"İÇERİMDE YALNIZLIĞIN ACISINDAN BAŞKA NE VAR Kİ?"
DİYE DÜŞÜNÜP DÜŞÜNÜP;
"HOŞLANDIĞI ŞEYE ERİŞEMEZ" HALLERİNDEN ZOR DA OLSA SIYRILIP;
"BİR ŞEKİLDE MAKSADA ERMEK LAZIM" FİKİRLERİYLE YOĞRULUP;
MENZİLE VARDIĞINDA GÖRÜRSÜN Kİ;
AYNA,
BAŞKA BİR AYNANIN İÇİNDE KENDİ VARLIĞINDAN HABERDAR OLMUŞTUR,
FAKAT,
"ARTIK BİR BAŞINALIKTAN KURTULDUM" DEDİĞİ ANDAN BERİDİR
OMUZLARINDA
ÇOK ÇOK ÇOK DAHA BÜYÜK PENÇELERİN KIYICILIĞI VARDIR...
***
İnsanoğlu "Sahip Olduğunda" mutlu olacağını zanneder ama yanılır.
Çünki, bir şeyi yaparken aşk ile yapmalısın.
Eski dilde, özünde, İŞK'tir kelimenin aslı.
İbadet-Şükür-Kanaat yani.
AŞK'ı da rıza üzerine yaşamalısın ki, meta olarak kalmasın.
DoH da kadınını böyle sever, ama, kadınların daha önce anlatılan tutumlarının yanısıra; içinde yaşadığı toplum ve eşyanın dışında varolabilen tek bir filozof görülmemiştir henüz dünyada!
Ve bütün bu doneler ışığında FGCM ile olan ilişkilerini "olduğu yere kadar olsun, gittiği yere kadar gitsin" seviyesine çekiverdi DoH.
Sonra da FGCM ile Halis'i, Dilşad ile polisi düşünüp söylendi :
"- Bir mezarlık düşün ki;
orada iyilik - güzellik - saflık - duruluk - şefkat - acıma - doğruluk - dürüstlük - samimiyet - yürektenlik yanyana mezarlarda sessiz sedasız yatmakta.
Tümü, ruhumun "FGCM ve ona duymam gereken aşk konusunda devrim yapmak niyetiyle hazırladığı bombaların elinde patlamasıyla" havaya uçmuş, ve gönlümün uçsuz bucaksız genişliği herbirine mezar olmuş.
Ne devrimi be ey ahmak, neden bu hayale kapıldın ki birdenbire?
Bilmem kaç zaman önce "insanlık" denilen o yüce makam zaten "hiç" olmuşken, sen gidip başka fantaziler bulsana kendine!"
Nice zaman sonra, her fırsatta yaptıkları gibi, iki şehri bir edip, FGCM ile yine buluştular.
"- Tuhaf duygular içindeyim DoH. Eşimle birlikteyken emin ol suçlu hissediyorum kendimi. Sanki yasak olan şey seninle gizli gizli buluşmalarımız değil de, kocamla olan ilişkilerim, iki kardeş gibi de olsa, aynı çatı altında ona hizmet edişlerim!".
DoH hemen FGCM'den uzaklaştı ki, ne uzaklaşma!
Anlaşılmaması imkansızdı, adeta kaçtı.
"- Yoksa, yoksa suçlu olduğumuzu mu düşünüyorsun, hı? ".
DoH boş bulundu ve yanıtladı :
"- Kesinlikle yanlış bu yaptığımız."
Cümleyi kurduğu an, FGCM'nin, "- Madem öyle neden devam ediyorsun benimle birlikte olmaya? Neden o bira denizlerinde "edepsizliğe varan çıplaklığımızı yaşadığımız 3-4 günlük kaçamaklarımıza" devam ediyorsun?" diye soruvereceğinden korktu.
Çünki böyle bir soruya verilecek yanıtı yoktu.
"- Ne olur doğruyu söyle, beni aşağılık bir kadın olarak görüyor musun bazen?" dediğinde FGCM,
cevabı,
"- Şimdi kızacağım ama! Kalk giyin hadi, ve evine git!" oldu.
FGCM yere öylece atılıvermiş çantasını kaptığı gibi banyoya girdi.
