Ramazan-ı şerifte büyük şeytanlar, Allah tarafından zincire vurulurlar. Bu hakikati hiçbir yoruma gitmeksizin aynen kabul ediyoruz. Âyet gibi hadis dedirtecek kadar kesin olan Buhari-Müslim'in sahih'lerinde ve daha onlarca hadis kitabında zikredilen bu gerçeği, te'vil etmeye zorlayacak herhangi bir aklî veya içtimâî zaruret olmadığı için, sadece mana olarak değil, belki bütün harfleriyle lafzen de akıl ve kalbimizle tasdik ederek iman ediyoruz: Ramazan'da büyük şeytanların elleri kelepçelenir, ayakları prangalanır ve boyunları bukağılanır; âmennâ!..
Peki her insana karîn olan ferdî şeytanlar nasıl zincire vurulurlar? Sıyâm ve kıyâm ile. Orucunu hudûduna (sınırlarına) riayet ederek tutmayan, kıyâmını (ibadetlerini) âdabını gözeterek eda etmeyenlerin şeytanları ise zincirlerini kırmışlar demektir. Kulun oruç ve ibadetlerindeki zaaf ve kusur boşlukları sebebiyle fırsat bulup hücresinden dışarı çıkan nefisler ve zincirini kıran şeytanlar, sadece ait oldukları mü'minleri değil, onların etrafındakileri de günahlara sürüklerler. Baharda ipini koparmış olanlar gibi bir o tarafa, bir bu tarafa çarpar, hem kendisine, hem de başkalarına zarar verirler.
Bir düşünelim:
Oruçlu insan küfreder mi? Etmez. Fakat ferdî şeytanı zincirini kırmışsa, eder! Oruçlu insan gıybet eder mi? Etmez! Ama nefs-i emâresi hücresinden dışarı fırlamışsa, eder! Oruçlu insan kavga eder mi? Oruçlu yalan söyler mi? Bühtân eder mi? Camiyi-cemaati terk eder mi? Ehl-i sünnet yolundan ayrılıp dalalete girer mi? Ya şirke düşer mi?.. Eğer sıyâm ve kıyâmı, iman ve ihtisâbla yerine getiriyorsa, hayır, asla bunların hiçbirini yapmaz, yapamaz. Fakat iman ve ihtisâb çok zayıfsa ve bir de hudûda ve hukûka riayet hassasiyeti kaybolmuş, yerini lâübâliliğe terk etmişse, bunların hepsi olabilir. Olabilir ki, Allah Rasulü sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz, bütün bu günahların, orucun kabulüne ve vesile-i mağfiret olmasına mâni olduğunu muhtelif hadislerinde tek tek beyan buyurmuş, ciddi uyarılarda bulunmuştur.
Büyük şeytanlar, Ramazan Tutsaklarıdırlar. Bütün bir ay boyu. Gündüzler ise oruç tutanların nefis ve şeytanları için birer Ramazan Hapishanesidir. Fakat kaçış menfezleri ve gizli tünelleri bulunur. Hapishane tutsakları nefisler ve şeytanlar, hücrelerinde öyle boş boş durmazlar; yaparlar yine yapacaklarını, yaptırırlar yine yaptırabileceklerini; ne gelirse ellerinden, ardlarına koymazlar, ve bu kadarını bile yanlarına kâr kalır bilirler. Yalan, gıybet, iftira, dedi-kodu, boş lakırtı, her ne cürmü yaptırabilirler ise. Çünkü bu günahlar, orucun ve kıyâmın kabûlüne engel olur; böyle bir oruç ve kıyâm da günahlara keffâret olmaz. Belki sadece borç ödenmiş, oruç mükellefiyeti düşmüş olur, hepsi bu kadar.
Ramazan gecelerine gelince İftarla birlikte kulun üzerinden oruç zırhı kalkar; gündüzün zafiyet ve mahmurluğunu üzerinden atan nefisler dışarı çıkarlar ve eğer akşamları dolduran bir teravih namazı yoksa, hayırlı ziyaretler ve manevî ziyafetler bulunmuyorsa, karanlıklar yeniden bazıları için günah pazarına dönüşebilir. Fakat gündüz oruç tutup, geceleyin haram işleme çelişkisini yaşayanlar sayıca oldukça azdırlar; bu azlar da yaptıklarından katiyen memnun değildirler; bilakis vicdan mahkemesinde yüzleri yerde ve yerin dibine girmek istercesine mahcup ve mahcul bir vaziyette derinden derine hesaba çekilirler.
