• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Mitolojide Hayvanlar, Yaratıklar ve Diğer Azmanlar

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Mitolojik Yaratıklar

Mitolojik yaratık dediğimiz zaman, mitolojide bir tanrı veya tanrıça gibi kutsal sayılmayan, fakat bir kahraman da olmayan, çoğunlukla insanların başına felaket getiren varlıkları kast ediyoruz. Yaratıklar bir takım üstün özellikleriyle sıradan ölümlülerden ve hayvanlardan ayrılırlar. Bu özelliklerin başında, muazzam bir güç veya insan üstü bir takım yetenekler gelir. Üstün güçlerle donatılmış yaratıkların öldürülmesi neredeyse imkansız olmakla beraber, neredeyse bir kural olarak bütün yaratıklar sonuçta ölümlüdür ve ancak ölümsüz güçlerin veya kahinlerin bilebildiği bir zayıf noktalarının var olması sayesinde, mitolojik hikayelerde genellikle bir tanrı ya da kahraman tarafından öldürülürler. Eski Yunanda mitolojik yaratıklar, şu 6 grup yaratıktan oluşurlar: Mitolojik canavarlar, mitolojik hayvanlar, gigantes (devler), drakon ismi verilen ejderler veya ejderhalar, efsanevi kabileler ve automata denen türlü otomatlar.
Mitolojik Canavarlar

Yunan mitolojisi canavarları, Skylla ve Kharybdis gibi deniz canavarları, yılan saçlı Medusa'nın da aralarında bulunduğu Gorgonlar, yılansı Hidra, Ölüler Ülkesinin üç başlı bekçi köpeği Kerberos ve onun iki başlı kardeşi canavar köpek Orthros, iki başlı bekçi vampirler (Lamia, Empousa, Mormo), gri cadılar (Graiai) ve hipodromdaki atları ürküten hayaletlerin (Taraxippo ve Kobalos'lar) yanı sıra, insan-hayvan ya da hayvan-hayvan karışımı yaratıklardan oluşurlar. Yunan mitolojisinde insanla karışarak bir canavara dönüşmüş hayvanlar, atlar, boğalar, keçiler, kuşlar ve yılanlardır. At-insan karışımı canavarlara, yarı insan yarı at Kentauros ve Ipotane'leri; boğa-insan karışımına minotaur'u; kuş-insan karışımına, kanatlı kuş-kadınları (Harpia ve Sirenler); keçi-insan karışımına, yarı insan yarı keçi Satyr'leri; yılan-insan karışımına ise Gorgonları örnek verebiliriz. Hayvan-hayvan karışımından oluşan canavarlarda bazen iki, bazen de üç hayvanın özelliklerinin birbirine karıştığı görülür. Bunların belli başlı olanları, akrep-boğa karışımı Ophiotauros, kuş-at karışımı Hippocampos, aslan-keçi-yılan karışımı Chimera, at-horoz karışımı Hippalectryon ve aslan-akrep-yarasa karışımı Manticore'dir. Görüldüğü gibi, eğer vampirleri, cadıları, hayaletleri bir yana bırakacak olursak, Yunan mitolojisi canavarlarının genel özelliği, birden çok canlı türünün özelliklerini barındırmaları ya da çok başlı, çok kollu vb. olmalarıdır. Eğer bir canavar birden çok türün karışmasından oluşmuyorsa başının ya da kollarının sayısı, büyük ihtimalle, olması gerekenden fazladır. Bu çoklu kafalar ya da kollar bazen rejenerasyon (kendini tekrar üretme, yenilenme) özelliğine sahiptir ki mitolojik canavarlar içinde bunun en güzel örneği, Lerna gölünde yaşayan Hidra canavarıdır. Mitolojiye göre Rodos adasının ilk sakinleri olan ve Telkhines diye tabir edilen yaratıklar da canavarlar arasında sayılabilir. Çünkü köpek kafalı ve kollarının yerinde birer fok yüzgeci bulunan bu garip yaratıklar, iyi birer demirci ustasıyken sonraları kötü emellerine ulaşmak maksadıyla büyüye başvurmuşlar, bu nedenle de tanrılar (Zeus, Apollon ve Poseidon) tarafından el birliğiyle ortadan kaldırılmışlardır. Bellerine sarılmış yılanlara ve gözlerinden damlayan kanlara karşın İntikam tanrıçaları Erynis'leri canavarlardan saymıyoruz, çünkü adı üstünde, onlar neticede birer tanrıçadırlar.
kentauros.jpgMitolojik HayvanlarEski Yunan efsanelerindeki mitolojik hayvanların da mitolojik canavarlar kadar fantastik bir takım özellikleri vardır, fakat yine de mitolojik hayvanlar birer canavar sayılmazlar, çünkü mitolojik canavarlar soyundan gelmezler. Bu olağanüstü hayvanların pek çoğu zaten ya yarı tanrısal varlıklardır ya da bir tanrının hizmetindedirler. Örneğin, kadın başlı, aslan ayaklı, kuş kanatlı Sfenks, yoldan geçenlere sorduğu bilmeceyi doğru cevaplayamayanları feci şekilde öldürdüğü halde bir canavar sayılmaz, çünkü efsanelere göre, Yunanistan'daki Thebai kentinin halkını cezalandırmak üzere, adı geçen şehre bizzat tanrıça Hera veya savaş tanrısı Ares tarafından gönderilmiştir. Evet, bir mitolojik hayvanla bir mitolojik canavar arasındaki farkı böylece tespit ettikten sonra, şimdi Yunan mitolojisindeki belli başlı mitolojik hayvanları sayabiliriz. Yunan mitolojisindeki efsanevi atlar şunlardır : Efsanevi kanatlı at Pegasus; ölümsüz, konuşabilen at Arion; kahraman Akhilleus'un ölümsüz atları Balios ve Ksanthos; Diomedes'in insan yiyen kısrakları. Aslanlar : Nemea aslanı ve Sfenks. Kuşlar: Phoenix ve tunç gagalı, insan yiyen Stymphalia kuşları. Boğa : Girit Boğası; Koç : Altın postlu, uçan, konuşan koç Chrysomallos; Domuz : Dev Kalydonia ve Erymanthia domuzları; Yengeç : Canavar Hidra'nın yengeci Karkinos; Köpek : Avını her zaman yakalayan köpek Laelaps; Geyik : Tanrıça Artemis'in kutsal hayvanı, Keryneia maralı; Tilki : Hiç yakalanamayan Teumessia tilkisi; Yılan : Kuyruğunda da bir kafası bulunan Amphisbaena.
 
Mitolojik Yaratıkların En Azmanları : Devler

Yunan mitolojisinde devler, olağanüstü iri, güçlü, çoğunlukla da korkunç mitolojik yaratıklardır. İlk devler, Uranos ile Gaia'nın, yani yeryüzü ile gökyüzünün çocukları olan Kiklop'lar ve Hekatonkheir'lerdi. Uranos'un, oğlu Kronos tarafından kesilen erkeklik organından toprağa (Gaia) damlayan kandan ikinci bir devler kuşağı türedi (Gigantes). Fakat mitolojide bu iki devler kuşağının üyelerinden başka devler ve Kikloplar da mevcuttur. İşte bütün bu olağanüstü ölçülerdeki mitolojik yaratıklar, toplu olarak "devler" (Yunan dilinde "Gigantes") diye anılırlar. "Gigantes" kelimesinin anlamı da "yeryüzünden doğan"dır, çünkü bütün devlerin yeryüzü veya "toprak ana" Gaia'dan doğduklarına inanılır. Başka bir deyişle, devlerin genellikle tanrılarla bir akrabalığı vardır. Belki de bu yüzden, tıpkı mirastan mahrum edilmiş birer hak sahibi gibi, sık sık tanrılara meydan okumuşlar ve belirli tanrıların yerine geçmek istemişlerdir.Hekatonkheir

İlk devlerin bir öbeğini oluşturan Hekatonkheirler, 100 kollu, 50 başlı dev yaratıklardır ve Hekatonkheir, "100 kollu" anlamına gelir. Gök tanrısı Uranos'un oğulları olup yeryüzü tanrıçası Gaia'dan doğma 3 Hekatonkheir'in isimleri şunlardır: "Güçlü" Briareos, "Öfkeli" Kottos, "Dev kollu" Gyges. Briareos'un Roma mitolojisindeki adı Aegaeon'dur ("deniz keçisi"). Denizlerde gemileri yutan devasa dalgalar, tsunamiler ya da zelzeleler gibi, büyük ve tehlikeli doğa güçlerini sembolize ettiği sanılan Hekatonkheirler (Hekatonkheires), Yunan mitolojisinde pek bir varlık göstermezler.
 
