11. Sınıf Milli Edebiyat Döneminde Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiirler)

OBir

MEB
Özel üye
Milli Edebiyat akımı, şiiri diğer edebî türlerden ayrı bir yere koymuştur. Genç Kalemler’de şiir “yalnız sanatçıya ait şahsi bir mesele, estetik bir haz vasıtası” olarak ele alınmıştır. Bu yönüyle değerlendirildiğinde Milli Edebiyat, Fecriati’nin bireysel sanat anlayışından pek de farklı bir özellik göstermez. Ancak Yeni Lisan makalesinde ortaya konulan dil anlayışı ve aruz yerine hece ölçüsünü kullanmaları açısından Fecriati’den ayrılırlar.

Milli Edebiyat sanatçıları görüşlerini açıklayarak yeni bir edebî akım başlattığında Fecriati şiirinin önemli isimlerinden olan Ahmet Haşim ve Emin Bülent gibi sanatçılar, edebiyat dünyasında ilgi ve değer kazanmış, eserlerini topluma kabul ettirmişlerdi. Bu açıdan bakıldığında 1911 sonrası Türk şiirinde karışık bir durum göze çarpar.

Bir yandan Servetifünun zevk ve anlayışını sürdüren Tahsin Nahit ve Cenap Şahabettin gibi sanatçılar varlığını sürdürürken onların dışında üç tür şiir anlayışı ortaya çıkmıştır. Bunlardan “sade dil ve hece ölçüsüyle yazılmış şiirleri” Ziya Gökalp ve Mehmet Emin Yurdakul temsil eder. “Saf (öz) şiir” anlayışını Yahya Kemal ve Ahmet Haşim temsil eder. “Halkın yaşayış tarzını ve değerlerini anlatan manzumeler”in temsilcisi ise Mehmet Akif’tir.

Milli Edebiyat döneminde coşku ve heyecanı dile getiren metinlerin (şiirlerin) genel özellikleri şunlardır:
  • Toplum için sanat anlayışına uygun “sade dil ve hece ölçüsüyle” milliyetçi şiirler yazılmıştır.
  • Şiir dili olarak İstanbul Türkçesi esas alınmış ve şiirler sade bir Türkçeyle yazılmıştır.
  • Halk şiiri kaynak olarak benimsenmiş ve hece ölçüsü kullanılmıştır.
  • Milli kültür ve milli tarihle ilgili konular ele alınmıştır.
  • İmgelere çok başvurulmamış, kullanılan imgelerin ise kolay anlaşılır olmasına dikkat edilmiştir.
  • “Türkçeye, Türk dil bilgisi hâkim olacaktır.” görüşü savunulmuştur.
  • Tam ve zengin uyağın yanında yarım uyak da kullanılmıştır.
  • Duygudan ziyade fikir ön plandadır.
  • Eserler didaktiktir.
  • Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul gibi şairlerin “sade dil ve hece ölçüsüyle” yazdıkları milliyetçi şiirlerin dışında 1911-1923 yılları arasında yaşayan şairler “saf (öz) şiir”ler (Ahmet Haşim, Yahya Kemal) ve manzum hikâyeler (Mehmet Akif) de yazmışlardır.
  • Saf (öz) şiirde “her şeyden önce güzel şiirler yazmak” amacı vardır. Sese, musikiye, söyleyiş ve şekil mükemmelliğine önem verilir. Bundan dolayı şiirdeki sözcükler değiştirilemez veya atılamaz. Bireysel temalar (aşk, gurbet, ölüm vb.) işlenir. Daha çok sembolist şairlerden etkilenilmiştir.
  • Manzum hikâyelerde toplumsal sorunlar işlenmiş, halkın yaşayışı ve değerleri anlatılmıştır. Günlük konuşma diline ve halk söyleyişlerine, deyim ve atasözlerine yer verilmiştir. Manzum hikâyeler, belli bir olaya dayalı şiirlerdir. Bu şiirlerde aruz ölçüsü kullanılmıştır. Tür özellikleri bakımından mesneviyle benzerlik gösterir.
 
