muhsin iyi
Katılımcı
Namazın Huzurla, Huşuyla Kılınması, Allahın el-Azîmu, el-Aliyyu (A’lâ) İsimleri
A. İftitah Tekbiri:
İftitah tekbiri, namaza başlarken söylenen ‘Allahu Ekber (Allah en büyüktür) sözüdür. Bu söz, insana ölüm gibi tesir etmelidir. Nasıl ölen kişinin dünya ile bağlantısı kalmazsa bu tekbir de namaz kılan kişiyi öyle dünya ile alakalı her şeyden kesmeli, Allah’ın (c.c.) huzuruna çıkarmalıdır. Zaten tekbir sırasında yapılan ellerin kulak hizasına kaldırılıp indirilmesi bu dünya ile alakanın kesilmesinin jestidir, vücut dilidir. Bu hareketi yaparken duygu ve düşüncesini de yaşamak gerekir. Bu tekbiri Allah aşkı için şehit olmak isteyen bir insanın serden geçliği, kararlığı ve coşkusu ile çeken bir insanın namazı Allah’ın izni ile huzurlu ve huşulu geçer. Çünkü dünya dışarıda değil insanın iç dünyasındadır. Dünya nefsidir. Namazın başı iyi olursa namaz o istikamette gider. Onun için bu tekbiri çekme biçimi, o sırada içerisinde bulunacağımız ruh hali çok önemlidir. Tekbiri çekmeden önce, birkaç saniye de olsa, o coşku ve huşuya insanın kendisini hazırlaması gerekir. Bunun için insanın kendisinin Allah yolunda şehit olduğunu hayal etmesi büyük bir yarar sağlayabilir. Rükünler arasında çekilen tekbirler de nefse iftitah tekbirindeki yaşanan halleri anımsatmalıdır. Çünkü nefis çok çabuk unutur, ona daima bunu hatırlatmak gerekir.
B. Kıyam:
Namazı bütün melekelerimizle (duygu, düşünce, hayal, coşku) yaşamamız gerekir. Birinde yaşanan bir boşluk nefsin ve şeytanların harekete geçerek namazı ifsat etmelerine neden olabilir. Namaz yaşamımızdan bir andır. Bir yaşantı sürecidir. Belli hareketlerin yapıldığı, surelerin ve duaların okunduğu, zikirlerin çekildiği, kısacası anlamlı işlerin yapıldığı bir yaşam dilimidir. Namazda zamanın insanın tüm melekelerine hitap edilecek şekilde dolu dolu yaşanması gerekir.
Namaz kılarken arka planında Allah’ın (c.c.) razı olacağı bazı hayaller fon olarak kullanılırsa namaz daha feyizli ve bereketli olur. Ayrıca bunlar güzel düşünceler, duygular, coşkular oluşturacağı için namaz daha zevkli geçecektir. İnsanlar namazdan daha büyük bir haz alacaklardır. Aksi taktirde namazdaki boşlukları nefis ve şeytanlar doldurur ki, o zaman namaz istenilen nitelikte ve kalitede olmaz. Huşudan ve ruhtan yoksun olur.
Namazın sırrı, anlamı, huşusu, Allah (c.c.) karşısında olma, yani huzurda bulunma düşünce ve duygusunda gizlidir. Hadiste buna ihsan hali denmiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed Alehisselam, ihsanı şöyle tarif etmişlerdir: ‘İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Zira sen O’nu görmezsen de O seni görmektedir.’ Namazda, namazın bütün rükünlerinde ihsan haline ulaşmak, bu hali yaşamak bir gaye olmalıdır. Namazı Allah’ın (c.c.) karşısında, huzurunda kıldığımız düşünce ve duygusunu yaşadığımız anda namazda huşuyu da elde ederiz. Namazda huşu ise büyük bir devlettir, çok büyük bir nimettir. Şu ayet-i kerime bu büyük müjdeyi içerir: ‘Muhakkak ki namazlarında huşuya eren müminler, kurtuluşa ermişlerdir. (Mü’minun suresi, ayet 1,2)’
Namaz bütün varlıkların ibadetlerini kendisinde toplamıştır. Her varlık, namazın bir rüknündeki bir lisan-ı halle Allah’a (c.c.) ibadet etmektedir. Cansız sanılan maddenin en küçük parçaları olan atomların elementleri durumunda bulunan elektronlarının çekirdekleri etrafındaki akıl almaz hızla dönüşleri, Allah’a (c.c.) karşı kendi lisan-ı halleri ile bir ibadettir. Yine makro âlemde gezegenler, yıldızlar çeşitli hareketleri ile adeta namazda kıyam rüknünde olan birisi gibidirler. Kıyamda ayakta durulduğu gibi bu varlıklar da gerek kendi ekseni etrafında gerekse birbirlerinin çevresinde yaptıkları hareketleri ile dengede durmaktadırlar, yıkılmamaktadırlar.
Namazda kıyamda iken cemaat duygusunu daima canlı tutmak gerekir. Zira bilindiği üzere cemaatle kılınan namaz ferdi kılınanına göre 27 kat daha faziletlidir. Bütün madde âleminin de söz konusu hareketleri ile bizimle birlikte Rabb’imizin huzurunda kıyamda durduğunu düşünmek ve hayal etmek namazımızı daha faziletli ve huşulu kılar. Ayrıca gökyüzünde mutat ibadetleri gereği sürekli kıyam halinde olan, sayısını ancak Allah’ın bildiği meleklerin varlığı da hadis-i şeriflerde bildirilmektedir. Bunları da kıyam cemaatine katmak namazımızı daha faziletli ve huşulu kılar.
Namazı Allah’ın karşısında, huzurunda kılma duygusu ile birlikte namazda cansız varlıklarla, meleklerle birlikte kıyamda durduğumuzu hayal etmemiz, vesveselerin, dünya düşüncelerinin de yolunu keser.
Namazı kılarken feyz kaynağı Kabe’nin karşısında olduğumuzu da unutmamız gerekir.
C. Kıraat (Kuran-ı Kerim’den Sure Okuma):
Namazın kıyamında okunan Fatiha suresinin anlamını tefekkür etmekten ziyade ruhuna uygun okumak gerekir. Fatiha, mana olarak Kuran-ı Kerim’i kapsamına alan, hacmi küçük ama kendisi büyük olan bir suredir. Tefsirler faziletlerini anlatmakla bitiremezler. Bu sure namazın her rekâtında okunmak zorundadır. Hadis-i şerifler bunsuz namazın olmayacağını beyan buyuruyor. Fatiha’nın ruhunu ancak bu konuda varit olan hadis- şerifleri okuyarak kavrayabiliriz. Ayrıca namazlarımızda bu kadar çok okuduğumuz bir sureyi tefsir kitaplarından da açıklamalarını öğrenmek akıllı kişilerin harcıdır. Fatiha’nın ruhunu kısaca şöyle özetleyebiliriz: İlk üç ayetinde Rabb’imizi hamd ettiğimizi ve övdüğümüzü (1. Elhamdü lillahi Rabil-âlemin. 2. Er-rahmanirrahim. 3. Maliki yevmiddin. 1. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. 2. O acıyan ve esirgeyendir. 3. Din (kıyamet) gününün sahibidir. ), dördüncü ayette Allah ile bir sözleşme imzaladığımızı (4. İyyake na’budü ve iyyake nesta’in 4. Ancak Sana ibadet eder, ancak Sen’den yardım isteriz), beşinci ve altıncı ayetlerde (5. İhdinessıratel mustakim. 6. Sıratellezine en’amte aleyhim ğayrilmağdubi aleyhim ve leddallin 5. Bizi doğru yola ilet. 6. Nimet verdiğin kimselerin yoluna, üzerlerine gazap inenlerin (Yahudilerin) ve sapkınların (Hıristiyanların) yollarına değil. ) hayat felsefemizin, ideolojimizin, hayat tarzımızın kısacası dinimizin Allah’ın rızası istikametinde tecellisi için yaptığımız bu dua demetinin sözleşmeyi yerine getirdiğimiz sürece Allah tarafından kabul edildiği, böyle bir duayı Allah’ın reddetmediği konusunda ümitli olmayı düşünmeliyiz.
