Osmanlı Devletinde Mali Bunalım ve Sebepleri
Savaşlar ve iç karışıklıklar, Osmanlı Devleti'ni maddi ve manevi. kayıplara uğratmış; toprak kayıplarının yanı sıra ülkenin idari, mali, ekonomik, adli ve sosyal bakımdan düzenini bozmuştur. Yapılan savaşların bir sonucu olarak da, Anadolu'da yer yer karışıklıklar çıkmış, iç . düzen bozulmuştur. Devletin bu karışıkları önlemek için uzun bir mücadeleye girmesi, mali durumunda bozulmasına ve sıkıntılara düşmesine zemin hazırlamıştır (Halaçlıoğlu, 1988; 29). Askerlerin ulufeleri (maaşları) ve savaşların başka giderleri, Devlet hazinesini bomboş bir hale getirmiştir. Hazineye gelir bulup bu giderleri karşılamak için, türlü türlü vergiler çıkarılıp salınmıştır. Devlet ekonomisinin bozulması, bazı iç ihtiyaç maddelerinin dışarıdan sağlanmasına yol açmış ve bu sayede. de bir kısım paranın yurt dışına çıkması, mali istikrarsızlığın daha da büyümesine yol açmıştır.
Tanzimatla birlikte uygulanmaya çalışılan ekonomik ve mali politikalar içine düşülmüş olan bunalımların daha da artmasına neden olmuştur.
İşte bizi burada içine düşülmüş olan mali ve ekonomik- bunalımın nedenlerini araştırmaya çalışacağız.
A - Toprak Düzeninin Bozulması
Osmanlı Devleti'nin toprak düzeninde temelde İslam arazi hukukunda yer alan ikta sistemi üzerine kurulmuştur. ikta sistemi beytülmaldan görev almaya hak kazanmış kimselere kira karşılığında verilen araziden ibarettir.
Tımar ve zeamet sistemi Osmanlı Devleti'nin kuruluş dönemlerinde Sultan Orhan zamanında Çandarlı Kara Halil Paşa tarafından ihdas olunmuştur. Bu usul askerlik ve maliye bakımından çok önemlidir (Karamursal, 1989; 198). Tımar, devletin miri araziden- belirli bir kısmının, yıllık gelir toplamının veya bir bölümü, belli hizmetler karşılığında bir şahsa verilmesine denir. Miri arazi ise, mülkiyeri hazineye ait olup, devlet tarafından tapu ile şahıslara ihale edilerek tasarruf olunan tarla, çayır, yaylak, kışlık, koru gibi yerlerdir. Arazi, tımar verilen kimsenin mülkü değildir.Tımar sahibi araziyi reayaya (halka) işletir, mahsulünden ve reayadan, devletin alacağı vergileri toplardı. Tımar sahibi araziyi kendi işleyemediği gibi kendi adına bir başkasına da işlettiremez.
- Tımar sisteminin kaynağı İslamın ikta müessesesinden gelmektedir. İkta sistemi uygulamasına ilk Islam topluluklarında da rastlanmaktadır.
İkta sisteminin geniş bir uygulamasında Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçuklularında görülmektedir. Bu dönemde iktalar babadan oğula intikal etmekte ve üretin1in artması ölçüsünde memleket imarını teşvik etmekteydi (Turan, 1969; 237). İkta, arazi-ı miriye yada mülkün senevi vergileri yada öşriyesinin bir kısmının belli hizmetler karşılığında belirli şahıslara verilmesi demektir İslam Ansiklopedisi, 1968; 949).
Osmanlı tımar sistemi devletin fetih hareketlerini güçlendiren bir uygulama olarak uzun süre olumlu sonuçlar vermiştir. İkta sisteminde toprağın gerçek mülkiyeti devlette kalır ve umar sahibi belli kamu hizmetlerini yürütmek ve asker beslemek şartıyla toprakları başında kalırdı. Osmanlı toprakları ve bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar padişahın mülkü sayılırdı. Ancak İslam hukukuna göre gerçek mülkiyetin sahibi Allah'a ait oldugu kabul edildiginden padişahın mülkiyet hakkı sınırlı bir düzenleme ve korumadan ibarettir (Karatepe, 1989; 94). Tabii buradaki Allah kavramından, bahsedilen hukuka göre toplumun veya devletin anlaşılması gerekmektedir.
Orhan Gazi zamanında tımar sistemi için çeşitli ilkeler konulmuştur. Bunlar; tımarların sebepsiz yere geri alınmaması, sahibinin ölümü halinde bu kimsenin oğluna intikal etmesi, çocuk küçük ise hizmet edecek yaşa gelinceye kadar hizmetkarların sefere gitmesidir (Cin, 1985; 59).
Tımar sisteminin birçok faydalarının bulunduğu söylenebilir. Tımar sahipleri ekonomik, mali ve diğer görevleri yerine getirmiş, tımar düzenine bağlı olan gelirler artmış, tarımsal verimlilik toprağın iyi işlenmesi ile arttırılmış, yol ve köprülerin yapımı ve hayvan yetiştirme konusunda ülkede imar ve hayvancılığın gelişmesine de katkıda bulunmuştur.
Osmanlı toprak düzeninin temelini teşkil eden tımar sistemini bu şekilde kısaca özetledikten sonra bu sistemin bozulmasının nedenlerini incelemeye çalışacağız.