"Hiçbir insan onun ruhsal dengesini bozup da abuk subuk bir harekete yönlendiremez.
Çünki benden dolayı antrenmanlı ve güçlü o!" diye düşündü,
bir yandan da tedirgin olarak DoH.
"Acaba çantasında kesici birşey ya da bir kutu hap var mıydı?" şüphesi de geçmişti aklından bir an.
O'nun üzerine yıktığı sorumluluktan endişe duyduğu kadar, gururlanıyordu da.
Yakın zamana kadar içinde bulunduğu "depresif sıkıntılardan" tereyağından kıl çekercesine olmasa da kurtuluşunu FGCM'ye borçlu olduğunu getirdi aklına.
Keşke farkında olmasaydı, keşke.
Salt kendi kazanımları için mi devam ediyordu DoH bu ilişkiye?
Yoksa "Amaç ve ereklerini" gerçekleştirmek için kendinden öç alıyordu da bu süreçte FGCM'yi mi katalizör olarak kullanmaya karar vermişti.
Rahatsızdı bu durumdan aslında, çünki kendisinin FGCM için ne derece önemli olduğunu ve onu tam manasıyla olumlu sayılacak düzeyde etkileyebildi mi kestiremiyordu.
"- Git artık!" dedi.
FGCM tebessüm etti.
"- Güle güle Sevgili. Ara, hemen gelirim, bilirsin." şeklinde söylendikten sonra kapıyı vurarak çıktı gitti.
FGCM gidip yalnız kaldığında, bir "mutsuzum ve gezegeni imha etmek istiyorum" müziği attı Winamp'ın playlist'ine DoH.
Anouar Brahem adlı tını dehasıyla İmisaba tanıştırmıştı ICQ'da kızın mutsuzluk sebeplerini konuştukları birgün.
İngiltere'de yaşıyordu İmisaba. Ailesi Hatay'da yaşasa da, tedavi olabilmek için oraya gitmişti. Ciddi bir kadınsal sorunu vardı kendi deyimiyle ve hamile kalamıyordu.
Bu yüzden de Anouar Brahem'in insanı intihara bile sürükleyebilecek "Leila Au Pays Du Carrousel" gibi parçalarını dinliyor, hareketli ve kıpır kıpır olanlara dönüp bakmıyordu.
"- Geleyim oraya bir süreliğine ve benden hamile kal. Gör bak, damızlık ne derece önemliymiş diyeceksin. Genç - güzel - sağlıklısın yahu!" dediğinde DoH;
"- Gel de; sana verene kadar kimlere verdim, kimler kimler becerdi de gene olmadı be DoH. Yedi sülalemi halletsen bile hamile kalamam ben, artık eminim " diyebilecek kadar da uçuk ve hayata bağlı bir kızdı. Tuhaftı…
Tarifini bile yapamıyorken, bütün varlığınla peşinden koşuyorsan, hah işte, aşıksın!
FGCM de öyleydi.
Ören'deydi ve DoH alo der demez geldi birkaç gün sonra Altınoluk'a.
Sürekli gittikleri ağaçlık - yeşil çimen zengini ve bir o kadar da ıssız arazilerden birindelerdi.
FGCM iki elinin başparmaklarıyla işaret parmaklarını birleştirip çerçeve işareti yaparak;
"- Baak, bu senin resminnn" dedi,
DoH'un omuz hizasından yukarısını dikdörtgenin içine alarak.
"- N'oldu ruslarla savaşınız, anlatsana detaylarını, neler yaptın?" diyerek de,
konuyu aylardır merak ettiği meydan okumalaşmalarının haberini almaya getirdi.
DoH ise soğuk sayılabilecek bir ses tonuyla
"- Boşver şimdi şu salak takımlarını" şeklinde cevap verdi.
FGCM taşı gediğine koydu :
"- Yalancı, ne boşvermesi. Eylem ve sanal becerilerinden bahsedip seni övmelerine bayılıyorsun forum sitelerinde!
Ve deşifre edilemez oluşundan müthiş keyif alıyorsun!
Görüyorum ve takip ediyorum bana verdiğin adreslerdeki hack sitelerini akıllım, hem de günü gününe. Ama sorunca, boşver şimdi diyorsun!".