D. Rüku, el-Azîmu (ululuk, yücelik sahibi) Güzel İsmi :
Namazda bilindiği üzere rükûda en az üç kere “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm (Rabb’in el-Azîm güzel ismi eksiklik ve kusurdan uzaktır)” tespihi çekilir. Bu tespihi rükûlarda ne kadar çok söylersek namaz o kadar çok feyizli, bereketli ve huşulu olur. Mutasavvıflar çeşitli vesilelerle hayvanların büyük ekseriyetinin duruşları itibari ile rükû halinde olduklarına dikkat çeker. Ayrıca gökyüzünde mutat ibadetleri gereği sürekli rükû halinde olan, sayısını ancak Allah’ın bildiği meleklerin varlığı da hadis-i şeriflerde bildirilmektedir. Bizler kıldığımız namazlarda rükû sırasında bütün bu varlıkları tahayyül edip onlarla beraber bir cemaat duygusu ile rükûlarımıza bir derinlik ve anlam katarsak namazlarımız daha bir faziletli olur ve huşu kazanır.
Allah’ın (c.c.) yüceliğini, ululuğunu kavramak olanaksızdır. Bunu ancak zıddıyla veya çeşitli karşılaştırmalarla anlayabiliriz.
Ulu, yüce kavramlarının zıddı küçük ve basittir.
Evren o kadar geniştir ki, içerisinde dünya yaratılalı beri henüz ışığı bize ulaşamamış yıldızlar bulunmaktadır. Evrenin bu genişliği ile insanın sınırlı kavrayışı karşılaştırıldığında Allah’a (c.c.) izafe edilen yücelik, ululuk kavramları az çok anlaşılabilir. Oysa Allah (c.c.) henüz dünya yaratılalı beri bize yıldızlarının ışığı ulaşamamış bu evrenin değil mahiyetlerini bilemeyeceğimiz sınırsız sayıdaki evrenlerin yaratıcısıdır. Bu durumda O’nun yüceliğini, ululuğunu (el-Azîm oluşunu) evrenlerle bile karşılaştırmak, sınırlandırmak büyük bir günahtır.
Allah’ın (c.c.) kudretinin genişliğini anlamak imkânsızdır. Allah’ın (c.c.) zatının genişliğini de düşünemeyiz. Çünkü Allah (c.c.) madde ve madde cinsinden bir şey değildir. Bu güzel isim O’nun güç ve kudretini nitelemektedir. O’nun kudretinin genişliğini, bir ülke yöneticisinin sıradan bir vatandaşa göre devleti yönetmede sahip olduğu geniş olanaklarla karşılaştırarak kısmen de olsa anlamaya çalışabiliriz.
Namazlarda her rükûda en az üç kere tekrar edilen “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm (Rabb’in el-Azîm güzel ismi eksiklik ve kusurdan uzaktır)” tespihindeki el-Azîm güzel ismindeki sır nedir?
Namazda rükû sırasında Allah’a (c.c.) tazimde bulunulur. Tazim saygı, hayranlık, korku, övgü, minnettarlık, itaat ve bağlılık gibi kavramları içerir. Hâlbuki günlük yaşamda çeşitli ihtiyaçlarımız ve sıkıntılarımız giderilirken biz insanlara karşı bu duyguları yaşarız. Sanki manevi olarak onların önünde eğiliriz. Böylelikle Allah’a (c.c.) gösterilmesi gereken tazimi yaratıklara sergileriz. Bu durum adeta gafletle şirke düşmektir. Oysa el-Azîm güzel ismi ile tazimi sadece Allah (c.c.) hak etmektedir. Çünkü güç, kudret ve övgü (hamd) sadece Allah’a (c.c.) mahsustur. Gerçi ilgili duyguların insanlara karşı belli bir derecede duyulması gayet doğaldır. Ama ne zaman ki insanların ihtiyaçlarımızı ve sıkıntılarımızı gidermede birer vesile olduğu ve hakiki yapan/edenin Allah (c.c.) olduğu gerçeği unutulur veya görmezden gelinirse sözünü ettiğimiz gizli şirk gerçekleşir. Yine de insan, günlük yaşamının monoton doğal akışı, gürültüsü, gafleti içerisinde böyle durumlarda Allah’ı (c.c.) pek az anımsamaktadır. İşte rükûda kul hem sergilediği beden diliyle hem de Allah’ın (c.c.) el-Azîm güzel ismini eksiklik ve kusurdan tenzih ederek her ihtiyacını ve sıkıntısını O’nun giderdiğini ve O’nun gücünün ve kudretinin her şeye yettiğini, geniş olduğunu belirtmekte; saygı, hayranlık, korku, övgü, minnettarlık, itaat ve bağlılık gibi duygularla O’nu yüceltmektedir. Böylece üzerindeki bu tür gizli şirk pisliklerini temizlemekte, Allah’a (c.c.) kullukta makam kazanmaktadır. Yine bu sayede üzerindeki nimetlerle içerine düştüğü gizli şirkten, kula kul olmaktan kurtularak dünya hayatında da gerçek özgürlüğe erişmektedir.
El-Azîm güzel ismi ile kula düşen görev şudur: Namazlarını kılan bir Müslüman el-Azîm güzel ismini bir günde en az 120 kez zikretmektedir. Bu durum bu güzel ismin namaz dışında da zikredilmesinin önemini göstermeye yeter.
Rükûdan doğrulurken zikredilen ‘Semiallahü limen hamideh’ (Allah kendisine hamd edenleri işitir.), nefsin aklına ve anlayışına uygun söylenmiştir. Bunun nedeni nefse bir itminanlık ve güven duygusu kazandırmak içindir. Zira müminin anlayışı işitmenin ötesindedir. Ama nefis işitmeye ve yapmaya önem verir. İşitilen ve yapılan şeylere dikkat eder. Zekâsı ve anlayışı kıttır. Müminin anlayışında Allah (c.c.) kalpte geçenleri ezelde bilmektedir, biçimindedir. Ama rükûda iki büklüm olan, ezilen nefse mükâfat babında bu zikir, onun anlayışına ve zekâsına uygun olarak tesir ettirilmeye çalışılır. Tam doğrulduğunda ise bu zikir kesin bir ifade ile daha saf ve yalın olarak nefse yine zikrettirilir: ‘Rabbena lekel-hamd’ (Hamd (övgü dolu şükür) Rabbimiz içindir.). Bu sefer sadece nefs değil ruh da hissesini alır. Çünkü ruh, nefisten daha anlayışlı ve imanlıdır. Hamdin Allah’a mahsus olması dile getirilince ruh coşar. Ümitlenir. Kapına sığmaz olur. Artık bundan sonra kulun gafletinin ve günahlarının affı için kendisini Allah’ın huzurunda yere kapanmasına, secde etmesine sıra gelir.
E. Secde, el-Aliyyu, el-A’lâ (varlıkların nitelik ve niceliği ile karşılaştırılması doğru olamayan Allah’ın [c.c.] kudretinin ve zatının yüksekliği) Güzel İsimleri:
Namazda bilindiği üzere secdede en az üç kere “Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ (Rabb’in el-A’lâ güzel ismi eksiklik ve kusurdan uzaktır)” tespihi çekilir. Bu tespihi secdelerde ne kadar çok söylersek namaz o kadar çok feyizli, bereketli ve huşulu olur. Mutasavvıflar çeşitli vesilelerle bitkilerin duruşları itibari ile secde halinde olduklarına dikkat çeker. Bitkilerin başı topraktaki kökleridir. Ayrıca gökyüzünde mutat ibadetleri gereği sürekli secde halinde olan, sayısını ancak Allah’ın bildiği meleklerin varlığı da hadis-i şeriflerde bildirilmektedir. Bizler de kıldığımız namazlarda secde sırasında bütün bu varlıkları tahayyül edip onlarla beraber bir cemaat duygusu ile secdelerimize bir derinlik ve anlam katarsak namazlarımız daha bir faziletli olur ve huşu kazanır.