Osmanlı Umar sisteminin bozulmasının iç ve dış olmak üzere birçok nedenleri bulunmaktadır. Bunlar:
"Zeamet ve tımar isteyenler bir günde yüzbin akçe tımara hak sahibi oldular. Boşalan tımar ve zeametIer de eski kanunlara aykırı olarak İstanbul tarafından verilmeğe başlandı. 1leri gelenler ve vükela, boşalan yerleri adamlarına ve akrabalarına verip, islam memleketlerinde olan tımar ve zeametin seçmelerini şer-i şerife ve yüksek kanuna aykırı olarak kimini 'paşmaklık yaparak, kiminin padişah has'ına katarak, kimini mülk, olarak, kimini vakıf olarak, kimini vücudu sıhhate olan kimselere emeklilik olarak verip, bütün zeamet ve tımar ileri gelenlerin yemliği oldu.
Koçibey risalesinde belirtildiği gibi tımar sistemi rüşvetle bozulmağa başlamıştır. öte yandan gelirlerin iltizam usulü ile toplanması da mültezimlerin köylüye zulüm ve baskı yapmasına neden olmuş bu da toprağın ekilmemesine ve toprağın terk edilmesine neden olmuştur.
B - Ekonomik Kapitülasyonlar
Genel olarak politikacılarımız ve bazı tarihçilerimiz 19.yüzyılın 2. yarısından bu yana Osmanlı ekonomisinde görülen döküntüyü eski padişahların ve bu arada Fatih Sultan Mehmet'e veya Kanuni Sultan Süleyman'ın Cenevizli, Venedikli ve Fransızlara "bahş" ettikleri veya İstanbul alınınca yeniledikleri ekonomik kapitülasyonlara bağlarlar. Bu görüş yanlıştır. Bu ve onlardan sonra devletin güçlü bulunduğu dönemlerde kapitülasyonları "bahş" etmekteki amaç ticaretin gelişmesini ve o yoldan yurdun zenginleşmesiyle devlet gelirlerinin artmasını sağlamaktı ve bu yön sağlanıyordu. Zamanla Osmanlı Devleti'nin gücünün azalması yüzünden kapitülasyonlar sonucu kurulu düzen yanlız durmakla kalmamış, ekonomik bak:ımdan da verilen ek kapitülasyonlar yıkıcı bir etki meydana getirmeye başlamıştır. Bu sonuç Fatih ve Kanuni'den kalma kapitülasyonlar olmasalardı da yine ortaya çıkacaktı, çünkü OSMANLI Devleti'nin başında bulunanlar, kısa bir süre için de olsa, . M.Ali Paşa'nın elinden varlıklarını ve hele hanedanın tahtını kurtarmak için herşeye razı olacak bir anlayış içindeydiler. Dolayısıyla ekonomik güçsüzlüğümüzde Fatih'lere, Kanunilere suç yüklemek yersizdir. Suçlu olan 19.yüzyıl olaylarını yönetemeyen ve onlarla baş edemeyen zamanın büyükleridir (Bayur, 1989; 41-42)Kapitülasyonların Osmanlı ekonomisinde çöküntüye sebep olmasının tarihi seyrini kısaca özetledikten sonra şimdi de etkilerini inceleyelim.
1- İç Gümrük Vergilerinin Kaldırılması: Kapitülasyonlarla, ilk olarak yabancı tüccarların mallarını iç pazarlara sürmesini güçleştiren iç gümrük duvarlarının yok edilmesi gerekiyordu. Gümrük. fiyatlan yükseltiyor ve sürümü azaltıyordu. Avrupa ülkeleri sanayinin gelişmesini sağlamak ve malların sürümünü kolaylaştırmak için Osmanlı Devleti'nin zayıf olduğu bir dönemde gümrük vergilerini kaldırttılar.
2- Küçük Sanatların / Zenaatın Çöküşü: İç gümrüklerin kaldırılışıyla iç pazarlar Avrupa mallarıyla doldu. Piyasaya giren bu malların çokluğu birçok malın satılamamasına ve fiyatların çok ucuzlaması sonucunu doğurdu. Öte yandan kültür erozyonu nedeniyle ülkede yaşantı ve ihtiyaçların değişmesi gözlendi. Bu ihtiyaçları iç piyasa karşılayamadığı için, Avrupadan birçok mal ithal edildi. Bu mallar yerli mallar ile müthiş bir rekabete girdi ve küçük sanatlar yavaş yavaş sönmeye başladı. Ayrıca yabancı tüccarlar ülke içindeki hammaddeleri ihraç ettiklerinden esnaf ve zenaatkar işleyecek mal bulamayacak hale geldiler.
3- Lonca ve Gediklerin Çöküşü: Loncalar ve gedikler, Osmanlı Devleti'nin organize ekonomi döneminin sağlam esnaf kuruluşlarıydı. Kapitülasyonların doğrudan veya dolaylı etkileri ile '.YU kuruluşlar da zaman içinde ortadan kalktı.
4 - Dış Ticarette Değişmeler: 19.yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı Devleti'nin doğrudan veya transit ihracaatı ithalatının çok üzerindeydi. 1850 de bunlar birbirine denkti. 1878-1913 yıllan arsındaki ithalat ve ihracatın değer bakımından karşılaştırıldığında Osmanlı dış ticareti açık vermiştir. Bu açıklar borçlanma ile kapatılmağa çalışılmıştır.
5 - Vergilere Olan etkiler: Devletin ihtiyaçları artıyor, buna karşılık gelir yükselmiyordu. Ülkede bulunan yabancıların hiç bir vergi yükümlülükleri olmadığı için bunlara ait vergi kaynaklarından yararlanılamıyordu.Yabancılara vergi koyma girişimleri de Avrupa devletlerinin baskısı sonucu gerçekleşmemişti.Tüketim vergileri ve gümrük vergileri geliştirilemediği için doğrudan vergiler devletin önemli gelirlerinden birini oluşturuyordu. 1836 tarihli Osmanlı bütçesinin vergi gelirleri bölümünde vasıtalı vergilerin tutarı, vasıtasız vergilerin tutarının % 50-60 kadarıdır.