DoH gülümsedi. FGCM yanılıyordu.
Övülmek - takdir edilmekten değil, konu ne olursa olsun,
FGCM'nin onu övmesinden ve yere göğe sığdıramamasından hoşlanıyordu çünki.
Onlarca hacker ile tek başına yaptığı sidik yarışlarından sonra, sadece FGCM sezgi ve duygularını kullanarak belli tespit ve yorumlar yapabiliyordu.
İnanılması güç bir "sağduyu veya derinlemesine görüşlerle" perçinliyordu olayların cereyan süreçlerini değerlendirirken.
"- Yanıldın yine. Ben hack savaşlarımı sadece senin övüyor oluşundan hoşlanıyorum" dedi DoH.
FGCM dudak bükerek, "- Al sana daha büyük bir yalan!" dediği an, DoH küçük bir çocuğu sarsarcasına omuzlarından yakaladı onu ve;
"- Haksızlık etme! Söylediğin herşeyi - yaptığın her hareketi - rahatsız etmeyen tenini - gülümsediğinde dudaklarının kıvrım kıvrım kıvrılışını - maceralarımdan örnekler vermeye başladığımda dört gözle dinlerken, başının yana düşüşünü - sanki birşey arıyormuşcasına uzaklara dalıp gidişini - somurttuğun anlarda alnında oluşan kırışıklarını da seviyorum mesela!".
Pelte gibi olmuştu FGCM.
"- Ben de senin ayaküstü söyleyiverdiğin şu kusursuz yalanlarını çok seviyorum.
Ağzından çıkan her kelimenin yalan olduğunu biliyorum, ama yine de seviyorum işte."
Sırıttı DoH : "- Devam edeyim öyleyse, hı?" diye sordu.
"- Seninle seks yaparken zamanı durdurmak isteyişim şu pırıl pırıl havanın böyle kalması içindir mesela. Şu huzurlu ortamı - tembel tembel uzanıp da hiçbir şeyi dert etmeden biraların dibine vuruşlarımızı - sevişirken ruhumun da tüm yorgunluğunu alışını - çepeçevre saran sıcaklığını ve o derin oral seks yapışını değil de, hazırladığın yumurtalı yemeklere bağlıyorum mesela sana hayranlığımı.
Sevişirken duyduğum kalp atışlarının sesi, ve bir bakışından da ne yapmak istediğini anlıyor oluşum ise şeytan oluşumdan mesela, seninle hiç ilgisi yok! Doğal olarak da seni seviyor oluşum hikaye!
Buyur sana gerçekler!"
"- İşte şu konuşmaların,
ve konuşurken takındığın tavır,
beni hayran ediyor sana!" diyerek öptü DoH'u FGCM.
DoH, samimi ve şen bir üslupla :
"- Rusların canına okudum. Abi diyorlar başka bir şey demiyorlar artık. Birtanesinin Borland Inc.'in çözüm ortağı olduğu şirketi varmış 17 kişilik.
"- Tanışmak imkansız olsa gerek de, iletişim içinde kalsak bari en azından DoH abi" diye çok yalvardı.
Engelleyip gönderdim tabii ki MSN'den. Risk Risktir!"
Güldü FGCM, "- Sağol", dedi ve sevişmeye durdular.
Soluk soluğa - ten tene - tin tine - ter tere.
Takatleri kalmayıncaya dek seviştiler.
Kaç kez zirveye çıktıklarını değil, enerjilerinin son damlasının ne zaman tükeneceğini baz alıyorlardı seks yaparken.
Sonra da uzun dinlence ve sessizlikler. Rüya gibi...
Ören'deki yazlıkta uzanmışlarken yine birgün;
"- Orada burada buluşmamız çok tehlikeli olmaya başladı biliyorsun.
Şu durumda kiralık bir ev almak daha mantıklı olacak" diye hayıflandı FGCM.
"-Param yok" dedi yarım ağızla DoH.
Hiç de parası olmamıştı ki zaten.
Kazanamamış olduğundan değil, para - mal'a hiç önem vermediğinden sahiplenmemişti materyalleri.