Allah’ın (c.c.) kudretinin yüksekliğini kavramak olanaksızdır. Bunu ancak zıddıyla veya çeşitli karşılaştırmalarla anlayabiliriz. Yüksek kavramının zıddı alçaktır (süfli). Allah’ın (c.c.) dışında her şey bununla vasıflanabilir. En alçak şeyler onun günah saydığı fiillerdir. Sonra sırasıyla mubahlar, helaller gelir. Kul Allah’a (c.c.) yöneldiği zaman yücelir, yükselir. Çünkü O el-Aliyy’dir. Kul, dünyaya ilgi göstermeye başladığında alçalır, düşer. Zaten dünya da deni (alçak) sözcüğünden türemiştir. Harama bulaştığında ise pis bir bataklığa saplanmıştır.
Yüksek kavramının zıddının alçak olduğunu söylemiştik. Dünyadaki en yüksek yapı evrenin yüksekliği ile karşılaştırıldığında alçak kalır. Evrenlerin sahibi Allah’ın (c.c.) kudretinin yüksekliğini (el-Aliyy oluşunu) sınırsız sayıdaki evrenler bile izahta aciz kalır.
Kudreti sonsuz yükseklikte olan Allah’ın (c.c.) karşısında biz insanlar ne kadar aciz bir durumdayız.
Tabii el-Aliyy ile dile getirilen kavram, varlıkların nitelik ve niceliği ile bir ilgisi olmayan Allah’ın (c.c.) zatının, dolayısıyla şan ve şerefinin yüksekliğidir.
Kudreti bu kadar yüksek olan Allah’ın (c.c.) zatı da (şan ve şerefi) yüksektir. Onun için O’nu gözler göremez. Akıllar idrak edemez. Bütün makam ve mevkiler O’nun yanında alçak kalır. O’nun madde âlemi ile bir ilgisi olmadığı için bu zati yüksekliği bir ülke yöneticisinin herkesle yüz göz olamaması anlamında düşünmemiz gerekir. Allah’ın (c.c.) duyu organlarıyla algılanamamasının bir nedeni de bu güzel isme dayanmaktadır.
Namazlarda her secdede en az üç kere tekrar edilen “Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ (Rabb’in el-A’lâ güzel ismi eksiklik ve kusurdan uzaktır)” tespihindeki el-A’lâ güzel ismindeki sır nedir?
Aliyy ile a’lâ aynı kökten gelen kelimelerdir. A’lâ, aliyy kelimesine göre yüksekliği daha bir vurgulamakta ve başına “en” takısını hak etmektedir.
Namazda secde sırasında kulluk makamına erişilir. Secde, namazın en doruk noktasıdır. Peygamberimize (s.a.s) namaz miraçta farz kılınmıştır. Miraç bilindiği üzere peygamberin (s.a.s) Allah (c.c.) katına yükseldiği gecedir. İşte namazda kulu Allah (c.c.) katına çıkaracak en anlamlı hareket secdedir. Çünkü secde her türlü günahın temel kaynağı olan nefsi Allah (c.c.) karşısında aşağılamanın beden dilidir. Secde anında Allah’ın (c.c.) el-A’lâ güzel isminin zikredilmesi çok manidardır. Bu güzel isimle kul hem peygamberi (s.a.s) gibi manevi bir miraçla Allah’a (c.c.) yükseldiğini düşünmekte hem de bu güzel ismi eksiklik ve kusurdan tenzih etmekle Allah’ın (c.c.) zati yüksekliği sonucu O’nu duyu organları ile algılayamayınca nefsinin, şeytanların ve dünyanın kışkırtmaları sonucu gaflete veya günaha düşmesi üzerine yaşadığı pişmanlıkla huzurda af dileyip O’nun bu güzel ismini yüceltmektedir.
Kılınan namazların, duaların kabulüne vesile ve günahlara kefaret olması da el-Alâ güzel isminin ruhuna uygun düşmektedir.
Gerek el-Azîm gerek el-Aliyy güzel isimleri Allah’ın (c.c.) uluhiyyetini yüceltmeleri açısından anlam bakımından ortak bir temele dayanırken rükû sırasında söylenilen el-Azîm (ululuk, yücelik sahibi) güzel isminde Allah’a (c.c.) verdiği sonsuz nimetlere karşılık sonsuz bir minnettarlık duygusu, secde sırada söylenilen el-Aliyy (el-A’lâ: varlıkların nitelik ve niceliği ile karşılaştırılması doğru olamayan Allah’ın [c.c.] kudretinin ve zatının yüksekliği) güzel isminde ise gaflet ve günahlardan dolayı pişmanlık duyup affını talep etme anlam inceliği söz konusudur. Rükû ve secdelerde bu isimlerin altındaki ilgili duygusal anlam inceliklerine dikkat edilmelidir. Ayrıca bizzat rükû ve secde de birer beden dili olarak aynı anlam inceliklerine sahiptirler. Dolayısıyla ilgili rükünleri yaparken söz konusu anlam inceliklerini duygusal, coşkusal ve düşünsel melekelerimizle yaşamamız yerinde olacak, namazın ruhuna ve huşusuna daha uygun düşecektir.
El-Aliyy ve el-A’lâ güzel isimleri ile kula düşen görev şudur: Namazlarını kılan bir Müslüman el-A’lâ güzel ismini bir günde en az 120 kez zikretmektedir. Bu durum bu güzel isimlerin namaz dışında da zikredilmesinin önemini göstermeye yeter.
F. Oturuşlar (Ka’de):
Namazın oturuşları da çok mühimdir. Son oturuş farzdır. Oralarda okunan Ettehiyyatu duası büyük bir hediyedir. Azim bir duadır. Peygamberimizin (s.a.s) miraçta aldığı hediyelerin hepsi onda gizli surette mevcuttur. Ona samimi bir şekilde talip olmamız gerekir. Çünkü peygamberimizin (s.a.s) belirttiği gibi namaz, müminin miracıdır. Ettehiyyatu duasını okurken bu miracı yaşamak insana hem büyük bir zevk verir, hem de çok faziletli, bereketlidir.
Ettehiyyatuyu okurken şu hususlara dikkat etmek büyük yararlar sağlar:
Buradaki sözlerin bir kısmı peygambere, bir kısmı Allah’a, bir kısmı da meleklere aittir. Sahne, Allah huzurudur.
Ettehiyyatuyu çok yavaş okumalıdır. Namaz öncesinde meleke kazanılıncaya değin bir süre sözleri rollerine uygun okurken farklı ses tonlamaları ile biraz çalışma yapılmalıdır. Aslında bunu öğrenmek çok basittir. Biraz üzerinde çalışılırsa herkese nasip olabilir.
Ettehiyyatunun anlamını çok iyi öğrenmeliyiz.
Kendimizi peygamberin (s.a.s) yerine koyarak onun sözlerini daha yürekten, Allah’ın sözlerini bize sunulan hediye gibi, meleklerin şahadet kelimesini de İslam’a Allah’ı ve onları da şahit tutma niyeti ile hareket ederek söylemeliyiz.
Genellikle insanlar kendilerini peygamber (s.a.s) yerine koymayı bir edepsizlik olarak telakki ederler. Hâlbuki bu peygambere bir iltifattır. Onun gibi olmak, onun sünnetini yaşamak dinde ve özellikle tasavvufta amaçlanan şeyler arasındadır. Tasavvufta fenafişşeyh makamından sonra fenafirrasul makamı vardır. Burada amaçlanan şey, nefsini Rasulullah’ta yok etmedir. Mürit mana âleminde Rasulullah’ı görünce ona benzemeye çalışır. Çoğu zaman onunla telebbüsü rabıtaya başvurur. Telebbüsü rabıta kendi vücudunu ortadan kaldırıp kendisinde Rasulullah’ı ikame etmesiyle yapılır. Yani artık kendisi yok, Rasulullah vardır.
Rasulullah’ın birkaç çizgi ile fiziki portresi şöyledir: Ortadan biraz daha uzun boy; geniş nurani bir yüz, yüzdeki organlar gayet muntazam, güzel; beyaz, nurdan dolayı parlak çember bir sakal; yüzden hemen sonra başlayan özellikle biraz uzun ve kalın olan boyun ve ense kısmındaki beyaz teninde yer alan çeşitli noktalardaki hoş bir kırmızı ve pembe renk hemen dikkati çekmektedir. Baş genellikle hafif eğik. Ayrıca geniş bir göğüs. Bu konuda geniş bilgi edinmek isteyenler hilyelere bakabilirler.
