Okültizm - Astral Beden

  • Konuyu açan Konuyu açan ZeyNoO
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
İnsanı oluşturan üç prensipten biri olan astral bedenin canlandırıcı ve hareket ettirici rolünü daha önce de gözden geçirmiştik. Bu işleyiş otomatik olarak gerçekleşmektedir. Bunun en açık göstergesi, uyku sırasında da fonksiyonların mükemmelen yerine getirilmesidir. Astral bedenin etki merkezi göğüs kafesindedir. Ve hareketi sağlamada kullandığı sinir gücü, büyük sempatik sisteme bağlı sinirlerde dolanır. Bu, onun anatomik yapısıdır. Asıl ilginç olanı onun iki kutuplu oluşudur.

Bir bölümü ruh varlığına, diğer bir bölümü de fizik bedene yöneliktir. Bu aracı beden ya da okültistlerin tanımladıkları gibi "plâstik aracı", bir taraftan ruh varlığına, diğer taraftan da fizik bedene hizmet eder. Bedene olan hizmeti, onun organik yaşamını yönetmesi, ruh varlığına olan hizmeti ise onun fizik ortam ile ilişki kurmasını temin etmesidir.

Uyku ya da bayılma hâllerinde ruh varlığı ile beden arasındaki bağlantılar birkaç saatliğine ya da birkaç dakikalığına kesintiye uğrar. Bu, âdeta elektriklerin kesilmesinden ötürü yayın yapamayan bir televizyon istasyonuna benzetilebilir. Fizik plâna etkide bulunabilmesi için gerekli olan enerji devreden çıkmıştır. Dolayısıyla görürüz ki astral beden, ruh varlığının maddeye etkide bulunabilmesi için gerekli olan insanî elektriği, yani sinir seyyalesini, sinir gücünü sağlamaktadır.

Bu sinir gücünün, solunum vasıtasıyla alyuvarlara aşılanan hayatî enerjinin beyincik tarafından kullanılması ile üretildiğini, enerjinin büyük sempatik sistem guddelerinde depolandığını, uyanıklık hâlinde beyinciğin bu enerjiyi üst beyincik sapı ile beyine yollayıp ruh varlığının fizik âleme şuurlu etkilerde bulunmasını temin ettiğini ve büyük sempatik sistem depolarındaki sinir seyyalesi tükenmeye başladığında uyku hâlinin meydana geldiğini ve bu durumda beyinciğin alt beyincik sapı vasıtasıyla sempatik sistem guddelerini sinir gücüne doyurduğunu ve bedeni gün içindeki yeni faaliyetlere böylece hazırladığını daha önce görmüştük.

Bedenimizi meydana getiren hücrelerin de belli yaşam süreleri vardır. Onlar da doğar ve ölürler. Astral beden, vücudumuzu oluşturan tüm organların ve dolayısıyla hücrelerin oluşturulmasını ve yenilenmesini sağlar. Öyle ki, okültistler, bir kişiye yedi sene sonra rastladığınızda, onda yedi sene önceki hücrelerden bir teki bile kalmamıştır; tüm hücreleri yenilenmiştir, derler. Fizik bedeni meydana getiren ve hareket ettiren bu büyük zekâ, insanın dışındadır. Güneş'i, Dünya'yı ve diğer gezegenleri de canlandıran ve hareket ettiren bu zekâdır. İnsanın organik prensibi bu kâinatın bir hücresidir ve dolayısıyla bu kâinatta mevcut tüm varlıkların tâbi oldukları yasalara bağımlıdır. Okültistler bu yasaların "Tabiat Zekâsı" tarafından yönetilmekte olduğunu belirtirler.

Âlemimizdeki tüm varlıkların ve tüm güçlerin tekâmülünü yöneten zekâ, insanın da organik yaşamını yönetir. Bunların İlâhî İrade Yasaları olduğunu biliyoruz. Kendimizi genellikle diğer insanlardan, toplumlardan ayrı farz ederiz. Kendimize göre kurduğumuz bir düzen, bir işimiz, belli dostlarımız, bir çevremiz vardır. Bunun dışında kalanlardan haberimiz bile yoktur. Ancak kitle iletişim araçları vasıtasıyla bazı bilgiler ediniriz. Ama işin aslı farklıdır. Bizler tanımadığımız insanlara da, diğer milletlere de, diğer kıtalardaki tüm insanlara da, âlemimizdeki diğer gezegenlere de görünmez bağlarla bağlıyız. Papus'un dediği gibi "Bir sinek kanadının titreşimi evren çapında bir etkiye sahiptir."(*)

Bizi çevreleyen âlemde ne olup bitiyorsa aslında hepsi bize ulaşıyor. Ama bundan şuurlu olarak bir sonuç çıkarmak, bunun farkına varmak biz insanlar için çok zor. Bu belli bir liyakati, belli bir hassasiyeti, belli bir çabayı gerektiriyor. Bir icap dahilinde oluyor. Astral seyyale, varlık alemindeki tüm zerrelere sinmiş durumdadır. Ve tüm âlem bir tek, bir bütün oluşturmaktadır. Dolayısıyla tüm insanlık da bir bütün oluşturmaktadır. Ben, o, diye bir ayrım yoktur aslında. Her şey bir bütün, ama henüz bunu böyle görebilecek durumda değiliz.

