Osmanlı İmparatorluğu'nda Cemiyetler
Osmanlı Amele Cemiyeti
Ameleperver Cemiyeti
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Balıkesir Redd-i İlhak Cemiyeti
Cemiyet-i Müderrisin
Darülaceze
Donanma Cemiyeti
Filiki Eterya
Himaye-i Hayvanat Cemiyeti
Kozan Müdafaa-i Hukuku Cemiyeti
Kürdistan Teali Cemiyeti
Mavri Mira
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti
Trabzon Muhafaza-i Hukuku Milliye Cemiyeti
Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Türk Derneği
Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti
Wilson Prensipleri Cemiyeti
Yeşil Ordu Cemiyeti
Üsküdar Musiki Cemiyeti
İstihlası Vatan Cemiyeti
İzmir Müdafaa-i Hukuku Osmaniye Cemiyeti
Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Osmanlı Amele Cemiyeti (Amele-i Osmani Cemiyeti)
1894-1895 yıllarında İstanbul'da Tophane fabrikalarında gizli olarak kurulmuş; 1908'den sonra Osmanlı Terakki-i Sanayi Cemiyeti ve daha sonra da Osmanlı Sanatkâran Cemiyeti adlarıyla legal olarak faaliyet gösterdiği sanılan işçi örgütü.
Osmanlı Amale Cemiyeti, Türkiyedeki işçilerin ilk sınıfsal örgütlenmelerinden biridir. Aydınlık dergisinde yayımlanan ve 1921 yılında yapılmış bir toplantıda "Agah'ın verdiği konferans" olarak nakledilen bilgilere göre, cemiyet II. Abdülhamid döneminde, baskıların yoğunlaştığı yıllarda, 4.000'i aşkın işçinin çalıştığı Tophane fabrikalarında gizli olarak kurulmuştu.
Kurucuları, "gördükleri insanlık dışı muameleden ötürü her şeyi göze almış olan" işçilerdi. Bunlar, aralarından 8 kişilik bir "heyet-i faale" (yürütme kurulu) seçerek güçlü bir örgüt oluşturmakla görevlendirdiler. Faaliyetini ancak bir yıl sürdürebilen cemiyetin kurucuları tevkif edilip sürüldüler. Bundan sonra işyerindeki işçiler de daha sıkı bir baskı altına alındı. Derneğin sürülmüş olan yöneticileri gizlice İstanbul'a geri dönerek 1901-1902 yıllarında işçileri yeniden toplantılar yapmaya teşvik ettiler. Bu toplantı ve tartışmalarda "işçiler kurtuluş günü için her türlü fedakârlıkta bulunacaklarını" dile getirdiler. Avrupa'daki sosyalist hareketle ilgili haberler Türkçeye çevrilerek dağıtıldı. Dernek Topkapı mezarlığında gizli bir toplantı yaptı, burada alınan kararlar ingiliz, Fransız ve Rus elçilikleri aracılığıyla padişaha duyuruldu. Daha sonra toplantıyı hazırlayanlar tutuklanıp işkenceden geçirildi. Derneğe önayak olanlar yurtdışına kaçtı.
II. Meşrutiyet'in ilanından ve II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesinden sonra Osmanlı Terakki-i Sanayi Cemiyeti adlı bir örgüt kuruldu. Yine adı geçen konferansta bu dernek Osmanlı Amale Cemiyeti'nin legal yoldan devamı olarak değerlendirilmektedir. Bu cemiyet de 1909 yılında çıkartılan Cemiyetler Kanunu'na uymadığı, içinde askerleri barındırdığı gerekçesiyle kapatılmış, yerine 1910 yılında Osmanlı Sanatkâran Cemiyeti kurulmuştur.
Bu örgütlerde Jön Türk geleneğinden kaynaklanan hürriyetçi düşüncelerin ağır bastığı, derneğin Rumeli ve büyük şehirlerdeki sosyalist örgütlerle önemli bağları olmadığı, bu sebeplerle, daha sonraki işçi haraketi ve örgütlenmeleriyle bağ kuramadığı sanılmaktadır.
