Osmanlı'nın Fetih Yöntemleri
Fetih denilince bir kısım araştırmacılar, Osmanlı'nın diyar diyar gezip beldeler almasını işgal ile karıştırıyorlar. Sanki fethedilen topraklar, huzur ve saadet içinde bahtiyar yaşar dururken, Osmanlı tarafından zulme boğuluyorlarmış gibi. Oysa medeniyet o topraklara Osmanlı Adaletiyle girmişti.
14. yüzyılın başlarında bir uç beyliği olarak faaliyet göstermeye başlayan Osmanlıların, kısa bir süre içerisinde Avrupa'nın güçlü krallarına ve imparatorlarına karşı önemli basanlar kazanan güçlü bir siyasi güç haline dönüşmesi, daima ilgi çeken bir konu olmuştur.
Atatürk Üniversitesi Fen Edebi Fakültesi Tarih Bölümü Öğret im üyesi Yrd. Doç. Dr. Bilgehan Pamuk konuyla lgili araştımaında:
Elbette ki bu hususta, özellikle kısa bir zamanda elde edilen başarıların birtakım tesadüfi olaylara bağlı olduğu düşüncesi taşıyanlar olmuşsa da, Osmanlıların sistemli bir şekilde tatbik ettikleri politikalar neticesinde başarılar elde ettikleri bir vakıadır. Buna göre Osmanlıların dönemin güçlü devletleri arasında yer almasında, kuruluş safhasından itibaren titizlikle uyguladıkları siyasi yaklaşımlar ve fetih politikasının ciddi katkısının olduğu görülmektedir.
Osmanlılar, sadece çağın bir gereğidir diye fetihlerde bulunmamışlardı. Stratejik düşünce esastı. Buna göre sistemli bir şekilde hareket edilir, ele geçirilecek yerlerden ne gibi kazançların olabileceği iyice tahkik edildikten sonra, fetih düşünülmeye başlanırdı. Bu anlayış doğrultusunda fetihler, iki safhada gerçekleştirilmiştir. İlk safha, daha ziyade bir ön hazırlık yada bir nevi alıştırma devresi olmuştur.
Alınması düşünülen yerler üzerinde genel bir hakimiyet kurulur, bölge halkı ile doğrudan irtibata geçilir ve Osmanlı yönetimi benimsetilmeye çalışılırdı. Mevcut idareyle de iyi ilişkiler tesisine gayret edilir ve himaye altında oldukları onlara kabul ettirilirdi. Netice itibariyle bu ilk safhada Osmanlılar, yerel yönetimle bir nevi müttefiklik ilişkisi kurarlardı.
Osmanlı ancak böylelikle bir genel hakimiyet tesisinden sonra, kesin hakimiyeti sağlamak üzere ikinci safhaya geçebilirdi. Fetih siyasetinin bu merhalesinde ise genel hakimiyet kurulmuş olan bölgenin arazi tahrirleri yapılarak nüfus ve gelir durumları tespit edilirdi. Devletin temel unsurlarından olan timar sisteminin uygulanmasıyla da bölgenin doğrudan kontrolü gerçekleştirilirdi. Böylelikle elde edilen topraklarda doğrudan doğruya Osmanlı idaresi hakim kılınır ve bu sistem sayesinde en kalabalık yerleşim merkezlerinden, en tenha köylere kadar yayılan bir ağ ile bölge rahatlıkla kontrol edilirdi. Tahrirler neticesinde hazırlanan resmi kayıtlarla, fetih tamamlanmış olur, bundan sonra orası Halil İnalcık'ın da ifade ettiği üzere, hakiki manada bir Osmanlı Memleketi olarak kabul edilirdi.
Osmanlı, fetih siyasetinin ilk basamağında, civardaki beyler ve tekfurlarla bir tür müttefiklik ilişkisi tesis ederdi. İttifaklık kurulan devlet veya beylik, maddi açıdan desteklendiği gibi muhtemel bir düşman saldırısı karşısında korunmaya da alınırdı. Düşman tehlikesiyle karşı karşıya kalanların Osmanlılardan yardım talebinde bulunmaları üzerine hemen harekete geçilirdi. Başlangıçta eşit şartlarda oluşturulan ittifaklık, bu yardım ricaları ile mahiyetini kaybederek, koruyan-korunan yani bir tür himaye ilişkisine dönerdi. Öyle ki tahta kimin geçeceği dahi Osmanlı Sultanı'nın verdiği karar doğrultusunda oluyordu.
