• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Miraç


Lafzı şu manayadır: Yukarı çıkılacak âlet.. Meselâ: Merdiven. (Zamanımıza göre daha uygun örneği: Asansör veya füze.)

Resulüllah S.A. efendimiz pak vücudları ile, cevherden merdiven ile diri olarak Kuds-ü Mübarekden semaya uruc etmiştir. Böyle bir manaya sahib olmak; nebiler ve resuller arasında ancak Resulüllah S.A.V efendimize mahsusutur. Bundandır ki, Resulüllah S.A.V efendimizin ism-i pâklerine:

SÂHİB'ÜL- MİRAÇ.

Denildi. Allah-ü Taâlâ ona salât ve selâm eylesin.

Resulüllah S.A. efendimizin nail olduğu MİRAÇ şerefinin toplu beyanı aşağıda anlatılacaktır.

Şöyleki:

Sultan-ı enbiya ve Resul-ü Kibriya (salâvatın en faziletlisi saygıların en tamı ona..) kırk yaşında iken; âlemlere rahmet olarak nübüvvet ve risaletle bütün insanlara Resul peygamber gönderildi. Ri-saletini onlara tebliğ edip imana davet etmeye başladı.

Resulüllah S.A. efendimizin Risaletle gelişinin on ikinci senesi re-ceb ayının yirmi altıncı günü idi. Resulüllah S.A. efendimiz o gün, tek başına Beyt-i Mükerreme'ye gitti; bir direğin önüne oturdu. Yüce Hakka zikir ve fikir ibadeti ile meşgul olmaya başladı.

Bu sırada, Ebu Cehil de; yardımcıları ve uyanları ile görüşmek için geldi. Gördü ki: Hazret-i Muhammed S.A.V yalnız oturmuş; Mev-lâsına ibadetle meşgul.. Yanında ashab-ı kiramdan da kimse yok. Onu böyle görünce; içinden:

Ona eza cefa edeyim. Diyerek yanına geldi ve şöyle dedi:

Ya Muhammed, sen peygamber misin?.

Resulüllah S.A. efendimiz, Ebu Cehilin bu sözüne karşılık:

Evet peygamberim.

Buyurdu. Ebu Cehil şöyle devam etti:

Böyle yalnız peygamber mi olur?. Hani yardımcıların? hani hizmetçilerin?. Eğer peygamberlik gelmesi gerekseydi, bana gelirdi. Bak, benim şu kadar uyanlarım, hizmetçilerim var.

Böyle dedikten sonra, böbürlenerek yürüdü; gitti.


Ebu Cehil'in ardından, onun yandaşlarından biri daha uyanları ve yardımcıları ile geldi. Bu da, Resulüllah S.A.V efendimizi yalnız görünce eza ve cefa kasdı ile yanına geldi; Ebu Cehil'in dediği gibi dedi. Sonra gitti. Onun yanına oturdu.

Bundan sonra, Kureyş'in ileri gelenlerinden tam yedi kişi ard arda geldi. Hepsi de, avenesi ve uyanları ile geldi; sanki daha önceden söz birliği etmiş gibi, tek tek Resulüllah S.A.V efendimize Ebu Cehü'in dediği gibi söyledi.

Resulüllah S.A.V efendimiz, onların bu yaptıklarına çok mahzun oldu. Sonra şöyle dedi:

On iki yıldır; ben bunları hak dine ve Yüce Hakkı tevhide davet ederim. Halbuki bunlar, Hakkı kabul etmek şöyle dursun; henüz:

Resul.

Kime derler?. Bunu dahi anlamamışlar. Resule hizmetçi ve avene ne lâzım?. Ancak resule lâzım olan ilâhî vahyi ve sübhan Allah'ın emrini tebliğ etmektir.

Ve.. Resulüllah S.A.V efendimiz gamlandı.

O gece receb-i şerifin yirmi yedinci pazartesi gecesi idi. Ümmü-hanî'nin evine geldi.

Ümmühanî Ebu Talib'in kızı, Hz. Ali'nin r.a. kız kardeşi idi.

Ümmühani, babası Ebu Talibin evinde kalıyordu. Bu ev, Safa ile Merve arası bir yerde îdi.

Resulüllah S.A.V efendimiz, oraya gittiği zaman; Ümmühanî r.a. kendisini hüzünlü ve gamlı buldu. Resulüllah S.A.V efendimizden hüznünün ve gamının sebebini sordu; Resulüllah S.A.V efendimiz de işin aslını haber verdi.

Ümmühanî, akıllı ve tedbirli bir hanımdı. Resulüllah S.A.V efendimizi teselli etti ve şöyle dedi:

Onlar sizin risaletinizi, Hak peygamber olduğunuzu, size avene ve hizmetçi gerekmediğini seksiz bilirler. Ne var ki onlar, çok inatçı hasetçi, hırçın olduklarından sırf sizi üzmek, eza cefa kasdı ile öyle demişlerdir.

Bu sözler, bir bakıma Resulüllah S.A. efendimizi teselli içindi; fakat Resulüllah S.A.V efendimizin hüznü yine de kaldı.

Anlatıldığı gibi, gamlı ve hüzünlü olarak; Ümmühanî'nin evinde, yatsıdan sonra, uyur uyanık bir halde yattı.

Sonra..

Resulüllah S.A.V efendimizi cümle mahluktan evvel yaratan; kalb-lerin sevgilisi, türlü türlü keramet, çeşitli nimetler ile cümle insanlara resul olarak gönderen; cümle kemaîâtı ile başta görünen; mü-rebbisi olan şanı yüce nimetleri her yana yaygın, kendisinden başka ilâh olmayan Âlemlerin Rabbı, azamet ve celâli ile Cebrail'e hitaben şöyle buyurdu:

Gerçekten benim sevgilim, cümle mahluk arasından seçip çıkardığım, cümle yratılmışların hayırlısı Resulüm: Ümmühanî'nin evinde küffarın ezasından mahzun ve gamlı yatmaktadır. Senin taat ve ibadetin habibimi davet olsun. O süslü kanatlarını yeniden cennet cevherleri ile süsüle; onun hizmeti ile şerefyab ol.

Mikâil'e söyle: Bu gece erzakı tartmayı bıraksın.

İsrafil'e söyle: Suru bir saat kadar bıraksın.

Azrail'e söyle: Bu gece can almaktan el çeksin.

Nur ve ziya meleklerine emir ver: Semaları nurla doldursunlar.

Rıdvan'a söyle: Cenneti süslesin.

Malik'e tenbih et: Cehennem tabakalarını kapasın; zebaniler hareket etmesinler.

Huriler bezenip ellerine cevher saçan tabakları alsınlar. Cennet köşklerini saf saf dizsinler.

Arş hamiline söyle: Mukaddes libası atlas îelekine giydirsin.

Ve., sizler, her biriniz yanınıza yetmiş bin melek alın.

Ve., sen cennete git; bir burak seçip al.

Yeryüzüne in; kabirlerden azabı kaldır. Bundan sonra, habibime git. O: Müşriklerin ezasından dolayı gamlı ve mahzun olarak Üm-mühanî'nin evinde yatıyor. O habibimi rıfk ile, büyük bir keremle kaldır; anlat: Bu gece kendisinin yüce kadrini, izzet ve rif'atını cümleden ziyade yakınlığını kendisine bildirecek gecedir. Onu davet eyle.

Sonra..

Cebrail a.s. cennete gitti. Gördü ki: Orada kırk bin burak gezmektedir. Her birinin alnında Muhammed ism-i şerifi yazılmış. Aralarında bir burak vardı; mahzundu. Başını aşağı eğmiş; gözyaşlan sel gibi akıyordu. Hem de hiç durmadan.

Cebrail o mahzun bürakın yanına vardı. Hüznünün ve ağlamasının sebebini ona sordu. Burak şöyle anlattı:

Cennette gezerken, aniden kulağıma:

Ya Muhammed.

Diye bir ses geldi. İşittiğim anda o ismin sahibine aşık oldum. Onun firak ateşi ile cemalinin visali ümidi ile kırk bin yıldariberi böyle hüzün, ağlamak ve visal arzusu ile mahzun olup ağlarım.

Cebrail a.s. o Burak'ın haline merhamet etti; şöyle dedi:

Senin maşukun olan Hazret-i Muhammed bu gece miraca da vet -olundu. Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya bürakla gelecektir. Seni götüreyim, muradına er.

Bundan sonra o Burak'a nurdan eğer vurdu; zebercedden gem vurdu. Bundan sonra, iki cihanın sultanı insin ve cinnin Resulü S.A.V efendimizin halvet saraylarına geldi.

Sonra..

Hadis çıkaran imamlar altı hadis kitabı içinde çeşitli yollardan; miraç hadisini yirmi kadar ashab-ı kiramdan alıp rivayet ettiler. Bu ashab-ı kiram dahi, Resulüllah S.A.V efendimizden dinleyip anlatmışlardır.

Resulüllah S.A. efendimiz; nebilerin sultanı, doğru yolu tutan zatların baştacı Ahmed Hamid Mahmud Muhammed'dir. Allah-ü Te âlâ ona salât ve selâm eylesin.

Bu sahabenin dili ile, Resulüllah S.A. efendimizin şöyle buyurduğu anlatıldı:

«Ümmühanî'nin evinde idim. Orada uykuya dalmıştım. Gözlerim uyuyordu; ama kalbim uyanıktı.

Bu sırada, Cebrail'in sesi kulağıma geldi; uykudan kalktım, oturdum.

Gördüm ki: Cebrail karşımda duruyor. Bana şöyle dedi:

Yüce Hak sena selâmeti; seni davet etti. Seni ben taşıyacağım. Allah-ü Taâlâ istedi ki: Sana türlü keremlerle ikram eyleye. Senden evvel gelenler ve senden sonra gelecek olanlar bu türlü kereme nail olmadılar ve olmayacaklardır.

Kalktım. Abdest almak istediğim zaman; abdestim için Kevser nehrinden su gelmesi emri verildi. Ben abdeste hazırlanırken, daha abdest azamı açmadan rıdvan, Kevser suyu dolu yakuttan iki ibrik getirdi.

Bir de yeşil zümrütten leğen getirdi. Bu leğen dört köşe idi. Her köşesine bir cevher konmuştu. O cevherlerin nuru semaya güneş, gibi aydınlık veriyordu.

Bundan sonra yıkandım; sırtıma nurdan bir hülle giydirdiler. Başrnıa da nurdan bir kavuk koydular.

Bu kavuğun hikâyesi şöyleydi: Âdem yaratılmadan sekiz bin sene evvel, Rıdvan onu benim adıma sarmıştı. Sarıldığı vakitten bu yana kırk bin melek o kavuğun çevresinde tazimle durup teşbih ve teh-lille meşgul oluyorlardı. Her teşbihin sonunda bana salâvat-ı şerife okuyorlardı. O kavuğun kırk bin gözü vardı. Her gözünde de dört satır yazı vardı.

BlRÎNCİ SATIRDA: Muhammed Allah'ın Resulüdür.

ÎKİNCÎ SATIRDA: Muhammed Allah'ın Nebisidir.

ÜÇÜNCÜ SATIRDA: Muhammed Allah'ın Habibidir.

DÖRDÜNCÜ SATIRDA." Muhammed Allah'ın Halilidir.

Bundan sonra Cebrail arkama nurdan bir bürde (pelerin gibi) koydu. Belime de kızıl yakuttan bir kemer kuşattı. Elime de yeşil zümrütten bir kamçı verdi. Bu kamçı, dört yüz inci ile süslenmişti. Her incisinin sabah yıldızı gibi parlaklığı vardı. Ayaklarıma da, yeşil zümrütten bir çift papuç giydirdi. Daha sonra, elimden tutup Beyt-i Haram'a götürdü.»

Bir başka rivayette, Resulüllah S.A. efendimiz bundan sonrasını şöyle anlatmıştır:

«Zemzem kuyusundan abdest aldım. Beyt-i Mükerreme'yi yedi kere tavaf ettim. Makam-ı İbrahim'de iki rikât namaz kıldım. Hatim'e geldim; dinlenmek için bir mikdar oturdum. Bu oturduğum yerde, Cebrail göğsümü yardı. İçi hikmet ve marifet dolu teşt getirdi. Mika il üç leğen zemzem suyu getirdi. Sarsaklarımı ve göğsümü yıkadılar. Bundan sonra kalbimi yarıp içindeki siyah pıhtı kanı attı ve şöyle dedi:

Bu kan, heybetli bir şey görünce korkmaya sebeptir. Onu çıkardım. Siz bu gece semalarda, sidre, kürsî ve arşta çok acaip işler ve ulu melekler göreceksiniz. Bu kandan sizi temize çıkardım ki, onlar

dan her birini gereği gibi temaşa edip dilediğiniz gibi konuşmaktan korkmayasınız.

O teşt içinde bulunan hikmeti ve marifeti doldurup kalbimi yerine koydular. Sığadıkları zaman, göğsüm bitişti; yarası kalmadı.

Bundan sonra Cebrail elimden tuttu; beni Mekke'nin dışında bir yere götürdü. Gördüm ki: Mikâil, İsrafil ve Azrail de oradalar. Her birinin yanında yetmiş bin melek saf olmuş duruyor. Beni gördükleri zaman, tam manası ile tazim ve saygı duruşuna geçtiler. Ben de onlara selâm verdim. Selâmım üzerine, Yüce Hakkın sonsuz nimeti ile müjdelediler.

Bundan sonra, Cebrail bana şöyle dedi:

Ey Allah'ın Resulü, size cennetten Burak getirdim. Binin; me-le-i âlâ teşrifinizi bekler.

Bakınca Burak'ı gördm. Güneş gibi aydınlığı vardı. Yıldırım hızı ile yürüyordu. Ayağını yerden kaldırdığı zaman, gözünün iliştiği yere basıyordu. Ayrıca, o Burak'ın yanında iki kanadı vardı; dilediği zaman, onlar vasıtası ile havada uçuyordu.»