Ameleperver Cemiyeti
1 Nisan 1871'da İstanbul'da kurulmuş bir hayır cemiyeti.
Lütfü Erişçi "Türkiye'de İşçi Sınıfının Tarihi -Özet Olarak-" (Ankara, 1951) adlı eserinde, Osmanlı Devleti'nde kalifiye işçi yetiştirme çabaları üzerinde dururken, "bu arada, İstanbul'da bir de Ameleperver Cemiyeti kurulmuştu" demesine bakılarak, uzun bir süre Ameleperver Cemiyeti adıyla Türkiye'nin ilk işçi örgütlenmesi olarak görülmüş, hatta bazı araştırmacılar tarafından cemiyetin, uluslararası bağlantılar içinde, ülkedeki ilk sosyalist cemiyet olduğu iddia edilmişti. Adı da yine yanlış biçimde Ameleperver olarak biliniyordu.
Gerçek adıyla Amelperver Cemiyeti, Ruzname-i Ceride-i Havadis'in 19-21 Aralık 1866 tarihleri arasındaki nüshalarında yayımlanan nizamnamesinde de açıkça gösterildiği gibi, aralarında Türklerin de bulunduğu Rum ve diğer yabancı ve azınlık gruplardan tanınmış hayırseverlerce kurulmuş bir hayır derneğidir.
Nizamnamede, görüşmeler sırasında ve cemiyetin tutulacak defterlerinde kullanılacak lisanın Rumca olacağının belirtilmesi, cemiyette Rumların ağırlıkta olduğunu kanıtlamaktadır. La Turquie gazetesinin 26 Mayıs 1873 tarihli sayısında yayımlanan bir ilana göre, Ami du Travailın (Amelperver Cemiyeti) yönetim kurulu M. J. Sorakich, Anthrepoulos, Tantalides, Pretos Portakalis, Maurice Mu, Augusto de Castro, Mehmet Nuri Bey, Vassaf Efendi, Ohannes Hekim, M. H. Scalieris, G. Lazopulos'tan oluşuyordu. Adı geçen kişilerden pekçoğu, dönemin önde gelen masonları arasında yer alıyordu. Bu anlamda cemiyetin, Fransız Grand Orient'e bağlı I Proedes locasının dinsel olmayan kollarından biri olduğu da iddialar arasındadır.
Cemiyet mührü, bir yarım ay ve ortasında bir Zenbur resminden oluşuyordu. Yarım ayın etrafında, Rumca "Amelperver Cemiyeti Dersaadet" ibaresi, Zenbur'un çevresinde de "İşsizlik Cehaleti Mucebdir" cümlesi yer almaktaydı. Mührün de işaret ettiği gibi, cemiyetin temel amacı "cins ve mezhep ve millet" farkı gözetmeksizin, işe muhtaç olanlara yeteneklerine göre iş sağlamaktı. Ayrıca, zanaatkarlara araç gereç sağlamak, fukara çocuklarının zanaat öğrenmesine aracılık etmek, zaman içinde bu alanda eğitim veren kurumlar açmak, doğru yoldan ayrılanları çalışmaya yönelterek ıslah etmek gibi amaçlara da sahip olan cemiyetin, bu yöndeki çalışmaları dönemin basınından izlenebilmektedir.
Cemiyet, 22 Aralık 1867'den 31 Ocak 1868'e kadar bir Rum ayakkabıcıya, bir Ermeni kayıkçıya, bir Müslüman kutu yapımcısına, 2 Ermeni ayakkabıcıya, bir Katolik marangoza yardımda bulunmuştu. Nizamnamesinde de belirtildiği gibi, bu yardımlar karşılıksız olarak değil, sonradan geri ödenmek koşuluyla yapılıyordu. Bu anlamda cemiyet, aynı zamanda küçük esnafa kredi sağlayan bir kurum gibi çalışıyordu.
Amelperver Cemiyeti bir işçi örgütlenmesi olmadığı gibi, işçilerle ilgili olmaktan da oldukça uzaktı. En makul niteleme, bu cemiyetin başta Rumlar olmak üzere, Osmanlı üst tabakasında yer alan bazı kişilerin hayırseverlik duygularını tatmin etmek amacıyla oluşturdukları bir örgütlenme olabilir. Cemiyetin ne zamana kadar faaliyette bulunduğu ve ne zaman kapandığı hala bilinmemektedir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Mondros Mütarekesi'nden sonra Anadolu'nun ve Rumeli'nin çeşitli şehirlerinde, işgallere karşı kurulan milli cemiyetlerin 7 Eylül 1919'da Sivas Kongresi'nde birleştirilmesinden sonra oluşan yeni cemiyete verilen isimdir. Bu cemiyet Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Halk Fırkası'na dönüştürülmüştür.
Balıkesir Redd-i İlhak Cemiyeti
Kurtuluş Savaşı’nda 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’i işgalinden hemen sonra Balıkesir'in durumunun müzakere edildiği çeşitli kongreler sonucunda kurulan cemiyet.
