Türkiye'nin Brezilya ile oynadığı yarı final maçını bir tatil kasabasının hınca hınç dolmuş ve ay yıldıza kesmiş geniş bir barında izledim.
Turistler bile bu karnavala ortak olabilmek için tepeden tırnağa kırmızı -beyaz gelmişti.
Maçın başlama vuruşu yaklaştıkça milli galeyan öyle gemlenemez bir hal aldı ki, barı dolduranlar sandalyeye tırmanıp ellerindeki bayrakları sallayarak bağıra çağıra 10. Yıl Marşı'nı söylemeye başladı.
Yan masada olup biteni biraz hayret, biraz gıptayla izleyen bir İngiliz'e sözleri tercüme ettik:
"Cumhuriyetiniz kurulalı 10 yıl mı oldu" diye sordu.
"Hayır" dedik, "10. yıldaki coşku, bize daha çok uydu."
Şaşkın İngiliz durumu anlamaya çalışırken takımlar sahaya çıktı ve İstiklâl Marşı başladı.
O cıvıltılı kitle birden salonu polis basmış gibi gönülsüz ayağa dikilip boyalı yüzlerine birer devlet memuru ciddiyeti yapıştırarak, mayolar, kısa şortlarla ve kısık seslerle "Korkma" tesellisiyle başlayan marşı mırıldandı, "laa-ya-cak-o-benim-diiiir-o-be-nim-mil-le-ti-min-dir-an-caaakk" der demez de afla tahliye olmuşlara özgü bir cümbüşe geri döndü.
Millet önce kendi marşıyla coşmuş, sonra "devletinin marşı"nı okumuştu.
* * *
Son yıllarda biraz da "yukarıdan ittirilen" ve memnuniyetle takip edilen bir eğilim bu:
Sözleri "biraz fazla İslami," yazarı "biraz fazla İslamcı" bulunan İstiklâl Marşı, hanidir Kenan Doğulu ritimleriyle hayata döndürülen coşkulu 10. Yıl Marşı karşısında mevzi kaybediyor.
Atatürkçü dayanışma törenlerinin "Türkiye laiktir laik kalacak" sloganlı şık törenlerinde gözyaşı içinde elde sallanan küçük bayraklara, -gerekli gereksiz- hep bu marş eşlik ediyor son zamanlarda...
"Devletin marşı" ne kadar ağır, kasvetli, mesafeli ve söylemesi zor ise "milletin marşı" o kadar şenlikli, vaatkâr, ilerlemeci ve kolay...
* * *
Benzer bir ayrıma Sabah'ta Gülay Göktürk dikkat çekti geçenlerde... Halkın, yıllarca gönderine çekip önünde saygı duymaya alıştırıldığı ay-yıldızlı bayrağı artık tişört diye üstüne giymek, şapka niyetine başına takmak, fular yapıp boynuna asmak, kısacası bayrakla haşır neşir olmak istediğini, lakin devletin, kendisi gibi bayrağını da ulaşılmaz ve kutsal bir konumda tutmak için yasayla bunu engellediğini yazdı.
Atıl Kutoğlu'nun ay-yıldızı moda defilesinde podyuma çıkarmasına ya da Hülya Avşar'ın TV programında yerde duran ay yıldızlı balonu tekmelemesine gösterilen tepkinin ardında hep bu "yüzgöz olmuş sevgi"nin yerine "mesafeli saygı"yı koyma telaşı vardı.
* * *
Sanırım Dünya Kupası zaferinin uzun vadeye yayılan kalıcı etkilerinden biri de, halkın "devlete ait" kimi simgelere el koyup "kamulaştırması" ve onları, çoktandır ütülenip katlanmış halde bekledikleri resmi depoların çelik raflarından indirip sere serpe sokaklarda gezdirmesi olacak.
Bayrak Kanunu, bu sere serpeliğe ne kadar izin verecek, devlet bu "sululuğa" nereye kadar tahammül gösterecek bilemem, ama tıpkı devletin "milletin dini"nden elini çekme vakti geldiği gibi, aslında millete ait olması gereken marşın "o benim milletimindir ancak" dediği bayrağı da gerçek sahibine teslim etmesinin zamanı gelmişe benziyor.
kaynak:
Turistler bile bu karnavala ortak olabilmek için tepeden tırnağa kırmızı -beyaz gelmişti.
Maçın başlama vuruşu yaklaştıkça milli galeyan öyle gemlenemez bir hal aldı ki, barı dolduranlar sandalyeye tırmanıp ellerindeki bayrakları sallayarak bağıra çağıra 10. Yıl Marşı'nı söylemeye başladı.
Yan masada olup biteni biraz hayret, biraz gıptayla izleyen bir İngiliz'e sözleri tercüme ettik:
"Cumhuriyetiniz kurulalı 10 yıl mı oldu" diye sordu.
"Hayır" dedik, "10. yıldaki coşku, bize daha çok uydu."
Şaşkın İngiliz durumu anlamaya çalışırken takımlar sahaya çıktı ve İstiklâl Marşı başladı.
O cıvıltılı kitle birden salonu polis basmış gibi gönülsüz ayağa dikilip boyalı yüzlerine birer devlet memuru ciddiyeti yapıştırarak, mayolar, kısa şortlarla ve kısık seslerle "Korkma" tesellisiyle başlayan marşı mırıldandı, "laa-ya-cak-o-benim-diiiir-o-be-nim-mil-le-ti-min-dir-an-caaakk" der demez de afla tahliye olmuşlara özgü bir cümbüşe geri döndü.
Millet önce kendi marşıyla coşmuş, sonra "devletinin marşı"nı okumuştu.
* * *
Son yıllarda biraz da "yukarıdan ittirilen" ve memnuniyetle takip edilen bir eğilim bu:
Sözleri "biraz fazla İslami," yazarı "biraz fazla İslamcı" bulunan İstiklâl Marşı, hanidir Kenan Doğulu ritimleriyle hayata döndürülen coşkulu 10. Yıl Marşı karşısında mevzi kaybediyor.
Atatürkçü dayanışma törenlerinin "Türkiye laiktir laik kalacak" sloganlı şık törenlerinde gözyaşı içinde elde sallanan küçük bayraklara, -gerekli gereksiz- hep bu marş eşlik ediyor son zamanlarda...
"Devletin marşı" ne kadar ağır, kasvetli, mesafeli ve söylemesi zor ise "milletin marşı" o kadar şenlikli, vaatkâr, ilerlemeci ve kolay...
* * *
Benzer bir ayrıma Sabah'ta Gülay Göktürk dikkat çekti geçenlerde... Halkın, yıllarca gönderine çekip önünde saygı duymaya alıştırıldığı ay-yıldızlı bayrağı artık tişört diye üstüne giymek, şapka niyetine başına takmak, fular yapıp boynuna asmak, kısacası bayrakla haşır neşir olmak istediğini, lakin devletin, kendisi gibi bayrağını da ulaşılmaz ve kutsal bir konumda tutmak için yasayla bunu engellediğini yazdı.
Atıl Kutoğlu'nun ay-yıldızı moda defilesinde podyuma çıkarmasına ya da Hülya Avşar'ın TV programında yerde duran ay yıldızlı balonu tekmelemesine gösterilen tepkinin ardında hep bu "yüzgöz olmuş sevgi"nin yerine "mesafeli saygı"yı koyma telaşı vardı.
* * *
Sanırım Dünya Kupası zaferinin uzun vadeye yayılan kalıcı etkilerinden biri de, halkın "devlete ait" kimi simgelere el koyup "kamulaştırması" ve onları, çoktandır ütülenip katlanmış halde bekledikleri resmi depoların çelik raflarından indirip sere serpe sokaklarda gezdirmesi olacak.
Bayrak Kanunu, bu sere serpeliğe ne kadar izin verecek, devlet bu "sululuğa" nereye kadar tahammül gösterecek bilemem, ama tıpkı devletin "milletin dini"nden elini çekme vakti geldiği gibi, aslında millete ait olması gereken marşın "o benim milletimindir ancak" dediği bayrağı da gerçek sahibine teslim etmesinin zamanı gelmişe benziyor.
kaynak:
Bağlantıyı görüntüleme izniniz yok, görüntülemek için:
Giriş yapın veya üye olun.