İnsanların nefret etmesinin temel nedeni, onların belirli durumları iyi ya da kötü olarak algılayan nesne algılarının bütünleşmemiş olmasıdır. Duygu karmaşası yaşandığı durumda insanlar, diğerlerinin iyi ve kötü yanlarını birlikte algılamakta zorlanır ve bunlardan anlam çıkaramazlar.
Nefret çoklu bir duygu karmaşası olarak adlandırılır. Çünkü içinde olumsuz, yoğun ve derin bir duygu birikimini barındırır. Çoğu kez nefret, bazı olumsuz deneyimlerin sonucunda oluşan sürece dayalı yıkıcı duygu yüküdür. İnsanların nefret etmesinin temel nedeni, onların belirli durumları iyi ya da kötü olarak algılayan nesne algılarının bütünleşmemiş olmasıdır. Duygu karmaşası yaşandığı durumda insanlar, diğerlerinin iyi ve kötü yanlarını birlikte algılamakta zorlanır ve bunlardan anlam çıkaramazlar. Aslında burada optimal seçicilik devreye girer: yani bir insanı iyi olarak algıladığımızda onun kötü yanları olabileceğini düşünmeyiz; kötü olarak etiketlediklerimizin de iyi yanlarını görmezden geliriz. Nefret, mutlak iyi ya da kötü olarak sınıflandırılan durumlarda oluşan bir duygudur. Bu kapsamda insanları sadece kötü yanlarıyla algılanıp onlara ilişkin duyguların olumsuz ve şiddetli olarak hissedildiği durumlarda nefret oluşur.
Bir kişinin iyi veya kötü olabileceğine yönelik algılarımız yaklaşık üç yaşından itibaren oluşmaya başlar. Bu yaşlarda insanları iyi veya kötü olarak etiketleyerek iyi olan kişide kötülüğün ve kötü olan kişide iyiliğin olabileceğini henüz kavrayamayız. Birkaç yıl içinde iyi ve kötü nesne tasarımları birleşerek iyi olan şeylerin aynı zamanda kötü olabileceğini idrak etmeye, böylelikle hem kendimiz hem de başkalarının, duruma göre iyi veya kötü olabileceğini algılamaya başlarız. Algıdaki bu birleşme, duyguları sergilemekte yaşanan sertliğin azalmasına neden olur. Artık hem kendimizi hem de karşımızdakini mutlak iyi olarak tanımlamadığımızdan radikal şekilde betimlediğimiz iyi ve kötü kavramları daha zor oluşur ve insanlardan kolayca nefret etmeyiz. İçine daha kapalı çocuklarda birisine karşı duyulan hisler oldukça yavaş gelişir. Böylesi çocukların bir zamanlar sevdiği birinden uzaklaşması için büyük ve travmatik olaylar yaşaması gerekebilir. Travmalar yıkıcı olsa da içe kapanık bireylerde olumsuz duyguların nefrete dönüşecek kadar şiddetli bir hale gelmesi zaman alır; hatta bu çocuklarda karmaşık duygu yükleri gelişir ve aynı anda hem sevgi hem nefret hem de aleksitimik (duyguyu ifade edememe) durumu gözlemlenebilir.
İnsan ruhunun derinliklerine gizlenmiş olan bazı duygular, gerçek dünyada yaşanan bir olayla tetiklenebilir ya da tekrar eden ve biriken duygu yükü nefreti oluşturabilir. Bu durumda nefretin insan psikolojisi için önemli bir işlevinin veya yararının olduğu söylenebilir. Nefret duygusunun birey için başlıca yararları şu şekilde sıralanabilir:
(1) Diğerleri o denli kötü, anlaşılmaz, geçimsiz, aşağılık ve iğrençtir ki onları görmek, onlara temas etmek vb. deneyimler bireyin kendisini haksızlığa uğramış olarak algılamasını sağlar ve onda kendi varlığını meşrulaştıran müthiş bir haklılık duygusu uyandırır. Bu durum yalnızca kendi davranışlarına odaklanan narsisistik kişilik özelliklerini andırsa da aslında her yaptığını doğru kabul eden, her davranışının diğerleri tarafından onaylanmasını bekleyen, bencil, megaloman ve diğerlerini önemsemeyen kişiliklerin yaşadığı duygudur. Her durumda haklı olan bu kişi, diğerlerinin kendi hakkını yediğini ve ona sürekli adil davranmadıklarını savunur; onlardan nefret etmesinin temel nedeni kendisine adil davranılmamasıdır. Suçu başkasına atarak kendini her durumda haklı çıkarmak psikanalitik kavramsal zeminde bir kaçış mekanizması olarak belirlenebilir.
(2) Kötü olan şeyler bireyin dışında algılanır ve kötülük tamamen diğer tarafa atfedildiğinden birey kendisini tam anlamıyla iyi, masum ve incinmiş hisseder. Bu durumda birey güçlü olan kötüler karşısında zayıf olduğunu ve kendisinin olumlu düşünce ve iyi niyetine rağmen sürekli kötülük yapıldığını algılar. Bu durum bir atıf hatası olsa da nefretin birey yanlılığını öne çıkaran güçlü doğasını da görünür kılar. Nefret eden kişi, kendini aklarken diğerini şeytanlaştıracaktır.
(3) Diğerlerinin kendisini yeteri kadar sevmemesi veya beğenmemesinin nedeni, kendisindeki bazı negatif özellikler ya da davranışlar değil, karşı tarafın içinin fesat olması veya olumsuz niteliklere sahip olmasıdır. Bireye göre karşı taraf kendisine karşı öylesine kötü düşüncelere, şüphelere veya önyargılara sahiptir ki onun bunları geriye çevirme ihtimali yoktur; bununla baş etmek yerine o da diğerlerinden nefret etmektedir.
