Sabret” diyor içimdeki bir ses “zamana güven”. Hak veriyorum ona sabır en büyük erdemdir ya hani! Ellerim tekrardan ceplerime gidiyor boşa yaşanmışlığın tohumlarını saklıyorum cüzdanımda. “sabretmeliyim” yazıyorum ruhumun banka hesabına sabretmeliyim!
Hayata rağmen tutunmaya çalışıyorum insanların göz kapaklarına. 3200 metre yeterli olmalı diyorum cevap beklentisinden çok uzakta. Ve sağ işaret parmağım seğiriyor gariptir. Yağmur yağmaya başlıyor cehennemden fırlamış bir ağustos ayında. Fazla sıcak. Ocak ayında kar yağması gerekir.
“ağaçlar hep ayakta ölür” öğütler veriyorum asi çocukluğuma hayata karşı kendime karşı. Ayakta ölmeliyim evet ayakta olmalı. Belki bir buzhane olabilir. Ama kurallara uymam gerekir ama hayat kurallara uyanları hep cezalandırır.
Anlam veremiyorum bir türlü ellerimi açık oynuyorum bütün şans oyunlarını. Atılan bütün hançerler omurgam boyunca yerleşiyor. Beynim bile ihanet ediyor bir süre sonra. “öldürmeyen her şey seni daha güçlü kılar” “Ya ben birilerini öldürürsem?”
Soru sorma hakkım elimden alınıyor çok yüzlü ihtimalsizlikler saplıyorum bilincimin derinliklerine. Soluk almam engellenip görüşüm kısıtlanıyor hayat tarafından. Bedenimin sağlığı için delirmeyi göze alıyorum. “çok şanlı birisiyim”
“her şey düzelir” bütün dostlarım çukurlar kazıyor düşüşümü çabuklaştırmak için. Her çukura birkaç dirhem tohum ekiyorum. Hayata katkımız olsun.
Sol elimi hissetmiyorum. Tüm güvenlerim boşa çıkıyor nedense iyi niyetim kendi kanımı taşıyor. Ve ben mutluluk beklenti olmadan yazıyorum bütün ironik oyunları. Beyaz örtüler örtüyorum hayatın bütün kurgularına.
Anlamsız ihanetler yüzleşiyorum hayatımın ender güneşli günlerinde. Tadımlık mutluluklarımı karamsarlığın gölgesinde siyanürle büyütüyorum. Sağ işaret parmağım seğiriyor. “zaman geldi mi acaba?”
“Sabret” diye emrediyor tenor bir ses. ve ben hayatımın 25. adımını tökezleyerek geçiriyorum...
Hayata rağmen tutunmaya çalışıyorum insanların göz kapaklarına. 3200 metre yeterli olmalı diyorum cevap beklentisinden çok uzakta. Ve sağ işaret parmağım seğiriyor gariptir. Yağmur yağmaya başlıyor cehennemden fırlamış bir ağustos ayında. Fazla sıcak. Ocak ayında kar yağması gerekir.
“ağaçlar hep ayakta ölür” öğütler veriyorum asi çocukluğuma hayata karşı kendime karşı. Ayakta ölmeliyim evet ayakta olmalı. Belki bir buzhane olabilir. Ama kurallara uymam gerekir ama hayat kurallara uyanları hep cezalandırır.
Anlam veremiyorum bir türlü ellerimi açık oynuyorum bütün şans oyunlarını. Atılan bütün hançerler omurgam boyunca yerleşiyor. Beynim bile ihanet ediyor bir süre sonra. “öldürmeyen her şey seni daha güçlü kılar” “Ya ben birilerini öldürürsem?”
Soru sorma hakkım elimden alınıyor çok yüzlü ihtimalsizlikler saplıyorum bilincimin derinliklerine. Soluk almam engellenip görüşüm kısıtlanıyor hayat tarafından. Bedenimin sağlığı için delirmeyi göze alıyorum. “çok şanlı birisiyim”
“her şey düzelir” bütün dostlarım çukurlar kazıyor düşüşümü çabuklaştırmak için. Her çukura birkaç dirhem tohum ekiyorum. Hayata katkımız olsun.
Sol elimi hissetmiyorum. Tüm güvenlerim boşa çıkıyor nedense iyi niyetim kendi kanımı taşıyor. Ve ben mutluluk beklenti olmadan yazıyorum bütün ironik oyunları. Beyaz örtüler örtüyorum hayatın bütün kurgularına.
Anlamsız ihanetler yüzleşiyorum hayatımın ender güneşli günlerinde. Tadımlık mutluluklarımı karamsarlığın gölgesinde siyanürle büyütüyorum. Sağ işaret parmağım seğiriyor. “zaman geldi mi acaba?”
“Sabret” diye emrediyor tenor bir ses. ve ben hayatımın 25. adımını tökezleyerek geçiriyorum...