Osmanlı Devleti, gelirini vasıta vergiler veya gümrük vergileri ile arttıramıyordu. Durum böyle olunca, devlet gelirlerinin arttırılması için sürekli olarak vasıtasız vergiler yükseltilmeğe çalışılıyordu. Ama yabancılar hiç bir vergi ödemiyordu. Dolayısıyla, vergi yükü tüm ağırlığı ile millete yüklenmiş oluyordu. Vasıtasız vergilerin ağır yükünü daha çok çiftçiler, vasıtalı vergilerin yükünü de genellikle kent halkı çekiyordu. Devletin giderleri süratli olarak yükselirken, gelirler aynı oranda artmıyordu, Sonuç olarak, kapitülasyonlar, devleti serbest bir maliye politikası izleyemez duruma düşürmüştü. Osmanlı Devletinin vermiş olduğu kapitülasyon hakları ve imtiyazlarla ekonomi alanında bütün Avrupa'nın sömürdüğü bir ülke haline geldiği ortaya çıkmaktadır (Nebioğlu, 1986; 34-35).
C- Askeri Harcamalardaki Artışlar
Askeri birliklere üç ayda bir ödenmesi gereken "mevacipler"(aylık ödemeler) hazinenin en önemli gider kalemiydi. Devletin beslemek zorunda olduğu kapıkulu ocakları, ulufeli kale neferleri ile bazı eyaletlerdeki yerli neferlerine yapılan harcamalar toplam bütçe harcamalarının yandan fazlasını oluşturuyor, bazen üçte ikisini buluyordu.
Mevacip (ulufe) ödemelerindeki gecikmeler bunalımlara sebep oluyor ve ayaklanmalara neden olabiliyordu.
Öte yandan şartların zorlama ile ordu mevcudu sabit tutulamıyor ve mevcudu, çeşitli baskılarla arttırılıyordu. Kalabalık bir orduya sahip Osmanlı Devleti kaybedilen topraklar ve gelirlerine rağmen bu orduyu' beslemek zorunda kalıyordu.
Padişah değişikliklerinde ödenen "cülüs bahşişleri" de büyük sıkıntı yaratıyordu. Cülüs bahşişleri yaklaşık ek bir yıllık ulüfe tutarını buluyordu. B u giderleri karşılamak için ise bazı ek vergiler tahsil ediliyordu.
Mevaciplerin ve cülüs bahşişlerinin hazine üzerindeki baskısı gerek merkezde gerek sınır boylarında birçok bunalımın nedeni olmuştur. Bunun için çeşitli tedbirler alınmış ancak gerek asker sayısında gerek mevaiplerde sürekli ve önemli tasarruflar sağlanamamıştır.
Öte yandan savaş yıllarının barış yıllarından uzun olması sebebiyle devamlı ek giderler ortaya çıkmıştır. Barış yıllarında dahi açık veren Osmanlı bütçesi devamlı açık veriyor ve savaş giderlerini, normal hazine gelirleriyle karşılama imkanı olmadığından ek vergiler, iç hazine desteğini, iç borçlanma vs. ile karşılanma zorunluluğu doğuyordu.
Savaş şartlan mevacip alan askeri kesimlerde bir şişmeye yol açarken geçim imkanlarının daralması halkı devlet kapısında bir kadro edinmeğe veya devlet hizmetinde ise ikinci bir kadro peşinde koşmasına yol açıyordu. Askeri kesimin vergi dışı tutulmuş olması reayanın yeniçeri olma özlemini arttırıyordu.
Şehirlere ve kasabalara imtiyazlı bir kesim olarak yerleşen Yeniçeri ve Atlı-Bölük süvarisi; vergi mültezimi, tahsildar ve asayiş işlerinden sorumlu olarak, Anadolu'da hakim bir duruma gelmişti. Bu hal ise klasik devlet yönetimini değiştirmeğe yetmişti. Öyle ki, kapı-kulunun imtiyazlarından faydalanmak maksadı ile yerli Türk-Müslüman halktan
Bir çoklan, türlü yollarla Yeniçeri sıfatı takınmışlardı (Yücel, ı 988; XIII). Bir yolunu bulup yeniçeri olanları ayıklamak devlet için mesele oluyordu. Divan görevlileri, medreseler, kadılıklar, evkaf mukataaları, gümrükler büyük bir gizli işsiz kitlesi barındırarak kanuni cari harcamaları kabartıyordu (Tabakoğlu, 1985; 205-213).
D - Mali Sistemin Düzensizliği
Tanzimat devrine gelinceye kadar, devletin muntazam bir vergi sistemi yoktu. Gülhane Hattı Hümayunu ile kamu maliyesinin vergi ve bütçe ile ilgili konularına ait önemli yenilikler getirildi. Verginin adalet prensibine uygun olarak, mükelleflerin ödeme gücü ile orantılı bir şekilde alınması esası kabul olunmuştu. İktidar, itidal ve kesinlik prensipleri konulmuş ayrıca iltizam usulleri kaldırılmış, mali teşkilat genişleterek memurlar vasıtasıyla vergilerin tahsili esası konulmuştur.