Ramazan'da Özgürleşen Ruhlar ve Free' Takılanlar
Ramazan'da nefis ve şeytanlar tutsak olurken, ruhlara özgürlük kapıları açılır. Kıyâm ve sıyâmın hakkını verenler, Ramazan'da özgürleşen ruhlardır. Orucu hudûdunu ve hukûkunu gözeterek tutan bu melek kanatlı ruhlar, âdetâ umumi afla salıverilenler misali, beden hapishanesinden bir aylık hürriyetle ulvî âlemlere pervaz eder giderler. Ana yurda dönüyormuşçasına heyecan ve şevk içinde. Bir de free takılanlar' vardır. Ne Ramazan tanırlar, ne oruç, ne teravih, ne de bunlara saygıyı bilirler. Kim bilir belki de tam onbir ay, I am free! Ben özgürüm! diye diye veya dercesine yaşarken, biz de gerçek özgürlüğümüzü yitirmiş ve; nefis ve şeytanın kölesi kesilmiş olabiliriz, bilemiyoruz. Biliyoruz da bilemiyoruz.
Halbuki Ben kulum, ben kulum, ben kulum! diye diye, diye diye değil, yaşaya yaşaya gerçekten özgürleşebilirdik. Tıpkı Mevlana Celâleddin Hazretleri misali. Kim Mevlâna olmak istemez? Hiç kimse istememezlik etmez! Hiç kimse olanlar hariç. İşte Ramazan ayı, bir Mevlânâ olabilme ayıdır; kulluk ufkunda özgürlüğe kanat çırpma ayıdır. Şeytanın hapsedilip nefsin dizginlendiği ve bunlara karşılık ruhun ve gönlün ise behimî his ve heveslerin çekildiği menfezlerden yücelere kanatlandığı bir hürriyet ayıdır. Bir kere daha hayırla yâd edelim, bizlere yâd-ı cemîlini tekrâr edelim; ne demişti Sevgili Mevlânâ'mız:
مَنْ بَنْدَه شُدَمْ بَنْدَه شُدَمْ بَنْدَه شُدَمْ مَنْ بَنْدَه بَخِدْمَتِ تُوسَرْ اَفْكَنْدَه شُدَمْ
هَرْ بَنْدَه كِه آزَادْ شَوَدْ شَادْ شَـوَدْ مَنْ شَـادْ اَزْ آنَمْ كِه تُرَا بَنْدَه شُـدَمْ
Men bende şudem bende şudem, bende şudem
Men bende behıdmeti tûser efkende şudem
(Men bende be-haclet ser-efkende şudem )
Her bende ki azad şeved şâd seved
Men şâd ez-ânem ki turâbende şudem
Ben kul oldum, kul oldum, kul oldum!
Ben Sana hizmette iki büklüm oldum
(Kulluk vazifemi hakkıyla ifa edemedim, mahcup oldum, başımı önüme eğdim.)
Her köle azad edilince sevinir, şâd olur.
Ben ise Sana kul oldum diye seviniyorum.
(İzinin tozuna yüz sürebildiğim için şâd ve mesrûrum.)
Evet, bir tarafta Ramazan gelmiş, hoş gelmiş! diyerek onu hoş-âmedîler ile, Merhaba ey Şehr-i Ramazanlarla karşılayıp, Elvedâ ey Şehr-i Ramazan!larla ağlayarak uğurlayanlar var. Diğer tarafta ise ne Ramazan'ın geldiğine sevinen, ne de gittiğine üzülenler var. Ramazan gelmiş, neyime! dercesine hâlâ eskisi gibi günahta ısrar edenler, eski günahlarını yenileyenler, eskimişliğini yenileye yenileye eskitemeyenler ve kafasına göre yaşamayı sürdürenler; kısacası free' takılanlar var. Peki ne kadar free? Kalbindeki imanının, mahiyetindeki vicdanının, iman ve insaf sahibi aile, akraba, dost ve ahbâbının izin verdiği ölçüde. Peki bunca mâniyi aşarak, her şeye rağmen deyip isyanı basmaya değer mi, değiyor mu, değecek mi? Asla ve kat'a!..