Yukarıda saydığımız üç atıf sayesinde birey; olumsuz, kötü ve kendine zorluk çıkaran kişilerle karşı karşıya gelmekten, kötülükle yüzleşmekten kurtulur ve iyi birisi olduğunu düşünerek yaşamına devam eder. Nefret burada kişiyi olumsuz durumlardan koruyan bir önleyici mekanizma olarak işlev görür. Kötülüğe yapılan atıf canlı kaldıkça nefret duygusu da canlıdır. Nefretin sürekli pekiştirilmeye ihtiyacı vardır; bunun için zaman zaman birey kendisine yapılan haksızlıkları veya yaşadığı olumsuz deneyimleri ya da onu zorlayan duygu ve düşünceleri anımsayarak diğerlerine karşı içindeki nefreti diri tutar. Sapkın kişilikler, nefreti sürekli anımsamak için nefret ettiklerini kendilerine hatırlatacak şeyleri (resim, yüzük, şarkı vs.) etraflarında tutarlar. Nefret sembollerinin gündelik yaşam içine saçılarak sürekli onlarla etkileşim içine girilmesi, saplantılı veya şiddete eğilimli farklı kişilik bozukluklarına neden olabilmektedir. Bu nedenle nefret öğeleriyle etkileşim, hayatından nefreti çıkarmaya ve tedavi olmaya çalışan kişi için önerilen bir durum değildir.
Bazen insan sürekli kandırılacağı, aldatılacağı veya kendisine adil davranılmayacağını bildikleri halde diğerleriyle ilişki içinde olmaya devam ederler. Hatta dürüst olmadığından emin olduğumuz, bize zarar veren kişilerle ilişkimizi sürdürme eğiliminde oluruz. Bu durum mazoşizm olarak da adlandırılır. Yani diğerlerinin bize karşı sergilediği olumsuz tavırdan dolayı yine kendimizi cezalandırmak; acı çekerek bilinçdışı suçların bedelini ödediğini düşünmek; bu sayede içimizdeki suçluluk duygusunu yatıştırmak… Mazoşizm durumundan sakınmak için kişi bilinçli olarak dışarıda bir düşman arar, kötü birini bularak kendi içindeki kötü şeyleri ona yansıtır. Böylelikle kendi duygusal dengesini korumaya çalışır. Dışa atıf yapılan bu durum giderek daha yoğun bir duygu sarmalını beraberinde getirir ve kişi tüm kötülüklerin kaynağını diğerlerine yükler, onlardan nefret etmeye başlar. Kötülüğü dışarıya atfetmek, sorunlu ilişkiler yaşayan bireyler için kötü olanın kendisi değil, başkaları olduğunu deneyimlemek anlamına gelmektedir. Başkasının kendisine kötülük yapması sayesinde, kötü olanın başkaları olduğunu, kendisinin haksızlığa uğramış bir mağdur ve aslında iyi biri olduğunu düşünme imkânı elde etmiş olur. Yani başkalarına duyduğu haklı öfke ve nefret sayesinde kendisini iyi biri olarak algılayabilmiş olur.
Bu atıf hatalarını yalnızca bireyler değil gruplar da yapar. Bir günah keçisi ya da ortak bir düşman bularak veya böyle bir düşmanın olmadığı durumlarda onu hayali olarak yaratarak, kendi içlerindeki kötülükleri ona aktarma yoluna giderle. Böylelikle grup üyeleri kötü yanlarını gizlemiş, ortadan kaldırmış ve iyi olmak ortak paydasına bir araya gelmiş olurlar. Bu süreç, onları hem “iyi” yapar hem de grubu ortak bir düşman etrafında kenetleyerek bağlarını kuvvetlendirir. Sosyal kimlik kuramının özü zaten budur: Yani ortak -çoğu kez hayali- bir düşman etrafında birleşerek tüm kin ve nefretini bu düşmana aktarıp bütün kötülüklerin kaynağı olarak dış güçleri görmek…
Nefreti genellikle iki durumda deneyimleme eğilimindeyiz:
(1) Kendimizi değersiz, önemsiz hissettiren ya da bizi yeterince sevmeyen kişilerden ya da böyle hissetmemize neden olan durumlarda kaldığımızda nefret etmeye başlarız. Bu durum tutuma dayalı nefret olarak da adlandırılabilir. Diğeri bizim değerimizin ya farkında değildir ya da bizi özellikle kötü hissettirmek için hak ettiğimiz değeri ve önemi bize göstermiyordur. Böylesi durumlarda nefret bir anda oluşmaz; zamanla bu olumsuz duygular birikir ve kendi değerimizi, özsaygımızı, onurumuzu vs. korumak için bize kötü davrananlardan nefret ederek onlardan uzaklaşırız.
(2) Bize karşı dürüst davranılmamasından veya bize dürüst davranmadıklarını ya da bizi kasten aldattığını düşündüğümüz kişilerden nefret etme eğiliminde oluruz. Burada söz konusu olan bize karşı girişilen somut eylemlerdir; diğerlerinin bize karşı giriştikleri somut eylemler, bizde değersizlik, önemsizlik, aşağılık duyguları yaratır. Kişi alenen kendisine yapılan eylemleri önce sineye çeker; sonra bu eylemlerin sayı ve şiddetinin artmaya başladığına tanık olur. Çünkü bir kez değersizleştirilirseniz, diğerleri sizi bir kez önemsiz bir damga ile etiketlerse sizin ekstra çabanıza rağmen insanlardaki bu kalıpyargıları değiştirmeniz mümkün olmaz. Algıyı yönetmek zordur; çünkü olumsuz algılar insanda daha kolay kodlanır ve olumlu olan davranışlarınız ne derece çok olsa da diğerleri sizi olumsuz etiketle hatırlayacaktır. Bu açıdan değersizleştirilmeye başlandığımız anda bunu geriye çeviremeyeceğimizi bilir ve bize bunu yapanlara karşı nefret duygusu geliştiririz.
