SANDAL VE BALIK
O gün hava çok güzeldi. Balıkçı Hasan sandalıyla denize açıldı. Hava bulutlu veya rüzgârlı olunca denize açılmak tehlikeli olabiliyordu. İşte böyle havalarda balık avına çıkmak gerekiyordu. Yoksa fırsat kaçmış olurdu.
Balıkçı Hasan bir müddet gittikten sonra sandalı durdurdu. Kürekleri sandalın içine aldı. Ağını çıkardı, karışmış olan yerlerini düzeltti, düğüm olmuş iplerini çözdü, suya bıraktı.
Güneş, gökyüzündeki gülümseyişine devam ediyordu. Birkaç parça bulut beyaz kanadıyla mavilikte süzülüp geçti gitti. Şimdi hava daha berraktı. Biraz sonra hafif hafif deniz meltemi esmeye başladı. Balıkçı Hasan beklemekten yorulmuştu. Esen ılık rüzgâr içine işlemişti. Bir ara uykusu geldi ve oturduğu yere kıvrılarak uyuyuverdi.
Ağ mavi denizin dalgalarıyla su içinde tatlı tatlı süzülüyordu. Ona çarpan bazı balıklar kurtuluyorlar, bazılarıysa takılıp kalıyorlardı.
Bu sırada bir uskumru ağa doğru yanaştı.Takılan balıklara baktı. Onların biraz akılsız olduklarını düşündü. Böyle büyük bir engeli nasıl görmemişlerdi!
Ağın bağlı olduğu yöne doğru yüzdü. Ağa tutulmuş balıklara bakıp bakıp gülüyordu. Kendi böyle bir tuzağa asla düşmezdi. Ama bir seferinde az kalsın oltaya tutuluyordu; fakat onun ucunda yem vardı. Ya ağın ucunda? Hiçbir şey yoktu. Çekici hiçbir yönü olmayan ağa takılmanın sebebi ancak dikkatsizlik olabilirdi.
Ağın ucuna doğru yüzdü uskumru. Onun bağlı olduğu yeri merak etti. Ağ bir sandala bağlıydı. Uskumru sandalın yanına kadar yüzdü. Başını sudan çıkardı, baktı. Sandalın üzerinde uyuyan balıkçıyı gördü.
Sandalla konuşmak istiyordu. Böyle bir şeye nasıl müsaade ettiğini soracaktı ona. Sandal, insanoğlunun kendilerini avlamalarına yardım ediyordu. Niçin böyle bir şeye girişmişti.
Önce selam verdi.
Sandal, birden bire yanında beliren bu balığa şaşkın şaşkın baktı. Sonra selamını aldı. Uskumru onunla konuştukça sohbetleri daha da derinleşti.
Bir ara sandala sordu:
"Sen niçin böyle bir avda insana yardımcı oluyorsun, biz balıkları avlamaları için onları bu denizin ortasına kadar neden getiriyorsun?"
Sandal:
"Bu bir yardımlaşmadır." diye cevap verdi.
"Hem insanoğlu bu dünyanın sorumlusudur. Onun yaşaması hepimiz için faydalıdır. Ona hayatını devam ettirmesi için yardım etmeliyiz. Ben bu konuda üzerime düşen görevi yapıyorum." dedi.
Uskumru sandalın sözlerini mantıklı buldu ve ona hak verdi. Bir ara sandalın buraya kadar nasıl geldiğini merak etti, baktı. Ne yüzgeci vardı, ne de kuyruğu.
Sandala sordu:
"Balıkçı seninle buraya kadar nasıl geldi?"
Sandal ona baktı:
"Bayağı geldi işte!" dedi.
"Onu sormuyorum." dedi uskumru. 'Seninle nasıl yol aldı?' diyorum. Ne yüzgecin var, ne kuyruğun."
"Küreklerimle." dedi.
"Onları göremiyorum." dedi uskumru.