Ramazan hapishanesi'nde işlenen günahların hesabı, hürriyet aylarında işlenenlerden çok daha ağır olmaz mı? Sevabı çok daha fazla olunca, hesabı da o kadar ağır olacak elbette? Hiç Perşembe gecesi işlenen bir günah ile, Cuma gecesi işlenen aynı günahın cezası da bir olur mu? İkincisine bir de Cuma gecesinin o kutsiyetine saygısızlık etme suçu ilave edilmez mi? Evet, evet, evet, evet!.. Kutsal zamanların hürmeti gibi, kutsal mekanların da hürmeti vardır. Meyhanede içki içmekle camide içki içmek aynı değildir, hiç şüphesiz.
Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb'undaki (1/98) bir sözü ile meseleye hem temel atalım, hem de çatısını örelim: Allah Teala bir kulu sevdiği zaman, ona faziletli vakitlerde en faziletli amelleri yaptırır. Bir kula da kızıp buğzettiğinde ise ona faziletli vakitlerde kötü ameller yaptırır; tâ o kişi sözkonusu faziletli vaktin hürmetine karşı saygısızlık etsin (vaktin saygınlığına ve namusuna küfredip kutsallığını bozsun) ve o vaktin bereketinden men etsin (bereketini kaçırsın) da, bu sebeple Allah Teala da ona ikâbında daha can yakıcı olsun ve ilahî gazabı sebebiyle daha şiddetli davransın diye (böyle yaptırır)
O halde, hazır büyük şeytanlar bir ay boyunca hakikaten zincire vurulmuş iken, yine bir ay süresince gündüzleri de ferdî nefis ve şeytanlar oruçla nisbeten bağlanmışken, bütün bu rahmânî bağları koparıp kelepçeleri açarak, cür'etkârca ve ısrarla büyük günah işlemeye cesaret edebilen ehl-i kebâiri, -Cenab-ı Mevlâ bu muzaaf gafleti parçalasın ve nasûhî tevbeye muvaffak eylesin- öyle görünüyor ki ancak terbiye-i ilahiyenin şefkatli tokatları pâklar ve pâklasın, ancak şefaat-i nebeviye kurtarabilir ve kurtarsın inşallah diye can ü gönülde dua ediyoruz; vicdanlarındaki sesin bütün bünyelerine hâkim olması için; her şeye rağmen yine de mü'miniz, iman kardeşleriyiz ve ehl-i imana sahip çıkmak ödevindeyiz; her ne günah işlemiş olursa olsun, her ne zaman ve nerede işlemiş olursa olsun, yine de bütün iman sahiplerinin kurtuluşunu istiyoruz ve herkesin sonsuz mutluluğunu diliyoruz, dileniyoruz.
Peki her insana karîn olan ferdî şeytanlar nasıl zincire vurulurlar? Sıyâm ve kıyâm ile. Orucunu hudûduna (sınırlarına) riayet ederek tutmayan, kıyâmını (ibadetlerini) âdabını gözeterek eda etmeyenlerin şeytanları ise zincirlerini kırmışlar demektir. Kulun oruç ve ibadetlerindeki zaaf ve kusur boşlukları sebebiyle fırsat bulup hücresinden dışarı çıkan nefisler ve zincirini kıran şeytanlar, sadece ait oldukları mü'minleri değil, onların etrafındakileri de günahlara sürüklerler. Baharda ipini koparmış olanlar gibi bir o tarafa, bir bu tarafa çarpar, hem kendisine, hem de başkalarına zarar verirler.
Bir düşünelim:
Oruçlu insan küfreder mi? Etmez. Fakat ferdî şeytanı zincirini kırmışsa, eder! Oruçlu insan gıybet eder mi? Etmez! Ama nefs-i emâresi hücresinden dışarı fırlamışsa, eder! Oruçlu insan kavga eder mi? Oruçlu yalan söyler mi? Bühtân eder mi? Camiyi-cemaati terk eder mi? Ehl-i sünnet yolundan ayrılıp dalalete girer mi? Ya şirke düşer mi?.. Eğer sıyâm ve kıyâmı, iman ve ihtisâbla yerine getiriyorsa, hayır, asla bunların hiçbirini yapmaz, yapamaz. Fakat iman ve ihtisâb çok zayıfsa ve bir de hudûda ve hukûka riayet hassasiyeti kaybolmuş, yerini lâübâliliğe terk etmişse, bunların hepsi olabilir. Olabilir ki, Allah Rasulü sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz, bütün bu günahların, orucun kabulüne ve vesile-i mağfiret olmasına mâni olduğunu muhtelif hadislerinde tek tek beyan buyurmuş, ciddi uyarılarda bulunmuştur.