Milli Edebiyat Döneminde Sade Dil ve Hece Ölçüsüyle Yazılmış Şiir

Ziya Gökalp ve Mehmet Emin Yurdakul’un başını çektiği bu şiir anlayışında, Milli Edebiyatı oluşturan düşünceler hâkimdir. Türkçülük düşüncesiyle yola çıkan Milli Edebiyatçılar, o döneme kadar yazılmış olan şiirleri Arap, Fars veya Batı taklidi olarak görmüşler ve kendi öz kimliklerine, Halk edebiyatına, dönerek heceyle şiir yazmışlardır. Mehmet Emin Yurdakul “Biz Nasıl Şiir İsteriz?” adlı şiirinde şiir görüşlerini de açıklamıştır.

Bu şiir anlayışının şairleri halka seslenip onların duygu ve hayallerini ifade etmeyi amaçlayan, aynı zamanda da onlara kendi fikrilerini açıklayan şiirler yazmışlardır.

Bu dönem şairleri, Tanzimat’ın birinci dönem sanatçıları gibi şiire öğretici (didaktik) bir amaç yüklemişlerdir. Bundan dolayı da didaktik yanları ağır basan şiirler ortaya çıkarırlar. Ancak Tanzimat sanatçıları Batı edebiyatını savunup modern bir edebiyat kurmayı amaçlarken bu dönem şairleri halka seslenmiş ve Türkçülük düşüncesiyle hareket etmişlerdir. Onların bu amaçları, şiirlerinde sanatsal amaçların önündedir ve bunun sonucu olarak da imgelere ve kapalı anlatıma çok başvurmamışlar, kullandıkları imgelerin de yalın olmasına önem vermişlerdir. Ziya Gökalp, “Köy” şiirinde köylülere seslenip onlara öğüt verirken o dönemin konuşma dilini kullanmış ve açık bir şekilde köylülere seslenmiştir.

Ziya Gökalp çevresinde sade bir dille ve hece vezni ile yazılan bir şiir hareketinin oluşmasında ve gelişmesinde, “Genç Kalemler” dergisi önemli bir işlev görmüştür. O dönemde “Genç Kalemler” dergisinde “Yeni Lisancılar” olarak bilinen şairler sade bir dille ve hece ölçüsüyle şiirler yazmışlardır. Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin ve onlara sonradan katılan ama etkisi daha büyük olan Ziya Gökalp’in öncülüğünde yeni bir edebiyat, yeni bir dil ve yeni bir şiir anlayışı kendisini hızla kabul ettirmiştir. Ziya Gökalp’in;

Aruz sizin olsun hece bizimdir,
Halkın söylediği Türkçe bizimdir;
Leyi sizin, şeb sizin, gece bizimdir,
Değildir bir mana üç ada muhtaç.

dizeleriyle özetleyerek ortaya koyduğu bu anlayış, artık bir ilke haline gelmiş; hece ölçüsüyle şiir yazmak, aruzla şiir yazan şairleri de etkileyecek şekilde edebiyatta yer etmiştir.

O döneminde bu anlayışla şiir yazan şairler arasında, Ali Canip Yöntem, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Celal Sahir Erozan, Necmettin Halil Onan, Halide Nusret Zorlutuna, Şükûfe Nihal ile Beş Hececiler olarak bilinen Yusuf Ziya Ortaç, Enis Behiç Koryürek, Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Halit Fahri Ozansoy sayılabilir.

Sade Dil ve Hece Ölçüsüyle Yazılmış Şiirin Özellikleri
  • Sanatçılar, “Yeni Lisan” makalesinde ifade edildiği gibi konuşma dilinin imkânlarından faydalanmışlardır. Sade bir dil kullanılmıştır.
  • Hece vezni kullanılmıştır.
  • Halk edebiyatı geleneğinden faydalanılmış; ancak hece ölçüsü kullanılarak modern biçimlere ve söyleyişlere de yer verilmiştir.
  • Hece ölçüsünün değişik kalıpları denenmiş, şiirde kafiye ve redif gibi ahenk unsurlarına önem verilmiştir.
  • Bu dönem şiiri toplumsal bir özellik taşımaktadır. Sanatçılar öğretici bir üslupla şiirler yazmışlardır.
  • Bu anlayışla oluşan şiirlerin temasını İslamiyet’ten önceki Türk tarihi, İslam tarihi, Türk coğrafyası ve Anadolu oluşturmuştur. Kısacası Milli Edebiyat şiiri Batılı değil, yerli temalarla oluşmuştur.
  • Halkın ve ülkenin sorunları işlenmiştir.
  • Öğretici niteliği ağır basan şiirler yazılmıştır.
  • Milliyetçilik ve Türkçülük fikrini işleyen, millî coşkuyu artırıcı nitelikte şiirler yazılmıştır.
  • Şiirlerde yalnız dörtlük değil, değişik dize kümeleri kullanılmış, Batı edebiyatı kaynaklı nazım şekillerinden yararlanılmıştır.
  • Bu şiir anlayışının en önemli temsilcileri Ziya Gökalp ve Mehmet Emin Yurdakul’dur. Bu sanatçılar dışında Ali Canip Yöntem de bu şiir anlayışıyla eserler vermiştir.
 
