DamLA
Katılımcı
Çok uzun zaman önceydi. Çok uzun zamandır karanlıktı. Çok az şey alabildiğine aynıydı; zira ortamda çok az şey vardı. Ve bir süre sonra ıslaklık, karanlık ve benden müteşekkil olan herşey, çok sıkıcı bir hal almıştı. Her şeyin hepsi bir pazar filesine sığardı.
Çok uzun zaman önceydi. O zamanlar develer berberdi. Sanırım pireler de muhabbet tellalıydı. Türlüsüyle iş varken, ah benim aptal kafam, benim burada ne işim vardı?
Çok uzun zaman önceydi. Zaman o vakitler çok kaygandı. Ben zamanın üstündeydim. Zamanın bir kısmı gidilecek yere ulaşmıştı, ben hala zamanın ulaşamayan kısmının sırtındaydım. O kısım da ara ara beni sırtından atıyordu. Zaman kayarak kaçıp canını kurtarıyordu, benim kendi başımın çaresine bakmam gerekiyordu.
Bir kara delikteydim ve hiç durmadan düşüyordum. Bir yıla yakındır düşüşüm sürüyordu fakat gel gör ki ne bir yere varıyor ne de yolculuktan keyif alıyordum. Kitap mitap da yoktu, düşmeli yolculuğum çok sıkıcı geçiyordu. Bir süre kitap almayı akıl edemeyen beynimi mıncıkladım, beynim açıktaydı, bu beni biraz oyalasa da o karanlıkta okumanın zaten mümkün olamayacağını fark edince yapacak hiçbir şey de kalmadı.
Bu böyle ne kadar sürdü bilemiyordum. Çok uzun zaman önce bana bin yıl gibi gelen bir süre boyunca düştüm.
Sonra delikten metal bir cisim göründü. Kafamdan doğru beni kendine çekmeye başladı. Artık zamandan hızlı kayıyordum; yok hayır kaymıyor adeta uçuyordum. Mutluluktan değil hayır, tazyikten uçuyordum.
Sonra ilk defa kendi sesimi duydum. Unuttunuz mu lan beni burada, bin yıl oldu, bayıldım sıkıntıdan dedim ama öyle çıkmadı sesim. Allahım bu benim sesim olamazdı, olmamalıydı, lütfen olmasındı Miyavlıyordum.
Elimi beynime attım, ses ayarımı yapmaya çalıştım fakat o da neydi? Beynimin üstüne bıngıldaklı bir tas komuşlardı.
Allahım, tüm ayarlarımla oynanmış, bütün kalelerime girilmiş, beynim bir tasla zaptedilmişti. Artık zavallı bir esirdim ve esaretin bedelini ödemeye hazır olup olmadığımdan emin değildim?
Sonrası malum, elbette bayılmışım.
Sonra ayıldım.
Sonra anladım:
Bu benim son düşüşümdü. Zaman beni sırtından dünyaya atmıştı. Zaman en büyük satıcıydı.
[ Alıntı ]
Çok uzun zaman önceydi. O zamanlar develer berberdi. Sanırım pireler de muhabbet tellalıydı. Türlüsüyle iş varken, ah benim aptal kafam, benim burada ne işim vardı?
Çok uzun zaman önceydi. Zaman o vakitler çok kaygandı. Ben zamanın üstündeydim. Zamanın bir kısmı gidilecek yere ulaşmıştı, ben hala zamanın ulaşamayan kısmının sırtındaydım. O kısım da ara ara beni sırtından atıyordu. Zaman kayarak kaçıp canını kurtarıyordu, benim kendi başımın çaresine bakmam gerekiyordu.
Bir kara delikteydim ve hiç durmadan düşüyordum. Bir yıla yakındır düşüşüm sürüyordu fakat gel gör ki ne bir yere varıyor ne de yolculuktan keyif alıyordum. Kitap mitap da yoktu, düşmeli yolculuğum çok sıkıcı geçiyordu. Bir süre kitap almayı akıl edemeyen beynimi mıncıkladım, beynim açıktaydı, bu beni biraz oyalasa da o karanlıkta okumanın zaten mümkün olamayacağını fark edince yapacak hiçbir şey de kalmadı.
Bu böyle ne kadar sürdü bilemiyordum. Çok uzun zaman önce bana bin yıl gibi gelen bir süre boyunca düştüm.
Sonra delikten metal bir cisim göründü. Kafamdan doğru beni kendine çekmeye başladı. Artık zamandan hızlı kayıyordum; yok hayır kaymıyor adeta uçuyordum. Mutluluktan değil hayır, tazyikten uçuyordum.
Sonra ilk defa kendi sesimi duydum. Unuttunuz mu lan beni burada, bin yıl oldu, bayıldım sıkıntıdan dedim ama öyle çıkmadı sesim. Allahım bu benim sesim olamazdı, olmamalıydı, lütfen olmasındı Miyavlıyordum.
Elimi beynime attım, ses ayarımı yapmaya çalıştım fakat o da neydi? Beynimin üstüne bıngıldaklı bir tas komuşlardı.
Allahım, tüm ayarlarımla oynanmış, bütün kalelerime girilmiş, beynim bir tasla zaptedilmişti. Artık zavallı bir esirdim ve esaretin bedelini ödemeye hazır olup olmadığımdan emin değildim?
Sonrası malum, elbette bayılmışım.
Sonra ayıldım.
Sonra anladım:
Bu benim son düşüşümdü. Zaman beni sırtından dünyaya atmıştı. Zaman en büyük satıcıydı.
[ Alıntı ]