Bütün mali işlerin yürütülmesi defterdarların sorumluluğuna bırakıldı, bir kısım mahalli vergilerin de belediye vilayet meclislerince alınması esası getirildi. Bütün bu yenilikler Fransa'da uygulanan sistemden yararlanarak yapan M.Reşit paşa, sürekli çabalara rağmen, uygulamada beklenilen başarıyı sağlayamamıştır (Sayar, 1977; 184-185). Esasen, Abdülmecit dönemi devlet adamları böyle bir düzenlemeyi gerçekleştirebilecek bilgi ve yeteneğe sahip değillerdi. Keyfi vergi tarih ve tahhakk.uk edilmesi gibi uygulamaların dışında, sistemi düzeltmeye yönelik önemli değişiklikler gerçekleştirilememişti (Tekir, ı 987; ı 3).
1859 yılında dördü Türk, üçü yabancı olan yedi üyeli bir Islahatı Maliye Komisyonu teşkil edilmiştir. Ancak memleketin mali ve ekonomik durumu hakkında aranılan bilgilerin hemen hiç birinin temin edilememesi dolayısıyla komisyonun çalışmaları güçlükle karşılaşmıştır. Buna rağmen, dairelerde toplanan ve araştırılıp belgelendirilmesine imkan bulunmayan rakam ve bilgilere dayanılarak 1863-1864 yılında ilk bütçenin yapılması sağlanabilmiştir (Feyzioğlu, 1984; 26).
Bundan sonra uygulanmaya gidilen mali merkeziyetçilik de tam manasıyla başarıya ulaşabilmiş değildir.
E- Maliye Teşkilatının Bozukluğu
Tanzimat sonrası düzenlemelerde, Osmanlı Maliye Nazın (Bakanı), hükümetin yüksek bir icra memuru durumuna getirilmiş olup, padişahın ve sadrazamın emirlerini yerine getirmekten başka yetkileri olmayan bir devlet adamı konumunda idi. Diğer teşkilatlarla irtibatı son derece zayıf olan Maliye Bakanlığına, bakanlıklar ve diğer kamu kuruluşları kendilerine ayrılan tahsisatın harcama şekli 'hakkında hesap verme ihtiyacını hissetmiyorlardı. Hatta bakanlıkların ve kamu kuruluşlarının Maliye Bakanlığına danışmaksızın Hazine tahvillerini bile çıkardıkları ve özel gelirleri diledikleri gibi sarfettikleri olurdu (Tekir, 1987; 12).
F - Enflasyon ve Kağıt Para Rejimi
1580 yılında İtibaren Amerika'da ucuz ve bol gümüş, Osmanlı Devletine akmağa başlamış ye tüm Levant pazarlarını istila etmişti. Bu hal ise Osmanlı Devleti'nde; İspanya'da olduğu gibi, enflasyon olgusunu meydana getirmiş ve devletin ekonomik-mali hayatını olduğu gibi tabakaları, müesseseleri de alt üst eden etkiler meydana getirmiştir. Çünkü akçe değerini süratle kaybetmiş ve fiyatlar birden bire yükselmiştir. Enflasyonun ortaya çıkardığı her türlü anormal durum, yani paranın değerinin düşmesi, kalp (kötü) paranın çoğalması, spekülasyon, faiz hadlerinin yükselmesi, akçeye dayanan tüm Osmanlı maliyesini ve buna bağlı olarak da iktisadi hayatı içinden çıkılmaz problemlerle karşı karşıya getirmiştir (Yücel, 1988; XI)
Osmanlı paralarında esas para birimi dördü bir dirhem olan akçe ismindeki gümüş para idi. Kıymetli akçeden de az olmak üzere Halep, Diyarbakır ve Erzurum da 16.yy'ın ikinci yansında (989 H:1581M) İran savaşları dolayısıyla sekizi bir akçe olmak üzere pul kesilmesine müsaade edilmişti Akçenin de ayarı bozuldukça altınlar ona göre ayarlanırdı (Uzun çarşılı, 1988; 691).
Enflasyon nedeniyle paranın değerinin düşmesi Osmanlı toplumunun bir çok müesese ve tabakalarını sarsmış bundan da en çok etkilenenler dirlik ve ulufe sahipleri olmuştu.
Savaşlar ve iç karışıklıklar, Osmanlı Devleti'ni maddi ve manevi. kayıplara uğratmış; toprak kayıplarının yanı sıra ülkenin idari, mali, ekonomik, adli ve sosyal bakımdan düzenini bozmuştur. Yapılan savaşların bir sonucu olarak da, Anadolu'da yer yer karışıklıklar çıkmış, iç . düzen bozulmuştur. Devletin bu karışıkları önlemek için uzun bir mücadeleye girmesi, mali durumunda bozulmasına ve sıkıntılara düşmesine zemin hazırlamıştır (Halaçlıoğlu, 1988; 29). Askerlerin ulufeleri (maaşları) ve savaşların başka giderleri, Devlet hazinesini bomboş bir hale getirmiştir. Hazineye gelir bulup bu giderleri karşılamak için, türlü türlü vergiler çıkarılıp salınmıştır. Devlet ekonomisinin bozulması, bazı iç ihtiyaç maddelerinin dışarıdan sağlanmasına yol açmış ve bu sayede. de bir kısım paranın yurt dışına çıkması, mali istikrarsızlığın daha da büyümesine yol açmıştır.
Tanzimatla birlikte uygulanmaya çalışılan ekonomik ve mali politikalar içine düşülmüş olan bunalımların daha da artmasına neden olmuştur.
İşte bizi burada içine düşülmüş olan mali ve ekonomik- bunalımın nedenlerini araştırmaya çalışacağız.
