MAX PLANCK : (1858 – 1947)
Planck; 18 Nisan 1858’de Almanya’da Kiel’de Protestan askerler ve hukukçular neslinden bir ailenin çocuğu olarak doğmuştu. Babası seçkin bir hukuk profesörüydü. Orta öğrenimini Munıch’de Max Milian Jimnazyumunda tamamlayan Max, bilime gönül vermiş bir öğretmenin etkisinde fiziğe özel bir bilgiyle bağlanır; bir yanda da piyano dersleri alır. Fizik öğrenimi için üniversiteye başvurduğunda dönemin büyük fizikçisi Hermann ve Kırclioff gibi iki ünlüden ders aldı.
Planck ısıldinamik ve tersinmezlik üzerine bir tez seçti ve derecesini 1879’da Münih’de aldı. İlk öğretim üyeliği memleketinde, Kiel’deydi. Kirclioff 1889’da öldüğünde yerine Boltzmann’ı Viyana’dan çağırıp Kırclioff’un yerini almasını istedi. Boltzmann’ı Viyana’dan çağırıp Kırclioff’un yerini almasını istedi. Boltzmann önce kabul ettiyse de sonra ret etti. Bunu üzerine Berlin üniversitesinden Planck’ı çağırdı.
Planck’ın uzmanlık alanı “Termodinamik Teori” diye bilinen ısı bilimiydi. Yanan bir ampüle dokunulduğunda hemen algıladığı gibi ısı ile ışık birbirine ilişik olaylardır.
Işık radyasyonu üzerine çalışırken bir sorunla karşılaşır. Yerleşik kuram ile deney sonuçları arasındaki tutarsızlık oldukça büyüktü. Sorun deneysel verilere dayalı hesaplamalarda bir hatadan kaynaklanmıyor idiyse yerleşik kuramın yetersizliği söz konusu olmalıydı.
Planck’ın yetkin örnek olarak aldığı kara cisim üzerinde yürüttüğü kuramsal çalışması 1900’de yayımlanır. Çalışmanın dayandığı temel düşünce şuydu: Madde her biri kendine özgü titreşim frekansına sahip ve bu frekansla radyasyon salan vibratörlerden ibarettir.
Bu düşüncenin yürürlükteki kurama ters düşen yanı yoktu. Ne var ki, Planck aynı zamanda vibratörlerin enerjiyi sürekli bir akıntı olarak değil bir dizi kesik fışkırmalarla saldığı görüşünü de ileri sürmekteydi. Bu demekti ki belli bir frekanstaki bir osilatörün saldığı veya aldığı enerji ancak tam birimler biçiminde olabilir. Çözüm arayışında başvurduğu istatiksel yöntemin de inceleme konusu ilişkilerin sayılabilir olmasını gerektirmesi, radyasyon enerjisinin bireysel bölümlerden oluştuğu varsayımını kaçınılmaz kılıyordu.
Önerilen çözüm basitti: Gözlem sonuçlarıyla bağdaşmayan sürekli oluş varsayımından vazgeçmemeli. Ne var ki, şimdi oldukça açık ve mantıksal görünen bu çözümün o dönemde hemen benimsenmesi bir yana, akla yalınlığı bile kolayca düşünülemezdi.
Yerleşik kuramı sorgulamak kolay değildi. Hele yeni bir kuram oluşturmak, üstün zeka ve hayal gücünün de ötesinde yüreklilik ister.
Planck çözümüne deneysel verileri matematiksel olarak dile getiren masum bir formül gözüyle bakıyordu. Oysa “kuantum” dediği bir enerji paketi ile bir dalga frekansı arasındaki ilişkiyi belirleyen denklemi (E= h f) bilimde yeni bir devrimin temel taşıydı. (E: enerji, f:radyasyon frekansı, h: Planck sbt). Buna göre bir enerji kuantumu, dalga frekansıyla Planck değişmezinin çarpımına eşittir. Buna göre, bir enerji kuantumu, dalga frekansıyla Planck değişmezinin çarpımına eşittir.