Sırtı üşürse hırka - kıçı üşürse don - delirmemek için bira, sigara, internet ve çok sevdiği yağda yumurta dışında bir şeyleri hiç önemsememişti hayatta.
Çocukluk öğretilerindeki "Delikanlı adam nasıl olur?" tarifleri ışığında;
"- Ben öderim dairenin kirasını" diyen FGCM'ye gürlemiş ve;
"- Çıldırdın mı sen kadın!
Karı parası yiyebilecek bir adam olarak mı görüyorsun beni?" diyerek, azarlarcasına yüzüne çarpmıştı teklifini.
"- Konuyu bu şekilde çirkinleştirme DoH. Erkekler neden bu derece budala oluyorlar bazen hiç anlayamıyorum. Kirayı ödeme gayem, daha uzun saatler boyunca güven içinde beraberce vakit geçirebileceğimizdendi.".
Duymazlıktan geldi DoH.
Birasını ve sigarasını aldı, balkona çıktı.
FGCM'yi baştan çıkarıp kendine aşık ederken, bir üniversiteli genç yüzünden olayların buraya varabileceğini düşünmemişti. İlk günlerde çok direnmiş ama sonunda DoH'un bile ummadığı şekilde, hayatında Halis denen o çocuk varolmasına rağmen kendini DoH'a bırakıvermiş, üstelik kocasını da tüm zenginliğine rağmen hayatından çıkarmıştı.
Keşke DoH hayatına girdikten sonra Halis'in evine gitmese ve DoH'u kaybetmeseydi.
Oysa FGCM bu hissettiklerinden habersizdi DoH'un. Ve şimdiki haliyle de bambaşka bir kadındı sanki.
Çünki artık rahatça söylüyordu oğluna - annesine - çevresine mesela DoH'la buluşup da ortadan kaybolduğunda yalanlarını, ve oldukça da inandırıcıydı. Önceleri beceremezdi. Dünya dolusu tehlikeyi göze alıyor, herşeylere meydan okuma cesaretini bulabiliyordu kendinde. DoH da doğal olarak huzursuzdu. FGCM'nin neredeyse tersyüz olmuş biçimde değişmesine sebep kendisiydi.
Çünki onu silahsız bırakmış, dayanaksız birşekilde bütün savunma mekanizmalarını ortadan kaldırmış, kendi güçlerinin gölgesine sığındırtmıştı.
Gerçi, onun böylesine teslim oluşu DoH'u gururlandırmıyor değildi, fakat, FGCM "tutku ve aşkla" kendisini bile kaybedecek derecede güçsüz kalarak onun kollarına düştüğünde, onu uyandırmamıştı.
Şimdiyse geri çok zor dönebileceği bir ağın içindeydi,
ve bu ağı da aslında Halis olayıyla kendisi örmüştü…
Omzuna yaslanan "kadın kokulu" başıyla irkildi FGCM'nin.
Bir yandan da, "- Seni çok seviyorum" demişti.
"- Biram bitti, bira getir dolaptan" diye,
tonunun en soğuk haliyle emretti DoH, ve surat asarak gitti FGCM.
İşte, yaşamından da bu şekilde, suratı çarşamba pazarına döne döne de olsa gitmeli ve kendini bulmalıydı. DoH böyle olması gerektiğinden emindi.
Ama mesela, bira istemesinde olduğu gibi,
onu yanında istediği an hemen kapıp kopup gelivermeliydi de.
Bira getirdi FGCM ama susmadı.
Susmak bilmedi.
Kustu içindeki kızgınlığı - öfkeyi - siniri, ama birşeyi hesap etmedi :
Ortalığın toza dumana boğulduğu, ve karşısındaki hangi cesaret seviyesinde olursa olsun;
aklının karıştığı öfke anlarında DoH, "- Hoop, dur, sakin ol, ne bu halin yahu? İnsanlarla bir elektrikli testereymişsin gibi konuşuyor, kırıyor - kesiyor -parçalıyorsun! Azıcık sükunet, azıcık akl-ı selim lütfen!" demezdi Hasan'a...
Estirdiği fırtınadan sonra vurdu kapıyı çıktı kadınını ağlar - çırpınır halde bırakarak...
***Alinti Kelimelerin Sihibazi
DİYE DÜŞÜNÜP DÜŞÜNÜP;
"HOŞLANDIĞI ŞEYE ERİŞEMEZ" HALLERİNDEN ZOR DA OLSA SIYRILIP;
"BİR ŞEKİLDE MAKSADA ERMEK LAZIM" FİKİRLERİYLE YOĞRULUP;
MENZİLE VARDIĞINDA GÖRÜRSÜN Kİ;
AYNA,
BAŞKA BİR AYNANIN İÇİNDE KENDİ VARLIĞINDAN HABERDAR OLMUŞTUR,
FAKAT,
"ARTIK BİR BAŞINALIKTAN KURTULDUM" DEDİĞİ ANDAN BERİDİR
OMUZLARINDA
ÇOK ÇOK ÇOK DAHA BÜYÜK PENÇELERİN KIYICILIĞI VARDIR...
***
İnsanoğlu "Sahip Olduğunda" mutlu olacağını zanneder ama yanılır.
Çünki, bir şeyi yaparken aşk ile yapmalısın.
Eski dilde, özünde, İŞK'tir kelimenin aslı.
İbadet-Şükür-Kanaat yani.
AŞK'ı da rıza üzerine yaşamalısın ki, meta olarak kalmasın.
DoH da kadınını böyle sever, ama, kadınların daha önce anlatılan tutumlarının yanısıra; içinde yaşadığı toplum ve eşyanın dışında varolabilen tek bir filozof görülmemiştir henüz dünyada!
Ve bütün bu doneler ışığında FGCM ile olan ilişkilerini "olduğu yere kadar olsun, gittiği yere kadar gitsin" seviyesine çekiverdi DoH.
Sonra da FGCM ile Halis'i, Dilşad ile polisi düşünüp söylendi :
"- Bir mezarlık düşün ki;
orada iyilik - güzellik - saflık - duruluk - şefkat - acıma - doğruluk - dürüstlük - samimiyet - yürektenlik yanyana mezarlarda sessiz sedasız yatmakta.
Tümü, ruhumun "FGCM ve ona duymam gereken aşk konusunda devrim yapmak niyetiyle hazırladığı bombaların elinde patlamasıyla" havaya uçmuş, ve gönlümün uçsuz bucaksız genişliği herbirine mezar olmuş.
Ne devrimi be ey ahmak, neden bu hayale kapıldın ki birdenbire?
Bilmem kaç zaman önce "insanlık" denilen o yüce makam zaten "hiç" olmuşken, sen gidip başka fantaziler bulsana kendine!"
Nice zaman sonra, her fırsatta yaptıkları gibi, iki şehri bir edip, FGCM ile yine buluştular.
"- Tuhaf duygular içindeyim DoH. Eşimle birlikteyken emin ol suçlu hissediyorum kendimi. Sanki yasak olan şey seninle gizli gizli buluşmalarımız değil de, kocamla olan ilişkilerim, iki kardeş gibi de olsa, aynı çatı altında ona hizmet edişlerim!".
DoH hemen FGCM'den uzaklaştı ki, ne uzaklaşma!
Anlaşılmaması imkansızdı, adeta kaçtı.
"- Yoksa, yoksa suçlu olduğumuzu mu düşünüyorsun, hı? ".
DoH boş bulundu ve yanıtladı :
"- Kesinlikle yanlış bu yaptığımız."
Cümleyi kurduğu an, FGCM'nin, "- Madem öyle neden devam ediyorsun benimle birlikte olmaya? Neden o bira denizlerinde "edepsizliğe varan çıplaklığımızı yaşadığımız 3-4 günlük kaçamaklarımıza" devam ediyorsun?" diye soruvereceğinden korktu.
Çünki böyle bir soruya verilecek yanıtı yoktu.
"- Ne olur doğruyu söyle, beni aşağılık bir kadın olarak görüyor musun bazen?" dediğinde FGCM,
cevabı,
"- Şimdi kızacağım ama! Kalk giyin hadi, ve evine git!" oldu.
FGCM yere öylece atılıvermiş çantasını kaptığı gibi banyoya girdi.
"Hiçbir insan onun ruhsal dengesini bozup da abuk subuk bir harekete yönlendiremez.
Çünki benden dolayı antrenmanlı ve güçlü o!" diye düşündü,
bir yandan da tedirgin olarak DoH.
"Acaba çantasında kesici birşey ya da bir kutu hap var mıydı?" şüphesi de geçmişti aklından bir an.
O'nun üzerine yıktığı sorumluluktan endişe duyduğu kadar, gururlanıyordu da.
Yakın zamana kadar içinde bulunduğu "depresif sıkıntılardan" tereyağından kıl çekercesine olmasa da kurtuluşunu FGCM'ye borçlu olduğunu getirdi aklına.
Keşke farkında olmasaydı, keşke.
Salt kendi kazanımları için mi devam ediyordu DoH bu ilişkiye?
Yoksa "Amaç ve ereklerini" gerçekleştirmek için kendinden öç alıyordu da bu süreçte FGCM'yi mi katalizör olarak kullanmaya karar vermişti.
Rahatsızdı bu durumdan aslında, çünki kendisinin FGCM için ne derece önemli olduğunu ve onu tam manasıyla olumlu sayılacak düzeyde etkileyebildi mi kestiremiyordu.
"- Git artık!" dedi.
FGCM tebessüm etti.
"- Güle güle Sevgili. Ara, hemen gelirim, bilirsin." şeklinde söylendikten sonra kapıyı vurarak çıktı gitti.
FGCM gidip yalnız kaldığında, bir "mutsuzum ve gezegeni imha etmek istiyorum" müziği attı Winamp'ın playlist'ine DoH.
Anouar Brahem adlı tını dehasıyla İmisaba tanıştırmıştı ICQ'da kızın mutsuzluk sebeplerini konuştukları birgün.
İngiltere'de yaşıyordu İmisaba. Ailesi Hatay'da yaşasa da, tedavi olabilmek için oraya gitmişti. Ciddi bir kadınsal sorunu vardı kendi deyimiyle ve hamile kalamıyordu.
Bu yüzden de Anouar Brahem'in insanı intihara bile sürükleyebilecek "Leila Au Pays Du Carrousel" gibi parçalarını dinliyor, hareketli ve kıpır kıpır olanlara dönüp bakmıyordu.
"- Geleyim oraya bir süreliğine ve benden hamile kal. Gör bak, damızlık ne derece önemliymiş diyeceksin. Genç - güzel - sağlıklısın yahu!" dediğinde DoH;
"- Gel de; sana verene kadar kimlere verdim, kimler kimler becerdi de gene olmadı be DoH. Yedi sülalemi halletsen bile hamile kalamam ben, artık eminim " diyebilecek kadar da uçuk ve hayata bağlı bir kızdı. Tuhaftı…
Tarifini bile yapamıyorken, bütün varlığınla peşinden koşuyorsan, hah işte, aşıksın!
FGCM de öyleydi.
Ören'deydi ve DoH alo der demez geldi birkaç gün sonra Altınoluk'a.
Sürekli gittikleri ağaçlık - yeşil çimen zengini ve bir o kadar da ıssız arazilerden birindelerdi.
FGCM iki elinin başparmaklarıyla işaret parmaklarını birleştirip çerçeve işareti yaparak;
"- Baak, bu senin resminnn" dedi,
DoH'un omuz hizasından yukarısını dikdörtgenin içine alarak.
"- N'oldu ruslarla savaşınız, anlatsana detaylarını, neler yaptın?" diyerek de,
konuyu aylardır merak ettiği meydan okumalaşmalarının haberini almaya getirdi.
DoH ise soğuk sayılabilecek bir ses tonuyla
"- Boşver şimdi şu salak takımlarını" şeklinde cevap verdi.
FGCM taşı gediğine koydu :
"- Yalancı, ne boşvermesi. Eylem ve sanal becerilerinden bahsedip seni övmelerine bayılıyorsun forum sitelerinde!
Ve deşifre edilemez oluşundan müthiş keyif alıyorsun!
Görüyorum ve takip ediyorum bana verdiğin adreslerdeki hack sitelerini akıllım, hem de günü gününe. Ama sorunca, boşver şimdi diyorsun!".
DoH gülümsedi. FGCM yanılıyordu.
Övülmek - takdir edilmekten değil, konu ne olursa olsun,
FGCM'nin onu övmesinden ve yere göğe sığdıramamasından hoşlanıyordu çünki.
Onlarca hacker ile tek başına yaptığı sidik yarışlarından sonra, sadece FGCM sezgi ve duygularını kullanarak belli tespit ve yorumlar yapabiliyordu.
İnanılması güç bir "sağduyu veya derinlemesine görüşlerle" perçinliyordu olayların cereyan süreçlerini değerlendirirken.
"- Yanıldın yine. Ben hack savaşlarımı sadece senin övüyor oluşundan hoşlanıyorum" dedi DoH.
FGCM dudak bükerek, "- Al sana daha büyük bir yalan!" dediği an, DoH küçük bir çocuğu sarsarcasına omuzlarından yakaladı onu ve;
"- Haksızlık etme! Söylediğin herşeyi - yaptığın her hareketi - rahatsız etmeyen tenini - gülümsediğinde dudaklarının kıvrım kıvrım kıvrılışını - maceralarımdan örnekler vermeye başladığımda dört gözle dinlerken, başının yana düşüşünü - sanki birşey arıyormuşcasına uzaklara dalıp gidişini - somurttuğun anlarda alnında oluşan kırışıklarını da seviyorum mesela!".
Pelte gibi olmuştu FGCM.
"- Ben de senin ayaküstü söyleyiverdiğin şu kusursuz yalanlarını çok seviyorum.
Ağzından çıkan her kelimenin yalan olduğunu biliyorum, ama yine de seviyorum işte."
Sırıttı DoH : "- Devam edeyim öyleyse, hı?" diye sordu.
"- Seninle seks yaparken zamanı durdurmak isteyişim şu pırıl pırıl havanın böyle kalması içindir mesela. Şu huzurlu ortamı - tembel tembel uzanıp da hiçbir şeyi dert etmeden biraların dibine vuruşlarımızı - sevişirken ruhumun da tüm yorgunluğunu alışını - çepeçevre saran sıcaklığını ve o derin oral seks yapışını değil de, hazırladığın yumurtalı yemeklere bağlıyorum mesela sana hayranlığımı.
Sevişirken duyduğum kalp atışlarının sesi, ve bir bakışından da ne yapmak istediğini anlıyor oluşum ise şeytan oluşumdan mesela, seninle hiç ilgisi yok! Doğal olarak da seni seviyor oluşum hikaye!
Buyur sana gerçekler!"
"- İşte şu konuşmaların,
ve konuşurken takındığın tavır,
beni hayran ediyor sana!" diyerek öptü DoH'u FGCM.
DoH, samimi ve şen bir üslupla :
"- Rusların canına okudum. Abi diyorlar başka bir şey demiyorlar artık. Birtanesinin Borland Inc.'in çözüm ortağı olduğu şirketi varmış 17 kişilik.
"- Tanışmak imkansız olsa gerek de, iletişim içinde kalsak bari en azından DoH abi" diye çok yalvardı.
Engelleyip gönderdim tabii ki MSN'den. Risk Risktir!"
Güldü FGCM, "- Sağol", dedi ve sevişmeye durdular.
Soluk soluğa - ten tene - tin tine - ter tere.
Takatleri kalmayıncaya dek seviştiler.
Kaç kez zirveye çıktıklarını değil, enerjilerinin son damlasının ne zaman tükeneceğini baz alıyorlardı seks yaparken.
Sonra da uzun dinlence ve sessizlikler. Rüya gibi...
Ören'deki yazlıkta uzanmışlarken yine birgün;
"- Orada burada buluşmamız çok tehlikeli olmaya başladı biliyorsun.
Şu durumda kiralık bir ev almak daha mantıklı olacak" diye hayıflandı FGCM.
"-Param yok" dedi yarım ağızla DoH.
Hiç de parası olmamıştı ki zaten.
Kazanamamış olduğundan değil, para - mal'a hiç önem vermediğinden sahiplenmemişti materyalleri.
Sırtı üşürse hırka - kıçı üşürse don - delirmemek için bira, sigara, internet ve çok sevdiği yağda yumurta dışında bir şeyleri hiç önemsememişti hayatta.
Çocukluk öğretilerindeki "Delikanlı adam nasıl olur?" tarifleri ışığında;
"- Ben öderim dairenin kirasını" diyen FGCM'ye gürlemiş ve;
"- Çıldırdın mı sen kadın!
Karı parası yiyebilecek bir adam olarak mı görüyorsun beni?" diyerek, azarlarcasına yüzüne çarpmıştı teklifini.
"- Konuyu bu şekilde çirkinleştirme DoH. Erkekler neden bu derece budala oluyorlar bazen hiç anlayamıyorum. Kirayı ödeme gayem, daha uzun saatler boyunca güven içinde beraberce vakit geçirebileceğimizdendi.".
Duymazlıktan geldi DoH.
Birasını ve sigarasını aldı, balkona çıktı.
FGCM'yi baştan çıkarıp kendine aşık ederken, bir üniversiteli genç yüzünden olayların buraya varabileceğini düşünmemişti. İlk günlerde çok direnmiş ama sonunda DoH'un bile ummadığı şekilde, hayatında Halis denen o çocuk varolmasına rağmen kendini DoH'a bırakıvermiş, üstelik kocasını da tüm zenginliğine rağmen hayatından çıkarmıştı.
Keşke DoH hayatına girdikten sonra Halis'in evine gitmese ve DoH'u kaybetmeseydi.
Oysa FGCM bu hissettiklerinden habersizdi DoH'un. Ve şimdiki haliyle de bambaşka bir kadındı sanki.
Çünki artık rahatça söylüyordu oğluna - annesine - çevresine mesela DoH'la buluşup da ortadan kaybolduğunda yalanlarını, ve oldukça da inandırıcıydı. Önceleri beceremezdi. Dünya dolusu tehlikeyi göze alıyor, herşeylere meydan okuma cesaretini bulabiliyordu kendinde. DoH da doğal olarak huzursuzdu. FGCM'nin neredeyse tersyüz olmuş biçimde değişmesine sebep kendisiydi.
Çünki onu silahsız bırakmış, dayanaksız birşekilde bütün savunma mekanizmalarını ortadan kaldırmış, kendi güçlerinin gölgesine sığındırtmıştı.
Gerçi, onun böylesine teslim oluşu DoH'u gururlandırmıyor değildi, fakat, FGCM "tutku ve aşkla" kendisini bile kaybedecek derecede güçsüz kalarak onun kollarına düştüğünde, onu uyandırmamıştı.
Şimdiyse geri çok zor dönebileceği bir ağın içindeydi,
ve bu ağı da aslında Halis olayıyla kendisi örmüştü…
Omzuna yaslanan "kadın kokulu" başıyla irkildi FGCM'nin.
Bir yandan da, "- Seni çok seviyorum" demişti.
"- Biram bitti, bira getir dolaptan" diye,
tonunun en soğuk haliyle emretti DoH, ve surat asarak gitti FGCM.
İşte, yaşamından da bu şekilde, suratı çarşamba pazarına döne döne de olsa gitmeli ve kendini bulmalıydı. DoH böyle olması gerektiğinden emindi.
Ama mesela, bira istemesinde olduğu gibi,
onu yanında istediği an hemen kapıp kopup gelivermeliydi de.
Bira getirdi FGCM ama susmadı.
Susmak bilmedi.
Kustu içindeki kızgınlığı - öfkeyi - siniri, ama birşeyi hesap etmedi :
Ortalığın toza dumana boğulduğu, ve karşısındaki hangi cesaret seviyesinde olursa olsun;
aklının karıştığı öfke anlarında DoH, "- Hoop, dur, sakin ol, ne bu halin yahu? İnsanlarla bir elektrikli testereymişsin gibi konuşuyor, kırıyor - kesiyor -parçalıyorsun! Azıcık sükunet, azıcık akl-ı selim lütfen!" demezdi Hasan'a...
Estirdiği fırtınadan sonra vurdu kapıyı çıktı kadınını ağlar - çırpınır halde bırakarak...
***Alinti Kelimelerin Sihibazi