Aslında nefret duygusu oldukça karmaşıktır. Farklı nedenlere bağlıdır ve bu nedenler kişiden kişiye çeşitlenir. Genellikle bize saygı duymayan, kaba davranan, küstahça tutum ve davranışlar sergileyen, ukala, kibirli ve kendini beğenmiş kişilerden nefret ederiz. Bizi küçük gören veya toplum içinde onurumuzu kıran veya bizi kullanmaya çalışanlardan da daha doğrusu narsisistik kişilerden haz etmediğimiz ve onlardan daha kolay nefret ettiğimiz de söylenebilir. Aslında burada dikkat edilmesi gereken durum, bizi değersiz hissettiren veya bu şekilde bir niyeti olduğunu anladığımız kişilerden nefret ederiz.
Bize yalan söyleyen, iki yüzlü davranan, dürüst olmayan, aldatan, kurnaz veya bizi kandırmaya çalışan kişilerden de nefret ederiz. Bu yönü ile nefret; kandırılma, aldatılma veya ahmak yerine konma gibi olumsuz bir hissi bize yaşatanlara yöneliktir. Kendi iyi niyetimizi kötüye kullanan, bizi farklı bahanelerle aldatmaya meyilli veya sürekli yalanını yakaladığımız birisine güven duymayız. Güven duygusunun sarsılması, bizi diğerlerinden uzaklaştırır ve bize karşı tutarsız davrananlardan giderek daha fazla uzaklaşırız. Bir süre sonra bu mesafe hiç kapanmayacak şekilde açılır ve nefret duygusu oluşur.
Buraya kadar ki açıklamalarımızdan hareketle nefreti oluşturan şeyin çoğunlukla narsisistik ve asosyal veya antisosyal (sosyopat) kişiliklerden kaynaklandığı belirlenebilir. Ayrıca başkalarını küçümseyen, böbürlenen ve başkalarına karşı dürüst olmayan insanlardan da nefret ederiz. Buradan hareketle nefretin çoğunlukla bizi zora zokan, bizde kötücül duygular oluşturan kişilere yönelik olduğunu da söylemek olası…
Aslında insanın en temel ihtiyaçlarından biri onaylanmak, beğenilmek ve saygı görmek. Kendimizi anlamlı, saygın ve değerli hissetmeye ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç olgunlaştıkça azalıyor ama hiçbir zaman tam olarak bitmiyor. Başka bir deyişle bize saygı ve değer sunanları beğenip takdir ettiğimiz, bunu bizden esirgeyenlerden ise nefret ettiğimiz de söylenebilir.
Nefretin oluşumda etkili olan farklı bir mekanizma ise birbirinden ayrışan yansıtma süreçleri. Basit projeksiyon (yansıtma) ve projektif identifikasyon (yansıtmalı özdeşim) nefret duygusunun gelişmesinde önemlidir. Buradan hareketle insanların en çok kandırılmaktan ve değer verilmemesinden nefret etmelerinin, kendileri ile ilgili bir yanı da olsa gerek. Akla en çok iki olasılık geliyor ya erken nesne ilişkilerinde bu tür muamelelere maruz kaldılar, dolaysıyla kendilerini yaralayan bu davranışlardan nefret ediyorlar ya da kendilerinde de başkalarına karşı kaba ve dürüst olmayan bir tarzda davranma arzusu var, bunu yansıtıyorlar.
“Bu insanlar bir vakitler kendilerine yeterince değer verilmediği, önemsenmediği ya da dürüst davranılmadığı, kandırıldıkları için bugün bu tür tavırlardan nefret ediyorlarsa, yani bu muamelelere uzun süre maruz kaldılarsa, şimdi nefret ettikleri gibi o zamanlar da nefret ediyor olabilirler. Çocukluklarından beri devam edegelen bu nefret, bir öfkeye de neden olacaktır. Muhtemelen bu öfke ve nefret boşalabilmek için kendi nesnesini arayacak, bulduğunda ona boşalıp rahatlayacak ve kendi içindeki nefreti ve öfkeyi haklı bir biçimde boşaltıp, kendisini daha iyi, masum ve haklı hissedebilecektir.”
“Basit yansıtma, bizde bulunan olumsuz nitelik ve arzuları, inkâr edip, başkalarına yöneltme anlamına gelir. Süreç, bilinçdışı olduğundan kişi bunu yaptığının farkında olmaz. Kendisinde olan kötü özellikleri, sürekli başkalarında görür ve bunlara karşı öfke ve kızgınlık hisseder. Yansıtmalı özdeşim ise kişinin yansıttığı malzemeyi, karşısındakilerin farkında olmadan üstlenmesi ve ona uygun davranması demektir. Yani kişinin karşısındakine yansıttığı kötü nitelikleri ve davranışları, farkına varmadan yapmaya başlar. Diyelim hasta eşini, kendisini sürekli ihmal etmekle ve değer vermemekle suçlar, eşi başlangıçta öyle olmasa da bir süre sonra gerçekten ihmal etmeye ve değer vermemeye başlar. Kişi “gördün mü beni ihmal ediyorsun işte” der.”