A - Toprak Düzeninin Bozulması
Osmanlı Devleti'nin toprak düzeninde temelde İslam arazi hukukunda yer alan ikta sistemi üzerine kurulmuştur. ikta sistemi beytülmaldan görev almaya hak kazanmış kimselere kira karşılığında verilen araziden ibarettir.
Tımar ve zeamet sistemi Osmanlı Devleti'nin kuruluş dönemlerinde Sultan Orhan zamanında Çandarlı Kara Halil Paşa tarafından ihdas olunmuştur. Bu usul askerlik ve maliye bakımından çok önemlidir (Karamursal, 1989; 198). Tımar, devletin miri araziden- belirli bir kısmının, yıllık gelir toplamının veya bir bölümü, belli hizmetler karşılığında bir şahsa verilmesine denir. Miri arazi ise, mülkiyeri hazineye ait olup, devlet tarafından tapu ile şahıslara ihale edilerek tasarruf olunan tarla, çayır, yaylak, kışlık, koru gibi yerlerdir. Arazi, tımar verilen kimsenin mülkü değildir.Tımar sahibi araziyi reayaya (halka) işletir, mahsulünden ve reayadan, devletin alacağı vergileri toplardı. Tımar sahibi araziyi kendi işleyemediği gibi kendi adına bir başkasına da işlettiremez.
- Tımar sisteminin kaynağı İslamın ikta müessesesinden gelmektedir. İkta sistemi uygulamasına ilk Islam topluluklarında da rastlanmaktadır.
İkta sisteminin geniş bir uygulamasında Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçuklularında görülmektedir. Bu dönemde iktalar babadan oğula intikal etmekte ve üretin1in artması ölçüsünde memleket imarını teşvik etmekteydi (Turan, 1969; 237). İkta, arazi-ı miriye yada mülkün senevi vergileri yada öşriyesinin bir kısmının belli hizmetler karşılığında belirli şahıslara verilmesi demektir İslam Ansiklopedisi, 1968; 949).
Osmanlı tımar sistemi devletin fetih hareketlerini güçlendiren bir uygulama olarak uzun süre olumlu sonuçlar vermiştir. İkta sisteminde toprağın gerçek mülkiyeti devlette kalır ve umar sahibi belli kamu hizmetlerini yürütmek ve asker beslemek şartıyla toprakları başında kalırdı. Osmanlı toprakları ve bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar padişahın mülkü sayılırdı. Ancak İslam hukukuna göre gerçek mülkiyetin sahibi Allah'a ait oldugu kabul edildiginden padişahın mülkiyet hakkı sınırlı bir düzenleme ve korumadan ibarettir (Karatepe, 1989; 94). Tabii buradaki Allah kavramından, bahsedilen hukuka göre toplumun veya devletin anlaşılması gerekmektedir.
Orhan Gazi zamanında tımar sistemi için çeşitli ilkeler konulmuştur. Bunlar; tımarların sebepsiz yere geri alınmaması, sahibinin ölümü halinde bu kimsenin oğluna intikal etmesi, çocuk küçük ise hizmet edecek yaşa gelinceye kadar hizmetkarların sefere gitmesidir (Cin, 1985; 59).
Tımar sisteminin birçok faydalarının bulunduğu söylenebilir. Tımar sahipleri ekonomik, mali ve diğer görevleri yerine getirmiş, tımar düzenine bağlı olan gelirler artmış, tarımsal verimlilik toprağın iyi işlenmesi ile arttırılmış, yol ve köprülerin yapımı ve hayvan yetiştirme konusunda ülkede imar ve hayvancılığın gelişmesine de katkıda bulunmuştur.
Osmanlı toprak düzeninin temelini teşkil eden tımar sistemini bu şekilde kısaca özetledikten sonra bu sistemin bozulmasının nedenlerini incelemeye çalışacağız.
Osmanlı Umar sisteminin bozulmasının iç ve dış olmak üzere birçok nedenleri bulunmaktadır. Bunlar:
- Zamanla gelişen iç ve dış şartlara bağlı olarak tımar vergilerinin yetersiz hale gelmesi, tımarların kapıkulluğunu tercih etmelerine yol açmış, ganimet gelirlerindeki azalış, tımar sisteminin askeri yönden öneminin düşmesine neden olmuştur.
- 16.yy.da meydana gelen büyük nüfus artışı, fetih hareketlerinin durması nedeniyle, sınırları belli çiftçilere kapasitesinin üzerinde bir yük getirmiştir. Yeni toprakların ziraata açılamaması, nüfusun ticaret ve sanayiye kaydırılamaması zamanla bu yükün daha da ağırlaşmasına neden olmuştur.
- Devlet hazinesi para sıkıntısı çekmeye başlayınca ilk iş olarak tımar gelirlerine el atmış, tımarlar küçültülerek fazla topraklar padişah hasları (padişah ve ailesi ile vezirleri ait topraklar) olarak hazineye mal edilmiştir. Tımar gelirlerinin hazineye mal edilmesi yönünde atılan ilk adım, bu toprakların iltizama verilmesiyle atılmıştır.
- Tımar sisteminin çözülmesine paralel olarak maaşlı asker sayısında büyük bir artış meydana gelmiştir. Bu da bütçe giderlerini büyük çapta arttırmıştır.
- Tımar sisteminin bozulmasında bu toprakların vakıf haline getirilmeleri de önemli rol oynamıştır. Tımar topraklarının vakıf haline getirilmesi hazine gelirlerini olumsuz yönde etkilemiştir
- Tımar toprakları zamanla özel mülkiyete konu olmağa başlamıştır. Bu toprakların özel çiftlikler haline gelmesinde tefeciliğin önemli etkisi olmuştur. Devlet giderlerinin artması vergi yükünü arttırmış, borcunun ödeyemeyen reaya, toprağını tefeci ye bırakmak zorunda kalmıştır.