Âlimler Burak'ı şöyle anlattılar:

Cüssesi katırdan küçük; merkepten büyük. Anlaşılır biçimde, fasih Arapça konuşur. Yüce Hak, onun her azasını bir başka cevherden yaratmıştır. Tırnaklan mercandan, ayakları altındandı. Göğsü kırmıza yakuttan, sırtı inciden. İki yanında kırmızı yakuttan kanatları var. Kuyruğu deve kuyruğuna benzer. Başka rivayette: Tavusku-şu kuyruğuna benzer. Son derece süslü idi. Yelesi at yelesine, ayakları da deve ayağına benzerdi. Üzerinde cennet eğeri vardı. Üzengileri kırmızı yakuttan ve cevherdendi.

Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: �«Bundan sonra, Cebrail Burak'ın üzengisini tutup bana:

Bin.

Dedi. Binmek istediğim zaman, Burak serkeşlik etti. Bunun üzerine Cebrail ona hitaben şöyle dedi:

Ey Burak, utanmaz mısın?. Nasıl böyle şaşırtıcı küstahlık edersin?. Şanı yüce nimeti her şeye şamil kendisinden başka ilâh olmayan Allah hakkı için, sana bundan daha faziletli ve bundan daha aziz kimse binemez.

Cebrail'in bu sözü üzerine, Burak çok utandı ve titredi. İri iri ter damlaları dökmeye başladı ve şöyle dedi:

Ey Cebrail, hacetim vardır; arz etmek isterim. Bu hacetimin yerince gelmesine vesile olsun diye öyle ettim; yoksa kaçındığımdan değildir. Siz beni çok utandırdınız.»

Bundan sonra, Resulüllah S.A.V efendimiz Burak'a sorar, Burak da anlatır:

«Muradın nedir?. Söyle; yerine gelsin.

Ya Resulellah, ben sana ezelden aşıkım. Nice yıldır aşkınla perişan ve mahzun bir halde idim. Allah'a hamd olsun; şimdi cemalinizin nurunu gördüm. Güzel kokunuzu da kokladım. Şimdi, aşkım bin

kat daha arttı. Kıyamet günü, pak zatınız kabr-i latifinizden kalktığınız zaman mahşere bürak ile geleceksiniz. Ricam, niyazım ve hacetim budur ki: O günde benden başkasına binmeyesiniz. Bana binmek ile, beni mesrur ve pürnur edesiniz.»

Resulüllah S.A.V efendimiz anlatmaya devam edip şöyle buyurdu:

«Burak'ın o dileğini kabul ettim. O gün, yine ona binmeyi va-ad ettim.»

Fahr-i Kâinat ve zübde-i mevcudat Resulüllah S.A. efendimiz, kıyamet günü mahşer yerine Bürak ile teşrif edeceğini, Burak'tan duyunca, ümmetinin halleri hatır-ı şerifine gelip mahzun oldu; düşünceye daldı.

Resulüllah S.A.V efendimizin bu hali üzerine; gizliyi saklıyı bilen, şanı yüce, ihsanı bol, kendisinden başka ilâh olmayan Allah Cebrail'e hitaben şöyle buyurdu:

«Habibime sor; böyle durgunlaşmasına sebep nedir?.»

Cebrail, Resulüllah S.A. efendimize durumu sorunca, şöyle anlatır:

«Ben, bu çeşit izzet ikram gördüm. Kıyamet günü yine Burak'a binip geleceğimi işittim. Hatırıma şu geldi: Kıyamet günü olduğu zaman; zaif, kusur dolu, günahkâr olan ümmetimin halleri nice olur?. Elli bin yıl arasat meydanında yaya yürüyecekler. Bunca günahlarını çekerek gidecekler. Sırat üç bin yıllık yoldur. O üç bin yıllık yolu nasıl geçerler?.»

Resulüllah S.A.V efendimiz anlatıyor:

«Yukarıda anlatıldığı gibi dediğim zaman, bana ilâhî ferman şöyle geldi:

Her kime ki, benim inayetim olur; sana gönderdiğim Bürak gibi, ona da gönderirim. Onların kabirlerine tek tek bürak yollarım. Mahşere süvari olarak getiririm. Sıratı, binek üstünde kolaylıkla geçiririm. Elli bin yıllık vakti bir an gibi yaparım.

Ve., senin ümmetine, lütuf, kerem ve ihsan muamelem bu şekil-de olacaktır..

Hatırını hoş tut.»


Nitekim, bu manada şu âyet-i kerime vardır:

«Rahman'a varacak müttakileri, o gün, süvari olarak hasredeceğiz.»
(19/85)

Resulüllah S.A.V efendimiz devam buyuruyor:

«Yüce Hak'tan gelen kerem vaadine, lütuf ve ihsana sevindim; Burak'a binip oturdum.

Cebrail, sağ üzengi tarafımda yetmiş bin melekle; Mikâil sol üzengi tarafımda yetmiş bin melekle durdu. O meleklerden her birinin elinde nurdan şamdan vardı.

İsrafil arkamda yetmiş bin melekle duruyordu; Burak'ın üzerine örtülen örtüyü omuzunda taşıyordu. Onun ululuğundan hicab edip Burak'ımın örtüsünü taşımasından Ötürü özür diledim; bana şöyle dedi:

Ya Resulellah, ben bu gece sizin bu örtünüzü taşımak için nice bin senedir ibadet edip ricada bulundum. Sübhan olan Yüce Hak ricamı kabul buyurup muradıma nail eyledi.

Ne sebeple rica ettin?.

Diye sordum; İsrafil şöyle anlattı:

Arş altında nice bin sene ibadet ettim.

Ne istiyorsun?. Dileğin makbul olmuştur. Diye bir hitap geldi; cevabında şöyle dedim:

Ya Rabbi, günahkâr ümmetlerin şefaatçisi kıyamet gününün sultanı ki, kendi ismini onun ismi ile beraber arşın gözüne yazmışsın; o vücuda geldiği vakit bir saat onun hizmetinde olmak isterim.

Bu dileğim üzerine, Yüce Hak şöyle buyurdu:

Dileğini kabul ettim. Onun için bir gece olacaktır; o gece: Ona yakınlığımı müyesser edeceğim. Yer noktasından, ulvî âlemime getireceğim Hazinelerimin kapısını şühud anahtarımla ona açacağım. Onu Mekke'den Beyt-i Makdis'e varıncaya kadar yürüteceğim. O zaman, Beyt-i Makdis'e kadar onun bineğinin eğeraltı örtüsünü taşıma şerefine nail olursun.»

Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle devam buyurdu:

«O gece Burak'ın ayağı yere değmedi. Mekke-i Mükerreme'den Mescid-i Aksa'ya kadar cennet dibaları serilmişti. Burak, hep o dibalar üzerinden geçip gitti.

Böylece giderken, karşıma bir ifrit çıktı; ağzından ateşler saçarak, bana doğru yöneldi.

O zaman Cebrail bana şöyle dedi:

Ya Resulellah, sana birkaç cümle öğreteyim; onları oku. Bu ifritin ateşi söner; kendisi yok olur.

Olur; öğret. Deyince, şu duayı öğretti:

Kerim Allah'ın zatına sığınırım. Bu sığınmamı onun bütün kelimeleri ile yaparım; o kelimelerden öteye ne iyi geçebilir, ne de kötü..

Semadan inenlerin, semaya yükselenlerin ve semadan çıkanların şerrinden sığınırım.

Gecenin ve gündüzün fitnelerinden sığınırım.

Hayır için gelen hariç; gece ve gündüz beliyyelerinden sığınırım.

Ya Rahman!.

Bu duayı okuyunca, o ifritin ateşi söndü; kendisi kaybolup gitti.

Bu sırada, sağımdan bir seda geldi:


Ya Muhammed, azıcık dur; biraz eğlen. Sana soracaklarım var. Üç defa böyle nida etti; ama ona iltifat etmedim. Geçtim. Solumdan da üç defa ses geldi:

Ya Muhammed, azıcık dur. Sana soracaklarım var. Bunu da dinlemeden geçtim.

Bir kadın gördüm; kendisini gayetle bezemişti. Güzel elbiseler giyip süslenmişti. Yakınına gittiğim zaman, gördüm ki, çok kocamış bir kadındır. Bu da bana üç kere:

Dur.

Diye seslendi. Buna da itibar etmeden geçip gittim.

Önümde bir ihtiyar gördüm. Asaya dayanmıştı. Tir tir titriyordu. Bana üç kere:

Azıcık dur, eğlen; halime bak da acı. Cemalini göreyim; sana soracağım var.

Ben,,bunu da hiç dinlemedim; geçtim.

Bundan sonra, taze bir yiğit gördüm. Gayet güzeldi. Yüzünde nur parlıyordu. Bana:

Dur ya Muhammed, sana soracaklarım var.

Deyince, Burak durdu. Ona selâm verdim. Selâmımı aldıktan sonra şöyle dedi:

Sana müjde. Hayrın cümlesi ancak sende ve senin ümmetin-dedir.

Onun bu sözüne karşılık; sena ettim:

Allah'a hamd olsun.

Dedim. Cebrail dahi, benimle beraber:

Allah'a hamd olsun. Dedi.

Bundan sonra, gördüklerim için Cebrail'e:

Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; şöyle anlattı:

Sağ tarafınızdan gelen seda Yahudi sedası idi, Eğer dursaydı-nız; sizden sonra ümmetiniz Yahudilerin kahrı altında hor ve hakir olurlardı.

Sol tarafınızdan gelen seda Nasara'nın sedası idi. Eğer dursaydı-nız; sizden sonra ümmetinize Nasara kavmi üstün gelirdi. Bunların kahrı altında kalırdı.

O kadın da dünya idi. Kendisine sahip olacaklara öyle süslü görünür. Güzel elbiselerle, türlü zinetlerle insanları aldattığına işaret vardır. Onun kocamış olması da, kıyametin yakın olduğuna işarettir. Onun sözüne dursaydınız, tümden ümmetiniz, dünyaya karşı haris olur; dünyaya taparlardı.

O kocamış kimse ise, lain Şeytandı. Sizin çok merhametli olduğunuzu biliyordu. O göründüğü halle sizi aldatmak istedi. Sizi durdurmak için, hile etti. Eğer sözüne kanıp dursaydınız, ümmetiniz son demlerine kadar; onun hilesinden kurtulamazdı. Çoğunu bastırıp üstün gelirdi
 
BİRİNCİ SEMA

Resulüllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu:

«Birinci semaya eriştim. Cebrail birinci semanın kapısını vurup:

Aç!.

Diye seslendi. O kapının adına:

Bab-ı Hıfz. (Koruma kapısı.)

Derler. Kızıl yakuttan bir kapıdır. O kapının kilidi incidendir. İçeriden, o kapının bakıcısı olan İsmail; öyle bir ses çıkardı ki. öylesini hiç işitmedim:

Bağırıp da:

Aç!. Diyen kimdir?.

Dedi; Cebrail ona cevap olarak:

Cebrailim. Deyince, bu sefer:

Ya yanındaki kimdir?. Diye sordu. Cebrail:

Muhammed'dir. Deyince, tekrar sordu:

Ona peygamberlik verildi mi?. Onun sorusuna da, Cebrail:

Evet, ona peygamberlik verildi. Deyince İsmail tekrar sordu:

Buraya gelmesi için, taleb ve davet olundu mu?. Onun bu sorusuna da Cebrail şöyle cevap verdi:

Evet, davet olundu. Bundan sonra, İsmail şöyle dedi:

Merhaba, hoş geldin; ne güzel bir gelici geldi. Ve., kapıyı açtı.»

Bir rivayette, şöyle anlatıldı:

Resulüllah S.A.V efendimiz, Mescid-i Aksa'daki taştan Burak'a binip semaya yükseldi. Yerden semaya kadar olan mesafe, beş yüz yıllık yoldur. Her semanın kalınlığı beş yüz yıllık yoldur. Her iki semanın aralığı da beş yüz yıllık yoldur.

Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: �«Bu semadan içeri girdiğim zaman, İsmail'i bir heybet içinde buldum. Nurdan bir kürsî üzerine oturmuştu. Önünde, sağında, solunda ve ardında kendisini yüz bin melek sarmış duruyordu. Her meleğin de ayrıca yüz bin tane askeri vardı. İsmail ve beraberinde olanlar şu teşbihi okuyorlardı:

Pek yüce sultan zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim. Üstün ve büyük olan zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim. Hiç bir şey, kendisinin benzeri olmayan zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim,

Ona selâm verdim; selâmımı aldı ve bana tazim eyledi. Bundan sonra, bir bölük melâike gördüm. Hepsi de, kıyamda huşu ile durmuşlardı. Şu teşbihi okuyorlardı:


Noksan sıfatlardan tam manası ile temizdir. Mukaddes olmakta tam mukaddestir. Rabbımızdır. Meleklerin ve ruhun Rabbıdır.

Cebrail'e sordum:

Bu meleklerin ibadeti bu mudur?. Şöyle anlattı:

Bunlar yaratılalıberi, böyledir; kıyamete kadar da böyle kıyamda duracaklardır. Yüce Hak'tan dile: Bu ibadeti ümmetine nasib eylesin.

Dua ettim; Yüce Hak, o ibadeti ümmetime nasib eyledi. Namazda bulunan kıyamınız odur.

Bundan başka, sudan ve rüzgârdan yaratılan melekler gördüm. Üzerlerine tevkil edilen meleğin adına:

Raad.

Derler. Bu melek, bulutlara ve yağmurlara müekkeldir. (Yani: Yağmuru yağdırmak ve bulutlan o yana çevirmek bunun görevidir.) Şu teşbihi okuyorlardı:

Mülkün ve melekûtun sahibi Yüce Zat, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.

Gök gürültüsü ve şimşek, o meleğin sesinden çıkar.

Dünya semasında hiç boş yer kalmamıştı. Her dört parmak yerde bir melek, alnını secdeye koymuş Yüce Hakkı teşbih ve tehlil ediyordu.

Orada bir melek gördüm; insan suretinde idi. Belinden aşağısı ateş, yukarısı da kardı. Ateş kara yapışmıştı; aralarında hiç bir ayırıcı yoktu.. Böyle iken, ne ateş karı eritiyor; ne de kar ateşi söndürüyordu. O meleğin gözünden yaş akar; ağlar ve şu teşbihi okurdu:

Ey ateşle karın arasını bulan; mümin kulların kalblerini de birleştir; aralarında ülfet ihsan eyle.