“Yansıtmanın daha bilindik bir versiyonu olan dedikodu, iki veya daha fazla kişi bir araya gelip, üçüncü kişilerin hatalarını ve kötü yanlarını konuşmasıdır. Bahsedilen konular, genellikle herkesin yapabileceği türden kusurlardır; ancak, orada olmayan kişiyi kötülemekte olanlar, zımnen kendileri öyle değilmiş gibi konuşurlar. Daha doğrusu kimi olumsuz nitelikleri kötülemek, bunların kendilerinde olmadığı varsayımına dayalıdır. Ancak bir yandan da bilirler ki, evet kendileri de bazen dağınık olabilmekte, evlerini her zaman son derece düzenli ve temiz tutamamaktadırlar. Ancak başkalarının hatalarını ve kusurlarını konuşmak, kendi aralarında kendileri öyle değillermiş gibi bir uzlaşıya varmalarına yarar ve her biri başkasını kötülerken diğerine bir şey demeyerek, mecliste bulunanların öyle olmadıklarını onaylamış olurlar.”
İnsanın dengeli, tutarlı ve bütünlüklü bir kendilik algısına sahip olmadığı durumlarda ruhsal bir yıpranma yaşaması söz konusudur; böylesi duygu zorlanmalarında olumsuz kimlik öğeleri inkâr edilir ve dışarıya yansıtılır. Dışarıdaki bir kötü, ister somut bir insan, grup, topluluk olsun; ister, kötü ruh, şeytan ya da faşizm, kapitalizm, komünizm olsun kötülükleri çeken, dolayısıyla kişiye kötülükten azade bırakan bir kara delik işlevi görür. Kötü olanların başkaları, iyi olanın biz olduğumuz algısının yaratılıp, yeniden üretilmesine ve sürekli pekiştirilmesiyle oluşan nefret giderek kişiliğe yapışır ve takıntılı kişilik özelliklerini oluşturabilir. Dış güçlere atfedilen kötülük zamanla belirli düzeyde depresif kişilik oluşumuna da yol açabilir.
Nefretin oluşumunda haset de etkilidir. Bazen yanlış olarak kıskançlık biçiminde ifade edilse ya da kıskançlıkla karıştırılsa da haset ve kıskançlık farklı duygulardır. Haset, birinin daha iyi, daha başarılı olması karşısında hissettiğimiz, yetersizliğe bağlı rahatsızlık duygusudur. Kıskançlık ise yakın olmak istediğimiz birinin, başkasına yakınlık göstermesi karşısında hissettiğimiz rahatsızlık duygusudur. Haset yetersizlik duygusu ile kıskançlık ise terk edilme ya da önemsenmeme korkusu ile ilintilidir. Daha önce çokbilmişlik, ukalalık, üstünlük iddiası gibi durumların nefrete yol açabildiğinden bahsetmiştik. Birinin bizim yapmak isteyip yapamadığımız bir şeyi yapması, ulaşmak istediğimiz bir duruma ulaşması bizde rahatsızlık duygusu uyandırabilir ve belki de sürekli bizi böylesi başarılarla yetersiz hissettiren kişilerden de nefret ederiz. Belki de nefret ettiğiniz şeyler nelerdir sorusuna verilen küstahlık, kendini beğenmişlik, ukalalık, kibir, başkalarını küçümseme gibi yanıtların içeriğinde bir miktar bu insanların kendilerini üstün hissetmelerine yönelik haset duygusu da vardır.
Farklı kişilik örgütlenmesi düzeyindeki insanların nefret hissetmelerindeki en önemli nedenlerin değersizlik, önemsizlik duyguları ile kandırılmak, aptal yerine konmak gibi algılar olduğunu söyleyebiliriz. Haset de gene kişiye yetersiz hissettirdiği için benzer bir duyguya yol açabilmektedir. Yaptığımız tartışmalardan sonra diyebiliriz ki bir insan ne kadar kendi başına yeterli, güvenli hisseder, ne kadar az başkalarının onayına ihtiyaç duyarsa başkalarından o kadar az nefret etmeye ihtiyacı kalacaktır. Gene aynı şekilde kimlik bütünlüğünü tamamlayıp, kendisini iyi ve kötü yanları ile görüp, kabul ettikçe, nefret edeceği insanlara gereksinim duymayacaktır. Benzer şekilde topluluklar da kendi geçmişlerindeki kötü ve olumsuz şeylerle yüzleşip, yaptıkları kötülükleri kabul ettikçe başka toplulukları karalamak, onlara kusur bulmak ve düşman olmak zorunda kalmayacaklardır.
İnsan kendi içindeki kötülüklerle yüzleştikçe, başkalarının kötü yanları ile uğraşmayı ve onlardan nefret ederek kendini iyi biriymiş gibi algılamaya çalışmaktan vazgeçmekte ve gerçekten kötü insanlarla ve kötülüklerle mücadele etmenin yolunun da nefret etmekten değil, bunlara neden olan koşulları ortadan kaldırmaya çalışmaktan geçtiğini anlamaktadır.
Neden Nefret Ederiz? Nefret Etmek Hayatımızı Nasıl Etkiler?