Milli Edebiyat Döneminde Saf (Öz) Şiir

Millî Edebiyat döneminin etkili olduğu yıllarda Yahya Kemal ve Ahmet Haşim başta olmak üzere saf (öz) şiir anlayışına uygun şiirler yazan sanatçılar vardır. Bunlar dönemin yaygın anlayışı olan hece vezniyle, yalın bir dille, devrin gerçeklerini, halkın sorunlarını dile getiren şiirler yazmak yerine, sanat değeri yüksek saf (öz) şiire yönelmişlerdir.

Bu iki şair, Yeni Lisancılar olarak bilenen şairlerden ayrı bir yol izler. Hece vezninin yaygın biçimde kullandığı bu dönemde onlar aruzla şiir yazmayı sürdürür. Ahmet Haşim’e göre şiir, nesre çevrilme olanağı bulunmayan nazımdır; şiir musiki ile söz arasında, sözden çok musikiye yakın, ortalama bir dildir. Fecr-i Âti topluluğundan gelen Ahmet Haşim, “sanat için sanat” anlayışıyla şiirler yazar. Amacı saf ve güzel şiirler yazmaktır. Onun şiirleri, hiçbir şeyin aracı değildir.

Yahya Kemal ise şiirin, nesirden bambaşka bir nitelikte, musikiden başka türlü bir musiki olduğu görüşündedir. Batı’da gördüğü “parnasizm” akımından etkilenmiş ve bu anlayışla, divan şiiri anlayışıyla modern şiirin söyleyiş özelliklerini birleştirerek bir sentez oluşturmuştur. Sade dille ve yeni nazım biçimleriyle yazdığı şiirlerinde de yine biçim kusursuzluğuna, yapmacıksız ve sağlam bir anlatıma önem vermiştir.

Milli Edebiyat akımı, şiiri diğer edebî türlerden ayrı bir yere koyarak “Şiir vicdanî bir keyfiyettir.” demiş ve şiir türüne bir tür serbestlik tanımıştır. Bundan dolayı da parçalı bir özellik taşıyan bu dönem şiirinde Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in liderliğini yaptığı saf (öz) şiir anlayışı, şiirde öğreticiliği ve toplumsallığı reddederek “sanat için sanat” anlayışını benimser.

Saf şiirde sanatçı, şiiri düşüncelerini anlatacak bir araç olarak görmez. Bu konuda Ahmet Haşim, “şiirin asıl amacı duyulmaktır” der ve şiiri “Şiir söz ile müzik arasında, sözden ziyade müziğe yakın bir tür” olarak tanımlar. Şiiri anlam değerlerinden çok ses, ahenk ve müzik olarak gören sembolizm ve parnasizm akımına yakın bir anlayış benimserler.

Saf şiirin temsilcileri toplumsal sorunları işlemek yerine sanat değeri yüksek şiirler yazmayı tercih etmişlerdir. Bu şiir anlayışında sanatçılar, genellikle bireysel konularda şiirler yazmış olsalar da özellikle Yahya Kemal, tarihi konulara da eğilmiş; ancak bu konuları işlerken öğretici bir hava taşımamaya dikkat etmiştir. Sanatçı, tarihi anlayışını daha çok hayranlık beslediği duyguları üzerinden ifade etmiştir.

Milli Edebiyat Döneminde Saf (Öz) Şiirin Özellikleri
  • Bu şiir anlayışında şairin amacı, duygu ve hayallerini anlatmak, bilinçaltındaki düşüncelerini şiirde ifade etmektir.
  • Şiir duyulmak ve hissedilmek için yazıldığından saf şiir, imgelerle yüklü ve kapalı anlatıma sahiptir.
  • Dil anlayışları, Servetifünun Edebiyatına göre daha sadedir, gerekmedikçe yabancı kelimelere başvurmazlar.
  • Şairler tema bakımından sınırlandırılamaz; ancak şiiri şiir olmaktan çıkaran ve bir düşüncenin anlatılmasına imkân veren temalar da işlenmez.
  • Şiirde ahenk ve ritim önemsenmiş, şiirler aruz ölçüsüyle yazılmıştır.
  • Yahya Kemal ve Ahmet Haşim bu şiir anlayışının Milli Edebiyat Dönemindeki temsilcileridir.
 