Kişilerin peygambere (s.a.s) telebbüsü rabıta yaparken fiziki portresini üzerlerine giydirmekten ziyade manevi olarak kendilerini onun yerine koymaları da yeterlidir.
Rasulullah’a böyle bir telebbüsü rabıta nefsin de hoşuna gideceği için Ettehiyyatunun rollerine uygun okunuşu insana kısa zamanda meleke olur.
Ettehiyyatu’nun anlamı ve rolleri:
Peygamber konuşuyor: ‘Ettehiyyatü lillahi vessalavatu vettayyibatü’ Ettihhyatü, Allah’a sunulan azim bir kasidedir. Vecizdir. Ettehiyyat, vessalavat, vettayyibat bütün ibadetleri kapsayan, onların Allah (c.c.) indindeki değerlerini, kalitelerini ifade eden sıfatlardır. En düşükten en yükseğe doğru sıralanmışlardır. Örneğin bir namazın tahiyyat olması o kişiyi dünyada ve ahrette kurtarmasıdır. Yine bir namazın salavat olması o namazın ailesine, soyuna sopuna da tesir edip onların da namaz kılmalarına vesile olmasıdır. Bu sayede onların da dualarını almaktır. Bir namazın tayyibat olması ise kişinin ailesi, soyu sopu dışında diğer insanlara da etki etmesi, başkalarına da hidayet ve irşada vesile olmasıdır. Kılınan namazlar başka insanların da dirilmesine vesile olursa bu o kişiyi Allah katında daha yüceltir. İşte Ettehiyyat, vessalavat, vettayyibat kelimelerini diğer bütün ibadetler için de bu şekilde düşünebiliriz, uygulayabiliriz. Cümlede lillahi Allah için demektir. Yani bu cümlede öz olarak ‘Farklı derecelerdeki tüm ibadetler, Allah içindir.’ demek isteniyor.
Allah (c.c.) konuşuyor: ‘Esselamü aleyke eyyühen-Nebiyyü ve rahmetüllahi ve berakatüh:’ ( Ey peygamber Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi üzerine olsun.) Nasıl peygamberimiz veciz bir ifade ile Allah’ı (c.c.) övmek için ibadetleri değer ve kalitelerine göre nitelendirerek ona tahsis etti ise Allah da onun bu sözlerine uygun olarak mukabelede bulunmakta, bu ibadetlerden gelecek nimetleri de üç sınıfta ifade etmektedir. Tahiyyat makamında kılınan bir namaz kişiyi dünya ve ahrette selama (Allahın gazabından güvenliğe, eminliğe) ulaştırır. İşte namazın en küçük hediyesi budur. Kişiyi Allahın gazabından kurtarır. Gerçekten namaz büyük kurtuluştur. Onu mutlaka kılmak gerekir. O birinci vazifemizdir. Kişiyi dünya ve ahret sıkıntılarından emin kılar. Salavat makamında kılınan bir namaz insana Allah’ın rahmetini (ve rahmetüllahi) kazandırır. Rahmet ahrette tecelli edecek büyük bir nimettir. Kişi bu rahmetle ahrette ailesindeki, soyu ve sopundaki bazı kişilere azaptan kurtulmaları veya cennette derecelerinin yükselmesi için şefaat edebilecektir. Tayyibat makamındaki bir namaz ise Allah’ın bereketini (ve berakatüh) kazandırır. Allahın bereketine eren kişiler, ahrette peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle haşrolacağı gibi büyük nimetlere de erecektir. Ailesi, soyu sopu dışında başka insanlara da gerek cehennemden kurtuluşları gerekse cennette büyük nimetlere, makamlara ermeleri için şefaatte bulunabileceklerdir.
Peygamber konuşuyor: ‘Esselamu aleyna ve ala ibadillahis-salihin:’ (Selam bizim ve salih kullarının üzerine olsun.) Bu cümleyi okurken peygamberimizin ümmetine olan aşırı sevgisi gözler önüne getirilmelidir. Ahirette herkesin can derdine düşüp nefsi nefsi (kendimi kurtarmak istiyorum) diye bağırdıkları sırada o içten bir yakarışla ümmeti ümmeti (ümmetimi kurtarmak istiyorum) diye inleycektir. Bu cümlede peygamberimizin ümmetine olan düşkünlüğü hissolunmaktadır. Bu nedenle burada peygamberimiz (s.a.s), ümmetinin dünya ve ahrette selama (esenliğe, barışa, huzura) ermeleri için dua buyurmaktadırlar.
Melekler konuşuyor: ‘Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasulüh:’ (Ben şahitlik ederim ki Allah’tab başka ilah yoktur. Muhammed onun kulu ve peygamberidir.)
Sağa sola verilen selamlarla üzerimizdeki ve çevremizdeki meleklerin de duaları alınır. Esenliğe çıkılır.
Namazı doğru ve huşulu kıldığımızda o namaz üzerimize siner. Bizde güzel bir hal meydana getirir. Bu hal başkalarına da tesir eder. Bizim adımıza tebliğde ve irşatta bulunur. Tebliğ ve irşat sözden ziyade halle yapılır. Namaz hiç konuşmadan bizim adımıza insanları hak dine davet eder. İnsanların da namaz kılmalarına vesile olur. Bu anlamda namaz sadece kılan kişiyi değil başkalarını da diriltir.
Namazla dirilen bir insan Allah’ın (c.c.) hükümlerine, emir ve yasaklarına kayıtsız şartsız teslim olur.
İnsan, namaz kılmakla evrene, hatta evrenlere uyum sağlar. Uyum beraberinde huzuru, barışı, esenliği ve mutluluğu getirir. Çünkü bütün varlık âlemi, canlı ve cansızlar, namazın bir rüknünde kendi lisan-ı halleri ile ibadet yapmaktadırlar. Namazda bütün bu ibadet çeşitleri toplanmıştır. İnsan namaz kılarak bu evren armonisinde bir sese ulaşır, anlam kazanır. O da bu koroda yer almış olur. Namaz varoluşun bir gereğidir. İnsan namaz kılmaya başladığı zaman gerçek manada kul olur. Bizlerin en birinci vazifesi, Allah’a (c.c.) ibadet etmektir. Çünkü bütün evren, içerisindeki her şey Allah’a kul olmak üzere yaratılmıştır. Allah bizleri kendisine kul olmamız için programlamıştır, dizayn etmiştir: ‘Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (Zariyat suresi, 57)’ Allah’a (c.c.) kul olan insan ödevini yaptığı için rahatlar. Özgürleşir. Çünkü duygu ve düşünceleri büyük bir yükten kurtulur. Allah da bu kuldan razı olunca o insan bu dünyada iken cennet hayatını yaşamaya başlar. Allah’a (c.c.) bile bile namaz kılmayan insan ise nefsinin esiri olur. Büyük bir manevi sıkıntı içerisine girer. Tüm varlıklar ibadetle yaratılışlarının gereğini yerine getirip huzura ermişken o hiç yere büyük bir manevi yükün altında kalır. Namaz kılmayanlar manevi bir buhranın içerisinde olurlar. Çağdaş felsefenin terimi ile ifade edersek ‘varoluşsal bunalım’ çukuruna yuvarlanırlar. Yani namaz borcunu yerine getirmeyenler daha bu dünyada iken cehennem sıkıntılarını yaşamaya başlarlar. Tabii bir de bu işin ahiret cephesi vardır. Allah’ın (c.c.) kahrının tecelli ettiği cehennemi bilemiyoruz. Ama orantı olarak yumurtanın zarından daha ince bulunan yer kabuğunun altı ve güneşin kendisi bize yeteri kadar cehennemin sıcaklığı hakkında fikir veriyor. Hadislere bakılırsa cehennem bunlardan da daha sıcaktır. Allah (c.c.) kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’de kendisine asi olanları, burada yakacağını beyan buyuruyor. ‘ Suçlulardan sizi cehenneme sokan nedir, diye sorarlar. O suçlular şöyle derler: ‘ Biz Namaz kılanlardan değildik.’ (Müddessir suresi, 41-43)’ Bu tehdit, insana sinek vızıltısı gibi mi geliyor?