Osmanlı himayesindeki beylerin ve devletlerin hamilerine karşı birtakım mükellefiyetleri de olurdu. Öncelikli olarak oğullarından bir veya birkaçını, Osmanlı sarayına gönderirlerdi. Osmanlıların savaşa girme durumlarında askerî yardımda bulunurlar ve yılda belirli miktarda haraç öderlerdi.
Osmanlı kuvvetleri, yardım maksadıyla geldikleri mahallerdeki stratejik öneme sahip kalelere yerleşirlerdi. İlerleyen zaman içerisinde ise stratejik mevkisi önemli olan, ancak asker yerleştirilme imkanı bulunamayan hisar ya da kaleler, sultanın özel emri ile yıktırılırdı. Osmanlının bu tarz hareketinde, buralarda fazladan askerî birlik bulundurmamak ve belki de en önemlisi, buraların muhtemel bir direniş merkezi olarak kullanılmasını engellemek taktiği yatar. Bu ihtiyatlı yaklaşımlar sonucunda, bölgeye yavaş yavaş yerleşir ve müteakibinde kalelerde görevli personel için civardaki köyler timar olarak tahsis edilirdi.
Bu arada, Osmanlı idaresine geçişte mahallî unsurlardan istifade edinilmesi de tatbik edilen siyaset gereğiydi. İhtiyaç doğrultusunda istihdam olunan yerel kuvvetler, asıl Osmanlı kuvvetlerinin bulunmadığı kalelerde muhafaza hizmetinde bulunurlardı. Tüm bu tatbikat neticesinde, artık fethin son merhalesine yani Osmanlı idarî yapısının bilfiil bölgeye tatbik edilmesi safhasına geçilebilirdi. Osmanlı, idarî yapılanma sürecinde bölgenin sınırlarını belirledikten sonra, yeni toprakların idaresini bir veya birkaç sancak beyine tevcih ederdi. Ele geçirilen yerler, devlete bağlı askerî ve idarî bir birim haline getirilirdi. Bu idarî birimin teşkiliyle, kadı ve subaşılar bölgeye gönderilirdi.
Kısa bir süre sonra da, fethin son kısmını tamamlamak ve bölgenin doğrudan kontrolünü temin maksadıyla tahrir uygulaması tatbik edilirdi. Bu son tatbikat ile bölgenin nüfus ve gelir kaynakları resmi kayıtlara geçirilerek idarî ve malî birimleri oluşturulup, bölgenin Osmanlı kurumları ile bütünleşmesi sağlanırdı.
Osmanlı toplumu, askerîler ve reaya denilen temelde iki tabakadan teşekkül ediyordu. Hükümdarın otoritesini temsil eden; devlet kademesinde idarî, malî, askerî, güvenlik ve eğitim gibi alanlarda görevli bulunanlar, askerî sınıf olarak tanımlanmıştı.
Reaya sınıfı ise fiili üretimde bulunan ve vergi veren kesimdi. Ayrıca Osmanlı toplum yapısı içerisinde aslında askerî olmamalarına karşılık, devlet hizmetinde bulunmalarından dolayı birtakım yükümlülüklerden muaf olan, yarı askerî statüde bir tabaka da mevcuttu. Bu sisteme göre Osmanlı, yeni fethettiği bölgelerde de, ekseriyetle Hristiyan sipahiler istihdam ederek bunların cemiyet içerisinde askerî bir statü elde etmelerini sağlardı. Böylelikle eski statüleri kendilerine bahşedilen askerlerin Osmanlı yönetimine karşı muhtemel bir direniş ya da isyan teşebbüsünün önüne geçilmiş olunurdu.
Lakin, Osmanlı, bu yeni fethettiği yerlerdeki yerli askerî unsurların bütün imtiyazlarını ve feodal haklarını kaldırırdı. Ancak kendi bünyesinde hizmet vermeleri şartıyla bu sınıf mensuplarına, birtakım ayrı-çalıklar tanırdı. Kendi askerî sınıf üyelerine tanıdığı vergi muafiyeti gayri Müslim askerî sınıf üyelerine de bahşetmesi onlar için ön önemli imtiyazlar arasında sayılırdı. Timar sistemine dahil edilen asker, itaat ve sadakatini devam ettirdiği sürece, statüsünü koruyabilirdi.
Osmanlı fetih siyasetinin muvaffakiyetinde hoşgörü çok önemli bir yere sahiptir. Onlar, fethettikleri ya da fethedecekleri bölge ahalisine karşı fevkalade bir müsamaha ile yaklaşmayı, kendilerine düstur edinmişlerdi. Devletin, hoşgörülü tutumunu, himayesini kabul edenler içinde özellikle köylü ahaliden yana samimiyetle kullanması, Osmanlının fetihle elde etmek istediği neticeden kaynaklanmaktaydı.