Planck’ın önerdiği hipotez başlangıçta hiç değilse ışığın dalga teorisine doğrudan bir tehlike oluşturmuyordu. Ama klasik fiziğin önemli bir ilkesi olan doğanın sürekliliği varsayımı sarsılmıştı. Çok geçmeden Einstein’in 1905’te ortaya koyduğu “Fotoelektrik Etki” diye bilinen teorisiyle ışık da kuantum teorisi kapsamına giren böylece ısı, ışık, elektromanyetizma v.b. radyasyon türlerinin tümünün kuanta biçiminde verilip alındığı hipotezi doğrulanmış olur.
Işıma ve paketçilik çalışmalarıyla 1920’de Nobel ödülünü aldı. Zamanla en çok sayılan Alman fizikçi haline geldi. Rusya Bilimler akademisi sekreteri ve Alman biliminin en etkin temsilcilerindendi.
Ne var ki özel yaşam, bilim hayatı kadar zor fakat mutlu değildi. İlk eşi 1909’da, 4 çocuğunun 3’ü I. Dünya savaşı sırasında öldü. Yeniden evlendi ve bir oğlu oldu. Hitler’in güç kazandığını gördü. Bir Alman milliyetçisiydi ve bu onu derinden etkiledi. Bu sırada şimdi Max Planck Enstitüsü adını taşıyan Kaiser Wilhelm Gesellschoft adlı önemli bir bilim kuruluşunda başkanlık yapmaktaydı. Ancak Nazilere karşı olması sebebiyle hayattaki tek oğlunu ve bir hava bombardımanı arkasından da evini kaybetti. Durumu öğrenen bir Alman fizikçi Amerikalılara ricada bulunarak, onu emin bir yer olan Göttingen’e götürülmesini rica etti.
Max Planck ömrünün son demlerinde, Almanların bu barbar yüzüyle de tanıştı. 90’ıncı yaş günü için kutlama düşünülüyordu. Ancak O 4 Ekim 1947’de öldü.
Planck; 18 Nisan 1858’de Almanya’da Kiel’de Protestan askerler ve hukukçular neslinden bir ailenin çocuğu olarak doğmuştu. Babası seçkin bir hukuk profesörüydü. Orta öğrenimini Munıch’de Max Milian Jimnazyumunda tamamlayan Max, bilime gönül vermiş bir öğretmenin etkisinde fiziğe özel bir bilgiyle bağlanır; bir yanda da piyano dersleri alır. Fizik öğrenimi için üniversiteye başvurduğunda dönemin büyük fizikçisi Hermann ve Kırclioff gibi iki ünlüden ders aldı.
Planck ısıldinamik ve tersinmezlik üzerine bir tez seçti ve derecesini 1879’da Münih’de aldı. İlk öğretim üyeliği memleketinde, Kiel’deydi. Kirclioff 1889’da öldüğünde yerine Boltzmann’ı Viyana’dan çağırıp Kırclioff’un yerini almasını istedi. Boltzmann’ı Viyana’dan çağırıp Kırclioff’un yerini almasını istedi. Boltzmann önce kabul ettiyse de sonra ret etti. Bunu üzerine Berlin üniversitesinden Planck’ı çağırdı.
Planck’ın uzmanlık alanı “Termodinamik Teori” diye bilinen ısı bilimiydi. Yanan bir ampüle dokunulduğunda hemen algıladığı gibi ısı ile ışık birbirine ilişik olaylardır.
Işık radyasyonu üzerine çalışırken bir sorunla karşılaşır. Yerleşik kuram ile deney sonuçları arasındaki tutarsızlık oldukça büyüktü. Sorun deneysel verilere dayalı hesaplamalarda bir hatadan kaynaklanmıyor idiyse yerleşik kuramın yetersizliği söz konusu olmalıydı.