Allah her birimize indinde makbul olan, huşulu, huzurlu namazları ihsan eylesin. Allah (c.c.) her birimizin kalplerinde namazı sevgili ve aziz kılsın. Bu yolla bizlere rızasını nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi
A. İftitah Tekbiri:
İftitah tekbiri, namaza başlarken söylenen ‘Allahu Ekber (Allah en büyüktür) sözüdür. Bu söz, insana ölüm gibi tesir etmelidir. Nasıl ölen kişinin dünya ile bağlantısı kalmazsa bu tekbir de namaz kılan kişiyi öyle dünya ile alakalı her şeyden kesmeli, Allah’ın (c.c.) huzuruna çıkarmalıdır. Zaten tekbir sırasında yapılan ellerin kulak hizasına kaldırılıp indirilmesi bu dünya ile alakanın kesilmesinin jestidir, vücut dilidir. Bu hareketi yaparken duygu ve düşüncesini de yaşamak gerekir. Bu tekbiri Allah aşkı için şehit olmak isteyen bir insanın serden geçliği, kararlığı ve coşkusu ile çeken bir insanın namazı Allah’ın izni ile huzurlu ve huşulu geçer. Çünkü dünya dışarıda değil insanın iç dünyasındadır. Dünya nefsidir. Namazın başı iyi olursa namaz o istikamette gider. Onun için bu tekbiri çekme biçimi, o sırada içerisinde bulunacağımız ruh hali çok önemlidir. Tekbiri çekmeden önce, birkaç saniye de olsa, o coşku ve huşuya insanın kendisini hazırlaması gerekir. Bunun için insanın kendisinin Allah yolunda şehit olduğunu hayal etmesi büyük bir yarar sağlayabilir. Rükünler arasında çekilen tekbirler de nefse iftitah tekbirindeki yaşanan halleri anımsatmalıdır. Çünkü nefis çok çabuk unutur, ona daima bunu hatırlatmak gerekir.
B. Kıyam:
Namazı bütün melekelerimizle (duygu, düşünce, hayal, coşku) yaşamamız gerekir. Birinde yaşanan bir boşluk nefsin ve şeytanların harekete geçerek namazı ifsat etmelerine neden olabilir. Namaz yaşamımızdan bir andır. Bir yaşantı sürecidir. Belli hareketlerin yapıldığı, surelerin ve duaların okunduğu, zikirlerin çekildiği, kısacası anlamlı işlerin yapıldığı bir yaşam dilimidir. Namazda zamanın insanın tüm melekelerine hitap edilecek şekilde dolu dolu yaşanması gerekir.
Namaz kılarken arka planında Allah’ın (c.c.) razı olacağı bazı hayaller fon olarak kullanılırsa namaz daha feyizli ve bereketli olur. Ayrıca bunlar güzel düşünceler, duygular, coşkular oluşturacağı için namaz daha zevkli geçecektir. İnsanlar namazdan daha büyük bir haz alacaklardır. Aksi taktirde namazdaki boşlukları nefis ve şeytanlar doldurur ki, o zaman namaz istenilen nitelikte ve kalitede olmaz. Huşudan ve ruhtan yoksun olur.
Namazın sırrı, anlamı, huşusu, Allah (c.c.) karşısında olma, yani huzurda bulunma düşünce ve duygusunda gizlidir. Hadiste buna ihsan hali denmiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed Alehisselam, ihsanı şöyle tarif etmişlerdir: ‘İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Zira sen O’nu görmezsen de O seni görmektedir.’ Namazda, namazın bütün rükünlerinde ihsan haline ulaşmak, bu hali yaşamak bir gaye olmalıdır. Namazı Allah’ın (c.c.) karşısında, huzurunda kıldığımız düşünce ve duygusunu yaşadığımız anda namazda huşuyu da elde ederiz. Namazda huşu ise büyük bir devlettir, çok büyük bir nimettir. Şu ayet-i kerime bu büyük müjdeyi içerir: ‘Muhakkak ki namazlarında huşuya eren müminler, kurtuluşa ermişlerdir. (Mü’minun suresi, ayet 1,2)’
Namaz bütün varlıkların ibadetlerini kendisinde toplamıştır. Her varlık, namazın bir rüknündeki bir lisan-ı halle Allah’a (c.c.) ibadet etmektedir. Cansız sanılan maddenin en küçük parçaları olan atomların elementleri durumunda bulunan elektronlarının çekirdekleri etrafındaki akıl almaz hızla dönüşleri, Allah’a (c.c.) karşı kendi lisan-ı halleri ile bir ibadettir. Yine makro âlemde gezegenler, yıldızlar çeşitli hareketleri ile adeta namazda kıyam rüknünde olan birisi gibidirler. Kıyamda ayakta durulduğu gibi bu varlıklar da gerek kendi ekseni etrafında gerekse birbirlerinin çevresinde yaptıkları hareketleri ile dengede durmaktadırlar, yıkılmamaktadırlar.
Namazda kıyamda iken cemaat duygusunu daima canlı tutmak gerekir. Zira bilindiği üzere cemaatle kılınan namaz ferdi kılınanına göre 27 kat daha faziletlidir. Bütün madde âleminin de söz konusu hareketleri ile bizimle birlikte Rabb’imizin huzurunda kıyamda durduğunu düşünmek ve hayal etmek namazımızı daha faziletli ve huşulu kılar. Ayrıca gökyüzünde mutat ibadetleri gereği sürekli kıyam halinde olan, sayısını ancak Allah’ın bildiği meleklerin varlığı da hadis-i şeriflerde bildirilmektedir. Bunları da kıyam cemaatine katmak namazımızı daha faziletli ve huşulu kılar.
Namazı Allah’ın karşısında, huzurunda kılma duygusu ile birlikte namazda cansız varlıklarla, meleklerle birlikte kıyamda durduğumuzu hayal etmemiz, vesveselerin, dünya düşüncelerinin de yolunu keser.
Namazı kılarken feyz kaynağı Kabe’nin karşısında olduğumuzu da unutmamız gerekir.
C. Kıraat (Kuran-ı Kerim’den Sure Okuma):
Namazın kıyamında okunan Fatiha suresinin anlamını tefekkür etmekten ziyade ruhuna uygun okumak gerekir. Fatiha, mana olarak Kuran-ı Kerim’i kapsamına alan, hacmi küçük ama kendisi büyük olan bir suredir. Tefsirler faziletlerini anlatmakla bitiremezler. Bu sure namazın her rekâtında okunmak zorundadır. Hadis-i şerifler bunsuz namazın olmayacağını beyan buyuruyor. Fatiha’nın ruhunu ancak bu konuda varit olan hadis- şerifleri okuyarak kavrayabiliriz. Ayrıca namazlarımızda bu kadar çok okuduğumuz bir sureyi tefsir kitaplarından da açıklamalarını öğrenmek akıllı kişilerin harcıdır. Fatiha’nın ruhunu kısaca şöyle özetleyebiliriz: İlk üç ayetinde Rabb’imizi hamd ettiğimizi ve övdüğümüzü (1. Elhamdü lillahi Rabil-âlemin. 2. Er-rahmanirrahim. 3. Maliki yevmiddin. 1. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. 2. O acıyan ve esirgeyendir. 3. Din (kıyamet) gününün sahibidir. ), dördüncü ayette Allah ile bir sözleşme imzaladığımızı (4. İyyake na’budü ve iyyake nesta’in 4. Ancak Sana ibadet eder, ancak Sen’den yardım isteriz), beşinci ve altıncı ayetlerde (5. İhdinessıratel mustakim. 6. Sıratellezine en’amte aleyhim ğayrilmağdubi aleyhim ve leddallin 5. Bizi doğru yola ilet. 6. Nimet verdiğin kimselerin yoluna, üzerlerine gazap inenlerin (Yahudilerin) ve sapkınların (Hıristiyanların) yollarına değil. ) hayat felsefemizin, ideolojimizin, hayat tarzımızın kısacası dinimizin Allah’ın rızası istikametinde tecellisi için yaptığımız bu dua demetinin sözleşmeyi yerine getirdiğimiz sürece Allah tarafından kabul edildiği, böyle bir duayı Allah’ın reddetmediği konusunda ümitli olmayı düşünmeliyiz.