- Siyasi ve ekonomik güçlükler ahlaki bozulmalara, rüşvet ve faizliğin artmasına neden olmuştur. Askeri yönü üstün gelen tımar sisteminin sarsılmasında kapıkullarının dirlik sahibi olmaları da önemli etken olmuştur.
- Savaşların uzun sürdüğü dönemlerde vergi yükünün artması köylüleri tefecilere itiyordu.
- Anadoludan geden eski dağlardan beri önemli olan Hint ve İran yollarının eski önemlerini kaybetmeleri ticari açıdan Dünya güç dengesinin sarsılmasına ve yön değiştirmesine neden olmuştur.
- Avrupada sanayinin büyük bir hızla gelişmesi savaş teknolojisinin de hızla gelişmesine neden olmuş, savaşlarda ateşli silahlar önem kazanmış, sipahilerin savaş gücü de sarsılmıştır.
- Osmanlı Devleti, gerileme döneminin ekonomik, siyasal ve sosyal sıkıntılar içinde toprak düzenini ıslah etmeyince yada yeni bir toprak sistemi kuramayınca, tımar sistemini ilga etmiştir (Tekir, 1988; 65-69).
"Zeamet ve tımar isteyenler bir günde yüzbin akçe tımara hak sahibi oldular. Boşalan tımar ve zeametIer de eski kanunlara aykırı olarak İstanbul tarafından verilmeğe başlandı. 1leri gelenler ve vükela, boşalan yerleri adamlarına ve akrabalarına verip, islam memleketlerinde olan tımar ve zeametin seçmelerini şer-i şerife ve yüksek kanuna aykırı olarak kimini 'paşmaklık yaparak, kiminin padişah has'ına katarak, kimini mülk, olarak, kimini vakıf olarak, kimini vücudu sıhhate olan kimselere emeklilik olarak verip, bütün zeamet ve tımar ileri gelenlerin yemliği oldu.
Koçibey risalesinde belirtildiği gibi tımar sistemi rüşvetle bozulmağa başlamıştır. öte yandan gelirlerin iltizam usulü ile toplanması da mültezimlerin köylüye zulüm ve baskı yapmasına neden olmuş bu da toprağın ekilmemesine ve toprağın terk edilmesine neden olmuştur.
B - Ekonomik Kapitülasyonlar
Genel olarak politikacılarımız ve bazı tarihçilerimiz 19.yüzyılın 2. yarısından bu yana Osmanlı ekonomisinde görülen döküntüyü eski padişahların ve bu arada Fatih Sultan Mehmet'e veya Kanuni Sultan Süleyman'ın Cenevizli, Venedikli ve Fransızlara "bahş" ettikleri veya İstanbul alınınca yeniledikleri ekonomik kapitülasyonlara bağlarlar. Bu görüş yanlıştır. Bu ve onlardan sonra devletin güçlü bulunduğu dönemlerde kapitülasyonları "bahş" etmekteki amaç ticaretin gelişmesini ve o yoldan yurdun zenginleşmesiyle devlet gelirlerinin artmasını sağlamaktı ve bu yön sağlanıyordu. Zamanla Osmanlı Devleti'nin gücünün azalması yüzünden kapitülasyonlar sonucu kurulu düzen yanlız durmakla kalmamış, ekonomik bak:ımdan da verilen ek kapitülasyonlar yıkıcı bir etki meydana getirmeye başlamıştır. Bu sonuç Fatih ve Kanuni'den kalma kapitülasyonlar olmasalardı da yine ortaya çıkacaktı, çünkü OSMANLI Devleti'nin başında bulunanlar, kısa bir süre için de olsa, . M.Ali Paşa'nın elinden varlıklarını ve hele hanedanın tahtını kurtarmak için herşeye razı olacak bir anlayış içindeydiler. Dolayısıyla ekonomik güçsüzlüğümüzde Fatih'lere, Kanunilere suç yüklemek yersizdir. Suçlu olan 19.yüzyıl olaylarını yönetemeyen ve onlarla baş edemeyen zamanın büyükleridir (Bayur, 1989; 41-42)Kapitülasyonların Osmanlı ekonomisinde çöküntüye sebep olmasının tarihi seyrini kısaca özetledikten sonra şimdi de etkilerini inceleyelim.
1- İç Gümrük Vergilerinin Kaldırılması: Kapitülasyonlarla, ilk olarak yabancı tüccarların mallarını iç pazarlara sürmesini güçleştiren iç gümrük duvarlarının yok edilmesi gerekiyordu. Gümrük. fiyatlan yükseltiyor ve sürümü azaltıyordu. Avrupa ülkeleri sanayinin gelişmesini sağlamak ve malların sürümünü kolaylaştırmak için Osmanlı Devleti'nin zayıf olduğu bir dönemde gümrük vergilerini kaldırttılar.
2- Küçük Sanatların / Zenaatın Çöküşü: İç gümrüklerin kaldırılışıyla iç pazarlar Avrupa mallarıyla doldu. Piyasaya giren bu malların çokluğu birçok malın satılamamasına ve fiyatların çok ucuzlaması sonucunu doğurdu. Öte yandan kültür erozyonu nedeniyle ülkede yaşantı ve ihtiyaçların değişmesi gözlendi. Bu ihtiyaçları iç piyasa karşılayamadığı için, Avrupadan birçok mal ithal edildi. Bu mallar yerli mallar ile müthiş bir rekabete girdi ve küçük sanatlar yavaş yavaş sönmeye başladı. Ayrıca yabancı tüccarlar ülke içindeki hammaddeleri ihraç ettiklerinden esnaf ve zenaatkar işleyecek mal bulamayacak hale geldiler.