Cebrail'e sordum:

Bu melek kimdir ve neden ağlar?. Diye., şöyle anlattı:

Bu bir melektir, ismine:

H a b i b.

Derler. Günah işleyen ümmetinizin günahlan için ağlar; af ve mağfiret diler.

Bundan sonra, Âdem'i a.s. dünyada olduğu surette gördüm. Nurdan libaslar giymiş; nurdan taht üzerine oturmuştu.

Yüce Hak, ölenlerin ruhlarını ona arz ettiriyordu. O da mümin kulun ruhunu gördüğü zaman sevinip şöyle diyor-

Temiz bedenden temiz ruh.

Sonra, onun için af, mağfiret diler; dua ve rahmet dileği ile tazarru eder, yalvarır.

Bundan sonra, melekler o ruhu alıp yüceler yücesine götürürler. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruldu:

«Gerçek şu ki: iyilerin amel kitapları illiyyindedir.» (83/18) Kâfirlerin ve münafıkların ruhları ona arz olunduğu zaman, üzülür şöyle der:

Habis bedenden habis ruh.

Beddua eder. Bundan sonra melekler o ruhu alıp siccine götürürler. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruldu: ,

«Gerçek onların sandığı gibi değil; kötülerin kitabı siccindedir.» (83/7)

Cebrail'e sordum:

Bu kimdir?.

Diye., bana şöyle anlattı:

Babanız Âdem'dir; ileri var ona selâm ver.

Ben de ileri varıp selâm verdim. Selâmımı tazimle aldı:

Merhaba salih oğul, salih nebi. Senin gibi bir oğlu bana hibe eden Allah'a hamd olsun.

Böylece bana" hoşgeldin etti. Onun bu övgüsüne karşııık göyle dedim:

Bana, senin gibi bîr baba hibe eden Yüce Allah'a hamd olsun. Bundan sonra, tekrar Âdem a.s. sena e'tti ve şöyle dedi:

Allah'a hamd olsun. Sana bu şekilde büyük kerametlerle ikram eyledi. Seni neslimden getirdi. Yüce Hak, sana türlü nimetlerini ve ikramlarını artırıp daim ve baki kılsın.

Onun bu hamdine ve senasına karşılık ben de şöyle dedim:

Celâl ve ikram sahibi Allah'a hamd olsun. Seni kudreti ile topraktan yarattı. Ve seni melekleri omuzunda semaya taşıttı. Seni kıble edip bütün melekleri sana doğru secde ettirdi. Senin için, cenneti mubah eyledi.

Bunun üzerine Âdem a.s. şöyle dedi:

Anlattığın nimetlerin ihsanı bana olsa dahi, yine sen benden daha faziletlisin. Zira o kerametler ve nimetler sizin nurunuz alnımda bulunması hürmetine ve o latif nuruna izaz ikramdı.

Bundan sonra bana çok şeyler söyledi; en sonunda şöyle dedi:

Benden itibaren, size nübüvvet gelinceye kadar, çocuklarımın binde biri cennete'konuldu; dokuz yüz doksan dokuzu da cehenneme girdi. Ne zaman ki siz, âlemlere rahmet olarak resul gönderildiniz; senin ümmetinden binde biri cehenneme girdi. Dokuz yüz doksan dokuzuna cennet ikram olundu. Yüce Hak, ism-i şerifini senin ism-i şerifine eş kılıp henüz dünyaya gelmeden şerefini cümleye beyan edip açıkladı.

Âdem a.s. şu teşbihi okuyordu:

Yüceler yücesi zat sübhandır: Bol gani zat sübhandır. Allah'a hamd olsun, noksan sıfatlardan münezzehtir. Allah-ü Taâlâ sübhandır; bağışlanmamı dilerim.


Gördüm ki, Âdem'in a.s. sağ canibinde bir kapı var. Oradan güzel koku gelmektedir. Oraya bakar mesrur olur; güler. Sol yanında bir kapı daha var. Buraya da bakıp mahzun olur; ağlar. Cebrail'e sordum:

Bu nasıl kapılardır?. Şöyle anlattı:

Sağındaki kapı cennete açılır. Saidlerin ruhları oradan cennete gider. Sağ tarafına bakınca onları görüp şad olur. Solunda olan kapı cehenneme açılır. Şakilerin ruhları oradan cehenneme gider. Sol tarafına bakınca onları görüp mahzun olur.

Sonra, bir melek gördüm. Horoz suretinde idi. Gayet büyük başı yüce arşla beraber olmuştu. Ayakları yedi kat yerden aşağı idi. îki kanadı vardı. Onları açtıği zaman, meşrıkla mağribi doldururdu. -O meleğin makamı: Sidre-i Münteha olup tafsili inşaallah orada gelecektir.- O meleğin vücudu beyaz inciden; ibikleri kızıl yakuttan yaratılmıştı.»

Beneksiz beyaz noroz beslemekte büyük faydalar ve güzel hassalar vardır. Bunun sırrı ve hikmeti de, o meleğe benzemesindendir. Besleyenin yalnız kendi evinin değil; komşularının dahi, afetlerden ve musibetlerden korunmalarına sebeb olur.

Bu manada, Resulüllah S.A. efendimizin şöyle buyurduğu rivayet olundu:

«Beyaz horoz benim dürüst dostumdur. Cebrail'in dahi arkada-şi ve dostudur. Düşmanım şeytanın da düşmanıdır. Beslendiği evin sahibini ve çoluk çocuğunu, civarında bulunan dokuz evin hane halkını korur.»

Ancak, bu beyaz horozda şart şudur: Hiç beneği olmayıp halis beyaz olacaktır. Eğer ibiği iki çatal gül ibikli olursa., bu horozun faydası daha çoktur. Nitekim bu manada Resulüllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu:

«Çatal ibikli beyaz horoz benim habibim ve sevdiğimdir. Habl-bim Cebrail'in dahi habibidir. Bulunduğu evin sağından dört, solundan dört, önünden dört, ardından dört cem'an on altı evi ve içinde olan ehillerini afetlerden ve musibetlerden korur.»

Bu hadîs-i şerifi, Enes'ten r.a. naklen Ebüşşeyh çıkarıp rivayet etmiştir.

Bir başka hadis-i şerifi de Beyhakî rivayet eder. Bunun ravisi İbn-i Ömer r.a. olup Resulüllah S.A. efendimizin şöyle buyurduğunu anlatır:

«Horoz, namaz vakitlerim Allah'ın kullarına bildirir. Her kim,, evinde beyaz horoz tutup beslerse; o kimseyi üç şeyden korur:

a) Şeytanın şerrinden.

b) Büyücünün şerrinden.

c) Kâhinlerin şerrinden..»

Ancak, beyaz horoz besleyenler, onu kesmekten kaçınmalıdırlar..

Feth'ül - Kadir'de bu işi deneyenlerden şöyle anlatıldı:

Beyaz horoz kesenin hali kederden yana boş olmaz, îmam-ı Salebi, Imam-ı Dümeyrî'nin Hayat'ül - Hayvan adlı kitabından naklen şöyle anlattı:

Güzin-i Enbiya Tac-ı Asfiya îmam-ı Etkıya Habib-i Huda Re-sulullah S.A.V efendimiz inci saçan şu manayı ayan beyan anlattı:

«Allah-ü Teâlâ üç sesi sever; bunlardan razıdır:

a) Kur'ân-ı Kerîm'i okuyanın sesini sever ve razı olur.

b) Horoz sesini sever ve razı olur.

c) Seher vaktinde istiğfar edenin sesini sever.» Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim:

«O horoz şeklindeki melek, gece olunca, dünya semasına iner. O meleğin teşbihi şudur:

Pek mukaddes sultan, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Her şeyden yüce ve büyük zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Ondan başka ilâh yoktur. Hayatı ve kıyamı sonsuzdur.

Cebrail'e sordum:

Bu nedir?.

Diye., bana şöyle anlattı:

Bunun için:

Arşın Horozu..

Derler. Gece karanlığı olduğu zaman, dünya semasına iner. Gecenin üç bölüğünden biri geçtikten sonra kanatlarını çırpar ve şöyle der:

Hani ibadet edenler?.. Namaza kalkacaklar kalksınlar.

Onun bu sesini, insan ve cinden başka bütün yaratılmışlar duyarlar. Yer horozları onun sesini işitince, kanatlarını çırpar; şöyle seslenirler:

Ey gafiller, Allah'ı zikre başlayınız.

Gece yarısı olunca, o melek yine kanatlarını çırpar şöyle seslenir:

Teheccüde kalkacaklar kalksın; teheccüd kılsınlar.

Bu nidayı yaptığı zaman, tekrar yer horozları ötüp insanlara o meleğin haberini bildirirler.

Gecenin iki bölüğü geçip bir bölüğü kaldığı zaman, o melek tekrar seslenip şöyle der:

Hani, günahından mağfiret isteyenler ve âlemlerin Rabb'ında ihtiyaçları ve muradları olanlar?. Kalksınlar; istiğfar etsinler ve mu-radlarını arz etsinler..

Onun bu nidası üzerine yer horozlan ötüp insanları ondan haberdar ederler.

Tanyeri ağardıktan sonra tekrar o melek kanatlarını Çırpar ve şöyle der:

Şimdiden sonra gafiller kalksın. Hem de üzerlerinde kat kat günahları durduğu halde..

Bunu söyledikten sonra, mekânına yükselir. Bunu duyan yer horozları da öter, onun söylediğinden haberdar ederler.

Cebrail devam etti:

Ya Resulellah, bu durum hep böyledir; ta, kıyamete kadar..» Bir -haberde şöyle anlatıldı:

Kıyametin zuhuru vakti geldiği zaman, o melek gecenin üçte birinde nida etmek ister. Ama Yüce Hak'tan şu izzet hitabı gelir:

Ey melek, kullarımı uyandırmak

Böylece ötmekten nehyedilir. Bu durumda o melek ve tüm sema melekleri kıyamet kopmasının vakti geldiğini anlarlar. Hep birden ağlaşmaya başlarlar.

O gecenin uzunluğu üç gün, üç gece kadardır.

O gece horozlar ötmez ve köpekler havlamazlar, insanlar, tam bir gaflet içinde üç gün, üç gece yatar kalırlar. Ancak, daima teheccüd namazına kalkanlar kalkar; teheccüd namazlarını kılarlar.

-- Sabah olmadı; acaba erken mi kalktık?.

Deyip biraz yatarlar. Tekrar kalktıklarında, sabah olmadığını görürler. O zaman, gecenin uzunluğundan anlarlar ki: Kıyamet geldi.

Bunlar, teheccüd kılmayanları kaldırmak için, çok çalışıp çabalarlar; ama onları uyandırmak hiç bir yoldan mümkün olmaz. Hiç kaldıramazlar. Bunun üzerine kendileri camilere gider; orada toplanırlar. Günahlarına tevbe eder; bağışlanmalarını dilerler. Hep göz yaşı dökerler.. Ta, o üç gün, üç gece geçinceye kadar. Hep tazarruda, niyazda ve ağlamakta olurlar.

Bu süre dolup sabah olduğu zaman, güneş mağripten ctoğar; tevbe kapıları da kapanır..

Resulüllah S. A. efendimizin anlattıklarına devam edelim:

«Bundan sonra, bir deryaya vardım. Sütten beyaz; insan me nisi gibi yoğundu, içinde bulunan acaip görülmemiş şeyleri anlatmak mümkün değildir. Onların haddi hesabı yoktu.

Cebrail'e sordum:

Bu ne deryasıdır?. Diye., bana şöyle anlattı: �- Bu deryaya:

Hayat Denizi..

Derler. Kıyamet kopup yaratılmışların cümlesi helak olduktan sonra. Yüce Hak mahlukunu kabirden kaldırıp onlara mükâfat veya ceza murad ettiği zaman, ferman buyurur; bu deryadan yeryüzüne yağmur yağar. Buradan, yeryüzüne kırk arşın kadar su iner. Cürüyüp toprak olan tenler, kemikler, sinirler ve kıllar meydana gelir. Bu su, o toprağa dokunduğu zaman neden toprak olduysa., derhal eski haline döner. Dağılanlar, böylece bir yere toplanacaklardır. Bütün bu olacaklar,'bu derya vasıtası ile olacaktır.

Bundan sonra, Cebrail ezan ve kamet okudu. Bulunduğum sema ehline imam olup iki rikât namaz kıldım.
 
İkinci Sema
Ey Cennet, istediklerini sana göndereceğim. Bana iman getirip tevhid eden, resullerime inanıp tasdik eden, yararlı amel işleyip bana şirk koşmayan, erkek ve kadınları sana göndereceğim. Her kim benden ve azabımdan korkarsa, gerçekten ben onu azabımdan emin ederim. Her kim, muradını, maksudunu, hacetini bana tazarru ve niyazla açarsa., onun hacetini kabul ederim; muradını ve maksudunu veririm. Her kim bana borç verirse., (borçtan murad: Allah rızası için

.fakirlere çaresizlere, muhtaçlara verilen sadakalar ve Hak yolunda hayır için harcanan mallardır) ona kat kat mükâfat veririm. Her kim işlerini bana bırakır; eümle işlerini bana ısmarlayıp tevekkül ederse; onun bütün işlerine yeterim. Allah, ancak benim: benden başka ilâh yoktur. Ben, cümle vaadimi yerine getiririm. Vaadimden dönmek ol

maz. Gerçek şu ki: Bütün müminler felah bulmuşlardır. Yaratıcı olarak da en güzel Allah'ın şanı pek yücedir. Bu güzel hitab üzerine cennet şöyle dedi:

Razı oldum, ya Rabbi.»

Ve.. Resulüllah S.A.V efendimiz, Mescid-i Aksa'ya varıncaya kadar nice nice acaip işler gördü. Ancak, meşhur olanlar bu kadardır; dola yısı ile bu kadarla yetiniyoruz.

Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle devam buyurdu:

«Bundan sonra Beyt-i Makdis'e gittik. Gördüm ki; semadan melekler nazil olmuşlar. Onlar beni karşıladılar ve izzet sahibi Rabbım dan bana türlü türlü ikram ve nice nice nimetlerin müjdesini verdiler.

Beni şöyle diyerek selâmladılar:

Selâm sana ey evvel, selâm sana ey âhir, selâm sana ey Hâ şir..

Bu deyişle bana saygılar sundular. Cebrail'e dedim ki:

Bu meleklerin bana yaptığı saygı selâm ne biçim bir saygıdır?. Evvel, Âhir, Haşir Âlemlerin Rabbı Allah'tır.

Cebrail şöyle anlattı:

Ya Resulellah, kıyamet günü herkesten evvel sizin ve ümmetinizin kabri yarılacaktır. Bu manada size:

Ey Haşir.

Dediler. O gün, en evvel siz şefaat edeceksiniz; en evvel makbul olacak şefaat da sizin şefaatmızdır. Bu manada size:

Ey Evvel.

Dediler. Dünya âleminde siz cümle peygamberlerin âhirisiniz, ümmetiniz de cümle ümmetlerin âhiridir. Bu manada size:

Ey Âhir. Dediler.. Sonra..

Melekleri geçip Mescid-i Aksa'nın kapısına geldim. Burak'tan indim; Cebrail Burak'ı oradaki bir halkaya bağladı. Nebiler ve Resuller, bineklerini o halkaya bağlarlardı.

Nebiler ve resuller beni karşılayıp tazim ve tekrimde bulundular.»

Nebilerin ve resullerin, Resulüllah S.A.V efendimizi karşılaması hakkında iki rivayet vardır.

Biri şöyledir:

Yüce Hak, peygamberleri habibi Resulüllah S.A. efendimizi tazimle karşılamaları için diriltti; onlar, cesetleri ile hazır oldular.

Ancak, meşhur ve zahir olan rivayet odur ki: Onlar latif ruhları ile hazır oldular.

Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: �«Onları gayet muazzam, mübeccel ve münevver gördüm. Cebrail'e onların kim olduklarını sordum; bana. şöyle anlattı:

Kardeşlerin, babaların nebiler ve resullerdir. Onlara selâm ver. Onlara selâm verdim; birlikte Mescid-i Aksa'ya girdik. Kamet

okundu. Kendi kendime:

Acaba kim imam olacak?.

Diye gözlerken, Cebrail elimden tuttu; sonra şöyle dedi:

Siz öne geçin; imam olun. Çünkü, en faziletli ve en keremli sizsiniz.

Ben..de öne geçtim; cümle nebilere ve resullere imam oldum; iki rekât namaz kıldım.»

Ulema, burada kılınan namaz hakkında çeşitli görüş belirtti.

Acaba ne şekil bir namazdı?.

Diye.. Na'file namaz olsa, nafile namazı: Cemaatle kılmak meşru' değildir.

Yatsı namazı olsa., o zaman: Yatsı namazı farz olmamıştı. Kaldı ki; yatsı namazı dört rekâttır.

Bu hususta muhakkik âlimlerin kavli şudur:

Resulüllah S.A. efendimizin Mescid-i Aksa'da kıldığı namaz; her semada imam olup kıldığı ve Beyt'ül - Mamurda kıldığı namaz; sidre-i müntehada bütün meleklere imam olup kıldığı namaz kendi özellikleri arasındadır. Âlemlerin Rabbı Yüce Allah'ın fermam ile kılmıştır.

Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: �«Namazdan sonra arkamı mihraba, yüzümü de enbiyaya döndürdüm; onlarla konuştum. Her peygamber, kendisine ihsan olunan Rabbanî nimetler dolayısı ile Yüce Rabba sena etti. Ben de, Yüce Hakkın ihsanı, keremi olan üstün nimetlerinden, güzel lütuflanndan ötürü Rabbıma sena ettim.

İbrahim a.s. sena edip şöyle dedi:

Hamd ü sena o yüceler yücesi, ulu Allah'a ki, beni halil eyledi; bana büyük mülk verdi.

Musa a.s. senasında şöyle dedi:

Hamd ü sena o yüceler yücesi ulu Allah'a ki, vasıtasız benimle konuştu. Benim elimle Firavun'u ve hempalarını suda boğdurdu, îsrailoğullanna necat, ihsan eyledi. Benim ümmetimden bir kavim kıldı ki, bunlar Hakka hidayet olunur; hakla adalet ederler ve Yüce Hakk'm rızası için amel işlerler.

Bundan sonra bavud a.s. sena etti ve senasında şöyle dedi;

Hamd ü sena o Yüce Hakkın zatına ki, büyük bir mülkle beni melik eyledi. Bana Zebur kitabım ihsan eyledi. 'Demiri elimde mum kadar yumuşak eyledi. Dağları ve kuşları bana müsahhar etti. Onlar, benimle teşbih okurlardı.-Bana şeriat ilmi, güzel konuşmak ihsan ve ita eyledi.

Bundan sonra, Davud'un oğlu Süleyman a.s. sena etti ve şöyle dedi:

Hamd ü sena o Kadir Kayyum Allah'a ki, bana rüzgârları müsahhar eyledi. Cinni ve şeytanları müsahhar eyledi; dilediğimi yaptırdım. Bana kuşların ve hayvanların dillerini bildirdi. Nice kulları Büzerine beni faziletli kıldı. Bana öyle büyük bir mülk verdi ki; benden başkası öyle mülke sahib ve nail olmadı, olamaz. Bundan sonra îsa a.s. sena etti; şöyle dedi:

Hamd ü sena o Yüce Yaratıcıya kî, Adem'i topraktan yarattığı gibi, beni de babasız ve maddesiz:

K Ü N (OL)

Emri ile yarattı. Bana Tevrat'ın ve İncil'in ilmini ve şeriatın ilmim Öğretti. Benim duamla, gözsüzlere göz ve hastalara şifa ihsan eyledi; ölüleri diriltti. Beni ve anamı lain Şeytanın mekrinden emin kıldı. Beni diri olarak semaya çıkardı.

Bundan sonra, onlara şöyle dedim:

Hepiniz, Âlemlerin Rabbına sena ettiniz; ben de sena edeyim. Ve., başladım:

Hamd ü sena o Gafur Rahim Gani Kerim Celâl ve îkram sahibi zata ki; beni âlemlere rahmet, bütün insanları sevindiren ve çekindiren resul olarak gönderdi. Bana öyle bir kitap gönderdi ki, onun içinde her şeyin beyanı vardır. Benim ümmetimi cümle ümmetlerden hayırlı kıldı. Benim ümmetimi orta ümmet eyledi. Benim sinemi yardı; benden günahı kaldırdı. Benim zikrimi yüce kıldı. Beni cümle yaratılmışların FATİH'İ ve cümle nebilerin SONUNCUSU eyledi.

Bu senamdan sonra İbrahim a.s. şöyle dedi.

Bu FATİH'lik ve SONUNCU olmakla cümle nebiler üzerine faziletli kılındınız.»

Makamat rivayetinde şöyle anlatıldı:

Resulüllah S.A, efendimiz Beyt-i Makdis'e vardığı zaman, bütün nebiler ve resuller kendisini karşılayıp merhabaladılar. Çeşitli Övgülerle övdüler. Üzerine tabak tabak nurlar saçtılar. Burak'ın Önünde, taa, Mescid-i Aksa'ya kadar yürüdüler.

Bundan sonra, Resulüllah S.A. efendimiz Burak'tan indi. Cebrail a.s. Burak'ı bağlayınca, durdular.

Sonra, Resulüllah S.A.V efendimize hitaben, şöyle dediler:

Ya Habibellah, mescidin içine önce siz girin. Resulüllah S.A. efendimiz onlara şöyle dedi:

Siz, benden evvel peygamber gönderildiniz; Öne geçmeye, siz benden daha lâyıksınız. Onun için siz önce giriniz.

Bunun üzerine, şanı yüce izzet sahibi Rabb'm şu hitabı geldi:

Ey Habibim, insanları davet için bu vücud âlemine cümleden sonra teşrif edip risaletle ayrı bir mevki kazandın. Ama ketm-i ademde vücud bulan cümleden evvel ve kıdemli olan sensin. Onların hepsi senin nurundan yaratıldı. Önce içeri girmeye sen daha lâyıksın. Sen gir.

Bu hitab üzerine, Resulüllah S.A.V efendimiz, Cebrail ile beraber içeri girdi. Sonra, nebiler ve resuller içeri girdiler.

Bundan sonra, Cebrail ezan Dokuyup kamet getirdi.

Resulüllah S.A. efendimiz imam oldu. Nebiler, resuller ve hazır olan mukarreb melekler Resulüllah S.A. efendimize uyup iki rekat, namaz kıldılar.

Bundan sonrasını Resulüllah S.A. efendimizden dinleyelim: �«Namazı bitirdikten sonra, sırrıma hitab, derunuma ilham olundu:

Şimdi dua vaktidir; ümmetine dua et.

Diye.. Bunun üzerine, yüce dergâha el açıp tazarru ve niyaza baş ladım. Zaif ümmetimin necat ve selâmetleri, af ve mağfiret olunma ları için dua ettim. Cehennem ateşinden halâs olmalarını taleb ettim. Orada bulunan bütün nebiler, resuller ve hazır olan mukarreb mel ler de duama:

ÂMİN!

Dediler. Tam bu anda kalbime şöyle bir nida geldi:

Ey Habibim, oturduğun yer, Mescid-i Aksa; gecen, Miraç gecesi; dua eden, senin gibi sanlı peygamber ve Allah'ın sevgilisi; duana:

ÂMİN!.

Diyenler de, bütün nebiler, resuller, mukarreb melekler; dua ettiğin zat ise., merhametliler merhametlisi, keremliler keremlisi, cüm leyi hidayet nuruna erdiren celâl ve ikram sahibi Allah'tır. Duaların makbul olacağına, ümmetinin günahları bağışlanacağına ve azaptan necat bulacaklarına şüphe yoktur, izzetime, celâlime yemin ederim ki, onlara rahmetimi ihsan eyledim. Cemalimi müşahede ile müşerref olmağı onlara hil'at eyledim.»

Allahım, son nefesimizi imanla kapa. Seni görmeyi bize nasib eyle. Ya Rahim, ya Rahman, peygamberin Muhammed S.A. hürmetine. Âmin! Ya Hannaıı, ya Mennan..

Resulüllah S.A. efendimiz devamla anlatıyor:

«Bundan sonra, Cebrail dışarı çıktı. (Döndüğü zaman) elinde üç kâse vardı. Bunların birinde süt, birinde şarap, diğerinde de su vardı. Onları bana sundu:

Bunlardan birini seçip için.

Deyince, ben sütü alıp içtim; ama dibinde biraz kaldı. Cebrail'e kâseyi verdiğim zaman, bana şöyle dedi:

İslâm fıtratını seçtin.

Sonra hatiften bana bir seda geldi:

Ya Muhammed, kâsedeki sütü tamamen içseydin; ümmetinden hiç kimse cehenneme girmeyecekti.

Bunun üzerine Cebrail'e şöyle dedim:

O kâseyi bana ver; içinde kalan sütü içip bitireyim. Cebrail şöyle dedi:

Ezelde takdir olunup Umm'ül - Kitab'a yazılan yerini bulur ve buldu ya Resulellah.»

Ulema şöyle anlattı:

Resulüllah S.A. efendimizin, miraç gecesi Kâbe-i Mükerreme'-den doğruca semaya gitmeyip önce Beyt-i Makdis'e varıp oradan Miraca çıkması babında on yedi fayda vardır.

Biz, burada o on yedi faydayı beyana kalksak uzun olur; ancak biz onlardan ikisini beyanla yetineceğiz.

BİRİNCİSİ:

Resulüllah S.A. efendimiz, semaya doğruca Mekke'den gidip miraç eyleseydi; sonra da bunu ümmetine haber verseydi; bilhassa inad-laşanlan ilzam etmek hem müşkil, hem de zor olurdu. Ama Resulüllah S.A. efendimiz:

«Önce-Beyt-i Makdis'e vardım; ondan sonra semaya uruc ettim.»

Buyurdu. Resulüllah S.A. efendimiz bu haberi verdiği zaman, inadlaşanlar yine iıkâr etti. Bunun için şöyle dediler:

Eğer gittihse, Beyt-i Makdis'in, Mescid-i Aksa'nın şeklini ve oluşunu bize haber ver. Biz, daha önce oraya gitmişiz, biliriz. Senin daha önce oraya gitmişliğin yoktur. Eğer durum bizim gördüğümüz gibi ise., bizim gördüğümüze uygun cevap verirsen, biz de inanırız. Bu gece uyanık olarak, Kudüs'e gidişini anlattığını da bilir inanırız.

Resulüllah S.A. efendimiz onların suallerine doğru cevap vermek ve oranın şeklini olduğu gibi anlatmak sureti ile onları ilzam edip susturdu. Miracını böylece isbat eyledi.

Bu durumu biraz daha açalım..

Resulüllah S.A. efendimiz, miraç edişinin ertesi gün; durumu haber verdiği zaman inkâr ettiler. Şöyle dediler:

Şayet oraya vardınsa Mescid-i Aksa'nın durumunu bize anlat Onların bu teklifi karşısında, Resulüllah S.A. efendimiz mütahay

yir oldu. Çünkü, orada nebilerin ve resullerin güzel sohbeti ile müte îezziz olup daldığından; Mescid-i Şerife bakmamıştı. Tam bu anda Cebrail geldi ve şöyle dedi:

Sübhan olan Yüce Hakkın sana selâmı var. Bana emir verdi; Mescid-i Aksa'yı önünüze getireceğim. Ona bakın; sorduklarına cevap verin.

Ve.. Mescid-i Aksa'yı Resulüllah S.A.V efendimize gösterdi. Allah-ü Taâlâ'nm kudreti ile Mescid-i Aksa'yı karşısında hazır görünce sevindi ve inadlaşanlara:

«Sorun.»

