SÖNMÜS YILDIZLAR
Misafir salonunda sizinle karsı karsıya geldiğim zaman ne kadar sasırdığımı hatırlarsınız. Aman ya
Rabbi! Bu kadar ince ve derin seyler söyleyen sanatkâr, o kısa pantolonlu, sarısın çocuk muydu?
Gözlerime inanamı-yordum. Siz de benim hayretime gülmeğe baslamıstınız. Artık eskisi gibi mahcup
ve çekingen değildiniz. Tavırlarınıza emniyet, sözlerinize tatlı ve serbest bir nese gelmisti. Çok
değismistiniz Kenan Bey… Yalnız o eski masum saffetiniz hâlâ baki idi. O günden sonra sizinle iki
samimî dost olduk. Haliniz, bana öyle emniyet veriyordu ki, hayatımın en gizli gamlarını ve acılarını
size söylemekten çekinmiyordum. Yazılarınızı daha büyük bir dikkatle takibe baslamıstım. Fakat
onlarda bir zamandan beri garip bir değisme farkediyordum. Mahzun, tatlı hayalperestliğinizi yavas
yavas kaybediyor; hırçın, acı bir muharrir oluyordunuz.
Artık mukaddesata dil uzatmağa, güzel seylerle eğlenmeğe baslamıstınız. Artık hayat ile çarpısmaktan
çekinmiyor, kaleminizi zalim bir kamçı gibi kullanıyor; zavallı insanları hakaretlere, istihzalara
boğuyordunuz.
Daha sonra neseli, alaycı bir muharrir oldunuz. Herkes, sizi takdir ediyordu. Fakat, ya Rabbi, ben, sizin
eski hüzünlerinizi ne kadar tercih ediyordum. Maatteessüf, bu kadarla da kalmadınız Kenan Bey… Bir
zaman geldi ki, o hakaretleri, istihzaları bile çok gördünüz. Zavallı insanların gözünüzde eğlenilmeğe,
hırpalanmağa bile, değer bir kıymeti kalmamıstı. Niçin böyle oldu Kenan Bey? Niçin siirsiz, bedbin,
bedbaht, müstehzi, gaddar bir hikayeci oldunuz? Niçin semanızdaki yıldızlar birer birer dökülüp
söndüler? Bunu bana söylemeğe mecbursunuz; çünkü onlar, benim gamlı günlerimin, karanlık
gecelerimin en derin tesellisiydi. Temiz, ince, yüksek ruhlu Hüseyin Kenan’ı öldüren bu müstehzi,
gaddar adama karsı içimde sönmez bir kin var.
Misafir salonunda sizinle karsı karsıya geldiğim zaman ne kadar sasırdığımı hatırlarsınız. Aman ya
Rabbi! Bu kadar ince ve derin seyler söyleyen sanatkâr, o kısa pantolonlu, sarısın çocuk muydu?
Gözlerime inanamı-yordum. Siz de benim hayretime gülmeğe baslamıstınız. Artık eskisi gibi mahcup
ve çekingen değildiniz. Tavırlarınıza emniyet, sözlerinize tatlı ve serbest bir nese gelmisti. Çok
değismistiniz Kenan Bey… Yalnız o eski masum saffetiniz hâlâ baki idi. O günden sonra sizinle iki
samimî dost olduk. Haliniz, bana öyle emniyet veriyordu ki, hayatımın en gizli gamlarını ve acılarını
size söylemekten çekinmiyordum. Yazılarınızı daha büyük bir dikkatle takibe baslamıstım. Fakat
onlarda bir zamandan beri garip bir değisme farkediyordum. Mahzun, tatlı hayalperestliğinizi yavas
yavas kaybediyor; hırçın, acı bir muharrir oluyordunuz.
Artık mukaddesata dil uzatmağa, güzel seylerle eğlenmeğe baslamıstınız. Artık hayat ile çarpısmaktan
çekinmiyor, kaleminizi zalim bir kamçı gibi kullanıyor; zavallı insanları hakaretlere, istihzalara
boğuyordunuz.
Daha sonra neseli, alaycı bir muharrir oldunuz. Herkes, sizi takdir ediyordu. Fakat, ya Rabbi, ben, sizin
eski hüzünlerinizi ne kadar tercih ediyordum. Maatteessüf, bu kadarla da kalmadınız Kenan Bey… Bir
zaman geldi ki, o hakaretleri, istihzaları bile çok gördünüz. Zavallı insanların gözünüzde eğlenilmeğe,
hırpalanmağa bile, değer bir kıymeti kalmamıstı. Niçin böyle oldu Kenan Bey? Niçin siirsiz, bedbin,
bedbaht, müstehzi, gaddar bir hikayeci oldunuz? Niçin semanızdaki yıldızlar birer birer dökülüp
söndüler? Bunu bana söylemeğe mecbursunuz; çünkü onlar, benim gamlı günlerimin, karanlık
gecelerimin en derin tesellisiydi. Temiz, ince, yüksek ruhlu Hüseyin Kenan’ı öldüren bu müstehzi,
gaddar adama karsı içimde sönmez bir kin var.