"Göremezsin; çünkü onları balıkçı içeri aldı. Zıplarsan belki görebilirsin."
Uskumru bir sıçrayışta yukarılara doğru çıktı ve bir kaç saniye sandalı yukarıdan seyretme imkanı buldu. Onun içindeki kürekleri gördü. Balıkçının sağında ve solunda yüzgeçlerine benzer iki tahta duruyordu.
Uskumru sandala:
"Bunlarla yol aldınız, diyelim. Pekala dönülecek yerlerde ne yapıyor senin balıkçın? Onu nasıl başarıyor?"
Sandal güldü ve:
"Yine bunlarla!" dedi. "Küreklerle hem yol alıyor, hem de beni ileri geri hareket ettiriyor. Mesela bir küreği geriye, diğerini ileriye çekerse ben bir merkez etrafında dönmeye başlarım."
Uskumru bu tahtadan yapılmış aletle tanıştığı için sevinçliydi. Her ne kadar kendi soyundan balıkların avlanması hoşuna gitmese de, insanın bu dünyada gerekli bir canlı olduğunu öğrenmişti. Kendilerinin de onlara hizmet için yaratıldıklarını kabullenmişti.
Balıkçı Hasan sandal ile uskumrunun konuşmalarını duymadı. Sandalın onu savunuşunu, uskumrunun sandalı inceleyeşini görmedi. Ama ağa takılan balıkları gördü. Onları tek tek toplayıp sandaldaki kabın içine koydu. Birkaç balık kabın içinde çırpındı ve etrafa su sıçrattı.
Balıkçı Hasan oradan uzaklaşırken ikindinin koyu gölgeleri yer yer denizin üstüne düşmüştü. Akşamın habercisi bu gölgeler ile beraber Balıkçı Hasan da sahile doğru kürek çekmeye başladı. Kürekler yüzgeç ve kuyruk gibi hareket ediyor ve sandal yavaş yavaş kıyıya ilerliyordu.
Yazar: Mehmet Erdoğan
O gün hava çok güzeldi. Balıkçı Hasan sandalıyla denize açıldı. Hava bulutlu veya rüzgârlı olunca denize açılmak tehlikeli olabiliyordu. İşte böyle havalarda balık avına çıkmak gerekiyordu. Yoksa fırsat kaçmış olurdu.
Balıkçı Hasan bir müddet gittikten sonra sandalı durdurdu. Kürekleri sandalın içine aldı. Ağını çıkardı, karışmış olan yerlerini düzeltti, düğüm olmuş iplerini çözdü, suya bıraktı.
Güneş, gökyüzündeki gülümseyişine devam ediyordu. Birkaç parça bulut beyaz kanadıyla mavilikte süzülüp geçti gitti. Şimdi hava daha berraktı. Biraz sonra hafif hafif deniz meltemi esmeye başladı. Balıkçı Hasan beklemekten yorulmuştu. Esen ılık rüzgâr içine işlemişti. Bir ara uykusu geldi ve oturduğu yere kıvrılarak uyuyuverdi.
Ağ mavi denizin dalgalarıyla su içinde tatlı tatlı süzülüyordu. Ona çarpan bazı balıklar kurtuluyorlar, bazılarıysa takılıp kalıyorlardı.
Bu sırada bir uskumru ağa doğru yanaştı.Takılan balıklara baktı. Onların biraz akılsız olduklarını düşündü. Böyle büyük bir engeli nasıl görmemişlerdi!
Ağın bağlı olduğu yöne doğru yüzdü. Ağa tutulmuş balıklara bakıp bakıp gülüyordu. Kendi böyle bir tuzağa asla düşmezdi. Ama bir seferinde az kalsın oltaya tutuluyordu; fakat onun ucunda yem vardı. Ya ağın ucunda? Hiçbir şey yoktu. Çekici hiçbir yönü olmayan ağa takılmanın sebebi ancak dikkatsizlik olabilirdi.