Hepimiz duygu karışıklıkları yaşarız; bazen bir duyguyu nasıl ifade edeceğimizi bilmez, çoğu kez içimizdeki duygunun tam tersi bir biçimde davranırız. Duygu-eylem karmaşası yaşanmasında farklı etkenler söz konusudur. Ancak sert duygular genellikle daha net bir şekilde ifade edilir; keza sert duyguların daha keskin davranışa dönüştürüldüğünü de söylemek mümkün. Kariyerim boyunca farklı kişilikte insanlar tanıdım. Bazıları çok girişken, çabuk alışan, hızlı seven insanlardı. Bu kişilerin çok hızlı sevip hızlı nefret ettiğine de şahitlik ettim. Sevgi ve nefret arasında sıkışanların bu duyguları oldukça şiddetli ve kısa süreli hissettiğini de gözledim. Nefret ettiklerini yeniden seven, sevmeye başladığı sırada bir anda karar değiştirip yeniden nefret eden ya da bir kez nefret ettiğinde bu karardan asla vazgeçmeyenler… Aslında işyerlerinde veya özel hayatta hepimiz az çok karşılaşırız çabuk seven veya çabuk nefret eden insanlarla. O halde nefretin mekanizmalarını anlamak, nefret duygusunu tanıma ve onu yönetme noktasında önemlidir.Nefret çoklu bir duygu karmaşası olarak adlandırılır. Çünkü içinde olumsuz, yoğun ve derin bir duygu birikimini barındırır. Çoğu kez nefret, bazı olumsuz deneyimlerin sonucunda oluşan sürece dayalı yıkıcı duygu yüküdür. İnsanların nefret etmesinin temel nedeni, onların belirli durumları iyi ya da kötü olarak algılayan nesne algılarının bütünleşmemiş olmasıdır. Duygu karmaşası yaşandığı durumda insanlar, diğerlerinin iyi ve kötü yanlarını birlikte algılamakta zorlanır ve bunlardan anlam çıkaramazlar. Aslında burada optimal seçicilik devreye girer: yani bir insanı iyi olarak algıladığımızda onun kötü yanları olabileceğini düşünmeyiz; kötü olarak etiketlediklerimizin de iyi yanlarını görmezden geliriz. Nefret, mutlak iyi ya da kötü olarak sınıflandırılan durumlarda oluşan bir duygudur. Bu kapsamda insanları sadece kötü yanlarıyla algılanıp onlara ilişkin duyguların olumsuz ve şiddetli olarak hissedildiği durumlarda nefret oluşur.
Bir kişinin iyi veya kötü olabileceğine yönelik algılarımız yaklaşık üç yaşından itibaren oluşmaya başlar. Bu yaşlarda insanları iyi veya kötü olarak etiketleyerek iyi olan kişide kötülüğün ve kötü olan kişide iyiliğin olabileceğini henüz kavrayamayız. Birkaç yıl içinde iyi ve kötü nesne tasarımları birleşerek iyi olan şeylerin aynı zamanda kötü olabileceğini idrak etmeye, böylelikle hem kendimiz hem de başkalarının, duruma göre iyi veya kötü olabileceğini algılamaya başlarız. Algıdaki bu birleşme, duyguları sergilemekte yaşanan sertliğin azalmasına neden olur. Artık hem kendimizi hem de karşımızdakini mutlak iyi olarak tanımlamadığımızdan radikal şekilde betimlediğimiz iyi ve kötü kavramları daha zor oluşur ve insanlardan kolayca nefret etmeyiz. İçine daha kapalı çocuklarda birisine karşı duyulan hisler oldukça yavaş gelişir. Böylesi çocukların bir zamanlar sevdiği birinden uzaklaşması için büyük ve travmatik olaylar yaşaması gerekebilir. Travmalar yıkıcı olsa da içe kapanık bireylerde olumsuz duyguların nefrete dönüşecek kadar şiddetli bir hale gelmesi zaman alır; hatta bu çocuklarda karmaşık duygu yükleri gelişir ve aynı anda hem sevgi hem nefret hem de aleksitimik (duyguyu ifade edememe) durumu gözlemlenebilir.
İnsan ruhunun derinliklerine gizlenmiş olan bazı duygular, gerçek dünyada yaşanan bir olayla tetiklenebilir ya da tekrar eden ve biriken duygu yükü nefreti oluşturabilir. Bu durumda nefretin insan psikolojisi için önemli bir işlevinin veya yararının olduğu söylenebilir. Nefret duygusunun birey için başlıca yararları şu şekilde sıralanabilir:
(1) Diğerleri o denli kötü, anlaşılmaz, geçimsiz, aşağılık ve iğrençtir ki onları görmek, onlara temas etmek vb. deneyimler bireyin kendisini haksızlığa uğramış olarak algılamasını sağlar ve onda kendi varlığını meşrulaştıran müthiş bir haklılık duygusu uyandırır. Bu durum yalnızca kendi davranışlarına odaklanan narsisistik kişilik özelliklerini andırsa da aslında her yaptığını doğru kabul eden, her davranışının diğerleri tarafından onaylanmasını bekleyen, bencil, megaloman ve diğerlerini önemsemeyen kişiliklerin yaşadığı duygudur. Her durumda haklı olan bu kişi, diğerlerinin kendi hakkını yediğini ve ona sürekli adil davranmadıklarını savunur; onlardan nefret etmesinin temel nedeni kendisine adil davranılmamasıdır. Suçu başkasına atarak kendini her durumda haklı çıkarmak psikanalitik kavramsal zeminde bir kaçış mekanizması olarak belirlenebilir.
(2) Kötü olan şeyler bireyin dışında algılanır ve kötülük tamamen diğer tarafa atfedildiğinden birey kendisini tam anlamıyla iyi, masum ve incinmiş hisseder. Bu durumda birey güçlü olan kötüler karşısında zayıf olduğunu ve kendisinin olumlu düşünce ve iyi niyetine rağmen sürekli kötülük yapıldığını algılar. Bu durum bir atıf hatası olsa da nefretin birey yanlılığını öne çıkaran güçlü doğasını da görünür kılar. Nefret eden kişi, kendini aklarken diğerini şeytanlaştıracaktır.