3- Lonca ve Gediklerin Çöküşü: Loncalar ve gedikler, Osmanlı Devleti'nin organize ekonomi döneminin sağlam esnaf kuruluşlarıydı. Kapitülasyonların doğrudan veya dolaylı etkileri ile '.YU kuruluşlar da zaman içinde ortadan kalktı.
4 - Dış Ticarette Değişmeler: 19.yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı Devleti'nin doğrudan veya transit ihracaatı ithalatının çok üzerindeydi. 1850 de bunlar birbirine denkti. 1878-1913 yıllan arsındaki ithalat ve ihracatın değer bakımından karşılaştırıldığında Osmanlı dış ticareti açık vermiştir. Bu açıklar borçlanma ile kapatılmağa çalışılmıştır.
5 - Vergilere Olan etkiler: Devletin ihtiyaçları artıyor, buna karşılık gelir yükselmiyordu. Ülkede bulunan yabancıların hiç bir vergi yükümlülükleri olmadığı için bunlara ait vergi kaynaklarından yararlanılamıyordu.Yabancılara vergi koyma girişimleri de Avrupa devletlerinin baskısı sonucu gerçekleşmemişti.Tüketim vergileri ve gümrük vergileri geliştirilemediği için doğrudan vergiler devletin önemli gelirlerinden birini oluşturuyordu. 1836 tarihli Osmanlı bütçesinin vergi gelirleri bölümünde vasıtalı vergilerin tutarı, vasıtasız vergilerin tutarının % 50-60 kadarıdır.
Osmanlı Devleti, gelirini vasıta vergiler veya gümrük vergileri ile arttıramıyordu. Durum böyle olunca, devlet gelirlerinin arttırılması için sürekli olarak vasıtasız vergiler yükseltilmeğe çalışılıyordu. Ama yabancılar hiç bir vergi ödemiyordu. Dolayısıyla, vergi yükü tüm ağırlığı ile millete yüklenmiş oluyordu. Vasıtasız vergilerin ağır yükünü daha çok çiftçiler, vasıtalı vergilerin yükünü de genellikle kent halkı çekiyordu. Devletin giderleri süratli olarak yükselirken, gelirler aynı oranda artmıyordu, Sonuç olarak, kapitülasyonlar, devleti serbest bir maliye politikası izleyemez duruma düşürmüştü. Osmanlı Devletinin vermiş olduğu kapitülasyon hakları ve imtiyazlarla ekonomi alanında bütün Avrupa'nın sömürdüğü bir ülke haline geldiği ortaya çıkmaktadır (Nebioğlu, 1986; 34-35).
C- Askeri Harcamalardaki Artışlar
Askeri birliklere üç ayda bir ödenmesi gereken "mevacipler"(aylık ödemeler) hazinenin en önemli gider kalemiydi. Devletin beslemek zorunda olduğu kapıkulu ocakları, ulufeli kale neferleri ile bazı eyaletlerdeki yerli neferlerine yapılan harcamalar toplam bütçe harcamalarının yandan fazlasını oluşturuyor, bazen üçte ikisini buluyordu.
Mevacip (ulufe) ödemelerindeki gecikmeler bunalımlara sebep oluyor ve ayaklanmalara neden olabiliyordu.
Öte yandan şartların zorlama ile ordu mevcudu sabit tutulamıyor ve mevcudu, çeşitli baskılarla arttırılıyordu. Kalabalık bir orduya sahip Osmanlı Devleti kaybedilen topraklar ve gelirlerine rağmen bu orduyu' beslemek zorunda kalıyordu.
Padişah değişikliklerinde ödenen "cülüs bahşişleri" de büyük sıkıntı yaratıyordu. Cülüs bahşişleri yaklaşık ek bir yıllık ulüfe tutarını buluyordu. B u giderleri karşılamak için ise bazı ek vergiler tahsil ediliyordu.
Mevaciplerin ve cülüs bahşişlerinin hazine üzerindeki baskısı gerek merkezde gerek sınır boylarında birçok bunalımın nedeni olmuştur. Bunun için çeşitli tedbirler alınmış ancak gerek asker sayısında gerek mevaiplerde sürekli ve önemli tasarruflar sağlanamamıştır.
Öte yandan savaş yıllarının barış yıllarından uzun olması sebebiyle devamlı ek giderler ortaya çıkmıştır. Barış yıllarında dahi açık veren Osmanlı bütçesi devamlı açık veriyor ve savaş giderlerini, normal hazine gelirleriyle karşılama imkanı olmadığından ek vergiler, iç hazine desteğini, iç borçlanma vs. ile karşılanma zorunluluğu doğuyordu.
Savaş şartlan mevacip alan askeri kesimlerde bir şişmeye yol açarken geçim imkanlarının daralması halkı devlet kapısında bir kadro edinmeğe veya devlet hizmetinde ise ikinci bir kadro peşinde koşmasına yol açıyordu. Askeri kesimin vergi dışı tutulmuş olması reayanın yeniçeri olma özlemini arttırıyordu.