Buyurdu. Onlar sordukça, Resulüllah S.A.V efendimiz isim ve resim şekli ile haber verdi. Meselâ:

Direkleri kaç tanedir?

Diye sordular. Resulüllah S.A.V efendimiz, her direği vasfı ile anlattı. Ebru taşı mıdır; mermer midir?.. Vasfına göre bir bir ayarı etti. Her direğin aralığı nekadar ise., onu da anlattı. Bunun üzerine şöyle dediler:

Oraya gittiğinde şek ve şüphe yoktur. Biz, defalarca gittiğimiz halde, onu bu şekilde anlatmaya gücümüz yetmez.

işte., onlann bu ikrarları ile, kendilerini ilzam edip miracını isbat eyledi.

İK İ N C İ S İ :

O yer ki Beyt-i Makdis'tir; mahşer yeri orası olacaktır. Ruz-ü cezada cümle mahluk o yerin üzerinde toplanacaktır. Bu sebepledir ki, Allah-ü Taâlâ, Habibi, Resulü, cümleden ulu kıldığı Muhammed S.A.V efendimizi pak cesetleri ile oraya getirdi. Mübarek ayaklarını dünya âleminde o yerin üstüne bastırdı. Ta ki: Kıyamet günü olup o yerde cümle mahluk toplanıp haşroldukları zaman; Resulüllah S.A.V efendimizin daha önce, hayat âleminde o yere basması hürmetine, kendisini tasdik eden ümmetine orada durmak kolay gele. O yerin dehşetinden ve şiddetinden emin oiaîar.

O yerin üzerinde bulunan durak elli duraktır; her durakta biner yıl kalınacaktır. Böylece o gün, elli bin yıllık vakit olur.

Resulüllah S.A. efendimizin hürmetine; oralarda ümmetinin durmasını Allah-ü Taâlâ kolay eder. Böylece onlar, o günün cümle dehşetinden ve şiddetinden selâmet bulur, salim olurlar.

Amin! Resullerin efendisi, Âlemlerin Rabbı Yüce Allah'ın Habibi ve müttakilerin imamı hürmetine.. Allah-ü Teâlâ ona salât ve selâm eylesin.

Tekrar Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına dönelim; şöyle buyurdu:

«Bundan sonra, Cebrail elimden tuttu; beni dışarı çıkardı. Çıkar çıkmaz bir merdiven gördüm. Bir ucu sahrada, bir ucu da

semaya ulaşmış bitişmişti. Bir tarafının direği kırmızı yakuttan, bir tarafının direği de yeşil zümrüttendi. Ortasındaki basamakların biri altından, biri gümüşten, biri inciden ve her basamağı bir başka cevherdendi. Türlü türlü süsler ve bezeklerle bezenmiş beş yüz basamaktı; gayet de güzeldi. Ondan güzel bir şey görmedim.»

O merdiven, meleklerin yoluydu. Semadan yere ve "yerden semaya inip çıkan melekler; o merdivenden inip çıkarlardı. Ölüm meleği Azrail ruhları almak için, o merdivenden teşrif ederdi. Âdemoğulları-nın ruhları da oradan çıkar. Mümin kulun ölümü yaklaştığı zaman, Yüce Hak, o merdiveni gösterir; Azrail'in indiğini görür. O merdiveni seyre dalar; sekerat-ı mevti artık duymaz. Tıpkı, Züleyha'yı ayıplayan kadınlar parmaklarını kestiklerinden haberdar olmadıkları gibi..

Yusuf a.s. ile Züleyha'nın hikâyesi aşağıdadır.

Bazı kadınlar:

Züleyha, yanındaki genci seviyor.

Diyerek, kendisini ayıpladılar. Bunun üzerine, Züleyha o kadınları davet etti. Yusuf'e de şöyle dedi:

Seni, onların yanında içeri çağırdığım zaman gel; bir mikdar dur.

Bundan sonra, o kadınlara şöyle dedi:

-- Sizinle turunç yiyelim.

Sonra, her birinin eline birer turunç, birer tane de keskin bıçak verdi. Onlar turuncu keserken, Züleyha Yusuf'u çağırdı.

Yusuf içeri girip bir mikdar durdu. O kadınlar Yusuf'un güzelliğini ve cemalini görünce, hayran oldular. Her bîri, turuncu kestim zannı ile ellerini bir kaç yerinden kestiler; fakat hiç acısını duymadılar. Taa, Züleyha Yusuf'u dışarı gönderinceye kadar.. Sonra.. Züleyha, o kadınlara sordu

Bu elinizdeki kan nedir?.

Kadınlar bakıp kanlan gördükleri zaman, şaşırıp şöyle dediler:

Elimizi kesmişiz; hiç duymadık.

Onlar, Yusuf'u gördükleri zaman, ellerini kestiklerinin farkında olmadıkları gibi; o Kerim Rahman olan Yüce Mevlâ mümin kullarına o merdiveni gösterip o merdivenin güzelliği ile meşgul eder; ölüm acısını duyurmaz. Bundandır ki, ölünün gözü açık kalır. Zira o, merdivenin seyrinde iken, ruh çıkar. Ruh çıktıktan sonra da, gözün" kapamak onun için mümkün olmaz; açık kalır.

Allahım, bize ölüm acısını kolay eyle. Son nefesimizi imanla kapa.

ÂMİN!.

Sonrasını Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle anlattı:

«Cebrail beni kanadı üzerine aldı. Sağundan ve solumdan melekler beni sardı. O merdivenden semaya doğru çıktık.»

Bu hususta gelen bir rivayet şöyledir:

Resulüllah S.A.V efendimiz miraç için orada bulunan bir taşa bastı. O taş, Resulüllah S.A.V efendimizin mübarek ayağı altında pamuk gibi yumuşadı. Halen, Resulüllah S.A.V efendimizin ayak izi, o taşın üzerinde mevcuttur.

Resulüllah S.A.V efendimiz, mübarek ayağını o taşın üzerinden kaldırmak istediği zaman, Allah'ın izni ile o taş Resulüllah S.A.V efendimizi yukarı kaldırdı. Bu sırada, merdivenin basamağı da eğildi; taşla beraber oldu.

Resulüllah- S.A.V efendimiz, ayağını taştan alıp merdivene bastı ve:

«Dur, ey taş.»

Buyurdu. Bastığı basamak, Resulüllah S.A.V efendimizi alıp yerine yükseldi. Sonra öbür basamak eğilip geldi; Resulüllah S.A. efendimizi aldı yerine yükseldi. Sonra üstündeki basamak eğilip geldi; Resulüllah S,A. efendimizi alıp yerine yükseldi. Sonra, onun üstündeki basamak eğilip geldi; Resulüllah S.A.V efendimizi alıp yerine yükseldi. Taa, semaya varıncaya kadar, Resulüllah S.A.V efendimiz bu şekilde yükseldi.

Cennat-ı aliyatın köşk ve saraylarının derece halleri bu basamaklar daki durum gibidir.

O taş, Resulüllah S.A.V efendimizin:

«Dur.»

Emr-i şerifine itaat ederek öylece boşlukta kaldı. Şu anda dahi, o taş öylece boşlukta durur. Onu görüp ibret almak gerekir.

O, bir taş iken, Resulüllah S.A.V efendimizin emrine itaat ve inkı-yad ederek halâ öyle durur. Bu şanlı ümmetine yakışır mı ki: Yüce Hak tarafından, Habib-i Ekrem'i S.A.V efendimize itaat ,ve inkıyad em

ri almış oldukları; ona muhalefetten men ve nehy olundukları halde itaat etmeyip muhalefet edeler.

Bu manayı düşünmelidir. İbret alınmalı; Resulüllah S.A.V efendimizin yüce emrine, hidayet sünnetine tabi olmalı; ona tam itaat ile dünyanın ve âhiretin rüsvaylığından ve azabından kurtulup iki cihanın saadetine ermek için çalışıp gayret göstermelidirler.

Allah-ü Taâlâ, cümlemize başarısını arkadaş eylesin.

Bir başka rivayette şöyle anlatıldı:

Resulüllah S.A.V efendimiz, o taştan Burak'a bindi; Burak'la semalara yükseldi.

Bir başka rivayette ise, Resulüllah S.A. efendimiz şöyle anlattı: �«O merdivenin başında ulu bir melek gördüm; o melek iki elini açacak olsa, yedi kat yer ve yedi kat gök iki eli arasında mahvolur, O melek bana selâm verdi; sevgi gösterdi. Sonra şöyle dedi:

Ya Resulellah, Âdem'den a.s. yirmi beş bin sene evvel yaratıldım. O zamandan beri sizi istikbal için; tam bir sevgi ve daima size salâvat ile meşgul olarak bu makama kudümünüzü bekliyorum. Allah'a hamd olsun; bu devlete bu gece erdim.

O melekten ayrıldıktan sonra, bir deryaya vâsıl oldum. O deryanın iki yüz sene yolluk kalınlığı vardı. O derya Allah'ın kudreti ile asılı duruyor; bir damla dahi su damlamıyordu. Karada ve denizde nekadar mahluk varsa, o deryada- mevcud idi. Gayet de dalgalı idi.»

Derler ki:

Güneşe bkıldığı zaman, görünen titreşimler, o denizin dalga-larmdandır.

Resulüllah S.A. efendimizin anlattığına devam edelim:

«Bundan sonra, yel hazinesine eriştim. Yelin yetmiş bin muhkem zinciri vardı; pekçe bağlanmıştı. Yetmiş bin melek, onu tutup zaptediyorlardı.

Bundan sonra, düriya semasına eriştim. Onu, Allah-ü Taâlâ yeşil zümrütten yaratmıştı.»

Bir başka rivayette ise şöyle buyurdu:

«Su ile dumandan yaratmış..»

Resulüllah S.A.V efendimiz, bu semanın ismi için, bir rivayette: �«R e f i a.»

Denildiğini anlattı; bir başka rivayette ise: �«R e k î a.»

Denildiğini anlattı. Bu semanın hazinedarı için ise, şöyle anlattır �«ismail'dir. Ki bu: Meleklerin peygamberlerindendir.» Resulüllah S.A. efendimiz, bundan sonra, semalara ulaşmasını anlatıyor.
 
Üçüncü Sema

Bundan sonra ÜÇÜNCÜ KAT SEMÂYA yükseldim. Yüce Hak, bu semavi bakırdan yaratmıştı, îsmine: Zeytun.. Derler. Buranın kapıcısına da:

Arinail.

Derler. Bunun kapısı ak incidendi. Üzerinde nurdan kilidi vardı. Cebrail o kapıyı çaldığı zaman, oranın hazini Arinail şöyle sordu:

Kapının açılmasını isteyen kimdir?.

Cebrail'im. Deyince, tekrar sordu:

Ya yanındaki kimdir?.

Muhammed'dir. Cevabını alınca, tekrar sordu:

Ona peygamberlik verildi mi?

Evet, verildi. Cevabını aldı; tekrar sordu:

Onun için bir davet ve talep vaki oldu mu?.. . � Evet, davet ve talep vaki oldu.

Cevabım alan Arinail:

Merhaba, hoşgeldin; ne güzel gelicı geldi. Deyip kapıyı açtı.

içeri girince, gördüm ki: Arinail gayet azametli ulu bir melektir. Onun hizmetinde de üç yüz bin melek vardı. Bu meleklerin teşbihi de şöyleydi:

Bol hibeler eden ihsan sahibi zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Gönüller açan bilgin zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine dua edenlerin duasına icabet eden yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bu meleğe selâm verdim. Tam tazimle selâmımı aldı. Bana çeşitli üstün nimetlerin müjdesini verdi.

Bunu geçtikten sonra, çokça melekler gördüm. Saf olmuşlardı. Cümlesi secde etmişlerdi. Secdelerinde şu teşbihi okuyorlardı:

Bilgin yaratıcı zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisinden başka kaçıp sığınılacak makam olmayan zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Yüceler yücesi Allah tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.

Devamlı olarak, bu teşbihi okuyup duruyorlardı. Cebrail şöyle dedi:

Bunların ibadetleri daima budur. Niyaz eyle, bu ibadet ümmetine ihsan olunsun.

Ben de dua ettim; ümmetime namazda secde emrolundu.

Secdenin iki olmasının sebebi şudur: Onlara selâm verdiğim zaman, başlarım secdeden kaldırıp selâmımı aldılar, tekrar secdeye vardılar. Bunun için ümmetime iki secde farz oldu.

Bunları geçtikten sonra, Yusuf'u a.s. gördüm; gayet güzeldi. Güzelliğin yansı ona ihsan olunmuştu.

Selâm verdim. Selâmımı tazimle aldı, beni merhabaladı. Benimle müsafahâ etti. Türlü kerametlerin müjdesini bana verdi. Ve bana: Hayır duada bulundu.

Yusuf'un tesbihi şuydu:

Kerem sahiplerinin en keremlisi Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Ulular ulusu Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Benzeri olmayan tek Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Hiç bir Şekilde sonu olmayan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bunu geçtikten sonra, Davud'u a.s. ve oğlu Süleyman'ı a.s. gör düm. Selâm verdim; selâmımı tazimle aldılar. Bana müjdeler verip şöyle dediler:

Bu gece, ümmetine şefaat ve Rabbından selâmette olmalarını niyaz eyle.

Bana böyle bir tavsiyede bulundular. Davud'un tesbihi şuydu:

Nurun yaratıcısı noksan sıfatlardan münezzehtir. Tevbeleri kabul buyurup hibeler ihsan eden Yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir.

Süleyman'ın okuduğu teşbih de şöyle idi:

Malın mülkün sahibi Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kahir cebbar olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Tüm işler, zatında biten Yüce Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bunu geçtikten sonra, bir meleğe ulaştım. Bir kürsüde oturmuştu.

Bu meleğin yetmiş başı, yetmiş kanadı vardı; her kanadı mağribi, meşrıkı kuşatırdı. Çevresinde koca koca melekler gördüm. Bunlardan herbirinin boyu son derece uzundu. Bu melekler, bir taifeye azab ediyorlardı. Sopalarla dövüp parçalıyorlardı. Sonra, o parçalar bütün oluyordu; melekler de azaba yeniden başlıyordu.