(3) Diğerlerinin kendisini yeteri kadar sevmemesi veya beğenmemesinin nedeni, kendisindeki bazı negatif özellikler ya da davranışlar değil, karşı tarafın içinin fesat olması veya olumsuz niteliklere sahip olmasıdır. Bireye göre karşı taraf kendisine karşı öylesine kötü düşüncelere, şüphelere veya önyargılara sahiptir ki onun bunları geriye çevirme ihtimali yoktur; bununla baş etmek yerine o da diğerlerinden nefret etmektedir.
Yukarıda saydığımız üç atıf sayesinde birey; olumsuz, kötü ve kendine zorluk çıkaran kişilerle karşı karşıya gelmekten, kötülükle yüzleşmekten kurtulur ve iyi birisi olduğunu düşünerek yaşamına devam eder. Nefret burada kişiyi olumsuz durumlardan koruyan bir önleyici mekanizma olarak işlev görür. Kötülüğe yapılan atıf canlı kaldıkça nefret duygusu da canlıdır. Nefretin sürekli pekiştirilmeye ihtiyacı vardır; bunun için zaman zaman birey kendisine yapılan haksızlıkları veya yaşadığı olumsuz deneyimleri ya da onu zorlayan duygu ve düşünceleri anımsayarak diğerlerine karşı içindeki nefreti diri tutar. Sapkın kişilikler, nefreti sürekli anımsamak için nefret ettiklerini kendilerine hatırlatacak şeyleri (resim, yüzük, şarkı vs.) etraflarında tutarlar. Nefret sembollerinin gündelik yaşam içine saçılarak sürekli onlarla etkileşim içine girilmesi, saplantılı veya şiddete eğilimli farklı kişilik bozukluklarına neden olabilmektedir. Bu nedenle nefret öğeleriyle etkileşim, hayatından nefreti çıkarmaya ve tedavi olmaya çalışan kişi için önerilen bir durum değildir.
Bazen insan sürekli kandırılacağı, aldatılacağı veya kendisine adil davranılmayacağını bildikleri halde diğerleriyle ilişki içinde olmaya devam ederler. Hatta dürüst olmadığından emin olduğumuz, bize zarar veren kişilerle ilişkimizi sürdürme eğiliminde oluruz. Bu durum mazoşizm olarak da adlandırılır. Yani diğerlerinin bize karşı sergilediği olumsuz tavırdan dolayı yine kendimizi cezalandırmak; acı çekerek bilinçdışı suçların bedelini ödediğini düşünmek; bu sayede içimizdeki suçluluk duygusunu yatıştırmak… Mazoşizm durumundan sakınmak için kişi bilinçli olarak dışarıda bir düşman arar, kötü birini bularak kendi içindeki kötü şeyleri ona yansıtır. Böylelikle kendi duygusal dengesini korumaya çalışır. Dışa atıf yapılan bu durum giderek daha yoğun bir duygu sarmalını beraberinde getirir ve kişi tüm kötülüklerin kaynağını diğerlerine yükler, onlardan nefret etmeye başlar. Kötülüğü dışarıya atfetmek, sorunlu ilişkiler yaşayan bireyler için kötü olanın kendisi değil, başkaları olduğunu deneyimlemek anlamına gelmektedir. Başkasının kendisine kötülük yapması sayesinde, kötü olanın başkaları olduğunu, kendisinin haksızlığa uğramış bir mağdur ve aslında iyi biri olduğunu düşünme imkânı elde etmiş olur. Yani başkalarına duyduğu haklı öfke ve nefret sayesinde kendisini iyi biri olarak algılayabilmiş olur.
Bu atıf hatalarını yalnızca bireyler değil gruplar da yapar. Bir günah keçisi ya da ortak bir düşman bularak veya böyle bir düşmanın olmadığı durumlarda onu hayali olarak yaratarak, kendi içlerindeki kötülükleri ona aktarma yoluna giderle. Böylelikle grup üyeleri kötü yanlarını gizlemiş, ortadan kaldırmış ve iyi olmak ortak paydasına bir araya gelmiş olurlar. Bu süreç, onları hem “iyi” yapar hem de grubu ortak bir düşman etrafında kenetleyerek bağlarını kuvvetlendirir. Sosyal kimlik kuramının özü zaten budur: Yani ortak -çoğu kez hayali- bir düşman etrafında birleşerek tüm kin ve nefretini bu düşmana aktarıp bütün kötülüklerin kaynağı olarak dış güçleri görmek…
Nefreti genellikle iki durumda deneyimleme eğilimindeyiz:
(1) Kendimizi değersiz, önemsiz hissettiren ya da bizi yeterince sevmeyen kişilerden ya da böyle hissetmemize neden olan durumlarda kaldığımızda nefret etmeye başlarız. Bu durum tutuma dayalı nefret olarak da adlandırılabilir. Diğeri bizim değerimizin ya farkında değildir ya da bizi özellikle kötü hissettirmek için hak ettiğimiz değeri ve önemi bize göstermiyordur. Böylesi durumlarda nefret bir anda oluşmaz; zamanla bu olumsuz duygular birikir ve kendi değerimizi, özsaygımızı, onurumuzu vs. korumak için bize kötü davrananlardan nefret ederek onlardan uzaklaşırız.
