...SAKLI CeNNeT__
♥ Pєяναηє Döηєя Aşk ♥
Şehrin yukarılarında, uzun bir sütunun üzerinde, Mutlu Prens’in heykeli vardı. Gelip geçen herkes onunla ilgili mutlaka bir yorum yapardı.
Bir gün, kırlangıcın biri onun altında gecelemek istedi. “Tam istediğim gibi bir yer.” diye düşünürken yağmur damlaları gördü. Dikkatlice baktığında, yağan damlaların, yağmur değil Mutlu Prens’in gözyaşları olduğunu görünce ona niçin ağladığını sordu. O da: “Canlıyken ve bir insan kalbine sahipken, gözyaşının ne olduğunu bilmezdim. Çevremdeki her şey öyle güzeldi ki. Saraydakilerin hepsi bana ‘Mutlu Prens’ derlerdi. Böylece yaşadım ve böylece öldüm. Artık ölüyüm ve beni buraya öyle yükseğe koydular ki şehrimin tüm çirkinliğini ve sefaletini görebiliyorum. Kalbim kurşundan olmasına karşın, ağlamaktan kendimi alamıyorum” diye cevap verdikten sonra devam etti: “Bir ev görüyorum. Yaşlı bir terzi kadın, delik deşik olmuş elleri ile kraliçenin şeref nedimelerinin en güzelinin elbisesine ateş gülleri işliyor. Hasta oğlu ateşler içinde yatıyor. Ona içirecek ırmak suyundan başka bir şeyi de yok.”
Ve Mutlu Prens, kırlangıçtan kılıcının sapındaki kırmızı ya­kutu alarak bu yoksul aileye götürmesini istedi. Kırlangıç onun bu isteğini yerine getirdi ve gagasıyla yakutu götürüp, uyuklamış bulunan kadıncağızın yanına koydu. Sonra, tekrar Mutlu Prens’in yanına geldi. Ertesi günün sabahı, kırlangıç “Ben Mısır’a gidiyorum.” deyip vedalaşmak istedi. Mutlu Prens ise ona: “Şehrin diğer ucunda, tavan arasında bir genç adam görüyorum. Tiyatro için oyun yazıyor. Ancak o kadar çok üşüyor ve açlıktan o kadar ıztırap çekiyor ki bitirebileceği şüpheli.” diyerek, bu gece de yanında kalmasını ve yakut gözle­rinden birisini sökerek, o genç adama götürmesini istedi. Kırlan­gıç önce reddetti ise de prensin ısrarına dayanamayarak bu dile­ğini de yerine getirdi.
Ertesi gün yine, kırlangıç gideceğini söyledi. Mutlu Prens, bu gecede kalmasını rica etti ve ona, aşağı köşede duran küçük “Kibritçi Kız”ı anlatmaya başladı: “Kibritlerini suya düşürdü ve hepsi mahvoldu. Eğer eve biraz para götürmezse babası onu dövecek. Ayakka­bısı ve çorabı yok ve minik başı da çıplak. Diğer gözümü de sök ve ona ver.” dedi.
Kırlangıç, dediklerin yaptı ve diğer gözü de sökerek, küçük kıza götürdü. Geri döndüğünde, Mısır’a gitmekten vazgeçmiş­ti. “Sen artık körsün. Seni bırakıp gidemem.” diyerek, Prens’in ayakla­rının dibine kıvrılıp yattı. O günden sonra da Mutlu Prens’in gözü olarak, her tarafı gezip dolaştı. Zenginlerin zevk ve eğlenceli dün­yaları ile yoksulların perişan hallerini gelip Prens’e anlatıyordu.
Bir gün Prens: “Değerli altınla kaplıyım, onu tabaka tabaka sök çıkar ve fakir halkıma ver.” dedi. Kırlangıç denileni yaparak, altını fakirlere dağıttı.
Kış ilerledikçe kırlangıç gittikçe daha çok üşümesine rağmen, Prens’i terk etmedi. Çünkü onu çok seviyordu.
Ancak, günün birinde öleceğini anladı.”Ölüm Evi”ne gidece­ği için Mutlu Prens’le vedalaşmak istedi. “Elini Öpeyim.” dedi. Mutlu Prens de, “Seni çok seviyorum, bu nedenle çık ve dudaklarımdan öp.” dedi. Söyleneni yaptı. Mutlu Prens’i dudaklarından öptü ve ayaklarının dibine düşüp öldü.
Aynı anda heykelin içinden bir çatırtı geldi. Mutlu Prens’in kurşundan olan kalbi ikiye ayrılmıştı.
Ertesi sabah erkenden, belediye başkanı ve üyeleri heykelin yanından geçerken ne kadar harap olduğunu görüp kaldırılması için emir verdiler.
Kaldırılan heykel, bir fırında eritildi. Sadece kurşun kalbi eritmeleri mümkün olmadı. Kurşun kalbi, ölü kırlangıcın da yattığı bir kül yığınının üzerine attılar.
“Bana şehirdeki en değerli iki şeyi getirin.” diye Tanrı, melekle­rine emir verdi. Melekler de ona kurşundan kalbi ve ölü kuşu getirdiler. Tanrı onları görünce “Doğru seçim yapmışsınız; çünkü cennet bahçemde bu küçük kuş sonsuza dek şakıyacak ve altın şehrimde Mutlu Prens bana şükredecek.” dedi.