D. Rüku, el-Azîmu (ululuk, yücelik sahibi) Güzel İsmi :
Namazda bilindiği üzere rükûda en az üç kere “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm (Rabb’in el-Azîm güzel ismi eksiklik ve kusurdan uzaktır)” tespihi çekilir. Bu tespihi rükûlarda ne kadar çok söylersek namaz o kadar çok feyizli, bereketli ve huşulu olur. Mutasavvıflar çeşitli vesilelerle hayvanların büyük ekseriyetinin duruşları itibari ile rükû halinde olduklarına dikkat çeker. Ayrıca gökyüzünde mutat ibadetleri gereği sürekli rükû halinde olan, sayısını ancak Allah’ın bildiği meleklerin varlığı da hadis-i şeriflerde bildirilmektedir. Bizler kıldığımız namazlarda rükû sırasında bütün bu varlıkları tahayyül edip onlarla beraber bir cemaat duygusu ile rükûlarımıza bir derinlik ve anlam katarsak namazlarımız daha bir faziletli olur ve huşu kazanır.
Allah’ın (c.c.) yüceliğini, ululuğunu kavramak olanaksızdır. Bunu ancak zıddıyla veya çeşitli karşılaştırmalarla anlayabiliriz.
Ulu, yüce kavramlarının zıddı küçük ve basittir.
Evren o kadar geniştir ki, içerisinde dünya yaratılalı beri henüz ışığı bize ulaşamamış yıldızlar bulunmaktadır. Evrenin bu genişliği ile insanın sınırlı kavrayışı karşılaştırıldığında Allah’a (c.c.) izafe edilen yücelik, ululuk kavramları az çok anlaşılabilir. Oysa Allah (c.c.) henüz dünya yaratılalı beri bize yıldızlarının ışığı ulaşamamış bu evrenin değil mahiyetlerini bilemeyeceğimiz sınırsız sayıdaki evrenlerin yaratıcısıdır. Bu durumda O’nun yüceliğini, ululuğunu (el-Azîm oluşunu) evrenlerle bile karşılaştırmak, sınırlandırmak büyük bir günahtır.
Allah’ın (c.c.) kudretinin genişliğini anlamak imkânsızdır. Allah’ın (c.c.) zatının genişliğini de düşünemeyiz. Çünkü Allah (c.c.) madde ve madde cinsinden bir şey değildir. Bu güzel isim O’nun güç ve kudretini nitelemektedir. O’nun kudretinin genişliğini, bir ülke yöneticisinin sıradan bir vatandaşa göre devleti yönetmede sahip olduğu geniş olanaklarla karşılaştırarak kısmen de olsa anlamaya çalışabiliriz.
Namazlarda her rükûda en az üç kere tekrar edilen “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm (Rabb’in el-Azîm güzel ismi eksiklik ve kusurdan uzaktır)” tespihindeki el-Azîm güzel ismindeki sır nedir?
Namazda rükû sırasında Allah’a (c.c.) tazimde bulunulur. Tazim saygı, hayranlık, korku, övgü, minnettarlık, itaat ve bağlılık gibi kavramları içerir. Hâlbuki günlük yaşamda çeşitli ihtiyaçlarımız ve sıkıntılarımız giderilirken biz insanlara karşı bu duyguları yaşarız. Sanki manevi olarak onların önünde eğiliriz. Böylelikle Allah’a (c.c.) gösterilmesi gereken tazimi yaratıklara sergileriz. Bu durum adeta gafletle şirke düşmektir. Oysa el-Azîm güzel ismi ile tazimi sadece Allah (c.c.) hak etmektedir. Çünkü güç, kudret ve övgü (hamd) sadece Allah’a (c.c.) mahsustur. Gerçi ilgili duyguların insanlara karşı belli bir derecede duyulması gayet doğaldır. Ama ne zaman ki insanların ihtiyaçlarımızı ve sıkıntılarımızı gidermede birer vesile olduğu ve hakiki yapan/edenin Allah (c.c.) olduğu gerçeği unutulur veya görmezden gelinirse sözünü ettiğimiz gizli şirk gerçekleşir. Yine de insan, günlük yaşamının monoton doğal akışı, gürültüsü, gafleti içerisinde böyle durumlarda Allah’ı (c.c.) pek az anımsamaktadır. İşte rükûda kul hem sergilediği beden diliyle hem de Allah’ın (c.c.) el-Azîm güzel ismini eksiklik ve kusurdan tenzih ederek her ihtiyacını ve sıkıntısını O’nun giderdiğini ve O’nun gücünün ve kudretinin her şeye yettiğini, geniş olduğunu belirtmekte; saygı, hayranlık, korku, övgü, minnettarlık, itaat ve bağlılık gibi duygularla O’nu yüceltmektedir. Böylece üzerindeki bu tür gizli şirk pisliklerini temizlemekte, Allah’a (c.c.) kullukta makam kazanmaktadır. Yine bu sayede üzerindeki nimetlerle içerine düştüğü gizli şirkten, kula kul olmaktan kurtularak dünya hayatında da gerçek özgürlüğe erişmektedir.
El-Azîm güzel ismi ile kula düşen görev şudur: Namazlarını kılan bir Müslüman el-Azîm güzel ismini bir günde en az 120 kez zikretmektedir. Bu durum bu güzel ismin namaz dışında da zikredilmesinin önemini göstermeye yeter.
Rükûdan doğrulurken zikredilen ‘Semiallahü limen hamideh’ (Allah kendisine hamd edenleri işitir.), nefsin aklına ve anlayışına uygun söylenmiştir. Bunun nedeni nefse bir itminanlık ve güven duygusu kazandırmak içindir. Zira müminin anlayışı işitmenin ötesindedir. Ama nefis işitmeye ve yapmaya önem verir. İşitilen ve yapılan şeylere dikkat eder. Zekâsı ve anlayışı kıttır. Müminin anlayışında Allah (c.c.) kalpte geçenleri ezelde bilmektedir, biçimindedir. Ama rükûda iki büklüm olan, ezilen nefse mükâfat babında bu zikir, onun anlayışına ve zekâsına uygun olarak tesir ettirilmeye çalışılır. Tam doğrulduğunda ise bu zikir kesin bir ifade ile daha saf ve yalın olarak nefse yine zikrettirilir: ‘Rabbena lekel-hamd’ (Hamd (övgü dolu şükür) Rabbimiz içindir.). Bu sefer sadece nefs değil ruh da hissesini alır. Çünkü ruh, nefisten daha anlayışlı ve imanlıdır. Hamdin Allah’a mahsus olması dile getirilince ruh coşar. Ümitlenir. Kapına sığmaz olur. Artık bundan sonra kulun gafletinin ve günahlarının affı için kendisini Allah’ın huzurunda yere kapanmasına, secde etmesine sıra gelir.
E. Secde, el-Aliyyu, el-A’lâ (varlıkların nitelik ve niceliği ile karşılaştırılması doğru olamayan Allah’ın [c.c.] kudretinin ve zatının yüksekliği) Güzel İsimleri:
Namazda bilindiği üzere secdede en az üç kere “Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ (Rabb’in el-A’lâ güzel ismi eksiklik ve kusurdan uzaktır)” tespihi çekilir. Bu tespihi secdelerde ne kadar çok söylersek namaz o kadar çok feyizli, bereketli ve huşulu olur. Mutasavvıflar çeşitli vesilelerle bitkilerin duruşları itibari ile secde halinde olduklarına dikkat çeker. Bitkilerin başı topraktaki kökleridir. Ayrıca gökyüzünde mutat ibadetleri gereği sürekli secde halinde olan, sayısını ancak Allah’ın bildiği meleklerin varlığı da hadis-i şeriflerde bildirilmektedir. Bizler de kıldığımız namazlarda secde sırasında bütün bu varlıkları tahayyül edip onlarla beraber bir cemaat duygusu ile secdelerimize bir derinlik ve anlam katarsak namazlarımız daha bir faziletli olur ve huşu kazanır.
Allah’ın (c.c.) kudretinin yüksekliğini kavramak olanaksızdır. Bunu ancak zıddıyla veya çeşitli karşılaştırmalarla anlayabiliriz. Yüksek kavramının zıddı alçaktır (süfli). Allah’ın (c.c.) dışında her şey bununla vasıflanabilir. En alçak şeyler onun günah saydığı fiillerdir. Sonra sırasıyla mubahlar, helaller gelir. Kul Allah’a (c.c.) yöneldiği zaman yücelir, yükselir. Çünkü O el-Aliyy’dir. Kul, dünyaya ilgi göstermeye başladığında alçalır, düşer. Zaten dünya da deni (alçak) sözcüğünden türemiştir. Harama bulaştığında ise pis bir bataklığa saplanmıştır.