O büyük meleğin kim olduğunu sordum; Cebrail şöyle anlattı:

Bu meleğin adına:

Sohail.

Derler. Onların azab ettikleri de, senin ümmetinden zalim cebbar ve mütekebbir kimselerdir. Kıyamete kadar onlara azab ederler. Bunların teşbihleri şuydu:

Cebbarların çok çok üstünde olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Sataşanların üstünde büyük saltanatı bulunan Yüce Zat tüm noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine isyan edenlerden intikam almaya güçlü Yüce Zat bütün noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bundan sonra, ateşten bir deniz gördüm. Çevresini sert, şiddetli melekler sarmıştı.

Bu nedir?.

Diye sorunca, Cebrail şöyle anlattı:

Bunun adı: Saak Denizi'dir. Gökten yere yakıcı gürültüler ve yıldırımlar bu meleklerle iner.»

Bu mana Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle anlatıldı:

«Allah-ü Taâlâ yıldırımlar gönderir; bunları istediğine isabet ettirir.» (13/13)

Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim:

«Bundan sonra bir kapı gördüm; kâfurdandı. Bunun alt eşiği, yerin en derin noktası olan serada, yukarı eşiği ise arşın altında idi. Bu kapının iki kanadı vardı. Yer ve gök kadar bir kilit asmışlardı. Hayret ettim:

Bu ne kapıdır?.

Dedim; Cebrail bana şöyle anlattı: � Bu kapının adı, BAB'ÜL - EMAN'dır. Tekrar sordum:

Neden buna:

BAB'ÜL-EMAN. Denildi.

Bu soruma da şu cevabı verdi:

Yüce Hak, cehennemi yarattı; içine de çeşitli azaplar koydu. Cehennemden bir nefes zuhur eyledi. Bunun üzerine, cümle yer ve gök hli Yüce Hakka sığınıp eman diledi. Bundan sonra, izzet sahibi Yüce Hak, bu kapıyı cehennemle cümle kâinat arasında yarattı. Ta ki; Yedi kat yerlerin ve yedi kat göklerin ehli emanda bulunalar. Bu mana icabıdır ki, bu kapının adına:

BAB'ÜL-EMAN. Denildi.

Arkasında neler bulunduğunu görmek için, o kapının açılmasını istedim. Cebrail şöyle dedi:

Bunun ardında cehennem vardır; neylersiniz?.

Muhakkak görmek isterim. Deyince, şu ilâhî ferman sadir oldu:

Ey habibim, parmağınla işaret et; kapı açılır.

Bunun üzerine işaret ettim; kapı açıldı. Nazar eyledim; gördüm ki: Demirden büyük bir minber var. O minberin altı yüz bin ayağı vardı. Onun üzerinde çok heybetli ateşten yaratılmış bir melek oturuyordu. Ateşten ipler büküyor; ateşten zincirler ve bukağılar yapıyordu. Gayet şiddetli ve korkunç yüzlü idi. Pençesi kuvvetli ve öfkesi belli idi. Başını önüne eğmiş şu teşbihi okuyordu:

Güçlü sultan olduğu halde, zulmetmeyen o Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Düşmanlarından intikam alan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Dilediğine bol ihsanda bulunan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine bir benzer olmayan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir.

Ağzından dağlar gibi ateşler çıkıyordu. Burnundan alevler fışkı-nyordu.

Bu melek, çok hışımlı ve çok öfkeli idi. İki gözü ateş saçıyordu.

Onun her bir gözü, dünyanın tamamı kadardı.

O meleği bu heybette görünce, bana korku geldi. Allah-ü Tealâ'-nın lütfü, keremi, inayeti olmasaydı helak olurdum. Cebrail'e sual edip:

Bu kimdir?. Onu görünce, vücuduma titreme düştü. Dedim, Cebrail bana şöyle anlattı:

Siz korkmayın; çünkü sizin için korku yoktur. Bu cehennemin hazini (kapıcı, bekçi, bakıcı) Malik'tir. Allah-ü Taâlâ onu gazabından yaratmıştır. Yaratıldığından bu yana hiç gülmemiştir. Her an, gazabı artmaktadır. Onun yanına varın, selâm verin.

Bunun üzerine, gidip selâm verdim. O kadar meşguldü ki, başını bile kaldırmadı. Cebrail öne geçip şöyle dedi:

Ey Malik, sana selâm veren Allah'ın Resulü Muhammed'dir. Cebrail, beni ona böyle tanıttı. Namımı işitince, kıyam edip bana

tazim için, türlü saygı dilleri döktü ve ikramlar eyledi. Sonra şöyle dedi:

Ya Muhammed, sana müjdeler olsun; Yüce Hak sana çokça kerametler ihsan eyledi. Senden hoşnuddur. Senin vücuduna cehen-.nem ateşini haram kıldı. Senin hürmet ve bereketinle sana tabi olanlara dahi cehennem ateşini haram kıldı. Yüce Hak bana emreyledi: -Senin ümmetin asilerine merhamet eyleyeyim. Sana iman getirmeyenlerden intikam alayım.

Bundan sonra Cebrail'e dedim ki:

Buna söyle, bana cehennemi göstersin.

Cebrail, ona benim talebimi bildirdiği zaman; cehennemden iğne deliği kadar bir yer açtı. Oradan iplik inceliğinde siyah bir duman çıktı. O duman bir saat çıksaydı; bütün yeri ve semaları o dumanın karanlığı sarardı. Güneşin, ayın ve diğer aydınlık veren şeylerin ziyası ve nuru görünmezdi; mahvolurdu. Ancak Malik, o deliği o anda eli ile sığadı; o duman yok oldu. Bana da şöyle dedi:

Buradan içeri bakın.

Bakınca gördüm ki, cehennem: Birbirinin altında yedi tabakadır, En yukarısı cehennemdir ki; oraya müminlerin asileri girer. Bunun azabı, diğerlerinden hafiftir.

ikincisi lezadır. Buraya Nasara girecektir.

Üçüncüsü hutamedir. Buraya da Yahudiler girerler.

Dördüncüsü sairdir. Buraya da Sabiîler girerler.

Beşincisi sakardır. Buraya da Mecusîler girerler.

Altıncısı cahimdir. Buraya da müşrikler girer.

Yedincisi haviyedir. Buraya da münafıklar gireceklerdir. Bir de Allah'lık davası güdenler girerler. Meselâ: Firavun, Nemrud gibileri...

Ben, aşağı tabakada olanların azaplarının şiddetinden bakmağa takat getiremedim. Ancak üst tabakada olanlara baktım; buraya ümmetimin asileri girerler. Buraya bakınca, gördüm ki: Orada ateşten yetmiş derya var. Her deryanın kenarında ateşten birer şehir var. Her şehirde ateşten yetmiş bin ev var. Her evin içinde, ateşten yetmiş bin sandık var. O sandıkların içinde de, erkekler ve kadınlar var. Oraya hapsolmuşlar; yanlarında yılanlar ve akrepler var. Şöyle sordum:

Ey Malik, bu sandıkların içinde hapsolanlar kimlerdir?. Şöyle anlattı:

Bunların bazısı insanlara zulüm edip haksız yere malını alanlardır. Bazısı da, büyüklük satıp zalim cebbarlık edenlerdir. Halbuki, büyüklük, celâl ve ikram sahibi Yüce Allah'a mahsustur.

Sonra, bir kavim gördüm; dudakları deve ve köpek dudakları gibi idi. Karınları da şişmişti. Zebaniler, ateşten tokmaklarla bunların karınlarına vurup duruyordu. Karınlarında bağırsakları kopuyor; dübürlerinden dökülüyordu. Tekrar içlerinde bağırsak yaratılıyordu; zebaniler yine vurup döküyordu. Onlara böylece azab ediyorlardı.

Bunlar kimlerdir?. Dedim; Malik şöyle anlattı:

Bunlar ümmetinizden yetim malını haksız yere yiyenlerdir.

Bir kavim daha gördüm; karınları dağlar gibi şişmişti, îçine yılanlar ve akrepler dolmuştu. Orada hareket edip ıstırap veriyorlardı. Bunlar ayağa kalkmak istedikleri zaman, karınlarının büyüklüğünden ve yılanların, akreplerin hareketlerinden kalkmaya güçlen yetmiyordu. Yıkılıyorlardı. Sordum:

Bunlar kimlerdir?. Malik şöyle anlattı:

Bunlar, ümmetinizden faiz yiyenlerdir.

Bundan sonra, bir alay hatunlar gördüm; bunları saçlarından asmışlardı. Bunlar için:

Kimlerdir?.

Diye sordum; Mâlik şöyle anlattı:

Bunlar, şu kadınlardır ki; yüzlerim ve saçlarını örtmeyip erkeklere gösterirler. Kocalarından başkasına zinetlerini açarlar. Kocalarına eza ve cefa ederler.

Bundan sonra, birtakım erkek ve kadın gördüm; bunları dillerinden ateş çengellere asmışlardı. Tırnakları bakırdandı. Kendi yüzlerini yırtıp parça parça ediyorlardı.
Bunlar kimlerdir?. Dedim; Malik şöyle anlattı:

Bunlar yalan yere şehadet edenlerdir. Koğuculuk yapıp söz gezdirenlerdir.

Bundan sonra, bir alay kadınlar gördüm; bunların kimisini memesinden asmışlar; kimisini de ayaklarından başaşağı asmışlardı. Bunlar feryad ve sayha atıp duruyorlardı.

Bunlar kimlerdir?. Dedim; şöyle anlattı:

Bunlar zina edenlerdir; ayrıca, çocuklannı düşürüp katil işi işleyenlerdir.

Bundan sonra bir alay adamlar gördüm; bunlar kendi yanlarının etlerini koparız ağızlarına koyuyorlardı. Yemeyip ağızlarında gizliyorlardı. Ama zebaniler onları:

Yiyin.

Diye zorlayıp istemeyerek yediriyorlardı. Tekrar koparıp ağızlarına alıyorlardı. Zebaniler tekrar yemeleri için onları zorluyordu. Bu şekilde onlara azap ediyorlardı.

Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; şöyle anlattı:

Bunlar; ümmetinizden şu kimselerdir ki, insanları yüzlerine karsı ayıplar; zemmederler. Ayrıca arkalarından kötüleyip gıybetlerini ederler. Elleri, dudakları, kaşları ve gözleri ile işaret ederek insanları alaya alırlar.

Bundan sonra bir kavim gördüm ki; bunların cesetleri hınzıra, yüzleri de köpek yüzüne benziyordu. Dübürlerinden ateşler çıkıyordu. Yılanlar, akrepler onları sokuyor; etlerini yiyorlardı.

Bunlar kimlerdir?. Dedim; Malik şöyle anlattı:

-- Bunlar, ümmetinizden namaz kılmayan, gusül etmeyen cenabet gezenlerdir.

Bundan sonra, bir kavim daha gördüm. Bunlar tam susadıklarından ötürü susuzluktan yanıp feryadla su istiyorlardı. Onların bu isteklerine karşılık ateşten kadehlerle kaynar sular verilip:

-İç.

Diyerek zorlanıyorlardı. Onlar bu kadehi ağızlarına yakın götürdükleri zaman, o suyun şiddetli kaynamasından yüzlerinin etleri pişip kadehin içine dökülüyordu, içince de, bağırsakları parça parça olup dübürlerinden dışarı dökülüyordu.

Bunlar kimlerdir?

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

Ümmetinizden şarap, ve sarhoşluk verici şeyleri içenlerdir.

Bundan sonra, bir alay kadın gördüm; başaşağı ayaklarından asmışlar. Dilleri uzayıp ağızlarından sarkmıştı. Zebaniler, onların dillerini ateşten makaslarla durmadan kesiyordu. Zebaniler onların dillerim kestikçe tekrar uzuyordu. Ve., bunlar, eşekler gibi bağınşıyor-lardı; köpekler gibi de uluyorlardı.

Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

Bunlar, ölüsü öldüğü zaman, feryda ü figan eden kadınlardır. Bundan sonra, birtakım erkekleri ve kadınları gördüm. Bunları

bakırdan fırınlar içine oturtmuşlardı. Altlarından ateşler ve alevler çıkıp başları ile beraber bütün vücutlarını buruyordu. Gayet kötü kokular geliyordu.

Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

Bunlar, zina eden erkek ve kadınlardır.

Peki, bu kötü koku nedir?. Dedim; bunu da şöyle anlattı:

Onların ferçlerinden çıkan şeyin kokularıdır.

Bundan sonra, bir kısım kadınları gördüm ki, asılmışlar. Bunların elleri boyunlarına sıkıca bağlanmıştı.

Bunlar kimlerdir?. Dedim; Malik şöyle anlattı:

Kocalarına hiyanet edip mallarını telef edenlerdir. Bundan sonra, birtakım erkekleri ve kadınları gördüm. Bunlara

ateşte azab ediliyordu. Bunların üzerine zebaniler musallat olmuştu.

Bunlar feryad ettikçe, zebaniler ateşten sopalarla vuruyorlardı. Karınlarına ateşten süngüleri saplıyorlardı. Vücutlarını da ateşten kamçılarla dövüyorlardı. Bunların azaplarını pek çetin gördüm.

Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

Bunlar, analarına ve babalarına isyan ederek karşı gelenlerdir. Yine bir kavim gördüm; bunların boyunlarına ateşten dağlar gibi büyük halkalar geçirmişlerdi.

Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

Bunlar, üzerlerinde bulunan emanetleri sahiplerine vermeyenlerdir.

Bundan sonra, bir kavim gördüm; zebaniler bunları ateşten bıçaklarla boğazlıyordu. Ama bunlar aynı saatte diriliyordu. Bunlar di-rilince, zebaniler tekrar onları boğazlıyordu.

Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

Bunlar, haksız yere adam öldürenlerdir.

Bir kavim daha gördüm; gayet çirkin ve kötü kokulu cife yiyorlardı.

Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

Bunlar gıybet edip insanların etini yiyenlerdir. Bunlardan başka, cehennemde iki sınıf kimse gördüm; bunların

bir sınıfı erkeklerden, bir sınıfı da. kadınlardandı. Bunların azabı gayet şiddetli idi.

Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

Bu erkekler, beğlerin önünde sopa ve kamçılarla gidip zavallı fakirlere vurup zulüm edenlerdir. O kadınlar ise., sureta libas giyip hakikatta cümle azası belli, açık hükmünde ve erkeklere aşikâr olanlardır. Ayrıca dışarı çıktıkları zaman, erkekleri kendilerine çekenlerdir. Bu sebepten, başları deve hörgücü gibi büyük olup selâmetle doğruca cennete giremezler.

Bundan sonra, cehennemde bir alay erkek ve dişi kimseler gördüm. Bunların azabı birbirine benzemiyordu. Her birine bir başka türlü azap olunuyordu. Bu tabakada azap olunanlar arasında bunlardan şiddetli azap olunan yoktu. Şöyle bir azapla azap ediliyorlardı' Bunları ateşten sopalar üzerine asmışlardı. Etleri pişip dökülüyor; sadece kemik kalıyorlardı. Hak Taâlâ onların etlerini bitiriyor; yine önceki gibi etleri pişip dökülüyordu.

Bazıları da, ateşten zincirlerle, bukağılarla bağlanmışlardı; böylece azap olunuyorlardı.

Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

Bunlar, vücut sağlıkları yerinde iken, namazı terk edenlerdir.

Ve., şöyle dedim:

Ey Malik, kapıyı kapa; bakacak takatim kalmadı. Malik şöyle dedi:

Ya Resulellah, mübarek gözünüzle müşahede ettiğiniz azapları, gördüğünüz gibi ümmetinize bildirin. Ümmetinizi çok çekindirin. Hasiyetlerden, Allah'ın emrine aykırı hareketten onları alıp men edin. Allah'a tam itaata teşvik edip ibadet yoluna getirin. Allah'ın azabı şiddetlidir. Cehennemi yedi tabakadır. Bu gördüğünüz ilk tabakasıdır. Aşağıları daha şiddetlidir.»

Bunu dinledikten sonra, Resulüllah S.A.V efendimiz ümmetine şef katından dolayı ağlamaya, şefaat ve niyaza başlar.

Ümmetinin zaafı ve o gibi azaba takat getiremeyeceklerini nla-tıp o kadar ağladı ki; Cebrail, Mukarreb melekler ve orada bulunan diğer melekler dahi ağlamaya başladılar. Resulüllah S.A.V efendimizin tazarru ve niyazına:

Amin!. Dediler..

Bunun üzerine, izzet sahibi Yüce Hak'tan şu hitap geldi:

Habibim, senin değerin benim katımda büyüktür; duan makbuldür. Şefaatin makbuldür. Gönlünü hoş tut; seni muradına eriştirdim. Kıyamette sana bir makam vereceğim; şu kadar asileri sana bağışlayacağım, ta ki:

Yeter.

Diyesin.. Senin ümmetini sair ümmetlerin üzerine seçtim. Seni de onlara şefaatçi kıldım. Dilediğin kadar şefaat eyle; kabul ederim.

Sonra..

Bu Malik'ten başka, cehennem hazinleri (kapıcıları, bekçileri, bakıcıları) on sekiz tanedir; Malikle on dokuz olurlar. Bunların gözleri yıldırım gibidir. Ağızlarından yalın ateş çıkar. Bunlarda asla esirgemek ve acımak yoktur. Her an öfkeleri artmaktadır. Vücutları gayet büyüktür. Onların büyüklüğünü şundan anla: Onlardan biri tek eli ile yetmiş bin kâfiri alıp cehenneme atar. Kâfirin vücudu ise., gayet büyüktür; ağzındaki dişlerinin her biri, Uhud dağı kadardır. Her bir dişi Uhud dağı kadar olunca, başının ve vücudunun nekadâr büyük olacağını hesap eyle. Bir omuzundan, diğer omuzuna varıncaya kadar olan mesafe, dokuz günlük yoldur. Derisinin kalınlığı üç günlük yoldur. İşte, koca cüsseli yetmiş bin kâfir avucu içine sığınca, o melek nekadâr büyüktür, düşünüle..

Bu meleklerin eli altında o kadar zebani vardır ki, onların sayısını ancak Allah-ü Taâlâ bilir.

Şöyle bir rivayet geldi:

Yüce Hak, Resulüllah S.A. efendimize bu on dokuz meleğin vasıflarını beyan yolunda şu âyet-i kerimeyi yolladı:

«Onun üzerine on dokuz melek tayin edilmiştir.» (74/30) Resulüllah S.A. efendimiz ümmeti namına mahzun oldu; halâs olmalarını diledi. Bunun üzerine Yüce Hak şöyle buyurdu:

Senin ümmetine on dokuz harfli bir cümle ihsan eyledim. Ümmetin onu devamlı olarak bırakmadan okursa., kendilerini o on dokuz cehennem hazinlerinden ve onların yardımcıları olan zebanilerin azabından emin kılarım. O cümle şudur:

Bismillahirrahmanirrahim. (Rahman Rahim Allah'ın adı ile..) Hak Taâlâ cümlemizi, Habib-i Huda Şefi-i Ruz-ü Ceza Hazret-i

Ebelkasim Muhammed Mustafa hürmetine cehennemden azad eylesin. Âmin!.

Allah-ü Taâlâ ona salât ve selâm eylesin.

Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim:

«Bundan sonra, Malik o deliği kapadı. Daha sonra Cebrail ezan okuyup kamet getirdi.

Ben de imam oldum; bu üçüncü semâ ehli ile iki rekât namaz kıldım.
 
Rabbim bizi cehennem azabından korusun.. Nur yüzlü peygamberimizi şefaatçi eylesin.. buraya okuyupda ekliyorum bu yazıları arkadaşlar inanın ibret alınacak çok şey var.. Okudukça dünyanın bir hiç olduğunu, Hz. Allah' ın ne kadar yüce, ne kadar merhametli olduğunu ve nur yüzlü peygamberimizi nasıl sevdiğini anlayacaksınız.. O peygamber ki yer gök O'nun yüzü suyu hürmetine yaratılmış, bu yazıda bunu anlayacaksınız.. İsmini dilimize o kadar alıyoruz ki halbuki ismini duyduğumuzda yüreğimiz irkilmeli.. İnşallah öyle olur.. Rabbim bizi O'nun şefaatine nail eylesin, Rabbim bizi O'nun şefaatine nail eylesin, Rabbim bizi O'nun şefaatine nail eylesin.. AMİİNNN..
 
DÖRDÜNCÜ SEMÂ

Bandan sonra DÖRDÜNCÜ SEMÂYA yükseldik.

Yüce Hak bu semayı ham gümüşten yaratmıştır. (Bir rivayette: Beyaz inciden yaratmıştır.)

Bu semânın adı: Zâhir'dir. Kapısı nur olup nurdan kilidi vardı.

Bu kapının üzerinde: LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RESULÜLLAH (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür), kelime-i tevhidi yazılmıştı.

Bu kapıya müekkel olan meleğin adı: Salsail'dir.

Daha önce anlatılan şekilde kapı çalınıp vaki sual cevap olduktan sonra, kapıyı açtı. İçeri girdim; Salsail'i gördüm. Tüm işlerin her biri ona bırakılmıştı. Bunun emrinde, dört yüz bin melek vardı. Bu meleklerden her birinin emrinde dört yüz bin mülâzimi vardı.

Bu meleklerin teşbihi şuydu:

Zülümatın ve nurun halikı Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Güneşin ve aydınlık veren ayın halikı noksan sıfatlardan münezzehtir. En yüceden daha üstün Zat noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bunların arasında bir bölük melâike gördüm. Bunların kimi kıyamda durmuştu; kimi de secde yerine bakıyordu. Hiç bir şekilde gözlerini o yerden ayırmıyor huşu ile duruyordu. Kimisi de secde yerinde burunlarına bakıp huşu ile duruyordu.

Anlatıları üç sınıf meleklerin teşbihi' şuydu:

Rabb'imiz, noksan sıfatlardan tam manası ile münezzehtir; pek mukaddestir. Öyle bir Rahman Rahim'dir ki: Ondan başka ilâh yoktur.

Cebrail'e sordum:

Bunların ibâdetleri bu mudur?. Cebrail bana şöyle anlattı:

Bunlar, yaratıldıktan bu yana, tam huşu üzere dururlar. Dua eyle; bu ibadeti ümmetin için iste.

Dua edip istedim; ümmetime namazda huşu ihsan olundu. Bundan sonra, İdris a.s. ve Nuh a.s. peygamberleri gördüm. Bunlara selâm, verdim. Selâmımı alıp tazim eylediler. Bana:

Hoş geldin ey salih kardeş, ey salih peygamber. Dediler ve çeşitli ikramların müjdesini verdiler. îdris'in teşbihi şuydu:

Dilekte bulunanlara icabet eden Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Zalimleri tutan Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Öyle münezzeh bir zattır ki, yücelebildiği kadar yüceldi; hiç kim-Be onun yüceliğine yetişemez.

Nuh'un okuduğu teşbih ise şu idi:

Hayy ve Halim olan Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Hak Ferd Kerim Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Aziz Hakim Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bundan sonra, İsa'nın a.s. validesi Meryem'i, Musa'nın a.s. validesi Buhayid'i, Firavun'un hanımı Âsiye'yi gördüm. (Allah onlardan razıt olsun.) Bunlar beni karşıladılar. Meryem'in yetmiş bin köşkü vardı; hepsi de ak incidendi. Musa'nın validesinin dahi yeşil zümrütten yemiş bin köşkü vardı. Âsiye'nin de kızıl yakuttan, kızıl mercandan yetmiş bin köşkü vardı.

Bunları geçtikten sonra bir derya gördüm. Onun suyu kardan beyazdı..

Bu deniz nedir?.

Diye sordum; Cebrail bana şöyle anlattı:

Buna: Kar Denizi, adı verilmiştir. Bunu geçtikten sonra, güneşi gördüm.»

Bir rivayette güneş: Yüz altmış kere kürre-i arzdan büyüktür. îbn-i Abbas'ın rivayetinde ise şöyle anlatıldı:

Güneşin büyüklüğü yetmiş yıllık yoldur.

Yüce Hak, güneşi yarattıktan sonra, bir de altından bir gemi yarattı. Bu gemiye kızıl yakuttan bir taht koydu; bunun üç yüz altmış ayağı vardır. Her ayağını bir melek tutar.

Böylece, o deryada güneşi kayık içine koyarlar. Üç yüz altmış bin melek tutarak her gün güneşi maşrıktan mağribe götürürler; her gece mağripten meşrıka getirirler. Bundan sonra o melekler ibadetle meşgul olmaya başlarlar. Ertesi gün için üç yüz altmış bin melek gelir; bu hizmeti eda eder. Taa, kıyamete kadar bu iş böyle sürüp gider. Bir kere bu hizmeti edene, bir daha sıra gelmez. Kur'an-ı Kerimde Fürkan-ı Mecid'de Yüce Hak şöyle buyurdu:

«Güneş, kendi karargâhında yürümektedir.» (36/38)

Müfessirler dediler ki:

Güneşin karargâhı arşın altındadır. Allah onlara rahmet eylesin.

Melekler, güneşi, her gece arşın altına götürürler. Orada Yüce Hakka secde eder. Taa, kıyamet vakti yaklaşıncaya kadar. O zaman şu emr-i ilâhî gelir:

Güneş mağripte dursun; orada doğsun.

Bu mananın geniş şekli: Arais-i Salebi nam eserde mevcuttur. Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim:

«Bundan sonra Cebrail ezan okuyup kamet getirdi. Dördüncü semâ ehli olan meleklere imam olup iki rekât namaz kıldım.
 
BEŞÎNCÎ SEMÂ

Bundan sonra, BEŞÎNCİ SEMÂYA yükseldik.

Yüce Hak, bunu kırmızı altından yaratmış, ismine:

Safiye. Derler.

Daha önce anlatıldığı biçimde, diğer semâlarda olduğu gibi; kapının açılması istendi. Belli sual cevap vaki oldu. Sonra, kapı açıldı.

İçeri girince gördüm ki: Oranın hazini Kelkâil nurdan bir kürsü üzerine oturmuş.. Ona selâm verdim; tazim edip selâmımı aldı.

Buna beş yüz bin melek hizmet ediyordu. Bu meleklerden her birinin beş yüz bin melek etbaı (emirlerine tabi melkler) vardı. Bunlar şu teşbihi okuyorlardı:

Mukaddestir, mukaddestir Rablar Rabbı. Noksan sıfatlardan münezzehtir en yüce en azametli Rabbımız. Pek mukaddestir meleklerin ve ruhun Rabbı.

Bu teşbihi okumaya devam ediyorlardı.

Bunlan geçtikten sonra, bir güruh melâikeye rasladım; bunların hesabını ancak Yüce Mevlâ bilir. Bunlar huşu üzere ka'dede oturmuşlardı; daima dizlerine bakıp şu teşbihi okuyorlardı:

Noksan sıfatlardan münezzehtir en yüce faziletin sahibi. Süb-handır mahza adalet olup zulmetmeyen Yüze Zat.

Bunların ibadeti bu mudur?. Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:

Bunlar yaratıldıktan bu yana, hep bu ibadetle meşguldürler. Niyaz eyle; Yüce Hak bu ibadeti ümmetine ihsan eylesin.

Ben de tazarru ve niyaz edip diledim; namazda ka'de ihsan olundu.

Bunları geçtikten sonra, İsmail a.s. İshak a.s. Yakup a.s. Lut a.s. ve Harun a.s. peygamberleri gördüm.

Bunlara selâm verdim. Selâmımı aldılar ve bana:

Hoşgeldin ey salih oğul, ey salih kardeş, ey salih peygamber. Dediler. Kemaliyle tazim edip güzel ikramların müjdesini verdiler.

Bu peygamberlerin teşbihi şuydu:

Vasfedenler, azametini ve müntehasını anlatmaktan yana aciz kaldıkları Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Boyunlar önünde eğilen, güçler ona karşı küçülen Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bunu geçtikten sonra, bir deryaya vâsıl oldum. Onun büyüklüğünü, ancak Yüce Hak bilir. Onu başkası anlatamaz.