Milli Edebiyat Döneminde Halkın Yaşayış Tarzını ve Değerlerini Anlatan Manzumeler

Manzum hikâye ya da manzume, şiirin kafiye, redif, dize ve ritim gibi yapı unsurlarını kullanarak anlatılan hikâyedir. Öyküyle tek farkı şiir biçiminde yazılmış olmasıdır. Divan geleneğindeki mesnevi türünün karşılığı olan bu türün edebiyatımızdaki en önemli temsilcilerinden biri olan Mehmet Akif, Milli Edebiyat döneminde halkın yaşayış tarzını ve değerlerini anlatan birçok manzume yazmıştır.

Mehmet Akif, manzum hikâyenin edebiyatımızdaki bir diğer önemli temsilcisi olan Servetifünun şairi olan Tevfik Fikret’e göre daha sade bir dil ve konuşma dilinin kendine özgü söyleyişlerini kullanmış ve aruzu Türkçeye başarıyla uygulayarak bu türün olgun örneklerini vermiştir.

Bu anlayışın temsilcisi Mehmet Akif’tir. Şair, yazdığı şiir ve manzumelerde halkın dinî ve millî değerleri, yaşama tarzı üzerinde durur. Millî Edebiyat yıllarında Mehmet Akif, daha önce Tevfik Fikret’te gördüğümüz “nazmı nesre yaklaştırma” anlayışını sürdürüp geliştirmiştir. Şiirde Tevfik Fikret’ten devraldığı “gerçekçiliği” geliştirmiş, “hayal ile alışverişi olmadığını, her ne demişse görüp de söylediğini, en beğendiği mesleğin hakikat olduğunu” bildirmiştir. Manzumelerinde halkın yaşama biçimini gerçekçi biçimde yansıtmıştır. Mehmet Akif, Halkın yaşamını yansıtmasına karşın, hece ölçüsünü değil, aruz veznini kullanmıştır.

Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın?
– Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın,
– Mehmed Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için
Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.
Ne işin var kiremitlerde a sersem desene
İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.
Hadi aktarmıyayım… Kim getirir ekmeğimi?
Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?
Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası:
Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!
Bu dizeler Türk edebiyatında manzum hikâye türünün en başarılı örneklerini veren Mehmet Akif’in Seyfi Baba şiirinden alınmıştır. Bu dizelerde şairle Seyfi Baba’nın arasında geçen diyaloglar yer almaktadır. Şiirde gerçeklik duygusu ön plandadır. Mehmet Akif, bu şiirinde de gördüğünü, yaşadığını anlatmıştır. Mehmet Akif’in toplumu bilinçlendirme, ona mesaj verme çabası da özellikle son beyitte açıkça görülmektedir. Yukarıdaki dizelerde yalın ve anlaşılır bir dil kullanılmıştır. Şiir aruz vezni ve beyit nazım birimiyle yazılmıştır.

Bülbül
Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım
Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,
Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl…
Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl
Muhitin hâli “insaniyet”in timsalidir, sandım;
Dönüp maziye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!
Eşin var, aşiyanın var, baharın var ki beklerdin;
Kıyametler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?
O zümrüt tahta kondun, bir semavî saltanat kurdun;
Cihanın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vadi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şayet rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu’d-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervazın. 

Mehmet Akif, halkın içinden gelen bir sanatçı olarak manzumelerinde halkın duygu ve düşüncelerine tercüman olmuş, onların sıkıntılarını dile getirmiştir. Yer yer de okuyucularına öğüt veren sanatçı, didaktik yönü ağır basan eserler vermiştir. Toplumsal konulara da eğilen bu manzumeler, halka seslendiği için konuşma dilinin imkânları kullanılarak oluşturulmuştur. Mehmet Akif, açık bir anlatımla oluşturduğu manzumelerinde dönemin yaşayış tarzını yansıtmıştır.
 
Geri
Top