Cemiyet, Mehmet Vehbi (Bolak) Bey liderliğindeki Balıkesirliler tarafından 18 Mayıs günü Alaca Mescit'te kurulmuştur. Silahlı direniş kararı alan cemiyet, Akhisar, Ayvalık ve İvrindi cephelerinde Yunanlılara karşı 13 ay direnmiştir.
Yunan orduları, 29 Mayıs 1919 tarihinde Ayvalık'a asker çıkardılar.26-31 Temmuz ve 16-22 Eylül tarihlerinde I. ve II. Balıkesir Kongreleri düzenlendi ve Kuvay-i Milliye birlikleri kuruldu.30 Haziran 1920'de Yunan işgaline uğrayan Balıkesir, ancak 6 Eylül 1922'de işgalden kurtulabilmiştir.
Cemiyet-i Müderrisîn
15 Şubat 1919'da dönemin önde gelen din ve öğretim üyeleri tarafından kurulmuş olan ilmî bir dernektir.
Medreselerin hocaları, dînî ilimlerle ilgilenenler ve İslâmiyet’in yücelmesinin gereklerine inanmış gönüllülerden oluşan bu cemiyet, eğitim yöntemlerini uygulayarak Müslümanlara ilim ve İslâmiyet’i sevdirmeyi, öğrenmeye teşvik etmeyi, İslâmiyet konusunda yeterli bilgisi olan ve çağın ihtiyaçlarını bilip anlayabilecek derecede fen bilimleriyle uğraşan öğrenciler yetiştirmeyi ve onların maddî ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlamıştır.
26 Eylül 1919 târihli beyannâmesi
Cemiyetin kuruluş amacında siyaset yapmak bulunmamakla beraber siyasi partilere üye olabilecekleri belirtilmişti. Ülke içerisinde gelişen olaylar sonucu cemiyetin kuruluş beyannâmesinde yer alan siyasetle uğraşmama kararına uyulmadı. İkdam Gazetesi'nin 26 Eylül 1919 beyannâmeli nüshasında Kuvâ-i Milliyeciler aleyhinde ağır ifadeler ve hakaretler içeren bir bildiri yayınlanmıştı.
Cemiyet-i Müderrisîn'in siyaset yapmama kararı bu bildiri ile delinmişti. Siyaset sahnesinde adını duyurduğu ve bağlılık bildirgesi olarak nitelendirilen bu beyannâmeden sonra Said Nursî ve M. Tâhir Efendi gibi üyelerin de aralarında bulunduğu bazı üyeler istifa etmiştir. Daha sonra Kasım 1919'da genel kurula giden cemiyet, adını Teâlî-i İslâm Cemiyeti olarak değiştirerek faaliyetlerini ağırlıklı olarak siyasal alanda sürdürmüştü
Darülaceze
1895 yılında padişah II. Abdülhamit'in fermanı üzerine Sadrazam Halil Rıfat Paşa tarafından Okmeydanı'nda 27.000 metrekarelik bir alan üzerine kurulmuştur.
Bir idare binası, sekiz aceze pavyonu, çocuk yuvası, revir ve hastane, cami, kilise, sinagog, iş ocakları, aş ocağı, fırın, hamam, çamaşırhane, gasilhane, berberhane, hemşire ve bakıcılar için personel lojmanları, rehabilitasyon merkezi, hayvan kesimhanesi, demirbaş eşya deposu, kuru gıda ambarı, yaş sebze ve meyve muhafaza deposu, buzhane gibi üniteleri içine alan 20 binadan oluşmaktadır.
Burada yüzyıldan beri din, mezhep, dil, ırk, sınıf ve cinsiyet farkı gözetmeksizin bakıma muhtaç kimsesiz, yaşlı ve sakat insanlarla, sokağa terkedilmiş 0-6 yaş arası çocuklar ücretsiz olarak, her türlü ihtiyaçları karşılanarak barındırılmaktadır.
Bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı olan kurum, mülhak bütçe ile yönetilmektedir. Darülaceze'nin gelirleri belediye yardımı, hayırseverlerin bağışları, zekat, adak, kurban bağışı, gayrimenkul hibeleri ve bunlardan alınan kiralar ile belediyece tahsil edilen %10 eğlence resminin %10'undan oluşmaktadır.