Yüksek kavramının zıddının alçak olduğunu söylemiştik. Dünyadaki en yüksek yapı evrenin yüksekliği ile karşılaştırıldığında alçak kalır. Evrenlerin sahibi Allah’ın (c.c.) kudretinin yüksekliğini (el-Aliyy oluşunu) sınırsız sayıdaki evrenler bile izahta aciz kalır.
Kudreti sonsuz yükseklikte olan Allah’ın (c.c.) karşısında biz insanlar ne kadar aciz bir durumdayız.
Tabii el-Aliyy ile dile getirilen kavram, varlıkların nitelik ve niceliği ile bir ilgisi olmayan Allah’ın (c.c.) zatının, dolayısıyla şan ve şerefinin yüksekliğidir.
Kudreti bu kadar yüksek olan Allah’ın (c.c.) zatı da (şan ve şerefi) yüksektir. Onun için O’nu gözler göremez. Akıllar idrak edemez. Bütün makam ve mevkiler O’nun yanında alçak kalır. O’nun madde âlemi ile bir ilgisi olmadığı için bu zati yüksekliği bir ülke yöneticisinin herkesle yüz göz olamaması anlamında düşünmemiz gerekir. Allah’ın (c.c.) duyu organlarıyla algılanamamasının bir nedeni de bu güzel isme dayanmaktadır.
Namazlarda her secdede en az üç kere tekrar edilen “Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ (Rabb’in el-A’lâ güzel ismi eksiklik ve kusurdan uzaktır)” tespihindeki el-A’lâ güzel ismindeki sır nedir?
Aliyy ile a’lâ aynı kökten gelen kelimelerdir. A’lâ, aliyy kelimesine göre yüksekliği daha bir vurgulamakta ve başına “en” takısını hak etmektedir.
Namazda secde sırasında kulluk makamına erişilir. Secde, namazın en doruk noktasıdır. Peygamberimize (s.a.s) namaz miraçta farz kılınmıştır. Miraç bilindiği üzere peygamberin (s.a.s) Allah (c.c.) katına yükseldiği gecedir. İşte namazda kulu Allah (c.c.) katına çıkaracak en anlamlı hareket secdedir. Çünkü secde her türlü günahın temel kaynağı olan nefsi Allah (c.c.) karşısında aşağılamanın beden dilidir. Secde anında Allah’ın (c.c.) el-A’lâ güzel isminin zikredilmesi çok manidardır. Bu güzel isimle kul hem peygamberi (s.a.s) gibi manevi bir miraçla Allah’a (c.c.) yükseldiğini düşünmekte hem de bu güzel ismi eksiklik ve kusurdan tenzih etmekle Allah’ın (c.c.) zati yüksekliği sonucu O’nu duyu organları ile algılayamayınca nefsinin, şeytanların ve dünyanın kışkırtmaları sonucu gaflete veya günaha düşmesi üzerine yaşadığı pişmanlıkla huzurda af dileyip O’nun bu güzel ismini yüceltmektedir.
Kılınan namazların, duaların kabulüne vesile ve günahlara kefaret olması da el-Alâ güzel isminin ruhuna uygun düşmektedir.
Gerek el-Azîm gerek el-Aliyy güzel isimleri Allah’ın (c.c.) uluhiyyetini yüceltmeleri açısından anlam bakımından ortak bir temele dayanırken rükû sırasında söylenilen el-Azîm (ululuk, yücelik sahibi) güzel isminde Allah’a (c.c.) verdiği sonsuz nimetlere karşılık sonsuz bir minnettarlık duygusu, secde sırada söylenilen el-Aliyy (el-A’lâ: varlıkların nitelik ve niceliği ile karşılaştırılması doğru olamayan Allah’ın [c.c.] kudretinin ve zatının yüksekliği) güzel isminde ise gaflet ve günahlardan dolayı pişmanlık duyup affını talep etme anlam inceliği söz konusudur. Rükû ve secdelerde bu isimlerin altındaki ilgili duygusal anlam inceliklerine dikkat edilmelidir. Ayrıca bizzat rükû ve secde de birer beden dili olarak aynı anlam inceliklerine sahiptirler. Dolayısıyla ilgili rükünleri yaparken söz konusu anlam inceliklerini duygusal, coşkusal ve düşünsel melekelerimizle yaşamamız yerinde olacak, namazın ruhuna ve huşusuna daha uygun düşecektir.
El-Aliyy ve el-A’lâ güzel isimleri ile kula düşen görev şudur: Namazlarını kılan bir Müslüman el-A’lâ güzel ismini bir günde en az 120 kez zikretmektedir. Bu durum bu güzel isimlerin namaz dışında da zikredilmesinin önemini göstermeye yeter.
F. Oturuşlar (Ka’de):
Namazın oturuşları da çok mühimdir. Son oturuş farzdır. Oralarda okunan Ettehiyyatu duası büyük bir hediyedir. Azim bir duadır. Peygamberimizin (s.a.s) miraçta aldığı hediyelerin hepsi onda gizli surette mevcuttur. Ona samimi bir şekilde talip olmamız gerekir. Çünkü peygamberimizin (s.a.s) belirttiği gibi namaz, müminin miracıdır. Ettehiyyatu duasını okurken bu miracı yaşamak insana hem büyük bir zevk verir, hem de çok faziletli, bereketlidir.
Ettehiyyatuyu okurken şu hususlara dikkat etmek büyük yararlar sağlar:
Buradaki sözlerin bir kısmı peygambere, bir kısmı Allah’a, bir kısmı da meleklere aittir. Sahne, Allah huzurudur.
Ettehiyyatuyu çok yavaş okumalıdır. Namaz öncesinde meleke kazanılıncaya değin bir süre sözleri rollerine uygun okurken farklı ses tonlamaları ile biraz çalışma yapılmalıdır. Aslında bunu öğrenmek çok basittir. Biraz üzerinde çalışılırsa herkese nasip olabilir.
Ettehiyyatunun anlamını çok iyi öğrenmeliyiz.
Kendimizi peygamberin (s.a.s) yerine koyarak onun sözlerini daha yürekten, Allah’ın sözlerini bize sunulan hediye gibi, meleklerin şahadet kelimesini de İslam’a Allah’ı ve onları da şahit tutma niyeti ile hareket ederek söylemeliyiz.
Genellikle insanlar kendilerini peygamber (s.a.s) yerine koymayı bir edepsizlik olarak telakki ederler. Hâlbuki bu peygambere bir iltifattır. Onun gibi olmak, onun sünnetini yaşamak dinde ve özellikle tasavvufta amaçlanan şeyler arasındadır. Tasavvufta fenafişşeyh makamından sonra fenafirrasul makamı vardır. Burada amaçlanan şey, nefsini Rasulullah’ta yok etmedir. Mürit mana âleminde Rasulullah’ı görünce ona benzemeye çalışır. Çoğu zaman onunla telebbüsü rabıtaya başvurur. Telebbüsü rabıta kendi vücudunu ortadan kaldırıp kendisinde Rasulullah’ı ikame etmesiyle yapılır. Yani artık kendisi yok, Rasulullah vardır.
Rasulullah’ın birkaç çizgi ile fiziki portresi şöyledir: Ortadan biraz daha uzun boy; geniş nurani bir yüz, yüzdeki organlar gayet muntazam, güzel; beyaz, nurdan dolayı parlak çember bir sakal; yüzden hemen sonra başlayan özellikle biraz uzun ve kalın olan boyun ve ense kısmındaki beyaz teninde yer alan çeşitli noktalardaki hoş bir kırmızı ve pembe renk hemen dikkati çekmektedir. Baş genellikle hafif eğik. Ayrıca geniş bir göğüs. Bu konuda geniş bilgi edinmek isteyenler hilyelere bakabilirler.
Kişilerin peygambere (s.a.s) telebbüsü rabıta yaparken fiziki portresini üzerlerine giydirmekten ziyade manevi olarak kendilerini onun yerine koymaları da yeterlidir.