Ağın ucuna doğru yüzdü uskumru. Onun bağlı olduğu yeri merak etti. Ağ bir sandala bağlıydı. Uskumru sandalın yanına kadar yüzdü. Başını sudan çıkardı, baktı. Sandalın üzerinde uyuyan balıkçıyı gördü.
Sandalla konuşmak istiyordu. Böyle bir şeye nasıl müsaade ettiğini soracaktı ona. Sandal, insanoğlunun kendilerini avlamalarına yardım ediyordu. Niçin böyle bir şeye girişmişti.
Önce selam verdi.
Sandal, birden bire yanında beliren bu balığa şaşkın şaşkın baktı. Sonra selamını aldı. Uskumru onunla konuştukça sohbetleri daha da derinleşti.
Bir ara sandala sordu:
"Sen niçin böyle bir avda insana yardımcı oluyorsun, biz balıkları avlamaları için onları bu denizin ortasına kadar neden getiriyorsun?"
Sandal:
"Bu bir yardımlaşmadır." diye cevap verdi.
"Hem insanoğlu bu dünyanın sorumlusudur. Onun yaşaması hepimiz için faydalıdır. Ona hayatını devam ettirmesi için yardım etmeliyiz. Ben bu konuda üzerime düşen görevi yapıyorum." dedi.
Uskumru sandalın sözlerini mantıklı buldu ve ona hak verdi. Bir ara sandalın buraya kadar nasıl geldiğini merak etti, baktı. Ne yüzgeci vardı, ne de kuyruğu.
Sandala sordu:
"Balıkçı seninle buraya kadar nasıl geldi?"
Sandal ona baktı:
"Bayağı geldi işte!" dedi.
"Onu sormuyorum." dedi uskumru. 'Seninle nasıl yol aldı?' diyorum. Ne yüzgecin var, ne kuyruğun."
"Küreklerimle." dedi.
"Onları göremiyorum." dedi uskumru.
"Göremezsin; çünkü onları balıkçı içeri aldı. Zıplarsan belki görebilirsin."
Uskumru bir sıçrayışta yukarılara doğru çıktı ve bir kaç saniye sandalı yukarıdan seyretme imkanı buldu. Onun içindeki kürekleri gördü. Balıkçının sağında ve solunda yüzgeçlerine benzer iki tahta duruyordu.
Uskumru sandala:
"Bunlarla yol aldınız, diyelim. Pekala dönülecek yerlerde ne yapıyor senin balıkçın? Onu nasıl başarıyor?"
Sandal güldü ve:
"Yine bunlarla!" dedi. "Küreklerle hem yol alıyor, hem de beni ileri geri hareket ettiriyor. Mesela bir küreği geriye, diğerini ileriye çekerse ben bir merkez etrafında dönmeye başlarım."
Uskumru bu tahtadan yapılmış aletle tanıştığı için sevinçliydi. Her ne kadar kendi soyundan balıkların avlanması hoşuna gitmese de, insanın bu dünyada gerekli bir canlı olduğunu öğrenmişti. Kendilerinin de onlara hizmet için yaratıldıklarını kabullenmişti.
Balıkçı Hasan sandal ile uskumrunun konuşmalarını duymadı. Sandalın onu savunuşunu, uskumrunun sandalı inceleyeşini görmedi. Ama ağa takılan balıkları gördü. Onları tek tek toplayıp sandaldaki kabın içine koydu. Birkaç balık kabın içinde çırpındı ve etrafa su sıçrattı.
Balıkçı Hasan oradan uzaklaşırken ikindinin koyu gölgeleri yer yer denizin üstüne düşmüştü. Akşamın habercisi bu gölgeler ile beraber Balıkçı Hasan da sahile doğru kürek çekmeye başladı. Kürekler yüzgeç ve kuyruk gibi hareket ediyor ve sandal yavaş yavaş kıyıya ilerliyordu.
Yazar: Mehmet Erdoğan