşumun ürünü değildir. İnsan kişiliği ancak kendini kuşatan tümel varlığın bir sonucudur. Bu tümel varlık, insan kavramı altında toplanan bütünü kapsar. Tanrı ve tanrısal varlıklar, insan düşüncesinin yarattığı gerçekdışı şeylerdir. Bütün din kitapları ilâhi değil, beşeri birer yaratmadır.

Maddecilere göre peygamberler, «mucize» dedikleri gerçekdışı olaylarla, hayali buluşlarla insanları gerçekleri kavramaktan, evreni anlamaktan yoksun bırakır. El Zümürüd adlı eserinde İslâm dininin bütün görüş ve inançlarını reddeden İbn Ravendi, Kur'an'ı ve onun semavi bir kitap olduğunu tanımaz. Ona göre Tanrı da maddedir. Maddenin dışında bir bilinç (şuur) varlığı da düşünülemez. Mutlak varlık olan maddi dünya (evren) bütünü, insanda görünüş alanına çıkar ve insan kişiliği onunla gerçek niteliğini kazanır. İbni Ravendi'den başka İslâm maddeciliğinin en önemli filozofları Ebul İshak El Varrak, Ebu Atahiyye, Talut ve Ebu Ali Rica'dır.

İslâm maddeciliği, Kur'an ile bildirilen yaratılış, yoktan varoluş, ölümden sonra dirilme, ruh ve bedenin ayrı ayrı cevherler olduğu, ruhun ölümsüzlüğü ve özünün bilinemeyeceği görüşüne bir karşı çıkıştır. Bu çıkışı hazırlayanlardan biri de eski İran ve Hint kültür ürünlerini edebi bir dille Arapçaya aktaran İbni Mukaffa'dır.

Maddecilik daha başlangıçta çok sert tepkilerle karşılandı, onunla ilgili birçok reddiye yazıldı; Fârâbî, İbni Sina gibi filozoflar tarafından çürütülmek istendi. Fakat bu reddiyeler ve dinin koyduğu sert yasaklar onun yayılmasını önleyemedi. Dehriye, zenadıka, tabiiyun ve manicilik gibi değişik adlarla ortaya çıkan felsefe çığırlarını dolaylı olarak etkiledi. Batınilik adı verilen ve dini görüşleri değişik açıdan yorumlayan başka bir çığırın doğmasına yolaçtı. Gittikçe siyasi bir nitelik kazanan İslâm maddeciliği daha çok Arap hâkimiyeti karsısında direnen eski kültüre bağlı çevrelerde tutundu.

Maddeciliğin, yasaklanmasına sebep olan temel düşünceleri şunlardır:

  1. Evren ezeli ve ebedidir;
  2. Tanrı madde dışı bir varlık değildir;
  3. Evrenin dışında, evreni yöneten irade sahibi bir güç yoktur;
  4. Maddi âlemde rastlantıya dayanan mekanik bir zorunluluk sonucu uyum (ahenk) sağlanır;
  5. Ölümden sonra dirilme, kıyamet, ahiret ve ruh gibi şeyler birer hayal ürünü olmaktan öteye geçemez;
  6. Ruh ile beden aynı özdendir;
  7. Ölümle, ruh da ortadan kalkar;
  8. Peygamberlere, din kitaplarına inanmak yersizdir;
  9. İnsan evren düzeni içinde bir bütündür;
  10. Varlık çeşitlerinin maddenin dönüşüm ve değişimleri sonucu ortaya çıktığı bir gerçektir;
  11. Hiç bir şey yaratılmamıştır ve yok olmayacaktır;
  12. Yok olma ve ölüm denen olaylar madde âleminde görülen sürekli değişimlerin birer görünüşüdür.

Maddeciliğin ortaya attığı bu düşünceler bütün tek tanrıcı dinleri yıkan ve onların görüşlerini reddeden niteliktedir. Bazı maddeciler, dinin koyduğu ağır yasaklardan kurtulmak, düşüncelerinin yayılmasını sağlamak için İslam dininin, özellikle Kur'an'ın ileri sürdüğü görüşleri değişik bir anlayışla yorumlayarak benimser gibi göründüler. Fakat eserleri üstünde yapılan incelemeler, onların çift anlamlı din kavramlarından ustaca yararlandıklarını, değişik çığırlarla daha geniş bir alana yayıldıklarını ortaya koydu.

İlâm maddeciliği fizik, kimya, astronomi gibi gözlem ve deneye dayanan bilimlerin gelişmesi sonucu daha çok güçlendi; daha geniş bir alana yayıldı. Bugün birçok İslam ülkesinde bağımsız bir felsefe akımı olarak kendini sürdürür.
 
Geri
Top