(2) Bize karşı dürüst davranılmamasından veya bize dürüst davranmadıklarını ya da bizi kasten aldattığını düşündüğümüz kişilerden nefret etme eğiliminde oluruz. Burada söz konusu olan bize karşı girişilen somut eylemlerdir; diğerlerinin bize karşı giriştikleri somut eylemler, bizde değersizlik, önemsizlik, aşağılık duyguları yaratır. Kişi alenen kendisine yapılan eylemleri önce sineye çeker; sonra bu eylemlerin sayı ve şiddetinin artmaya başladığına tanık olur. Çünkü bir kez değersizleştirilirseniz, diğerleri sizi bir kez önemsiz bir damga ile etiketlerse sizin ekstra çabanıza rağmen insanlardaki bu kalıpyargıları değiştirmeniz mümkün olmaz. Algıyı yönetmek zordur; çünkü olumsuz algılar insanda daha kolay kodlanır ve olumlu olan davranışlarınız ne derece çok olsa da diğerleri sizi olumsuz etiketle hatırlayacaktır. Bu açıdan değersizleştirilmeye başlandığımız anda bunu geriye çeviremeyeceğimizi bilir ve bize bunu yapanlara karşı nefret duygusu geliştiririz.
Aslında nefret duygusu oldukça karmaşıktır. Farklı nedenlere bağlıdır ve bu nedenler kişiden kişiye çeşitlenir. Genellikle bize saygı duymayan, kaba davranan, küstahça tutum ve davranışlar sergileyen, ukala, kibirli ve kendini beğenmiş kişilerden nefret ederiz. Bizi küçük gören veya toplum içinde onurumuzu kıran veya bizi kullanmaya çalışanlardan da daha doğrusu narsisistik kişilerden haz etmediğimiz ve onlardan daha kolay nefret ettiğimiz de söylenebilir. Aslında burada dikkat edilmesi gereken durum, bizi değersiz hissettiren veya bu şekilde bir niyeti olduğunu anladığımız kişilerden nefret ederiz.
Bize yalan söyleyen, iki yüzlü davranan, dürüst olmayan, aldatan, kurnaz veya bizi kandırmaya çalışan kişilerden de nefret ederiz. Bu yönü ile nefret; kandırılma, aldatılma veya ahmak yerine konma gibi olumsuz bir hissi bize yaşatanlara yöneliktir. Kendi iyi niyetimizi kötüye kullanan, bizi farklı bahanelerle aldatmaya meyilli veya sürekli yalanını yakaladığımız birisine güven duymayız. Güven duygusunun sarsılması, bizi diğerlerinden uzaklaştırır ve bize karşı tutarsız davrananlardan giderek daha fazla uzaklaşırız. Bir süre sonra bu mesafe hiç kapanmayacak şekilde açılır ve nefret duygusu oluşur.
Buraya kadar ki açıklamalarımızdan hareketle nefreti oluşturan şeyin çoğunlukla narsisistik ve asosyal veya antisosyal (sosyopat) kişiliklerden kaynaklandığı belirlenebilir. Ayrıca başkalarını küçümseyen, böbürlenen ve başkalarına karşı dürüst olmayan insanlardan da nefret ederiz. Buradan hareketle nefretin çoğunlukla bizi zora zokan, bizde kötücül duygular oluşturan kişilere yönelik olduğunu da söylemek olası…
Aslında insanın en temel ihtiyaçlarından biri onaylanmak, beğenilmek ve saygı görmek. Kendimizi anlamlı, saygın ve değerli hissetmeye ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç olgunlaştıkça azalıyor ama hiçbir zaman tam olarak bitmiyor. Başka bir deyişle bize saygı ve değer sunanları beğenip takdir ettiğimiz, bunu bizden esirgeyenlerden ise nefret ettiğimiz de söylenebilir.
Nefretin oluşumda etkili olan farklı bir mekanizma ise birbirinden ayrışan yansıtma süreçleri. Basit projeksiyon (yansıtma) ve projektif identifikasyon (yansıtmalı özdeşim) nefret duygusunun gelişmesinde önemlidir. Buradan hareketle insanların en çok kandırılmaktan ve değer verilmemesinden nefret etmelerinin, kendileri ile ilgili bir yanı da olsa gerek. Akla en çok iki olasılık geliyor ya erken nesne ilişkilerinde bu tür muamelelere maruz kaldılar, dolaysıyla kendilerini yaralayan bu davranışlardan nefret ediyorlar ya da kendilerinde de başkalarına karşı kaba ve dürüst olmayan bir tarzda davranma arzusu var, bunu yansıtıyorlar.
“Bu insanlar bir vakitler kendilerine yeterince değer verilmediği, önemsenmediği ya da dürüst davranılmadığı, kandırıldıkları için bugün bu tür tavırlardan nefret ediyorlarsa, yani bu muamelelere uzun süre maruz kaldılarsa, şimdi nefret ettikleri gibi o zamanlar da nefret ediyor olabilirler. Çocukluklarından beri devam edegelen bu nefret, bir öfkeye de neden olacaktır. Muhtemelen bu öfke ve nefret boşalabilmek için kendi nesnesini arayacak, bulduğunda ona boşalıp rahatlayacak ve kendi içindeki nefreti ve öfkeyi haklı bir biçimde boşaltıp, kendisini daha iyi, masum ve haklı hissedebilecektir.”