Büyük şeytanlar, Ramazan Tutsaklarıdırlar. Bütün bir ay boyu. Gündüzler ise oruç tutanların nefis ve şeytanları için birer Ramazan Hapishanesidir. Fakat kaçış menfezleri ve gizli tünelleri bulunur. Hapishane tutsakları nefisler ve şeytanlar, hücrelerinde öyle boş boş durmazlar; yaparlar yine yapacaklarını, yaptırırlar yine yaptırabileceklerini; ne gelirse ellerinden, ardlarına koymazlar, ve bu kadarını bile yanlarına kâr kalır bilirler. Yalan, gıybet, iftira, dedi-kodu, boş lakırtı, her ne cürmü yaptırabilirler ise. Çünkü bu günahlar, orucun ve kıyâmın kabûlüne engel olur; böyle bir oruç ve kıyâm da günahlara keffâret olmaz. Belki sadece borç ödenmiş, oruç mükellefiyeti düşmüş olur, hepsi bu kadar.
Ramazan gecelerine gelince İftarla birlikte kulun üzerinden oruç zırhı kalkar; gündüzün zafiyet ve mahmurluğunu üzerinden atan nefisler dışarı çıkarlar ve eğer akşamları dolduran bir teravih namazı yoksa, hayırlı ziyaretler ve manevî ziyafetler bulunmuyorsa, karanlıklar yeniden bazıları için günah pazarına dönüşebilir. Fakat gündüz oruç tutup, geceleyin haram işleme çelişkisini yaşayanlar sayıca oldukça azdırlar; bu azlar da yaptıklarından katiyen memnun değildirler; bilakis vicdan mahkemesinde yüzleri yerde ve yerin dibine girmek istercesine mahcup ve mahcul bir vaziyette derinden derine hesaba çekilirler.
Ramazan'da Özgürleşen Ruhlar ve Free' Takılanlar
Ramazan'da nefis ve şeytanlar tutsak olurken, ruhlara özgürlük kapıları açılır. Kıyâm ve sıyâmın hakkını verenler, Ramazan'da özgürleşen ruhlardır. Orucu hudûdunu ve hukûkunu gözeterek tutan bu melek kanatlı ruhlar, âdetâ umumi afla salıverilenler misali, beden hapishanesinden bir aylık hürriyetle ulvî âlemlere pervaz eder giderler. Ana yurda dönüyormuşçasına heyecan ve şevk içinde. Bir de free takılanlar' vardır. Ne Ramazan tanırlar, ne oruç, ne teravih, ne de bunlara saygıyı bilirler. Kim bilir belki de tam onbir ay, I am free! Ben özgürüm! diye diye veya dercesine yaşarken, biz de gerçek özgürlüğümüzü yitirmiş ve; nefis ve şeytanın kölesi kesilmiş olabiliriz, bilemiyoruz. Biliyoruz da bilemiyoruz.
Halbuki Ben kulum, ben kulum, ben kulum! diye diye, diye diye değil, yaşaya yaşaya gerçekten özgürleşebilirdik. Tıpkı Mevlana Celâleddin Hazretleri misali. Kim Mevlâna olmak istemez? Hiç kimse istememezlik etmez! Hiç kimse olanlar hariç. İşte Ramazan ayı, bir Mevlânâ olabilme ayıdır; kulluk ufkunda özgürlüğe kanat çırpma ayıdır. Şeytanın hapsedilip nefsin dizginlendiği ve bunlara karşılık ruhun ve gönlün ise behimî his ve heveslerin çekildiği menfezlerden yücelere kanatlandığı bir hürriyet ayıdır. Bir kere daha hayırla yâd edelim, bizlere yâd-ı cemîlini tekrâr edelim; ne demişti Sevgili Mevlânâ'mız:
مَنْ بَنْدَه شُدَمْ بَنْدَه شُدَمْ بَنْدَه شُدَمْ مَنْ بَنْدَه بَخِدْمَتِ تُوسَرْ اَفْكَنْدَه شُدَمْ
هَرْ بَنْدَه كِه آزَادْ شَوَدْ شَادْ شَـوَدْ مَنْ شَـادْ اَزْ آنَمْ كِه تُرَا بَنْدَه شُـدَمْ
Men bende şudem bende şudem, bende şudem
Men bende behıdmeti tûser efkende şudem
(Men bende be-haclet ser-efkende şudem )
Her bende ki azad şeved şâd seved
Men şâd ez-ânem ki turâbende şudem
Ben kul oldum, kul oldum, kul oldum!
Ben Sana hizmette iki büklüm oldum
(Kulluk vazifemi hakkıyla ifa edemedim, mahcup oldum, başımı önüme eğdim.)
Her köle azad edilince sevinir, şâd olur.
Ben ise Sana kul oldum diye seviniyorum.
(İzinin tozuna yüz sürebildiğim için şâd ve mesrûrum.)
Evet, bir tarafta Ramazan gelmiş, hoş gelmiş! diyerek onu hoş-âmedîler ile, Merhaba ey Şehr-i Ramazanlarla karşılayıp, Elvedâ ey Şehr-i Ramazan!larla ağlayarak uğurlayanlar var. Diğer tarafta ise ne Ramazan'ın geldiğine sevinen, ne de gittiğine üzülenler var. Ramazan gelmiş, neyime! dercesine hâlâ eskisi gibi günahta ısrar edenler, eski günahlarını yenileyenler, eskimişliğini yenileye yenileye eskitemeyenler ve kafasına göre yaşamayı sürdürenler; kısacası free' takılanlar var. Peki ne kadar free? Kalbindeki imanının, mahiyetindeki vicdanının, iman ve insaf sahibi aile, akraba, dost ve ahbâbının izin verdiği ölçüde. Peki bunca mâniyi aşarak, her şeye rağmen deyip isyanı basmaya değer mi, değiyor mu, değecek mi? Asla ve kat'a!..
Ramazan hapishanesi'nde işlenen günahların hesabı, hürriyet aylarında işlenenlerden çok daha ağır olmaz mı? Sevabı çok daha fazla olunca, hesabı da o kadar ağır olacak elbette? Hiç Perşembe gecesi işlenen bir günah ile, Cuma gecesi işlenen aynı günahın cezası da bir olur mu? İkincisine bir de Cuma gecesinin o kutsiyetine saygısızlık etme suçu ilave edilmez mi? Evet, evet, evet, evet!.. Kutsal zamanların hürmeti gibi, kutsal mekanların da hürmeti vardır. Meyhanede içki içmekle camide içki içmek aynı değildir, hiç şüphesiz.
Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb'undaki (1/98) bir sözü ile meseleye hem temel atalım, hem de çatısını örelim: Allah Teala bir kulu sevdiği zaman, ona faziletli vakitlerde en faziletli amelleri yaptırır. Bir kula da kızıp buğzettiğinde ise ona faziletli vakitlerde kötü ameller yaptırır; tâ o kişi sözkonusu faziletli vaktin hürmetine karşı saygısızlık etsin (vaktin saygınlığına ve namusuna küfredip kutsallığını bozsun) ve o vaktin bereketinden men etsin (bereketini kaçırsın) da, bu sebeple Allah Teala da ona ikâbında daha can yakıcı olsun ve ilahî gazabı sebebiyle daha şiddetli davransın diye (böyle yaptırır)
O halde, hazır büyük şeytanlar bir ay boyunca hakikaten zincire vurulmuş iken, yine bir ay süresince gündüzleri de ferdî nefis ve şeytanlar oruçla nisbeten bağlanmışken, bütün bu rahmânî bağları koparıp kelepçeleri açarak, cür'etkârca ve ısrarla büyük günah işlemeye cesaret edebilen ehl-i kebâiri, -Cenab-ı Mevlâ bu muzaaf gafleti parçalasın ve nasûhî tevbeye muvaffak eylesin- öyle görünüyor ki ancak terbiye-i ilahiyenin şefkatli tokatları pâklar ve pâklasın, ancak şefaat-i nebeviye kurtarabilir ve kurtarsın inşallah diye can ü gönülde dua ediyoruz; vicdanlarındaki sesin bütün bünyelerine hâkim olması için; her şeye rağmen yine de mü'miniz, iman kardeşleriyiz ve ehl-i imana sahip çıkmak ödevindeyiz; her ne günah işlemiş olursa olsun, her ne zaman ve nerede işlemiş olursa olsun, yine de bütün iman sahiplerinin kurtuluşunu istiyoruz ve herkesin sonsuz mutluluğunu diliyoruz, dileniyoruz.