Şehirlere ve kasabalara imtiyazlı bir kesim olarak yerleşen Yeniçeri ve Atlı-Bölük süvarisi; vergi mültezimi, tahsildar ve asayiş işlerinden sorumlu olarak, Anadolu'da hakim bir duruma gelmişti. Bu hal ise klasik devlet yönetimini değiştirmeğe yetmişti. Öyle ki, kapı-kulunun imtiyazlarından faydalanmak maksadı ile yerli Türk-Müslüman halktan
Bir çoklan, türlü yollarla Yeniçeri sıfatı takınmışlardı (Yücel, ı 988; XIII). Bir yolunu bulup yeniçeri olanları ayıklamak devlet için mesele oluyordu. Divan görevlileri, medreseler, kadılıklar, evkaf mukataaları, gümrükler büyük bir gizli işsiz kitlesi barındırarak kanuni cari harcamaları kabartıyordu (Tabakoğlu, 1985; 205-213).
D - Mali Sistemin Düzensizliği
Tanzimat devrine gelinceye kadar, devletin muntazam bir vergi sistemi yoktu. Gülhane Hattı Hümayunu ile kamu maliyesinin vergi ve bütçe ile ilgili konularına ait önemli yenilikler getirildi. Verginin adalet prensibine uygun olarak, mükelleflerin ödeme gücü ile orantılı bir şekilde alınması esası kabul olunmuştu. İktidar, itidal ve kesinlik prensipleri konulmuş ayrıca iltizam usulleri kaldırılmış, mali teşkilat genişleterek memurlar vasıtasıyla vergilerin tahsili esası konulmuştur.
Bütün mali işlerin yürütülmesi defterdarların sorumluluğuna bırakıldı, bir kısım mahalli vergilerin de belediye vilayet meclislerince alınması esası getirildi. Bütün bu yenilikler Fransa'da uygulanan sistemden yararlanarak yapan M.Reşit paşa, sürekli çabalara rağmen, uygulamada beklenilen başarıyı sağlayamamıştır (Sayar, 1977; 184-185). Esasen, Abdülmecit dönemi devlet adamları böyle bir düzenlemeyi gerçekleştirebilecek bilgi ve yeteneğe sahip değillerdi. Keyfi vergi tarih ve tahhakk.uk edilmesi gibi uygulamaların dışında, sistemi düzeltmeye yönelik önemli değişiklikler gerçekleştirilememişti (Tekir, ı 987; ı 3).
1859 yılında dördü Türk, üçü yabancı olan yedi üyeli bir Islahatı Maliye Komisyonu teşkil edilmiştir. Ancak memleketin mali ve ekonomik durumu hakkında aranılan bilgilerin hemen hiç birinin temin edilememesi dolayısıyla komisyonun çalışmaları güçlükle karşılaşmıştır. Buna rağmen, dairelerde toplanan ve araştırılıp belgelendirilmesine imkan bulunmayan rakam ve bilgilere dayanılarak 1863-1864 yılında ilk bütçenin yapılması sağlanabilmiştir (Feyzioğlu, 1984; 26).
Bundan sonra uygulanmaya gidilen mali merkeziyetçilik de tam manasıyla başarıya ulaşabilmiş değildir.
E- Maliye Teşkilatının Bozukluğu
Tanzimat sonrası düzenlemelerde, Osmanlı Maliye Nazın (Bakanı), hükümetin yüksek bir icra memuru durumuna getirilmiş olup, padişahın ve sadrazamın emirlerini yerine getirmekten başka yetkileri olmayan bir devlet adamı konumunda idi. Diğer teşkilatlarla irtibatı son derece zayıf olan Maliye Bakanlığına, bakanlıklar ve diğer kamu kuruluşları kendilerine ayrılan tahsisatın harcama şekli 'hakkında hesap verme ihtiyacını hissetmiyorlardı. Hatta bakanlıkların ve kamu kuruluşlarının Maliye Bakanlığına danışmaksızın Hazine tahvillerini bile çıkardıkları ve özel gelirleri diledikleri gibi sarfettikleri olurdu (Tekir, 1987; 12).
F - Enflasyon ve Kağıt Para Rejimi
1580 yılında İtibaren Amerika'da ucuz ve bol gümüş, Osmanlı Devletine akmağa başlamış ye tüm Levant pazarlarını istila etmişti. Bu hal ise Osmanlı Devleti'nde; İspanya'da olduğu gibi, enflasyon olgusunu meydana getirmiş ve devletin ekonomik-mali hayatını olduğu gibi tabakaları, müesseseleri de alt üst eden etkiler meydana getirmiştir. Çünkü akçe değerini süratle kaybetmiş ve fiyatlar birden bire yükselmiştir. Enflasyonun ortaya çıkardığı her türlü anormal durum, yani paranın değerinin düşmesi, kalp (kötü) paranın çoğalması, spekülasyon, faiz hadlerinin yükselmesi, akçeye dayanan tüm Osmanlı maliyesini ve buna bağlı olarak da iktisadi hayatı içinden çıkılmaz problemlerle karşı karşıya getirmiştir (Yücel, 1988; XI)
Osmanlı paralarında esas para birimi dördü bir dirhem olan akçe ismindeki gümüş para idi. Kıymetli akçeden de az olmak üzere Halep, Diyarbakır ve Erzurum da 16.yy'ın ikinci yansında (989 H:1581M) İran savaşları dolayısıyla sekizi bir akçe olmak üzere pul kesilmesine müsaade edilmişti Akçenin de ayarı bozuldukça altınlar ona göre ayarlanırdı (Uzun çarşılı, 1988; 691).
Enflasyon nedeniyle paranın değerinin düşmesi Osmanlı toplumunun bir çok müesese ve tabakalarını sarsmış bundan da en çok etkilenenler dirlik ve ulufe sahipleri olmuştu.