Donanma Cemiyeti
Donanma Cemiyeti, gerçek adıyla Donanma-yı Osmanî Muavenet-i Millîye Cemiyeti, 19 Temmuz 1909'da Yağcızade Şefik Bey isminde bir tüccarın öncülüğünde kurulan, halktan ve sivil kurumlardan maddi yardım elde edip Osmanlı Donanması'nı güçlendirmeyi amaçlayan bir kurumdur.
I. Dünya Savaşı yaklaşırken, Osmanlı Donanması'nın büyük devletlerin donanmalarından geride kalması, buna rağmen donanmasına önem verememesi Donanma Cemiyeti fikrini oluşturdu.Yunanistan'ın da kuvveti üç beş zırhlıya bedel Averoff Kruvazörü'nü alması halkta endişeye yol açtı ve derneğe katılım arttı.
İstanbul'da kurulan dernek bir süre sonra Anadolu'ya ve yurtdışına yayıldı.Her tarafta öğrencilerin, tüccarların, esnafların, askerlerin ilgi odağı oldu.
Halk tarafından örgütün bu kadar benimsenmesi, Sultan Reşat'ın ilgi duymasına yol açtı.Padişah derneği korumasına alıp maddi katkı sağladı.Sultan Reşat'ın emriyle cemiyete katkı sağlayanlara teşekkür belirtisi olarak "Donanma İane Madalyası" adında bir madalya verilmesi kararlaştırıldı.
I. Dünya Savaşı'ndan sonra Bahriye Nezareti'ne katılan dernek, bir süre sonra 2 Nisan 1919 günü kapatıldı.
Faaliyetler
Donanma Cemiyeti'nin aldığı Alman Brandenburg sınıfı Turgut Reis kruvazörü
İlk olarak Averoff'a denk olması için Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis zırhlıları alındı.Bu gemiler Balkan Savaşları'nda savaştı.
Cemiyet 1912'de Alman s.165 Sınıfı Yadigar-ı Millet, Muavenet-ı Milliye, Numune-i Hamiyet ve Gayret-i vataniye muhripleri aldı.
Gittikçe büyüyen cemiyet 1912'de İngiltere'ye Sultan Osman ve Reşadiye isimli iki büyük dretnot siparişi verdi.İngiltere'nin ücreti ödenen bu gemilere el koyması I. Dünya Savaşı öncesi toplumda İngiliz karşıtı tepki yarattı.
Filiki Eterya (Yunanca:Φιλική Εταιρεία)
Osmanlı Devletinden bağımsızlık kazanmak amacıyla bir grup Yunanlının 1814 yılında kurmuş olduğu bir dernektir.
Filiki Eterya 1814 yılında Emanual Ksantos ve Nikola Skufas adlı iki Rum ve Yanyalı Atmas Çakalof adında bir Bulgar tarafından, o zamanki Rusya'da günümüzde Ukrayna'nın sınırları içinde kalan Odesa (Hocabey) kentinde kuruldu. Amacı Yunan Bağımsızlık Savaşı hareketini gerçekleştirmek olan bu dernek özellikle Osmanlı topraklarında yaşayan Rumları kışkırtmak için düzenlediği toplantılarda şu kararları aldı :
- Merkezi Atina'da bulunan Filomos Cemiyeti, Filiki Eterya'ya bağlanarak, bu cemiyetin batı kültürü almış Yunan gençlerinden yaralanılacak
- Örgütlenebilmek için gerekli maddi olanakların sağlanması yolunda yeni ticaret şirketleri açılacak
- Rum tüccarlarının, ünlü ve etkili ailelerin, kilisenin tanınmış din adamlarının örgüte katılması sağlanacak.
Bu kararlarda birleşen derneğin merkezi 1818 yılında İstanbul'a taşındı. 12 Nisan 1820 tarihinde yapılan toplantıda, derneğin başına Çar I. Aleksandr'ın yaveri Aleksandro İpsilanti getirildi. Eflak-Boğdan hareketlerinde, Mora (1821) ve Girit ihtilallerinde (1897) etkin rol oynayan Filiki Eterya, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılma döneminde asıl amaçlarından saparak "Megali İdea" (Büyük Yunanistan) fikrini savunarak emperyalist bir nitelik kazanmışlardı.
Himaye-i Hayvanat Cemiyeti (Türkçe: Hayvanları Koruma Derneği)
4 Ekim 1912 tarihinde İstanbul'da kurulmuş bir hayvan hakları örgütüdür. Bizans döneminde şehirde yaygın olarak dolaşan başıboş hayvanlar kedilerken, İstanbul'un Türklerce ilhakından sonra durum değişti. Osmanlı ordusunda yer alan Türkmenler ile birlikte şehre giriş yapan köpeklerin sayısı zaman için büyük artış gösterdi. Şehirdeki başıboş köpek sayısı öylesine artmıştı ki köpeklerin 15-20 tanesinin birarada gezdiği görülüyordu.