“Basit yansıtma, bizde bulunan olumsuz nitelik ve arzuları, inkâr edip, başkalarına yöneltme anlamına gelir. Süreç, bilinçdışı olduğundan kişi bunu yaptığının farkında olmaz. Kendisinde olan kötü özellikleri, sürekli başkalarında görür ve bunlara karşı öfke ve kızgınlık hisseder. Yansıtmalı özdeşim ise kişinin yansıttığı malzemeyi, karşısındakilerin farkında olmadan üstlenmesi ve ona uygun davranması demektir. Yani kişinin karşısındakine yansıttığı kötü nitelikleri ve davranışları, farkına varmadan yapmaya başlar. Diyelim hasta eşini, kendisini sürekli ihmal etmekle ve değer vermemekle suçlar, eşi başlangıçta öyle olmasa da bir süre sonra gerçekten ihmal etmeye ve değer vermemeye başlar. Kişi “gördün mü beni ihmal ediyorsun işte” der.”
“Yansıtmanın daha bilindik bir versiyonu olan dedikodu, iki veya daha fazla kişi bir araya gelip, üçüncü kişilerin hatalarını ve kötü yanlarını konuşmasıdır. Bahsedilen konular, genellikle herkesin yapabileceği türden kusurlardır; ancak, orada olmayan kişiyi kötülemekte olanlar, zımnen kendileri öyle değilmiş gibi konuşurlar. Daha doğrusu kimi olumsuz nitelikleri kötülemek, bunların kendilerinde olmadığı varsayımına dayalıdır. Ancak bir yandan da bilirler ki, evet kendileri de bazen dağınık olabilmekte, evlerini her zaman son derece düzenli ve temiz tutamamaktadırlar. Ancak başkalarının hatalarını ve kusurlarını konuşmak, kendi aralarında kendileri öyle değillermiş gibi bir uzlaşıya varmalarına yarar ve her biri başkasını kötülerken diğerine bir şey demeyerek, mecliste bulunanların öyle olmadıklarını onaylamış olurlar.”
İnsanın dengeli, tutarlı ve bütünlüklü bir kendilik algısına sahip olmadığı durumlarda ruhsal bir yıpranma yaşaması söz konusudur; böylesi duygu zorlanmalarında olumsuz kimlik öğeleri inkâr edilir ve dışarıya yansıtılır. Dışarıdaki bir kötü, ister somut bir insan, grup, topluluk olsun; ister, kötü ruh, şeytan ya da faşizm, kapitalizm, komünizm olsun kötülükleri çeken, dolayısıyla kişiye kötülükten azade bırakan bir kara delik işlevi görür. Kötü olanların başkaları, iyi olanın biz olduğumuz algısının yaratılıp, yeniden üretilmesine ve sürekli pekiştirilmesiyle oluşan nefret giderek kişiliğe yapışır ve takıntılı kişilik özelliklerini oluşturabilir. Dış güçlere atfedilen kötülük zamanla belirli düzeyde depresif kişilik oluşumuna da yol açabilir.
Nefretin oluşumunda haset de etkilidir. Bazen yanlış olarak kıskançlık biçiminde ifade edilse ya da kıskançlıkla karıştırılsa da haset ve kıskançlık farklı duygulardır. Haset, birinin daha iyi, daha başarılı olması karşısında hissettiğimiz, yetersizliğe bağlı rahatsızlık duygusudur. Kıskançlık ise yakın olmak istediğimiz birinin, başkasına yakınlık göstermesi karşısında hissettiğimiz rahatsızlık duygusudur. Haset yetersizlik duygusu ile kıskançlık ise terk edilme ya da önemsenmeme korkusu ile ilintilidir. Daha önce çokbilmişlik, ukalalık, üstünlük iddiası gibi durumların nefrete yol açabildiğinden bahsetmiştik. Birinin bizim yapmak isteyip yapamadığımız bir şeyi yapması, ulaşmak istediğimiz bir duruma ulaşması bizde rahatsızlık duygusu uyandırabilir ve belki de sürekli bizi böylesi başarılarla yetersiz hissettiren kişilerden de nefret ederiz. Belki de nefret ettiğiniz şeyler nelerdir sorusuna verilen küstahlık, kendini beğenmişlik, ukalalık, kibir, başkalarını küçümseme gibi yanıtların içeriğinde bir miktar bu insanların kendilerini üstün hissetmelerine yönelik haset duygusu da vardır.
Farklı kişilik örgütlenmesi düzeyindeki insanların nefret hissetmelerindeki en önemli nedenlerin değersizlik, önemsizlik duyguları ile kandırılmak, aptal yerine konmak gibi algılar olduğunu söyleyebiliriz. Haset de gene kişiye yetersiz hissettirdiği için benzer bir duyguya yol açabilmektedir. Yaptığımız tartışmalardan sonra diyebiliriz ki bir insan ne kadar kendi başına yeterli, güvenli hisseder, ne kadar az başkalarının onayına ihtiyaç duyarsa başkalarından o kadar az nefret etmeye ihtiyacı kalacaktır. Gene aynı şekilde kimlik bütünlüğünü tamamlayıp, kendisini iyi ve kötü yanları ile görüp, kabul ettikçe, nefret edeceği insanlara gereksinim duymayacaktır. Benzer şekilde topluluklar da kendi geçmişlerindeki kötü ve olumsuz şeylerle yüzleşip, yaptıkları kötülükleri kabul ettikçe başka toplulukları karalamak, onlara kusur bulmak ve düşman olmak zorunda kalmayacaklardır.
İnsan kendi içindeki kötülüklerle yüzleştikçe, başkalarının kötü yanları ile uğraşmayı ve onlardan nefret ederek kendini iyi biriymiş gibi algılamaya çalışmaktan vazgeçmekte ve gerçekten kötü insanlarla ve kötülüklerle mücadele etmenin yolunun da nefret etmekten değil, bunlara neden olan koşulları ortadan kaldırmaya çalışmaktan geçtiğini anlamaktadır.