Bu derya ne deryasıdır?. Dedim; Cebrail bana şöyle anlattı:

Bunun adına:

Bahr'ün - nıkam, (azab deryası.) Derler. Nuh tufanı bu deryadan inmiştir.

Bundan sonra, Cebrail ezan okuyup kamet getirdi. Beşinci semâ meleklerine imam olup iki rikât namaz kıldım.
 
ALTINCI SEMÂ

Bundan sonra ALTINCI SEMÂYA çıktım.

Bu semâyı Yüce Hak sarı yakuttan yaratmış. Adına:

H a l i s a.

Derler. Buranın hâzinine de:

Semhail. Derler.

Daha önce anlatılan usulde kapının açılması istendi; belli sual cevap vaki oldu. Kapı açıldı; içeri girdik.

Oranın hazini Semhail'i gördüm; hizmetinde altı yüz bin melek vardı. Her meleğin emrinde ise., ayrıca altı yüz bin yardımcı var. Hepsi de şu teşbihi okuyorlardı.

Kerim Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Açılan nur Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Öyle münezzeh bir zattır ki, semâlarda onların ilâhı odur; yerde olanların ilâhı odur.

Semhail'e selâm verdim; selâmımı aldı. Tam manası ile bana tazim etti. Sonra:

Allah-ü Taâlâ senin hasenatını, kerametlerini, kalbinin nurunu bereketli kılsın.

Diye dua eyledi; ben de onun bu duasına:

Amin!. Dedim.

Bunu geçtikten sonra, büyük bir melâike zümresine vardım. Bunlara:

- Kerrubiyyun.

Adı veriliyordu. Bunların adedini ancak Allah-ü Taâlâ bilir. Bunların başkanı bir ulu melektir ki, yalnız bu ulu meleğin yetmiş bin melek hizmetçisi vardır. Her hizmetçisinin de yetmiş bin yardımcısı var. Bunlar yüksek sesle teşbih ve tetlil okuyorlardı. Bunları geçtikten sonra, kardeşim Musa'yı gördüm. Selâm verdim. Selâmımı aldı; kalktı, beni iki gözlerimin arasından öptü. Sonra şöyle dedi:

Seni bana gösteren Allah'a hamd olsun.

Ve., benim için Yüce Hak'tan nice kerametlerin müjdesini verdi; şöyle dedi:

Bu gece sen, Mevlâ'nın cemali ile münevver ve münacaat-ı Huda ile mükerrem olacaksın. Zaif ümmetini unutma. Sana ne ihsan olunursa, ondan ümmetine de nasib iste. Eğer bir şey favz olursa, mümkün olduğu kadar hafif olmasını taleb eyle.

Musa'nın okuduğu teşbih duası şuydu:

Dilediğine hidayet nasib eden Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Dilediğini dalâlette bırakan Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Gafur Rahim olan Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir.

Musa'dan ayrıldığımda ağladı. Sordum:

Ağlamanın sırrı nedir?. Diye., şöyle anlattı:

Yeni bir zat benden sonra peygamber oldu; onun ümmeti benim ümmetimden daha fazla cennete girecektir.

Bunu geçtikten sonra, Mikâil'e eriştim. Büyük bir kürsüye oturmuştu. Önünde büyük bir terazi vardı. O terazinin her gözü, yerler ve gökler sığacak kadar büyüktü. Önünde nice nice tomarlar vardı.

Yanına varıp selâm verdim. Selâmımı aldı; kalkarak tazim eyledi. Bana şöyle dua etti:

Allah-ü Taâlâ senin kerametini ve sürürünü artırsın. Onun bu duasına karşılık ben de:

Amin!.

Dedim. Sonra bana şöyle bir müjde verdi:

Senin ümmetine olan hayır ve keramet, hiç bir ümmete müyesser olmamıştır. Onların mizanı cümlesinden ağırdır. O kimseye

saadetler olsun ki, sana tabi olup sever. Vay o kimsenin haline ki, sana isyan eder..

Mikâil'in yanında o kadar çok melek vardı ki, onların adedini ancak Allah-ü Teâlâ bilir. O meleklerin hepsi bana şöyle dediler:

Cümlemiz senin fermanına itaatkârız. Daima sana salâvat okuruz. Âdem'in yaratılmasından yirmi beş bin yi] evvelinden bu ana gelinceye kadar, her ne mikdar yağmur ve kar yağdıysa.. onların her katrasına bir melek hizmet ederek indirir. Ne kadar bitki, meyve, hububat biterse, her birine bîr melek hizmet eder. Hizmetini de tam yapar. O hizmette bir kere bulunan meleğe kıyamete kadar bir daha sıra glmez. Onların çokluğu nekadardır; bundan kıyas eyle.

O meleklerin teşbihi şuydu:

Her müminin ve kâfirin Rabbı Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Noksan sıfatlardan münezzehtir o zat ki, hamile kadınlar onun heybetinden içlerindekini düşürürler.

Mikâil'in teşbihi de şuydu:

Pek Yüce Rabbım tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.» Bir rivayette şöyle anlatıldı:

Her kim yukarıda anlatılan:

«Pek Yüce Rabbım, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.» Teşbihi okumaya devam ederse, o kimse öldüğü zaman, Mikâil kendisine rahmet meleği ile hediye gönderir. Her kimin ki kabrine rahmet meleği gelir; o kimse kabir azabından emin olur. Bu mana icabıdır ki, Resulüllah S.A. efendimiz: �«Pek Yüce Rabbım tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.» Teşbihini sünnet eyledi. Ta ki, ümmeti secdelerinde o teşbihe devam etmek sureti ile anlatılan saadete nail olalar.


Resulüllah S.A. efendimizin anlat tıklarına devam edelim: �«Bundan sonra, yeşil ve nurlu bir denize eriştim. Burada kadar melâike vardı ki bunların sayısını ancak Allah-ü Taâlâ bilir; ondan başka kimse bilmez. Bunların teşbihi şuydu:

Kadir muktedir olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. En keremli kerim olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Celil Azim olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir.

Sordum:

Bu ne gûna deryadır?. Cebrail şöyle anlattı:

Bunun adına:.

Yeşil deniz. (Derya). Derler.

Bundan sonra, Cebrail ezan okudu; kamet getirdi. Altıncı semâ meleklerine imam oldum; iki rekât namaz kıldım.
 
YEDİNCİ SEMÂ

Bundan sonra, YEDİNCİ SEMÂYA çıktık. Hak Taâlâ bunu nurdan yaratmıştı. Bunun adına:

G a r i b a.

Derler. Bu semâya bakan hazinin ismine de:

E f r a i 1. Derler.

Cebrail," daha önceki semâ kapılarında olduğu gibi, kapının açılmasını istedi; içeriden sual geldi. Cebrail o suallerin cevabım verdi. Sonra, kapı açıldı; içeri girdik; Efrail'i gördüm.

Bunun yedi yüz bin hademesi vardı. Her hademenin de yedi yüz bin avanesi vardı.

Bunların okuduğu teşbih şuydu:

Öyle Yüce sübhan Zattır ki, semâyı tavan yapıp yükseltti. Öyle Yüce bir zattır ki, yeri yaydı ve döşedi Sübhandır o Yüce Zat ki, yıldızları doğdurdu; onları (veya yere) süs eyledi, Öyle sübhan bir Zattır ki, dağları yerleştirdi, onlara kurulu bir düzen verdi.

EfraiPe selâm verdim. Sevinerek selâmımı aldı. Bana nice ikramların ve hasenatın kabulü müjdesini verdi.

Her semânın (bu semânın olabilir) kapısı üzerinde şu cümle yazılı idi:

Allah'tan başka ilâh yoktur: Muhammed Allah'ın Resulüdür. Ve.. Ebu Bekir Sıddîk.. (LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RESULÜLLAH VE EBU BEKİR'İN'İS - SIDDİK.)

Burada bir melek gördüm; başı arşla beraberdi. Ayakları da yerin zemininde idi. O kadar büyüktü ki: Yüce Hak ona izin verse, yedi kat gökleri bir lokma edip yutardı.

Bu meleğin tesbihi şuydu:

Varlığını celâli ile perdeleyen Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Rahimlerdekine dilediği sureti veren Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bundan sonra bir melek gördüm; bu meleğin yedi yüz bin başı vardı. Her başında da yedi yüz bin yüzü vardı. Her yüzünde de yedi

yüz bin ağzı vardı. Her ağzında da yedi yüz bin dili vardı. Her dili ile, yedi yüz bin lügat konuşuyordu. Konuştuğu dilerin hiç biri diğerine benzemiyordu.

Bu meleğin ayrıca yedi yüz bin kanadı vardı.

Bu melek, her gün cennette olan nur deryasına yedi yüz kere dalıyordu. Her dalıp çıktıkça, silkiniyor; sıçrayan her damlasından Yüce Hak kudreti ile bir melek yaratıyordu. Ondan yaratılan her melek, Yüce Hakkı şöyle teşbih ediyordu:

Sübhansın şanın nekadar yüce.. Sübhansın makamın nekadar üstün.. Sübhansm efendim, halkına merhametin nekadar çok..

Bunu geçtikten sonra, bir melek gördüm; bir kürsü üzerine oturmuştu. Başı arş altında, ayaklan da yerin dibinde idi. O kadar büyüktü ki: Dünya ve içindekiler ona ancak bir lokma olurdu. Kanadının bir ucu mağripte, bir uca da meşrıkta idi.

Yedi yüz bin melek, onun hizmetine durmuşlardı. Bu meleklerden her birinin eli altında yedi yüz bin melek vardı. .

Bu kimdir?.

Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:

Bu, İsrafil'dir.

Gidip selâm verdim. Selâmımı aldı; bana çok müjdeler verdi. Bunun teşbihi şöyleydi:

Duyan ve bilen Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisini halka perdeleyen Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Yüce Rabbımız, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bundan sonra, bir kimseyi gördüm ki: Nura gark olmuş. Gayet heybetli ve vekarh bir şekilde bir kürsü üzerinde oturmuştu. Önünde çokça çocuklar vardı. Sordum:

Ey Cebrail, bu kimdir?. Ki, büyük bir nuru, çok vekarı ve hey beti var. Önünde duran sıbyan çocuklar kimlerdir?.

Cebrail şöyle anlattı:

O, sizin büyük ceddiniz İbrahim'dir. Seni ve sana iman eden ümmetini sever. Alemlerin Rabbı Yüce Allah'a niyaz edip, senin ümmetine iyilikte bulunmak diledi. Yüce Hak, onun bu dileğini kabul buyurdu; o sıbyan çocukları verdi. Onlar, senin ümmetin buluğa ermeden ölen kız ve erkek çocuklardır. Onların terbiyesini, Hak Taâlâ ibrahim'e bıraktı. Onları kıyamete kadar terbiye edip ilim ve edep öğretecektir. Onları kemaliyle yetiştirdikten sonra, mahşer günü önüne katıp arasat meydanına getirecektir. Oradan, Yüce Allah'ın manevî huzurunda durup şu niyazda bulunacaktır:

Ya Rabbi, bunlar habibin Muhammed ümmetinin S.A. buluğa ermeden ölen sabileridir; emr ü fermanın ile ilim ve kemalle onları yetiştirdim; yüce dergâhına getirdim. Kerem, lütuf ve ihsan senindir.

Onun bu niyazı üzerine, Yüce Hak, azamet ve celâli ile şöyle buyuracaktır:

Ey çocuklar, gidin cennete girin.

Bu hitab-ı ilâhî üzerine onlar şöyle diyeceklerdir:

Rabbımız, fazlınla, ihsanınla analarımızı ve babalarımızı bize bağışla.

Yüce Hak, tekrar şöyle buyurur:

Size sorgu sual yoktur; varın cennete girin; ama babalarınız ve analarınız için sorgu sual vardır; hesab vardır.

Bunun üzerine, o çocuklar şöyle niyaz ederler:

Rabbımız, biz onları ayrılığımızla dünyada mahzun ettik. Bugün, her yana yaygın rahmetinle onları mesrur edelim.

Onların bu yakarmalarına acıyan Kerim ve Rahim olan Yüce Allah tazarru ve niyazlarım kabul buyurur:

Gidin, Kevser havzından şarap alın; babalarınıza ve analarınıza içirin.


Bundan sonra, Cebrail bana şöyle dedi:

Öne geç; ibrahim'e selâm ver.

Ben de, gittim; selâm verdim. Bana tazim edip selâmımı aldı. Sonra şöyle dedi:

Hoşgeldin, ey salih oğul, ey salih peygamber. Sonra şöyle devam etti:

Ey oğul, sen bu gece âlemlerin Rabbının cemalini müşahede ile müşerref olacaksın; türlü türlü lütufların mazharı olacaksın. Ümmetin ise, cümle ümmetlerin âhiri ve çok zayıfıdır. Onlara şefkat edip Rabbından dile..

Devam etti:

Ya Muhammed, ümmetine benden selâm eyle. Onlara haber ver: Dünya fanidir; zevali çabuk olacaktır; Allah katında ise., hor ve hakirdir. Yüce Hak, dünyaya sineğin kanadı kadar itibar etmemiştir. Onun süslerine aldanıp saraylarına ve güzel elbiselerine, türlü türlü yemeklerin lezzetine, hizmetçilerine ve haşmetine gönül vererek aldanıp ömürlerini boşa gidermesinler. Âhiret bakidir. Gece gündüz pak şeriatınla, hidayete ileten sünnetinle amel edip Allah-ü Taâlâ'nın rızasını tahsile çalışsınlar. Cennetin yeri boldur. Oraya çokça ağaçlar diksinler.

Sordum:

Cennete nasıl ağaç dikilir?. Şöyle anlattı:

Şu teşbih duâsıdır: Allah sübhandır, hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur. En büyük Allah'tır. Güç, kuvvet yüce ve azim olan Allah'ındır. Bu teşbihi okusunlar. Bunu her okudukça, cennette bir ağaç dikilir.


Bundan sonra, Cebrail ezan okudu; kamet getirdi. Yedinci semâ meleklerine imam olup iki rekât namaz kıldım.
 
Top Bottom