Sokak köpekleri ve halk
Fransız botanikçi ve gezgin Joseph Pitton de Tournefort, güncelerinde İstanbul halkının bu köpekleri önemsediğinden, köpeklere yuva yapan ve uyumaları için altlarına saman seren hayır derneklerinin varlığından ve yalnızca köpeklere verilmek üzere et satan seyyar satıcılardan söz eder.
Daha yakın tarihlerde İstanbul'u ziyaret eden Mark Twain ise köpeklerin sefilliğinden ve uğradıkları kötü muameleden söz eder. Osmanlı'da batılılaşma hareketlerinin başladığı İkinci Meşrutiyet döneminde Dorina Neave, Twenty Six Year on the Boshorus (Türkçe: Boğaziçi'nde Yirmi Altı Yıl) adlı kitabında semt sakinlerinin sandalcılara para vererek köpekleri karşı kıyıya gönderdiğini, karşı kıyıdakilerin de iki kat para ödeyerek köpekleri geri gönderdiğini anlatır.
Köpek sürgünleri
Himaye-i Hayvanat Cemiyeti'nin kuruluş nedeniyse şehir içinde sayıları 50 bini aşan köpeklerden kurtulmak için devlet eliyle yürütülen resmî çalışmalardır. II. Mahmud döneminde ilk kez köpeklerin şehirden sürülmesine karar verildi.Sandallara, kayıklara doldurulan sokak köpekleri Hayırsızada olarak bilinen Sivriada'ya götürüldü. İkinci sürgün ise Abdülaziz döneminde yapıldı ancak İstanbul'un çeşitli yerlerinde yangınlar çıkmaya başlayınca bu olay halk arasında köpek tehcirinin laneti ve cezası olarak değerlendirildi ve adaya götürülen köpekler şehre geri getirildi.
Şark Ekspresi ilk yolcularıyla İstanbul'a geldiğinde, seçkin konuklar ve o tarihlerde yeni yeni artmaya başlayan araç trafiği köpek sürgünlerinin yine gerekli kıldı. Çünkü tramvay yollarında ve caddelerde gelişigüzel yatan köpekler kazalara neden oluyorlardı. Bu sürgünlerden en sonuncusu 1911 yılında yapıldı. Adaya hapsedilen köpekler hiçbir yardım bırakılmaksızın terk edilmişlerdi. Açlıktan birbirlerini yedikleri rivayet edilen köpeklerin adadaki ulumalarının geceleri İstanbul'dan duyulduğu söylenir.
Derneğin kuruluşu
Devlet eliyle yürütülen bu köpek kıyımına karşı harekete geçen bir grup nüfuzlu Osmanlılı, 1912 yılında Himaye-i Hayvanat Cemiyeti'ni kurdu. Derneğin başkanı Ayan Meclisi üyesi ve eski sadrazamlardan Hüseyin Hilmi Paşa; ikinci başkanları Şura-yı Devlet Reisi Said Halim Paşa ile Teşrifat-ı Umumiye Nazırı İsmail Cenani Bey; kâtipleri Ayan Meclisi üyesi Baserya Efendi ile Şura-yı Devlet üyesi Yusuf Razi Bey, veznedarı Türkiye Millî Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Sir H. Babington'dur. Köpek sürgünlerinin yapıldığı dönemde İstanbul valisi olan İbrahim Bey ile daha iki yıl önce binlerce köpeğin Sivriada'da birbirini yemesiyle biten facianın yaşandığı dönemde (Şehremini) İstanbul Belediye Başkanı olan Tevfik Bey de bu derneğin üyeleridendir.
Dernek, o dönemde Beyoğlu Belediyesi'nin bünyesinde hayvanlara uygulanan zulmü bitirmek, iyi muameleyi özendirmek ve özellikle çocuklar arasında iyilikseverlik ve yardımlaşmayı yaymak gibi amaçlarla kurulmuş ve köpek itlafına karşı büyük kampanyalar yürütmüştür. 1911 yılından sonra kayıtlarda hiçbir köpek itlafı ya da sürgününe rastlanmaması bu derneğin başarıya ulaştığını gösterir. Himaye-i Hayvanat Cemiyeti 1914'yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'na girmesinden dolayı faaliyetine zorunlu olarak son vermek durumunda kalmıştır