Planck’ın yetkin örnek olarak aldığı kara cisim üzerinde yürüttüğü kuramsal çalışması 1900’de yayımlanır. Çalışmanın dayandığı temel düşünce şuydu: Madde her biri kendine özgü titreşim frekansına sahip ve bu frekansla radyasyon salan vibratörlerden ibarettir.
Bu düşüncenin yürürlükteki kurama ters düşen yanı yoktu. Ne var ki, Planck aynı zamanda vibratörlerin enerjiyi sürekli bir akıntı olarak değil bir dizi kesik fışkırmalarla saldığı görüşünü de ileri sürmekteydi. Bu demekti ki belli bir frekanstaki bir osilatörün saldığı veya aldığı enerji ancak tam birimler biçiminde olabilir. Çözüm arayışında başvurduğu istatiksel yöntemin de inceleme konusu ilişkilerin sayılabilir olmasını gerektirmesi, radyasyon enerjisinin bireysel bölümlerden oluştuğu varsayımını kaçınılmaz kılıyordu.
Önerilen çözüm basitti: Gözlem sonuçlarıyla bağdaşmayan sürekli oluş varsayımından vazgeçmemeli. Ne var ki, şimdi oldukça açık ve mantıksal görünen bu çözümün o dönemde hemen benimsenmesi bir yana, akla yalınlığı bile kolayca düşünülemezdi.
Yerleşik kuramı sorgulamak kolay değildi. Hele yeni bir kuram oluşturmak, üstün zeka ve hayal gücünün de ötesinde yüreklilik ister.
Planck çözümüne deneysel verileri matematiksel olarak dile getiren masum bir formül gözüyle bakıyordu. Oysa “kuantum” dediği bir enerji paketi ile bir dalga frekansı arasındaki ilişkiyi belirleyen denklemi (E= h f) bilimde yeni bir devrimin temel taşıydı. (E: enerji, f:radyasyon frekansı, h: Planck sbt). Buna göre bir enerji kuantumu, dalga frekansıyla Planck değişmezinin çarpımına eşittir. Buna göre, bir enerji kuantumu, dalga frekansıyla Planck değişmezinin çarpımına eşittir.
Planck’ın önerdiği hipotez başlangıçta hiç değilse ışığın dalga teorisine doğrudan bir tehlike oluşturmuyordu. Ama klasik fiziğin önemli bir ilkesi olan doğanın sürekliliği varsayımı sarsılmıştı. Çok geçmeden Einstein’in 1905’te ortaya koyduğu “Fotoelektrik Etki” diye bilinen teorisiyle ışık da kuantum teorisi kapsamına giren böylece ısı, ışık, elektromanyetizma v.b. radyasyon türlerinin tümünün kuanta biçiminde verilip alındığı hipotezi doğrulanmış olur.
Işıma ve paketçilik çalışmalarıyla 1920’de Nobel ödülünü aldı. Zamanla en çok sayılan Alman fizikçi haline geldi. Rusya Bilimler akademisi sekreteri ve Alman biliminin en etkin temsilcilerindendi.
Ne var ki özel yaşam, bilim hayatı kadar zor fakat mutlu değildi. İlk eşi 1909’da, 4 çocuğunun 3’ü I. Dünya savaşı sırasında öldü. Yeniden evlendi ve bir oğlu oldu. Hitler’in güç kazandığını gördü. Bir Alman milliyetçisiydi ve bu onu derinden etkiledi. Bu sırada şimdi Max Planck Enstitüsü adını taşıyan Kaiser Wilhelm Gesellschoft adlı önemli bir bilim kuruluşunda başkanlık yapmaktaydı. Ancak Nazilere karşı olması sebebiyle hayattaki tek oğlunu ve bir hava bombardımanı arkasından da evini kaybetti. Durumu öğrenen bir Alman fizikçi Amerikalılara ricada bulunarak, onu emin bir yer olan Göttingen’e götürülmesini rica etti.
Max Planck ömrünün son demlerinde, Almanların bu barbar yüzüyle de tanıştı. 90’ıncı yaş günü için kutlama düşünülüyordu. Ancak O 4 Ekim 1947’de öldü.