Osmanlı idaresinin, Gayr-i Müslim ahalinin dini anlayış ve ibadetlerini ifa konusundaki benzersiz yaklaşımı da fetihlerin kalıcı olmasını etkilemiştir. Din ve vicdan hürriyeti tanınan halk, Osmanlı idaresine karşı sempati beslemiştir. Osmanlı'nın din ve ırk ayrımı yapmaksızın ahalinin can, mal ve ırzlarını korumayı kendisi için meşruiyet şartı yapması onun hakimiyetini hem kalıcı kılmış hem de yaymıştır.
Merkezi idare, fetihleri teşvik etmek için Rumeli' deki uç beylerine karşı oldukça toleranslı davranırdı. İç işlerinde önemli yetkileri bulunan uç beyleri, dış ilişkilerde ve savaş durumunda Osmanlıya tam bir sadakatle hareket ederlerdi. Hükümet tarafından oldukça itibar gören uç beyleri bulundukları mahaldeki halkın refahını ve emniyetini muhafaza etmeye azami gayret gösterirlerdi.
Yeni fethedilen yerlerde sadece müsamaha yaklaşımı ile kalıcı olunamayacağından, sistemli bir iskân politikası da tatbik edilirdi. Osmanlılar, gerek Anadolu ve gerekse Rumeli'deki topraklan üzerinde yaşayan ahaliyi, aslî siyasetleri gereğince istihdam ederlerdi. Nitekim Anadolu ve Rumeli'deki halk karşılıklı olarak yer değiştirilerek iskân edilirlerdi. Uygulama sırasında yer değiştirecek ahalinin genellikle rızası aranırdı. İskân kapsamında sevk edilecekler içerisinde öncelik, gitmeye gönüllü olanlara tanınırdı. Aksi durumlarda hükümet kendi insiyatifini kullanarak toplu göçler yaptırırdı. Ancak gönüllülerin yeterli olmadığı durumlarda açığı kapatmak için hükümet, gitmesi zorunlu olanları tespit ederdi.
Yeni fethedilen yerlerin abâd edilmesi gayesiyle gönderilenlere, yerleşim mahallerinde geniş imkanlar sağlanırdı. Böylelikle gerek Anadolu ve gerekse Rumeli' den toplu göç ettirilenler, yeni yerleştikleri yerlerin ihyasına çalışırlardı.
Anlaşıldığı üzere, Osmanlı' nın fetih anlayışı içerisinde tedricilik yani safha safha, sindire sindire ve temkinli hareket esastı. Ani bir zapt ya da yerleşme mevzu bahis değildir. Devletin kuruluş safhasından itibaren bu anlayış içerisinde hareket edilmiştir. Nitekim Osman Gazi' nin Karacahisar'ı fethi, uygun bir misaldir: Osman Gazi, Karacahisar tekfuru ile fetih siyasetinin stratejisi gereğince ilk önce müttefiklik tesis etmiş akabinde Karcahisar'ın tamamını Osmanlı topraklarına dahil etmişti. Burada ani ve fevri hareket edilmeksizin oldukça sistemli bir siyaset takip edilmiştir. Sultan I Bayezid, klasik anlamda tatbik edilen fetih siyasetine riayet etmediği, ani ve hazırlıksız fetihlerde bulunduğundan ötürü tenkit edilmiştir.
Sonuç olarak söylenebilir ki Osmanlı fetihlerini; yalnız yetenekli kumandanlar, askerî kahramanlıklar ve bir takım tesadüflerin eseri saymak ve sadece askerî mahiyette kalmış bir işgal ve istila hareketi olarak değerlendirmek sıhhatli bir düşünce olmayacaktır. Osmanlılar, görüldüğü üzere fethettikleri memleketlere oldukça sistemli bir tarzda yerleşmişlerdir. Bu hususta oldukça muhafazakar davranan hükümet; dinî müesseselerin tesisinde, içtimai tabakaların belirlenmesinde, idarî yapının teşkilinde yani fethedilen bölgenin tam bir Osmanlı yurdu haline getirilmesinde oldukça dikkatli ve toleranslı bir usul takip etmiştir. Osmanlının bu siyaseti, onların uzun yıllar çok geniş bir coğrafyada yegâne hakim unsur olarak kabul edilmelerini sağladığı gibi, günümüzde bile o eski yerlerdeki müsbet tesirini devam ettiren en belirleyici amil olmuştur.