Kiklop
Kikloplar (Kyklop veya cyclops diye yazılır) alınlarının ortasında tek bir gözleri olan, kaba saba devlerdir. İnatçıdırlar; kaba kuvvetlerinden ötürü, demircilik, taş ustalığı vb. ağır işlerle uğraştıkları düşünülür ve çoğunlukla bu tür zanaat işleriyle meşgul bir haldeyken, mesela demirci tanrı Hephaistos'a ocağın başında yardım ederken tasvir edilirler. Volkanik kraterlerin derinliklerinden yükselen korkutucu sesler, Kiklopların çalışıyor olmasına yorulur. Kikloplar sadece demircilik zanaatinde değil, taş işçiliğinde de ustaydı. Miken, Larnaka ve Argolis'teki bazı arkeolojik sit alanlarında bugün de görülebilen dev taşlı duvarlara bakan Helenler, bu anıtsal yapıların ancak Kikloplar tarafından örülmüş olabileceğini düşünmüşlerdir. "Şimşek" Steropes, "esip gürleyen" Brontes ve "parlak" Arges - Uranos'tan olma ilk üç Kiklop bunlardır. Korkunç derecede çirkin ve tedirginlik verici ölçüde güçlü ve tehlikeli oldukları için, Kikloplar da Hekatonkheirlerle birlikte Uranos tarafından Tartaros'a hapsedilmişlerdi. Titanlar Savaşı sonrasında Zeus tarafından özgürlüklerine kavuşturulan bu yaratıklar arasında Kikloplar, savaşta aktif bir rol oynamışlardır. Steropes şimşeği ham haliyle üretmiş, Brontes buna şimşeğin gürültüsünü, Arges ise parlaklığını katmıştır. Kikloplar, ürettikleri bu savaş silahını Zeus'a vermişlerdir. Zeus'un savaştan galip çıkmasında bu silahın büyük etkisi olmuş ve şimşek, o günden sonra Zeus'un temel silahı, hatta sembolü haline gelmiştir.Zanaatkar Kiklopların, deniz tanrısı Poseidon'un üç dişli yabası, yeraltı tanrısı Hades'in görünmezlik miğferi gibi, mitoloji açısından son derece önemli, olağanüstü özelliklere sahip bazı özel silah veya gereçleri de tanrılar için üretmiş olduklarına inanılır. Efsanelere göre Kikloplar, tanrıça Artemis'in ok ve yayını ay ışığından, tanrı Apollon'unkileri ise güneş ışınlarından yontmuşlardır. Bu meşhur ilk veya "yaşlı" Kikloplardan başka, bir de "genç" Kikloplar denen, ikinci bir Kiklop kuşağı vardır. Mitolojiye göre genç Kikloplar, Yunanlıların geç Antik dönemde Sicilya ile bir tuttukları Hypereia adasında yaşayan, yamyam özellikleri gösteren bir Kiklop kabilesiydi. Fakat bu kabilenin üyeleri, yaşlı Kikloplarınkinden tamamen farklı bir soya mensuptu, çünkü bu Kiklopların soyları, Gigantes diye tabir edilen mitolojik yaratıklara, yani Uranos'un erkeklik organından toprağa damlayan kana dayanıyordu. Hypereia Kikloplarının en ünlüsü, hiç kuşkusuz, Odysseia'nın en iyi bilinen bölümlerinden birinin kahramanı olan Polyphemos'tur. Latince versiyonda Polyphemus diye de bilinen bu Kiklop, deniz tanrısı Poseidon'un oğlu olan yegane Kiklop'tur. Homeros'un Odysseia'sında, Odysseus'u ve onun tayfasının bir kısmını mağarasına kapatan Polyphemos, mağaradaki tayfayı her gün iki iki tüketmeye (beyinlerini çıkarıp yemeye) başlar. Nihayet Odysseus, Polyphemos'un gözünü kör ettikten sonra yaptığı kurnaz bir plan sayesinde kendisiyle birlikte altı adamını bu acımasız devin mağarasından kurtarmayı başarır. Fakat Odysseus bu kaçışı elbette ancak deniz tanrısı Poseidon'un gazabını üzerine çekme pahasına gerçekleştirebilmiştir.

Gigantes


Yunan mitolojisinde, hadım edilmiş Uranos'un kanından türeyen veya Gaia-Tartaros birleşmesinden meydana gelen yüz kadar dev (Gigantes) vardır. Bu devlerin, eski Yunanlılar için büyük tehdit oluşturan çeşitli Trakya kavimlerini sembolize ettiği düşünülebilir. Çünkü mitolojide, Helenlere "ilkel" görünen bu kuzeyli kavimlerin, yok edilmiş devlerin kanından veya küllerinden türedikleri, volkanik faaliyete sebep oldukları söylenir; ayrıca devler de çoğunlukla panter postuna sarınmış vaziyette, ellerinde kaya parçaları ve yanan meşaleler tutan "barbarlar" olarak tasvir edilirler. Heykel ve mozaik sanatındaki betimlemelerde devlerin bacakları, ayaklarına doğru, yılan biçiminde son bulur. Bazı tasvirlerde ise devleri, zırhlı, mızraklı, klasik savaşçı piyadeleri kılığında görürüz. İster barbar isterse medeni kılıkta tasvir edilmiş olsunlar, her durumda devler bir "savaş"ın içinde, öldürülmesi gereken düşmanlar olarak gösterilirler.

Devlerle Savaş (Gigantomakhia)

Titanlar Savaşındaki yenilginin öcünü almak isteyen anaları Gaia'nın kışkırtmasıyla Olympos tanrılarına savaş açmışlar, fakat karşı safta bütün Olympos tanrılarının yanı sıra kahraman Herakles'in de bulunuşu nedeniyle, bu savaşı kaybetmişlerdir. Devler Savaşı (Gigantomachy/Gigantomakhia) adı verilen bu mitolojik olaya karışmış devlerin en ünlüleri, Alkyoneus, Polybotes, Enkelados ve Hesiodos'a göre devlerin kralı olan Porphyrion'dur. Enkelados, tanrıça Athena tarafından Sicilya adasının altına gömülürken Polybotes, İstanköy açıklarında Poseidon'un kendisine fırlattığı dev kara parçasının altında kalır, Nisyros adası da böylece meydana gelmiş olur. Devlerin kralı Porphyrion ise Devlerle Savaş sırasında tanrıların üzerine Delos adasını fırlatmış, tanrıça Hera'ya tecavüz etmeye kalkıştığı sırada Zeus'un yıldırımları ve Herakles'in oklarıyla zar zor öldürülebilmiştir. Savaşta isyancı devlerin başında Trakyalı devlerin en yaşlısı olup kendi ülkesi Pallene sınırları dahilinde ölümsüz olan Alkyoneus vardır. Mitolojide Pallene diye geçen ülke (bugünkü Kassandra), Yunanistan'ın Kuzey Ege denizine üç parmak biçiminde uzanan Halkidiki yarımadasını oluşturan parmaklardan (yarımadalardan) biridir. Hades'i alt etmek üzere doğmuş olan Alkyoneus (devler, belirli bir tanrıyı alt etmek üzere doğarlar), 24 adamını katlettiği Herakles tarafından öldürülmüştür. Uyuyan deve gizlice yaklaşan Herakles, önce Alkyoneus'u sopa darbeleri ve ok yağmuruyla etkisiz hale getirmiş, sonra da yaralı devi Pallene sınırlarının dışına kadar sürükleyerek onun ölmesini sağlamıştır. Efsaneye göre, Alkyoneus'un yasını tutan yedi kızı, birer balıkçıla dönüştürülmüştür. Homeros'un kendisinden "devlerin kralı" olarak bahsettiği Eurymedon, Porphyrion veya Alkyoneus'tan biri olabilir. Bundan emin değiliz; kesin olan bir şey varsa o da Alkyoneus ve Porphyrion'un kardeş olduklarıdır. Devler Savaşı sırasında öldürülen diğer devler şunlardır: 3 kader tanrıçası (Moirai) tarafından tunç gürzle kıyasıya dövülerek öldürülen Agrios ile Thoon; tanrıça Artemis tarafından öldürülen Aigaion; devlerin en hızlısı olan Damysos (Damysos'un hızlı olmasını sağlayan topuk kemiği, devin ölümünden sonra, Kheiron adlı bir kentauros tarafından çıkartılıp Akhilleus'a nakledilmiştir); Dionysos'un kozalak süslü değneğiyle öldürdüğü Eurytos; Hermes tarafından kılıçla öldürülen Hippolytos; Hekate'nin meşaleleriyle yakılarak öldürülen Klytios; Hephaistos'un demir eriyiği ile yaylım ateşine tutarak öldürdüğü Mimas; Herakles'in öldürüp derisinden koruyucu bir pelerin yaptığı aslansı dev Leon; tanrıça Athena'nın öldürüp yüzdüğü keçimsi derisinden kendine ünlü savaş kalkanını (aegis) yaptığı Pallas; tanrıça Hera tarafından öldürülen Phoitios; Dionysos tarafından öldürülen Typhoeus. Devler savaşına katılıp da sağ kurtulabilen iki dev vardır. Bunlardan biri, anası Gaia tarafından bir bok böceğine çevrilmesi sayesinde tanrılardan gizlenebilmiş olan Aristaios, diğeri ise yine Gaia tarafından Kilikya'da (Çukurova bölgesi) bir incir ağacına çevrilmek suretiyle saklanan Sykeus'tur. Mitolojide "Aloadai" denen ikiz devlerin, yani Otos ile Ephialtes'in Olympos'a saldırdıkları kesinse de bu saldırının Devler Savaşının bir parçası olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Otos Artemis'i, Ephialtes de Hera'yı kendine eş olarak istiyor, Olympos'un üzerine bu yüzden yürüyorlar, üstelik bu iş muhtemelen Devler Savaşı sırasında, demektir ki belki de genç ikizler bu savaştan cesaret aldıkları için oluyor; ama bütün bunlar bu girişimi Devlerle Savaşın bir parçası saymamızı gerektirir mi? Devler Savaşı bir taht kavgası, bir intikam meselesi; Otos-Ephialtes kardeşlerin meselesi ise kişisel bir şey. Her neyse, yüzlerinde henüz tüy bitmemiş bu genç devler, cüretlerinin bedelini çok ağır ödüyorlar. Efsanenin Homeros versiyonunda Apollon tarafından öldürülüyorlar, başka bir versiyonda ise ellerinde rehin tuttukları Ares'e karşılık kendini güya onlara sunmaya gelen Artemis'in oyununa gelip birbirlerini vuruyorlar. Neresinden bakarsanız bakın, acemiliğe, toyluğa dair, önüne geçilemeyen gençlik maceralarının başa açtığı belalarla ilgili bir hikaye bu. Zaten Ephialtes de kelime anlamı olarak "bir şeylerin üstüne atlayan, üzerine zıplayan" demek. Tuhaf ki Yunancada aynı zamanda "kabus" demekmiş Ephialtes; doğrusu enteresan olduğu kadar güzel de bir düşünce.
Typhon-Typhoeus-Tifon


Yunan mitolojisindeki en korkunç canavar olduğu söylenen Typhon, neredeyse bütün canavarlarının atası sayılır. Gaia ile Tartaros'un çocukları olan bu benzersiz devin büyüklüğü, bizim masallarımızda "bir dudağı yerde, bir dudağı gökte" diye anlattığımız boyuttadır. Yarı insan yarı yılan Echidna canavarının kocası olan Typhon, belden aşağısı yılan şeklinde, dev bir yaratıktır. Tısladığı zaman ağzından gökyüzüne kızgın kaya parçaları savrulur ve bu esnada yaratığın etrafında kavurucu bir fırtına başgösterir. Mağarası Anadolu'da, bugünkü Mersin-Kızkalesi dolaylarında bulunan Typhon, Zeus'un üzerine yürümüş ve onu ayak bileklerini keserek hareketsiz bırakacak kadar ileri gitmiştir. Fakat Hermes'in yardımıyla eski gücüne kavuşan Zeus, Typhon'u şimşekleriyle Balkanlara, oradan da Sicilya'ya kadar kovalamış, nihayet Etna yanardağını onun üzerine yıkmak suretiyle, tanrıların dahi korktuğu bu dev yaratıktan ilelebet kurtulmuştur.
Geryon


Geryon, akşam perilerinin (Hesperides) ülkesindeki bir adada (Erytheia) yaşayıp efsanevi bir kırmızı inek sürüsüne sahiplik eden, üç gövdeli, üç başlı, üstelik kanatları da olan bir devdir. Herakles (Herkül), onuncu görevi sırasında bu adaya gelip Geryon'u da onun iki başlı bekçi köpeği Orthros'u da (Orthros, Kerberos'un kardeşidir) öldürür, kırmızı inek sürüsüyle birlikte adadan ayrılır. Herakles, Geryon'u, Lerna gölünün uğursuz canavarı Hidra'nın zehirli kanına bulanmış bir okla tam alnının ortasından vurarak öldürür.
 
Argos Panoptes - Argus Panoptes

Meşhur Antik Yunan mitolojisi derlemesi Bibliotheka'nın yazarı Apollodorus'a göre Echidna'yı öldürmüş olan dev Argos'un o kadar çok gözü vardı ki uyurken bile en az bir gözü açık olurdu. 100 gözlü olduğu söylenen Argos'a "panoptes" (her şeyi gören) sıfatının layık görülmüş olması bu yüzdendir. Argos Panoptes, yüz gözlü birinin yapabileceği herhalde en iyi işi yaparak Zeus'un karısı, kıskanç tanrıça Hera adına, o sırada Zeus tarafından bir ineğe çevrilmek suretiyle kamufle edilmiş bulunan su perisi Io'yu kollamıştır. Ama bu sırada Io'yu kurtarmak isteyen Zeus'un gönderdiği Hermes tarafından öldürülmüştür. Efsaneye göre Hermes, önce Argos'u fısıldadığı tılsımlı kelimelerle uyutur, yani yüz gözünü de bir bir kapatır, ondan sonra da onu taşla ezip öldürür. Başka bir versiyonda ise Argos'u müzikle uyutmayı deneyip bunu başaramayan Hermes, devi kılıcıyla öldürür. Argos nasıl ölmüş olursa olsun, bu olay, yeni tanrı jenerasyonunda dökülmüş olan ilk kandır ve bundan böyle Hermes, "Argeiphontes" (Argos'u öldüren) sıfatını da sahip olduğu diğer onurlandırıcı sıfatlar arasına katacaktır.Tityos

Tityos'un hikayesi biraz devler kralı Porphyrion'un hikayesini andırır. Fakat Tityos, Porphyrion gibi Hera'ya değil de, Leto'ya tecavüze yeltenir. Bunun sonucunda da Leto'nun çocukları Apollon ve Artemis tarafından öldürülür. Yine de Hera'nın bu işte bir parmağı yok değildir; Tityos'u böyle bir işe kalkışmaya kışkırtan tanrıça Hera'dan başkası değildir. Tityos, aslında Zeus'un prenses Elara'dan doğma oğludur. Zeus, hamileliği sırasında Elara'yı Hera'nın gazabından korumak için yer altında sakladığı sırada, dev boyutlara ulaşan ceninin Elara'nın karnından dışarıya taşıp toprağa karışması nedeniyle sonuç olarak tanrıça Gaia (yeryüzü, toprak) tarafından doğrulmuş olur. Bütün devler Gaia'nın çocukları sayıldığı için, Tityos'un dev olarak doğmasında, gebelik ve doğum sürecinde Gaia'nın da işin içine karışmış olmasının büyük payı olduğunu sanırım. Tityos'un diğer devlerden başlıca farkı şudur ki çilesi ölünce bitmemiş, onun için asıl işkence Tartaros'ta başlamıştır. Efsaneye göre orada her gün iki akbaba gelip Tityos'un gün aşırı yenilenen karaciğerini söke söke kopartır ve yerler. Tityos, bir yerde Prometheus ile aynı işkenceye maruz kalmış demek ki.
Antaios-Antaeus


Gaia ile Poseidon'un oğulları olan, yarı-dev Antaios, insana daha çok Grek-Berberi karışımı bir efsanenin kahramanı gibi görünüyor. Kaynaklara göre Libya'nın iç kesimlerinde yaşayan kral Antaios (Latinleştirilmiş hali Antaeus), gelip geçenlere güreşte meydan okuyor, güreşe tutuşup da tuş ettiği herkesi de acımadan öldürüyordu. Antaios hiç yenilmez ve öyle çok kişiyi altına alıp öldürür ki bunların kafataslarını Poseidon tapınağına çatı diye yığar. Antaios'un büyük sırrı, güreş esnasında toprakla, yani annesiyle olan temasını koruduğu sürece, Gaia'dan tükenmek bilmez bir enerji akışıyla beslenmesidir. Antaios'un ayakları bir kez yerden kesilecek olsa, bu hiç yenilmeyen dev, ancak herhangi bir insan kadar güçlü olacaktır. 11. görevini yerine getirmek üzere, Hesperidlerin efsanevi bahçesine doğru yola koyulan Herakles, yolu üzerinde Antaios ile karşılaşınca bu devle güreşmek zorunda kalır. Güreş sırasında çaresizce Antaios'u yenmeye gayret eden Herakles, bir yandan da onun neden hiç yorulmadığını çözmeye çalışır. Nihayet, doğru akıl yürütmeyle (bazı versiyonlarda tanrıça Athena'dan tüyo alarak) devin sırrına vakıf olur; onu havada tuttuğu bir sırada bir ayı kuvvetiyle sıkıp kaburga kemiklerini kırmak suretiyle öldürür. Yunan mitolojisine göre Antaios, Tinge, Tinga, Tingis, Tinjis vb. adlarla anılan, bir Berberi ilahesi ile evliydi. Tarihçi ve arkeolog Mustapha Ouachi, tanrıça Tinge ile Tanca şehri (Fransızca Tangiers; Fas'ın kuzey kesiminde bir şehir) arasında coğrafi bir bağın varlığına işaret etmiştir.

Khrysaor-Chrysaor


Khrysaor'un hikayesi, deniz tanrısı Poseidon ile Gorgon Medusa'nın Athena'nın tapınağında birlikte olmalarıyla başlar. Tanrıça Athena, kendisine yapılan bu saygısızlığı bağışlamaz ve mitolojide Gorgonlar adıyla anılan üç kızkardeşin en güzeli olan Medusa'nın güzelim saçlarını kıvır kıvır yılanlara dönüştürür. Gelgelelim Medusa Poseidon'dan hamile kalmıştır. Ünlü kahraman Perseus, bir canavara dönüşmüş olan Medusa'nın kafasını uçurduğunda (Medusa, ölümlü olan yegane Gorgondur) Medusa'nın başsız gövdesinden efsanevi kanatlı at Pegasos ile Khrysaor doğar. Khrysaor, genellikle genç bir dev olarak tasvir edilir, ama kardeşi Pegasos'un kanatlı at oluşu gibi, bazen Khrysaor'un da bir kanatlı yabandomuzu şeklinde resmedilmiş olduğu görülür. Khrysaor, dümdüz bir tepsi gibi olduğu düşünülen dünyayı çepeçevre saran, uçsuz bucaksız Okeanos Nehri'nin tanrısı olan Okeanos'un kızı, su perisi Kallirrhoe ile birleşmiş, bu birleşmeden yukarıda sözünü ettiğimiz dev Geryon doğmuştur. Hesiodos'un Echidna'nın da Khrysaor ile Callirrhoe'nin çocukları olduğunu ima ettiği sanılır, ama mitoloji uzmanları Echidna'nın ebeveynliği konusunda Gaia-Tartaros veya Keto-Phorkys çiftlerine öncelik tanır.
 
Gegenees
Marmara denizinin mitolojideki adı Propontis idi. Gönen Çayı ise Aisepos olarak biliniyordu. İşte mitolojik Gürcü krallığı Kolkhis'te bulunan efsanevi "Altın Post"u ele geçirmek üzere Argo adlı gemiyle, Iason önderliğinde denize açılmış Argonotların başından geçen sayısız maceradan biri de, geminin Gönen Çayı'nın Marmara'ya döküldüğü yerle, o vakitler "Ayı Dağı" olarak bilinen, üzerinde dimdik bir tepenin yükseldiği bir ada arasındaki sığ boğazdan geçişi sırasında yaşanır. Bahsettiğimiz adada Gegenees (Gegene'ler)adıyla bilinen 6 kollu devler yaşamaktadır. Misya'daki bu bereketli topraklar Doliones halkına ve onların Khytos şehrinde ikamet eden soylu kralları Kyzikos'a ait olmakla birlikte, Gegenees söz geçirilemeyen, vahşi bir devler kabilesidir. Argonotların bir kısmı, önlerindeki denizin nerelere uzandığını görebilmek amacıyla Dindymon denen dağın (Gediz'deki Murat Dağı) tepesine çıkmışlardır. Geri kalanlar ise gemiyi Khytos limanına sokmakla meşguldürler. İşte tam o sırada hiç beklenmedik bir Gigenees saldırısı baş gösterir. Altı kollu devler, tepelerden dangır dungur inerek geniş limanın girişini denize yuvarladıkları koca kaya parçalarıyla iki taraftan kapatmaya başlarlar; amaçları tabii ki Argonotları koyda bir fare gibi kapana kıstırmaktır. Şansa bakın ki Herakles o sırada Dindymon'un tepesinde değil, genç gemicilerle birlikte Khytos'tadır. Yayını çektiği gibi birkaç devi aşağıya indirir. Ama altı kollular, kırıp sivrilttikleri koca koca kayaları bu kez onun üstüne atmaya başlarlar. Vaziyet iyi değildir, Gegenees azmanları fena bastırmıştır, derken o sırada Dindymon'un zirvesine varamadan dönüş yoluna geçmiş tecrübeli Argonotlar şehre varıp Herkül'ün imdadına yetişirler. Yaratıkların tümü havada vızıldayan ok ve mızraklarla haklanır. Mücadele sona erip silahlar sustuğunda ölü devlerin limanın ağzında oluşturduğu manzara, destanın şairine sahile yığılmış keresteleri çağrıştırır. Gegenees kabilesinin vahşi fertleri, şimdi dev gövdelerinin yarısı suda, diğer yarısı kumsalda, kuşlara ve balıklara yem olmayı beklemektedirler. Bu arada söylemeden geçmeyelim ki şair Apollonius Rhodius'un Argonotların eşsiz maceralarla dolu seyahatini anlattığı Argonautica epik şiiri (M.Ö. 3.yy), Helenistik dönemden günümüze ulaşabilmiş tek yazılı eserdir. Çok kıymetli. Bir düşünsenize, devir, İskenderiye Kütüphanesi devri!

Lestrygonyanlar

Lestrygonyanlar bahsiyle beraber, başka bir efsanevi devler kabilesine daha gelmiş olduk; hem de yamyam olanına! Homeros Odysseia'sında anlatılan Lestrygonyanlar, Ithaca'ya dönüş yolculuğunda Odysseus'a ve gemilerine en büyük kaybı verdirenlerdir. Tayfanın önemli bir bölümünü mideye indirmekle kalmaz, 12 geminin 11'ini de fırlattıkları kayalarla parçalarlar. Korunaklı bir koya sığınan Odysseus'un gemisi bu vartayı sağ salim atlatır. Homeros şöyle yazar: "Odysseus'un adamları 12 gemiyle Lamos'un kayalık kalesine, Lestrygonyanlar şehri Telepylos'a vardı". Lamos'un adı destanın başka hiçbir yerinde geçmez; şehrin kurucusu mudur, yoksa adanın veya ülkenin adı mı, bunu bu yüzden hiç bilemeyiz. Bu hikaye biraz Hansel ve Gretel'i hatırlatır. Odysseus'un keşif için adaya gönderdiği üç adam, adada Lestrygonyanların kralı Antiphates'in kızı olduğunu ve o anda Artakaia adlı bir pınardan su temin etmeye gittiğini söyleyen bir kızla karşılaşırlar. Kız, adamları kendi evine yönlendirir. Evde onları dev bir kadın beklemektedir. Kadın, adamları görünce hemen kocasını çağırır. Gelen adam da bir devdir ve bu dev, adamların bir tanesini kaşla göz arasında öldürüp adamcağızın kanını içmeye koyulur. Bunu gören iki gemici hemen tabanları yağlar, ama artık çok geçtir, çünkü Antiphates'in vahşi çağrısına uyan binlerce Lestrygonyan peşlerine takılmıştır. Yukarıda da söylediğimiz gibi, yamyam devler, Odysseus'un gemisi hariç, limanda adeta kapana kısılmış durumdaki bütün gemileri kayalarla bir bir batırır, tüm mürettebatı da zıpkınla balık avlar gibi mızraktan geçirirler. Odysseus, büyük kayıp vermekle birlikte, tek gemilik tayfasıyla Lestrygonyanların adasından kaçıp kurtulmayı başarır. Odysseus'un bir sonraki durağı, Kirke'nin adası Aiaia olacaktır.
 
Drakon ve Drakainalar (Ejderler)

Yunan mitolojisindeki ejderhalar, drakonlar, drakainalar ve ketea adı verilen deniz canavarları olmak üzere üç gruba ayrılır.

Drakon


Drakon denilen ejderhalar, esasen ejderler, yani dev yılanlardır, ama bunların keskin dişleri ve ölümcül zehirleri olduğu gibi, birden fazla kafası da olabilir. Yunan mitolojisindeki ejderhalar, bildiğimiz, ateş püsküren türden ejderhalar değildir. Bunun tek istisnası Chimera'dır ki aslan, keçi, yılan karışımı bir yaratık olan bu mitolojik canavar, ateş püskürttüğü halde bir ejder sayılmaz. Drakon, genellikle kutsal bir pınarı, bir bahçeyi veya bir hazineyi korur. "Drakon", Yunanca "açık biçimde görmek" veya "keskin bakışlarla bakmak" anlamlarındaki "drakein" ve "derkomai" köklerinden türemiş olan bir kelimedir. Yunan mitolojisindeki drakonların eksiksiz listesi şu yaratıklardan oluşur: Akşam perilerinin (Hesperides) altın elmalarla dolu bahçesini koruyan ve Herkül tarafından öldürülen, yüz başlı Ladon ejderi, Gaia tarafından Delphi tapınağını korumakla görevlendirilen ve tanrı Apollon tarafından öldürülen Python ejderi, Lerna Gölünün dibindeki Ölüler Ülkesi girişini koruyan, her biri kesildiğinde yeniden çıkma özelliğine sahip 9 adet kafası bulunan, Herkül tarafından öldürülen Hidra, savaş tanrısı Ares'in Kolkhis'teki bahçesinde, efsanevi "Altın Post"u koruyan, hiçbir zaman uyumayan Kolkhis ejderi (Iason, altın postu ancak Medea'nın Kolkhis ejderini büyülemesi sayesinde çalabilir), Ares'in Thebai şehri yakınlarındaki kutsal bir pınarını koruduğu sırada kahraman Kadmos tarafından taşla öldürüldükten sonra toprağa ekilen dişlerinden tam donanımlı savaşçıların türediği Ismenos ejderi, Salamis adasında terör estirdiği sırada Kykhreus adlı kahraman tarafından def edilip Eleusis'e kaçan ve orada tanrıça Demeter'in hizmetine giren Kykhreides, tanrıça Demeter'in savaş arabasını çeken ve tarım yapma bilgisini tüm dünyaya yaymak üzere seyahat edebilmesi için Triptolemos adlı kahramana verilen, kanatlı, iki adet Demeter drakonu, Lidya'yı (Uşak-Manisa-izmir) kırıp geçiren, biri Herkül, diğeri dev Damasen tarafından öldürülen Maionios drakonları, cadı Medea'nın arabasını çeken, ortadan kaldırılmış Titanaların kanından türemiş, uçabilen, iki Medea drakonu, Zeus'un Nemea'daki kutsal bahçesini koruyan, bölge kralının oğlunu yediği için savaşçılar tarafından yok edilen Nemea drakonu, devlerle savaş sırasında tanrıça Athena'nın üzerine salınan, fakat tanrıça tarafından gökyüzüne fırlatılarak orada Ejderha takımyıldızına (draco) dönüşmüş olan Gigantomakhios drakonu, tanrıça Artemis'in Mysia'daki (Balıkesir) kutsal bahçesini koruyan, Halia adlı kızla çiftleşerek Ophiogenes denen kavmin atası olmuş Ophiogeneikos drakonu, Aeolia'daki Pitane kentinde (İzmir'in kuzeyi, Çandarlı) bulunan, tanrılar tarafından taşa çevrilmişPitane drakonu, Rodos'ta terör estirirken Phorbas adlı kahraman tarafından ortadan kaldırılmış olan Rodos ejderleri, Truvalıları "tahta at" oyununa karşı uyarmaya çalışan Truvalı Poseidon rahibi Laocoon ve oğullarının başına felaket getirsin diye deniz tanrısı Poseidon tarafından Truva'ya yollanan, vazifelerini yerine getirdikten sonra kayıplara karışan Truva ejderleri, Thespiae şehrine lanet yağdırırken korkunç ejderi yok etme pahasına kendini feda eden kahraman Menestratos'un öldürdüğü Thespaie drakonu, Sahara Çölünün güneyinde filleri dahi yuttukları söylenen dev Etiyopya ejderleri, Orta Anadoludaki Frigya'da, gökteki kuşları olduğu kadar, yerdeki çobanları da sihirli soluklarıyla etkileri altına alıp yok eden, inanılmaz uzunluktakiFrigya ejderleri, Hindistan'ın dağlık kesimlerinde yaşayıp filleri yutan, Hintli ejder avcıları tarafından ancak büyü yoluyla ortadan kaldırılabilen Hint ejderleri. Yunan mitolojisindeki ejderlerin en iyi bilinenleri, en başta saydığımız ilk altısıdır.Drakaina

Drakaina, kelime olarak drakonun dişisidir; ama drakonlardan farklı olarak, mitolojideki hemen bütün drakainaların başı, güzel bir kadın başı biçimindedir. Draikainaların başında, mitolojiye göre neredeyse bütün canavarların anaları olan Keto ve Echidna gelir. Keto aslında bir deniz tanrıçasıdır, fakat belden aşağısı ejder şeklinde olup daha ziyade köpekbalıkları, balinalar ve deniz canavarları (ketea) vb. tehlikeli deniz canlılarıyla ilişkili bir tanrıçadır. Denizin kişileşmişi olan Pontos ile yeryüzünün temsili olan Gaia'nın çocuğu olarak Keto'nun denizin tehlikelerini simgelediği düşünülebilir. Keto'nun, deniz tanrsı Phorkys'le birleşmesinden Ladon ejderi, Skylla, gri cadılar (Graiai), Gorgonlar gibi birçok canavar türer. Hesiodos'a göre Echidna da Keto'nun kızıdır. Keto ile "deniz canavarı" demek olan ketos (ve bunun çoğulu "ketai") arasında doğrudan bir bağ kurulmamalıdır. Ayrıca Keto'yu, Poseidon tarafından Etiyopya'nın üzerine salınmış deniz canavarı Ketos ile de karıştırmamak gerekir. Özetle, Keto, çeşitli canavarların anası olan bir deniz tanrıçası ve bir drakainadır, ama deniz canavarlarının anası değildir. Echidna, devler bahsinde gördüğümüz korkunç Typhon'un karısı olan drakainadır. Mitolojik canavarlar veya hayvanlar içinde Chimera, Hidra, Sfenks, Nemea aslanı, Kerberos ve Orthros, Echidna'nın çocuklarıdır. Echidna, çeşitli kaynaklarda Gaia-Tartaros, Keto-Phorkys, hatta Khrysaor-Kallirrhoe çiftlerinden birinden türemiş sayılır. Echidna, kocası Typhon'la birlikte, adı Arima diye geçen bir yerdeki ininde yaşıyordu ki Arima, büyük ihtimalle, Mersin Kızkalesi civarında bulunuyordu. Hesiodos, Echidna'yı yaşlanmaz ve ölümsüz sayar, Apollodorus ise onun dev Argos Panoptes tarafından öldürülmüş olduğunu yazar. Bu nedenle kimileri, Argos Echidnası diye, ikinci bir Echidna'dan bahsederler. Bu ikinci Echidna'nın anası, yeni ölmüşlerin ruhlarının Ölüler Ülkesine yolculukları sırasında geçmek zorunda oldukları, Ölüler Ülkesinin sınırı sayılan Sytx Nehrinin tanrıçası Styx, babası ise Peiras diye, kim olduğu pek bilinmeyen, ama kral Argos'un oğlu olduğu sanılan bir ölümlüdür.Yunan mitolojisindeki diğer drakainalar Kampe, Delphyne, Skylla, Lamia (Sybaris), Poine ve Skythia drakainasıdır. Kampe, Tartaros'a tıkılmış hekatonkheir ve kikloplara gardiyanlık eden, korkunç bir drakainadır. Belden yukarsı yılan saçlı bir kadın görünümündedir, belden aşağısı ise ejder biçiminde olup ayaklarının yerinde sayısız yılan taşır; kalçasından aslan, yabandomuzu gibi en yırtıcı elli hayvanın başı fırlamıştır; omuzlarının üstünde kara kanatları vardır; akrebinkine benzer kuyruğunu başının üstünde taşır. Zeus, Titanlar Savaşı öncesinde Tartaros'taki yaratıkları serbest bıraktığı sırada Kampe'yi de öldürmüştür. İsmi mitolojide Python ile dönüşümlü olarak kullanılabilen Delphyne, bazen de Echidna ile özdeşleştirilmiş görünüyor. Mesela efsaneye göre Typhon, Zeus'un ayak ve el bileklerindeki kirişleri kestiğinde bunları saklaması için Delphyne'e verir, fakat Apollon onu öldürüp bu emaneti ondan geri alır. Apollon'un "Delphinios" sıfatı Delphyne'yi öldürmüş olmasına bağlanabileceği gibi, Giritli sömürgecilere Delphi şehrini bir yunusa binmiş vaziyetteyken tarif edişiyle de ilgili olabilir. Drakaina Skylla'nın (Latinceyi esas alan kaynaklarda Scylla diye yazılır) adı hemen her zaman Kharybdis adlı deniz canavarıyla birlikte anılır. Çünkü Skylla ve Kharybdis, aynı dar boğazın (büyük olasılıkla Messina Boğazının) iki yakasını karşılıklı tutmuş canavarlardır. Kharybdis denizin dibinden yukarıya doğru oluşturduğu devasa girdaplarla gemileri ve tayfaları yutarken Skylla, bulunduğu yerdeki kayalıklara fazla yaklaşan gemilerden her ısırışında 6 can alır. Çünkü Homeros'un tarifine göre, Skylla'nın her birinde üç sıra keskin diş bulunan 6 korkunç kafası vardır. Bu kafalar gövdeye upuzun birer boyunla bağlanırlar. Skylla'nın denizin içinde yüzer, salınır durumda 12 ayağı vardır. Çıkardığı sesler köpek havlamasını andırır ki bunun Yunanca "skylax" (köpek ve köpekbalığı) kelimesinden kaynaklanan bir çağrışım olduğu da düşünülebilir. Geç klasik dönemde Skylla'nın vaktiyle deniz tanrısı Glaukos'un aşık olduğu bir peri iken kıskanç büyücü Kirke tarafından bir canavara dönüştürüldüğüne dair bir takım hikayeler türediyse de Skylla, orijinal Yunan mitolojisinde doğuştan canavardır. Lamia veya diğer adıyla Sybaris, Yunanistan'daki Delphi yöresinde dehşet salmış bir drakainadır. Lamia, her gün Kriphis dağındaki mağarasından çıkıp insanları, sürüleri kapar ve yer. Nihayet, Eurybaros adlı genç bir yiğit, yöre halkını canından bezdiren bu canavarı ininden çıkarıp dağın yamacından aşağıya fırlatmayı başarır. Lamia'nın kayalıklarda kafasını çarptığı yerde yerel halkın Sybaris diye adlandırdığı bir pınar meydana gelir. Ayrıca İtalya'da da bu korkunç yaratığın adına, Sybaris diye bir kent kurulur. Efsanenin Latin versiyonunda ise Lamia, güzelliği dillere destan bir Libya kraliçesi iken Zeus'la yaşadığı aşk dolayısıyla kıskanç tanrıça Hera tarafından feci bir cezaya çarptırılır. Hera, Lamia'nın çocuklarını öldürdüğü gibi, kraliçeyi de başkalarının çocuklarını takip edip yiyen bir canavara dönüştürür. Sonraki dönemlerde hikayeye şu ekleme de yapılır: Gözleri önünde öldürülen çocukları gözlerinin önünden hiç gitmesin, o da bu büyük acıyla daha da çılgına dönüp diğer insanların çocuklarına saldırsın diye, Lamia'ya gözlerini bir daha hiç kapatamama cezası layık görülmüştür. Efsanenin bu ikinci versiyonu zaman içinde o kadar çok işlenir ve popülerleşir ki "lamia"lar, vampirler gibi kanla beslenen yaratıklar halinde halk hikayelerine yerleşir. Poine (veya Poena, Poene), efsaneye göre Apollon'a hizmet eden bir drakainaydı. Argoslular, henüz çocuk yaştaki oğlu Linos'u acımasızca katlettikleri zaman Apollon öfkelenir, yeraltından Poine adlı drakainayı çağırır ve onu Argos şehrinin üstüne salar. Poine orada çocukları analarından kaçırıp öldürmeye başlar, fakat bir süre sonra Koroibos adlı kahraman tarafından öldürülür. Roma mitolojisine Poena adıyla geçen Poine, Roma inanışında intikam tanrıçası Nemesis'in yardımcılarından biri sayılmıştır. İngilizce "pain" (acı, eziyet, dert, sıkıntı) kelimesinin kökeni olan Latince "poena", eziyet, ceza, cezalandırma anlamlarına gelir. Skythia drakainasına gelince, bu ismi okuduğunuzda aklınıza İskitlerin geniş diyarı gelmesin; eski Yunanlılar Karadenizin kuzeyinde veya Batı Avrupa'nın kuzey doğusunda kalan her yeri Skythia diye adlandırmışlar, bugünkü Dobruca civarında kalan, Bulgaristan-Ukrayna arasındaki bölgeye ise özel olarak "Mikra Skythia" (Küçük Skythia) demişlerdir. İşte burada Skythia drakainası derken Skythia ile kast edilen yer de bu Küçük Skythia (Dobruca). Efsaneye göre Skythia'nın ilk kraliçesi bir drakaina idi. Ejderha-kraliçe, Skythia'ya gelen Herakles'in dev Geryon'dan çalıp o sırada yanında bulundurduğu sığır sürüsünü ele geçirmeyi başardı ve sürüye karşılık, Herakles'in kendisine döl vermesini şart koştu. Herakles bu şartı kabul etti, böylece drakainanın Herakles'ten Agathyrsus, Gelonus, Scythes adlı üç oğlu oldu. Herakles'in giderken orada bıraktığı yayı çekebilen sadece Scythes olduğu için Skythia kralı da o oldu ve beline babasının kemerini kuşandı.
 
Deniz Canavarları

Yunanca "ketos" sözcüğü, eskiden "balina, deniz canavarı" anlamında kullanılıyor, deniz canavarlarına ise topluca "ketea" deniyordu. Deniz canavarları, yılansı balık şeklinde, ağızlarında sıra sıra keskin dişlerle tasvir edilmişlerdir. Bazı tasvirlerde nereid denilen deniz perilerinin bu yaratıkların sırtına bir at misali bindikleri görülür. Deniz canavarlarının en ünlüleri, biri Etiyopya'da (Sahara Çölünün güneyindeki bölge) Perseus, diğeri ise Truva'da Herakles tarafından öldürülen deniz canavarlarıdır (ikisinin de ismi sadece Ketos diye geçer). Her iki ketos da deniz tanrısı Poseidon tarafından, öç alma maksadıyla gönderilir. Truva'da kral Laomedon Poseidon'a hakkı olan hediyeyi vermemiş, Etiyopya'da ise kraliçe kızının güzelliğiyle övünürken Poseidon'u kızdıran bir benzetmeye başvurmuştur. Her iki hikayenin diğer bir ortak noktası da bu yaratıklara kurban verilmek üzere birer prensesin (Etiyopya'da Andromeda, Truva'da Hesione) bir kayalığa zincirlenmesidir. Fakat her iki hikayede de prensesler kahramanlarımız tarafından kurtarılırlar. Etiyopya Ketos'unun Perseus tarafından öldürülmesi sonucunda o kadar çok kan akmıştır ki oradaki deniz "kızıl"a boyanıp Kızıldeniz olmuştur. Mitolojide geçmemekle birlikte eski Yunanlıların halk efsanelerinde geçen deniz canavarları da vardır. Bu inanışlara göre, mesela Hint Okyanus'unda belden yukarısı aslan, koç, kurt şeklinde olup alt tarafı balık biçiminde olan kimi deniz canavarları bulunuyordu. Bir de Skolopendra denen, burun deliklerinden kıllar fışkıran, tatlısu ıstakozu gibi düz ve küt kuyruklu, dev bir deniz canavarı vardı ki bu canavarın her iki yanına dizilmiş, sıra sıra perdeli ayakları mevcuttu. İnsanın aklına ister istemez foklar geliyor tabii; bir de şu sıra sıra ayaklar olmasa!

Efsanevi Kabileler


Gerek Eski Yunan gerekse Roma medeniyetlerinde yazarlar, dünyanın erişilemediği için henüz bilinmeyen bütün bölgelerini çeşitli efsanevi kabilelerle (tabii canavar vb. ile de) doldurmuşlar. Bu tür ansiklopedi veya albümlerin en ünlüsü, Anglosaksonlarca "Yaşlı Pliny" diye bilinen Gaius Plinius Secundus'un hazırladığı, M.S. ilk yüzyılda basılan "Naturalis Historia" (Doğa Tarihi) adlı kapsamlı ansiklopedidir. Bu eser, yazarlara Ortaçağda yaygınlaşan hayvan-yaratık albümlerini (Bestiarium) esinlediği gibi, ilk haritaları çizen ilüstratörler için de bir ilham kaynağı olmuştur. Aslında Yunan mitolojisindeki efsanevi kabilelerin ikisini (Telchines ve Gegenees) kabaca görmüş sayılırız; şimdi diğerlerine bir bakalım.

Tekgözlü Arimaspiler


Kikloplar gibi tek gözlü olan Arimaspiler, Kuzey Skythia'daki Riphaion sıradağlarının (Riphaion, Karpatlar veya Ural Dağları olmalıdır) eteklerinde yaşıyorlar, Kuzey Rüzgarı Boreas'ın (Poyraz) Trakya'nın kuzeyinin de kuzeyinde (Hyperborea) bulunan efsanevi mağarasının yakınlarında yaşayıp büyük bir hazineyi koruyan kartal başlı, kartal kanatlı, kartal pençeli, aslan gövdeli yaratıklarla (gryphon) savaşıyorlardı. Tarihçi Herodot, Arimaspiler gibi kuzey kavimlerinin varlığına kuşkuyla yaklaşmış, bu inançların, memleketi Marmara Adası olan yarı efsanevi şair Aristeas'ın kaybolmuş bir destanından kaynaklandığını yazmıştır. Herodot'un kuşkuculuğuna karşın, tarihçi Strabon ile Pliny, bu inanışları eserleriyle ebedileştirmişlerdir. Buna karşın tarihçiler hala Arimaspilerin gerçekte kimler olabileceğini düşünmeyi sürdürüyorlar. Bulunan en iyi açıklama belki de şu : Gryphon denilen yaratıklar, bir ihtimalle, fosilleri Moğolistan'da bulunmuş, boynuzlu bir dinozor türünü (Protoceratops) temsil ediyordu. İçindeki "sp" sesi nedeniyle Pers etkisiyle Grekçeye geçtiği düşünülen "Arimaspi" kelimesi ise eski Farsçada ariama (sevgi) + aspa (atlar) bileşimine uygun düşmekte, adeta at sevgisiyle bilinen step halklarını tarif etmektedir. Arimaspilerin tek gözlü oluşları ise tarihçilere göre bir yanlış anlama sonucu oluşmuş. Heredot (veya onun kaynakları) "Arimaspi" kelimesini arima (tek, bir) + spou (göz) biçiminde yanlış yorumlamış(lar).

Tekbacaklı Skiapodlar, Cüce Pigmeler


Monopodlar veya Skiapodlar (Skiapodes, σκιαποδες : "gölge ayaklılar"), devasa bir ayağa sahip olmakla birlikte, tek bacaklı ve cüce bir kavimdir. Güneşli, sıcak bir iklimde (ya Hindistan'da ya da o vakitler Etiyopya diye adlandırılan, Sahara Çölünün aşağı kesimlerinde) yaşadıkları için Skiapodlar, güneşin etkilerinden kendilerini havaya kaldırdıkları dev ayakları ile gölgeleyerek koruyorlardı. Skiapodların bir adı da Monokoli (μονοκωλοι) idi ki bu da Grekçe "tek bacaklı" anlamına gelir. Skiapodlar, bazen tek ayak üzerinde meditasyon yapan Hintli yogiler (sadhu) olabilir mi acaba? Kim bilir. Philostratus'a inanacak olursak, Etiyopya'da Skiapodlardan başka Pigmeler ve insan-yiyenler de (Androphagoi) yaşıyordu. Pigmeler, dümdüz bir tepsi gibi olduğu düşünülen dünyayı çepeçevre saran efsanevi Okeanos nehrinin güney ucunda yaşayan bir Afrika kabilesiydi. Boyları minicikti (aşağı yukarı 50cm), kara deriliydiler ve artık onlarla ne dertleri varsa, göç etmekte olan turna sürüleriyle savaşıp duruyorlardı. Pigmelerin lokasyonu, Batı Etiyopya (Sahara Çölünün güneyi) veya Doğu Etiyopya (Hindistan) olarak veriliyordu. Soyları Epaphus'a (Zeus'un Mısır'da Io'dan doğan oğlu) dayandırılan Pigmelerle ilgili hikayelerin birinde, Pigme kraliçesi Gerana, güzelliğinden ötürü böbürlendiği için tanrıça Hera tarafından bir turnaya çevrilir. Bir diğer hikayede Herakles uyuduğu sırada onun üstüne çıkıp büyük kahramanı güya bağlamaya çalışan Pigmeler, Herakles uyanıp da şöyle bir silkelenince patır patır yere düşerler. Romancı Jonathan Swift'in bu hikayeyi alıp Gulliver'deki minik Liliputlulara uyarladığı besbelli.

Fil Kulaklılar, Başsızlar, Keçi Ayaklılar, Köpek Kafalılar, Çok Tüylüler, Çifte Cinsiyetliler, Ters Kafalılar


Pigmeleri turnalarla baş başa bırakıp fil kulaklı Panotii (Panotti ve Panotioi de denir) kabilesine geçelim. Skiapodlar güneşten korunmak için dev ayaklarının gölgesine sığınıyorlardı. Ya sürekli dondurucu soğuğa maruz kalan kuzey halkları ne yapsın? Hele geceleri? Eh, onların da dev kulakları olacak ki battaniye gibi kulaklarına sarınıp yatsınlar. İşte Skythia'nın epey kuzeyinde yaşayan Panotii kavminin üyeleri de aynen öyle yapıyordu. Fakat kimilerine göre onların sahip oldukları bu dev kulaklar uçmalarına da yarıyordu. Panottiler, Ortaçağ yaratık albümlerindeki Pandileri çağrıştırırlar. Pandiler de fil gibi büyük, yelpaze kulaklıdırlar; ama sekizer parmakları vardır ve yaşlandıkça saçları aklaşacağına koyulaştığı, yani gençleştikleri içindir ki çok uzun ömürlüdürler. Peki, başka kimleri sayalım? Blemmyai denen Hintli veya Afrikalı öyle bir halk var ki, örneğin, gövdelerinin üstünde başları yok, gözleri de bu durumda kafalarında olamayacağı için başka bir yerde, göğüslerinde. Efendim, sonra Afrika'nın kuzeybatısında keçi toynaklı, keçi boynuzlu Aigipanlar bulunuyor ki onlara bir tür Libya satyr'i gözüyle bakabiliriz. Muhtemelen babunlarla karıştırılmış olan "Kynokephaloslar" (köpek kafalılar) var; yine muhtemelen bazı maymun veya goril türleriyle karşılaşma tecrübesinin güzide bir ürünü olarak, vücutlarının her tarafının kılla kaplı olduğu söylenen, Batı Afrikalı "Gorgadlar" var; muhtemelen Baltık Denizine doğru gittiğimizde karşılaşacağımız at ayaklı "Hipopodlar" var (Hipopodlar birer "kentaur" değiller, çünkü komple bacakları değil de sadece ayakları atlardan ödünç alınmıştır); yine Libya'nın kuzeybatısında önleri erkek, arkaları kadın vücudu şeklinde olan Machlyes kabilesi yaşıyor; Nulus adlı Hint dağına çıktığımızda ise yine sekizer parmaklı, başını aşağıya eğdiğinde göbeğini ve dizlerini değil de sırtını, poposunu gören garip "Nuliler"le (Nuloi) karşılaşıyoruz.

Otomatlar (Automata)

Hayvan, insan veya canavar formatında olabilen otomatlar ("automaton" : kendi kendine hareket eden; çoğulu : "automata"), bildiğimiz "robotlar" aslında; şu farkla ki silikon vb. herhangi bir yarı-iletken içermiyorlar, salt metal kullanımıyla ve elbette mitolojik teknoloji ile üretilmişler. Yunan mitolojisinde automaton üreten iki karakter vardır; biri demirci tanrı Hephaistos, diğer ise Atinalı veya Giritli mucit Daidalos. Mitolojik otomatlar şunlardır: Tanrılardan ateşi çaldığı için Kafkas dağlarındaki bir kayalığa zincirlenmiş Prometheus'a işkence etmesi amacıyla Hephaistos tarafından bronzdan dökülen "Kafkasya Kartalı", Hephaistos'un Kabeiroi diye adlandırılan iki oğlunun savaş arabalarını çekmeleri için imal ettiği 4 tunç "Kabeiroi Atı", Hephaistos'un Delphi'deki Apollon tapınağı için altından döktüğü, şarkı söyleyen, sihirli kız korosu ("Keledon"lar), Hephaistos'un ev işlerinde kendisine yardımcı olmaları için altından döktüğü, hareket edebilen, güzel birer kadın görünümündeki bir çift heykel ("Kourai Khryseai"), Hephaistos'un Kolkhis kralı Aeetes'e hediye olarak imal ettiği, ateş püsküren bir çift boğa şeklindeki bronz otomat ("Khalkotauroi"), Hephaistos'un Girit kraliçesi Europa'ya düğün hediyesi olarak sunduğu, Girit adasını koruyan bronz dev "Talos", Hephaistos'un Olympos tanrılarının şölenlerinde kullanılsın diye altın madeninden ürettiği, gerektiği takdirde kendi tekerlerini kendileri takabilen, 20 adet üç ayaklı servis sehpası ("Tripodes Khryseoi"), Hephaistos'un kral Alkinous'un sarayını korusunlar diye ürettiği, biri altından, diğeri gümüşten 2 bekçi köpeği otomatı ("Khryseos" ve "Argyreos"), Daidalos'un Girit kraliçesi Pasiphae için ürettiği, ahşaptan oyma, üzeri inek derisiyle kaplanmış mekanik inek. Bu sonuncu otomatın yapılma nedenini anlayabilmemiz için hikayeyi biraz açmamız gerek. Güneşi temsil eden tanrı Helios'un kızı olarak, bir ölümsüz olan Pasiphae, aynı zamanda cadılık ve büyücülük güçlerine de sahiptir. Girit kralı Minos'la evlenir; fakat kendisinin ya da kocasının söylediği, tanrıları gücendirici bir söz yüzünden, tanrılar tarafından kralın en görkemli boğasıyla çiftleşmek yazgısıyla lanetlenir. Pasiphae, mucit Daidalos'tan yardım ister; oğlu Ikaros'la birlikte gerçekleştirdiği efsanevi uçuş hikayesinden hatırlayacağımız Daidalos da kraliçe için ahşaptan oyma, üzerine inek derisi geçirilerek inek süsü verilmiş ve hareket kabiliyeti kazandırılmış bir inek otomatı üretir. Hem boğayı kandırıcı hem de kraliçeyi koruyucu bu mekanizmanın içine yerleşen kadın, çok geçmeden kralın en görkemli boğasından hamile kalır ve tanıdık bir Yunan mitolojisi yaratığı olan, yarı insan yarı boğa Minotauros'u dünyaya getirir.


.alıntı.
 
Geri
Top