Gezegenlerin birbirlerine göre olan pozisyonlarında meydana gelen değişiklikler ve oluşan etkiler astral seyyale vasıtasıyla bize ulaşmakta ve organik yaşamımıza dek yansımaktadır. Görüyoruz ki, farkında olmasak dahi, ayaklarımızla toprağa, ciğerlerimizle atmosfere bağlı olduğumuz gibi, astral bedenimiz vasıtasıyla tüm varlık âlemine, bizi çevreleyen evrene bağlı durumdayız.

(*) Son zamanlarda kaos teorisinde söz edilmekte olan "kelebek etkisi"nin okültist Papus tarafından ifade edilmiş kapsamlı bir versiyonu.

Biyometreler​

Bu evrensel gücün dolanını tespit etmek için biyometreler yapılmıştır. Bu âlet, astral akışkan ya da sinir seyyalesi etkisiyle hareket edebilen bir ibreden oluşur. Louis Lucas'ın yaptığı âlette mıknatıslanmış bir ibre vardı ve bunun altından dengeli durmasını sağlamak için bir elektrik akımı geçiyordu. Böylece ibre nötr oluyordu, denge sağlanıyordu. Birisi âlete yaklaşınca ibre sağa sola oynamaya başlıyordu. Bunu sonraları Fortin adlı bir papazın ve Dr. Baraduc'un yaptıkları biyometreler izledi. Baraduc'un araştırmaları sonucu elde edilen bilgilere göre astral seyyaleyi bedenimizin sağ tarafından emmekte, bir an kendimizde tuttuktan sonra sol taraftan vermekteyiz.

Ayrıca Dr. Jouarre da, Baraduc'ün biyometresinden daha küçük bir aygıt geliştirmeyi başarmıştır. Bir kısım bilim adamları, insanın evrensel bir prensiple temasta olması ihtimalini zayıf bulmuşlar ve ibrede meydana gelen hareketin vücut ısısından kaynaklandığını savunmuşlarsa da, aygıt tüm bu etkenlerden yalıtılmak suretiyle de fonksiyonunu sürdürdüğünden, bu tez çürütülmüştür. Sonuç olarak denebilir ki, biyometreler astral seyyalenin insanda dolandığının birer kanıtını teşkil etmişlerdir.

Bedenlerin Oluşumu​

Astral maddenin, ruh varlığının şuurlu etkisiyle bir kalıp oluşturduğunu ve fizik ortamdaki bedenlerin meydana getirilmesinde aracı rolü oynadığını görmüştük. Günümüz bilim adanılan, özellikle Darwin ekolüne mensup olanlar, dünyada yaşamakta olan varlıklar arasında büyük benzerlikler bulunduğunu ve bunun, onların birbirlerinden türemiş olduklarının bir kanıtı olduğunu ileri sürerler. Çünkü örneğin bir maymun bedeni bir köpeğinki ile yer yer benzerlikler gösterebilir. Aynı şekilde insanı da, benzerliklerden ötürü maymundan türetmişlerdir.

İş sadece organik bakımdan ele alınacak olursa, insanı hayvana, hayvanı bitkiye, bitkiyi de minerale bağlayan bir zincir oluşturulabilir. Ama bedenlerin birbirine dönüşmesinin nasıl gerçekleştiğini izah edemezler. Halbuki maymun maymundur, köpek köpektir, insan da insan... Bu izahı fiziksel bir inceleme ile oluşturulmuş teorilerle yapmak pek mümkün olmayacaktır, çünkü bir organizmanın meydana getirilişi önce astralde gerçekleştirilmektedir. Okültistlerin görüşü budur.

Tekâmül yasası gereği, örneğin bitki âleminde yaptığı tecrübelerden yeterli bilgiyi alıp da bu kez hayvan bedenine enkarne olabilme seviyesine varabilmiş, böyle bir organizasyonu yönetme tatbikatı yapacak olan bir varlık, örneğin bir kedi bedenine enkarne olacaksa, böyle bir bedenin önce astral bir maketini oluşturmak durumundadır. Görülüyor ki, fizik bedenlerin meydana getirilmesi ancak astral bir formun yaratılması ile mümkündür.

Bir insan için de aynı yasalar geçerlidir. Madde âleminin bilgisini alabilmek amacıyla değişik bedenlerle pek çok hayatlar sürdüren insan varlığı, okültistlerce, her yeni bedenini bir önceki yaşamının sonuçlarına göre inşa eder. Örneğin, bir yaşamım alkol ve uyuşturucu bağımlısı olarak geçirmiş bir kişinin, hücrelerine soktuğu zararlı maddelerin aynı zamanda astral bedenini de zedelediğini ve bir sonraki yaşamında kullanacağı bedenin, bu bir öncekinin uğradığı tahribatın etkisiyle ve astralinin kirliliği nedeniyle iyi fonksiyon yapabilmekten uzak bir organizma olmasının kaçınılmazlığını belirtirler.
 
Geri
Top