Evine hiçbir zaman eli boş dönmeyen bir işçiyim ben. Beni evime bağlayan; kanser hastası eşim ve Mucize ismindeki dünyalar güzeli kızım.
Kızımın ismini 3 yaşında iken değiştirdik; Mucize koyduk. 17 Ağustos 1999 yılında İzmit’te idik. Boncuk gözlü kızımı depremden 48 saat sonra enkazdan canlı çıkardık. Güneşin bir daha doğmayacağını düşündüğüm ve hiçbir zaman güzel şeylerin olmayacağına inandığım bir depremdi. Binalarla birlikte yarına olan umudumuz ve gülüşlerimizi de enkaz altında bırakmıştık.
Eşimle tek sevincimiz kızımızın o enkazdan canlı çıkmasıydı.
Aradan 18 yıl geçmişti. Yine işten yorgun argın döndüğüm soğuk bir mart akşamıydı. Kapıdan girince her zaman ki gibi eşim telefonuma sarılıp kızımızı aramamı istedi. Ankara’ya tıp okumaya göndermiştik.
Burnumuzda tütüyordu Mucizem…
Konuştuk, iyiymiş, parası da varmış bir miktar… İyi ki bitti demedi. Cebimdeki 15 lira evin ve benim işe giderken ki ekmek param. Hanım ağladı. Ne olduğunu sorduğumda kızımızın yurda gidecekken yanlış otobüse bindiğini, inip, Güvenpark da kendi otobüsüne binmek için beklediğini söyledi. ‘’Hava soğukmuş’’ demesiyle gözlerinden akan yaş daha da hızlandı. Zamanla öğrenecek diyerek teselli ettim. Kızımıza dualar ederek uyuduk.
Diğer gün çalıştığım inşaata polisler geldi. Ankara da bir patlama olmuş. Kızımın da o patlamada yaralanmış olduğunu, Ankara’ya gitmem gerektiğini söylediler.
Mahalle bakkalından borç alıp, eşimin ağlamalarına ve feryatlarına aldırmayarak Ankara’ya vardım. Otogardan bir akrabam aldı. Arabasıyla emniyete gittik. Sürekli başka kişilere ve odalara yönlendiriliyorduk.
En son girdiğimiz bir şube müdürünün odasında öldüğünü duyduğumda elimden çay bardağının düşüp dizlerimi yaktığını bile hissetmedim. Kaskatı kesilmiştim, susuyor, dudağımın içini ısırıyordum. Fakat ağlayamıyordum.
Adli Tıp Kurumunda saatler süren resmi işlemlerden sonra ‘’cenazenizi teslim edeceğiz’’ dediler. ‘’Tabut ve cenaze arabasını biz mi ayarlayacağız’’ diye sorduğumda genç bayan bunlara gerek olmadığını söyledi.
Şaşırdım. 1 saat sonra küçük karton bir kutu getirdiler. Acı üzüntü ve yıkılmışlık içinde ‘’kıyafetleri mi’’ diye sordum. ‘’Kızınız’’ dedi. ‘’Başınız sağ olsun.’’ Tutamadım kutuyu. Kızımın yanmış bir et parçası haline gelmiş küçücük bedenini tek elimle tutamadım. 1 kiloluk kutuyu kaldıracak dermanım kalmadı.
Yere yığıldım.
Yanlışlıkla bindiği otobüs yüzünden, mucize eseri hayatta kalmış Mucize’mi, mucize eseri kaybetmiştim. Kucağımdan bırakamadım kızımı. Eve geldiğimde kapıyı çığlık ve feryatla hanımım açtı.
Evime bugün de eli boş gelmemiştim. Ama şimdiye kadar hiç bu kadar ağır bir kutu getirmemiştim. İçin de mucize'm vardı ...
B.Yıldız
Kızımın ismini 3 yaşında iken değiştirdik; Mucize koyduk. 17 Ağustos 1999 yılında İzmit’te idik. Boncuk gözlü kızımı depremden 48 saat sonra enkazdan canlı çıkardık. Güneşin bir daha doğmayacağını düşündüğüm ve hiçbir zaman güzel şeylerin olmayacağına inandığım bir depremdi. Binalarla birlikte yarına olan umudumuz ve gülüşlerimizi de enkaz altında bırakmıştık.
Eşimle tek sevincimiz kızımızın o enkazdan canlı çıkmasıydı.
Aradan 18 yıl geçmişti. Yine işten yorgun argın döndüğüm soğuk bir mart akşamıydı. Kapıdan girince her zaman ki gibi eşim telefonuma sarılıp kızımızı aramamı istedi. Ankara’ya tıp okumaya göndermiştik.
Burnumuzda tütüyordu Mucizem…
Konuştuk, iyiymiş, parası da varmış bir miktar… İyi ki bitti demedi. Cebimdeki 15 lira evin ve benim işe giderken ki ekmek param. Hanım ağladı. Ne olduğunu sorduğumda kızımızın yurda gidecekken yanlış otobüse bindiğini, inip, Güvenpark da kendi otobüsüne binmek için beklediğini söyledi. ‘’Hava soğukmuş’’ demesiyle gözlerinden akan yaş daha da hızlandı. Zamanla öğrenecek diyerek teselli ettim. Kızımıza dualar ederek uyuduk.
Diğer gün çalıştığım inşaata polisler geldi. Ankara da bir patlama olmuş. Kızımın da o patlamada yaralanmış olduğunu, Ankara’ya gitmem gerektiğini söylediler.
Mahalle bakkalından borç alıp, eşimin ağlamalarına ve feryatlarına aldırmayarak Ankara’ya vardım. Otogardan bir akrabam aldı. Arabasıyla emniyete gittik. Sürekli başka kişilere ve odalara yönlendiriliyorduk.
En son girdiğimiz bir şube müdürünün odasında öldüğünü duyduğumda elimden çay bardağının düşüp dizlerimi yaktığını bile hissetmedim. Kaskatı kesilmiştim, susuyor, dudağımın içini ısırıyordum. Fakat ağlayamıyordum.
Adli Tıp Kurumunda saatler süren resmi işlemlerden sonra ‘’cenazenizi teslim edeceğiz’’ dediler. ‘’Tabut ve cenaze arabasını biz mi ayarlayacağız’’ diye sorduğumda genç bayan bunlara gerek olmadığını söyledi.
Şaşırdım. 1 saat sonra küçük karton bir kutu getirdiler. Acı üzüntü ve yıkılmışlık içinde ‘’kıyafetleri mi’’ diye sordum. ‘’Kızınız’’ dedi. ‘’Başınız sağ olsun.’’ Tutamadım kutuyu. Kızımın yanmış bir et parçası haline gelmiş küçücük bedenini tek elimle tutamadım. 1 kiloluk kutuyu kaldıracak dermanım kalmadı.
Yere yığıldım.
Yanlışlıkla bindiği otobüs yüzünden, mucize eseri hayatta kalmış Mucize’mi, mucize eseri kaybetmiştim. Kucağımdan bırakamadım kızımı. Eve geldiğimde kapıyı çığlık ve feryatla hanımım açtı.
Evime bugün de eli boş gelmemiştim. Ama şimdiye kadar hiç bu kadar ağır bir kutu getirmemiştim. İçin de mucize'm vardı ...
B.Yıldız