Rasulullah’a böyle bir telebbüsü rabıta nefsin de hoşuna gideceği için Ettehiyyatunun rollerine uygun okunuşu insana kısa zamanda meleke olur.
Ettehiyyatu’nun anlamı ve rolleri:
Peygamber konuşuyor: ‘Ettehiyyatü lillahi vessalavatu vettayyibatü’ Ettihhyatü, Allah’a sunulan azim bir kasidedir. Vecizdir. Ettehiyyat, vessalavat, vettayyibat bütün ibadetleri kapsayan, onların Allah (c.c.) indindeki değerlerini, kalitelerini ifade eden sıfatlardır. En düşükten en yükseğe doğru sıralanmışlardır. Örneğin bir namazın tahiyyat olması o kişiyi dünyada ve ahrette kurtarmasıdır. Yine bir namazın salavat olması o namazın ailesine, soyuna sopuna da tesir edip onların da namaz kılmalarına vesile olmasıdır. Bu sayede onların da dualarını almaktır. Bir namazın tayyibat olması ise kişinin ailesi, soyu sopu dışında diğer insanlara da etki etmesi, başkalarına da hidayet ve irşada vesile olmasıdır. Kılınan namazlar başka insanların da dirilmesine vesile olursa bu o kişiyi Allah katında daha yüceltir. İşte Ettehiyyat, vessalavat, vettayyibat kelimelerini diğer bütün ibadetler için de bu şekilde düşünebiliriz, uygulayabiliriz. Cümlede lillahi Allah için demektir. Yani bu cümlede öz olarak ‘Farklı derecelerdeki tüm ibadetler, Allah içindir.’ demek isteniyor.
Allah (c.c.) konuşuyor: ‘Esselamü aleyke eyyühen-Nebiyyü ve rahmetüllahi ve berakatüh:’ ( Ey peygamber Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi üzerine olsun.) Nasıl peygamberimiz veciz bir ifade ile Allah’ı (c.c.) övmek için ibadetleri değer ve kalitelerine göre nitelendirerek ona tahsis etti ise Allah da onun bu sözlerine uygun olarak mukabelede bulunmakta, bu ibadetlerden gelecek nimetleri de üç sınıfta ifade etmektedir. Tahiyyat makamında kılınan bir namaz kişiyi dünya ve ahrette selama (Allahın gazabından güvenliğe, eminliğe) ulaştırır. İşte namazın en küçük hediyesi budur. Kişiyi Allahın gazabından kurtarır. Gerçekten namaz büyük kurtuluştur. Onu mutlaka kılmak gerekir. O birinci vazifemizdir. Kişiyi dünya ve ahret sıkıntılarından emin kılar. Salavat makamında kılınan bir namaz insana Allah’ın rahmetini (ve rahmetüllahi) kazandırır. Rahmet ahrette tecelli edecek büyük bir nimettir. Kişi bu rahmetle ahrette ailesindeki, soyu ve sopundaki bazı kişilere azaptan kurtulmaları veya cennette derecelerinin yükselmesi için şefaat edebilecektir. Tayyibat makamındaki bir namaz ise Allah’ın bereketini (ve berakatüh) kazandırır. Allahın bereketine eren kişiler, ahrette peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle haşrolacağı gibi büyük nimetlere de erecektir. Ailesi, soyu sopu dışında başka insanlara da gerek cehennemden kurtuluşları gerekse cennette büyük nimetlere, makamlara ermeleri için şefaatte bulunabileceklerdir.
Peygamber konuşuyor: ‘Esselamu aleyna ve ala ibadillahis-salihin:’ (Selam bizim ve salih kullarının üzerine olsun.) Bu cümleyi okurken peygamberimizin ümmetine olan aşırı sevgisi gözler önüne getirilmelidir. Ahirette herkesin can derdine düşüp nefsi nefsi (kendimi kurtarmak istiyorum) diye bağırdıkları sırada o içten bir yakarışla ümmeti ümmeti (ümmetimi kurtarmak istiyorum) diye inleycektir. Bu cümlede peygamberimizin ümmetine olan düşkünlüğü hissolunmaktadır. Bu nedenle burada peygamberimiz (s.a.s), ümmetinin dünya ve ahrette selama (esenliğe, barışa, huzura) ermeleri için dua buyurmaktadırlar.
Melekler konuşuyor: ‘Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasulüh:’ (Ben şahitlik ederim ki Allah’tab başka ilah yoktur. Muhammed onun kulu ve peygamberidir.)
Sağa sola verilen selamlarla üzerimizdeki ve çevremizdeki meleklerin de duaları alınır. Esenliğe çıkılır.
Namazı doğru ve huşulu kıldığımızda o namaz üzerimize siner. Bizde güzel bir hal meydana getirir. Bu hal başkalarına da tesir eder. Bizim adımıza tebliğde ve irşatta bulunur. Tebliğ ve irşat sözden ziyade halle yapılır. Namaz hiç konuşmadan bizim adımıza insanları hak dine davet eder. İnsanların da namaz kılmalarına vesile olur. Bu anlamda namaz sadece kılan kişiyi değil başkalarını da diriltir.
Namazla dirilen bir insan Allah’ın (c.c.) hükümlerine, emir ve yasaklarına kayıtsız şartsız teslim olur.
İnsan, namaz kılmakla evrene, hatta evrenlere uyum sağlar. Uyum beraberinde huzuru, barışı, esenliği ve mutluluğu getirir. Çünkü bütün varlık âlemi, canlı ve cansızlar, namazın bir rüknünde kendi lisan-ı halleri ile ibadet yapmaktadırlar. Namazda bütün bu ibadet çeşitleri toplanmıştır. İnsan namaz kılarak bu evren armonisinde bir sese ulaşır, anlam kazanır. O da bu koroda yer almış olur. Namaz varoluşun bir gereğidir. İnsan namaz kılmaya başladığı zaman gerçek manada kul olur. Bizlerin en birinci vazifesi, Allah’a (c.c.) ibadet etmektir. Çünkü bütün evren, içerisindeki her şey Allah’a kul olmak üzere yaratılmıştır. Allah bizleri kendisine kul olmamız için programlamıştır, dizayn etmiştir: ‘Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (Zariyat suresi, 57)’ Allah’a (c.c.) kul olan insan ödevini yaptığı için rahatlar. Özgürleşir. Çünkü duygu ve düşünceleri büyük bir yükten kurtulur. Allah da bu kuldan razı olunca o insan bu dünyada iken cennet hayatını yaşamaya başlar. Allah’a (c.c.) bile bile namaz kılmayan insan ise nefsinin esiri olur. Büyük bir manevi sıkıntı içerisine girer. Tüm varlıklar ibadetle yaratılışlarının gereğini yerine getirip huzura ermişken o hiç yere büyük bir manevi yükün altında kalır. Namaz kılmayanlar manevi bir buhranın içerisinde olurlar. Çağdaş felsefenin terimi ile ifade edersek ‘varoluşsal bunalım’ çukuruna yuvarlanırlar. Yani namaz borcunu yerine getirmeyenler daha bu dünyada iken cehennem sıkıntılarını yaşamaya başlarlar. Tabii bir de bu işin ahiret cephesi vardır. Allah’ın (c.c.) kahrının tecelli ettiği cehennemi bilemiyoruz. Ama orantı olarak yumurtanın zarından daha ince bulunan yer kabuğunun altı ve güneşin kendisi bize yeteri kadar cehennemin sıcaklığı hakkında fikir veriyor. Hadislere bakılırsa cehennem bunlardan da daha sıcaktır. Allah (c.c.) kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’de kendisine asi olanları, burada yakacağını beyan buyuruyor. ‘ Suçlulardan sizi cehenneme sokan nedir, diye sorarlar. O suçlular şöyle derler: ‘ Biz Namaz kılanlardan değildik.’ (Müddessir suresi, 41-43)’ Bu tehdit, insana sinek vızıltısı gibi mi geliyor?
Allah her birimize indinde makbul olan, huşulu, huzurlu namazları ihsan eylesin. Allah (c.c.) her birimizin kalplerinde namazı sevgili ve aziz kılsın. Bu yolla bizlere rızasını nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi