Hayatta iki tür insan vardır, odaya girdiğinde işte geldim diyenler ve demek buradasınız diyenler.
(Frederick L Collins). Birinci tipteki kişiler üzerindeki ilk algı, onların daha neşeli, yaşam enerjisi yüksek bireyler olduğudur.
Ancak gözlerimizi kısıp daha derinlere baktığımızda bu kişilerin özgüven eksikliğinden fark edilme açlığına birçok probleme sahip olduğunu görebiliriz.
Açıp odaya girdikleri kapının gıcırdamasını ister bu tip kişiler.
Çünkü o gıcırdama, o “işte geldim” diyen haber olmaksızın odadakilerin dönüp de onlara bakacağına, onları fark edeceğine inanmazlar.
Sessizlik içinde boş sandalyelerden birine oturan herhangi biri olacaklarını düşünürler ki böyle bir durumda boş sandalye yine dolmayacaktır.
İşte bu korkuyla, biraz cesaret gösterip henüz tam dolmadan odaya, her an kaçmalarına müsait bir alanda sesli bildirimlerini yaparlar.
İkinci tipe gelecek olursak, bu tip düşünüldüğü gibi birincinin tam aksi değildir. Bu durumdaki kişi özgüven ya da fark edilme eksiği yaşamaz, evet.
Ancak bunun haricinde taşıdığı başka duygular, sorunlar vardır.
Bu kişi memnuniyetsizdir en başta. “Demek buradasınız” ‘ın içinde koca bir keşke olmasanız barındırır mesela.
Yalnız yahut o kişilersiz olmayı tercih etmektedir. Aradığı tekliğe kavuşmayan bu huzursuz insan, doldurduğu sandalyede dik oturmaz.
Kafasını geriye atıp kalabalığın sesini bir uğultuya indirgemeye çalışarak çıkar yol arar. Ve bulup bulabileceği tek çıkar yol da az önce açtığı kapıdır.
Dolayısıyla hayatta genel olarak iki tipten biri olmakla bir sandalye doldurmamız yahut doldursak bile orada uzun süre kalmamız mümkün değildir.
Bundandır ki insan, belirli bir kıyının biçimine sonsuz sadakatle dahil olmamalı, her tipten bir tutam kendinde bulundurmalıdır.
Kendilerini odaya ait hissetmeyenler, "İşte geldim." deme haklarının olduğunu düşünmeyenler vardır bir de.
Odaya girer girmez gözlerine en yalnız görünen sandalyeyi kestirirler. Varlıklarının farkedilmesini istemezler ya da içten içe isterler ama hazır değillerdir buna.
Çünkü o odaya ait değillerdir onlar. Dik oturamazlar sandalyede. Küçülüp görünmez olmak isterler.
Annelerinin karnında cenin pozisyonunda durdukları gibi büzülürler çünkü güvende değillerdir orda. Çünkü o sandalye onlara ait değildir.
Düşüncelerin tehditini hissederler üzerlerinde. Sanki odadaki bütün zihinler işi gücü bırakmışta onlara yoğunlaşmış gibi gelir.
En büyük zararı veren de kendi düşünceleridir işte.
İçten içe bu ait olmadığı yerde zihni yer bitirir onu.
(Frederick L Collins). Birinci tipteki kişiler üzerindeki ilk algı, onların daha neşeli, yaşam enerjisi yüksek bireyler olduğudur.
Ancak gözlerimizi kısıp daha derinlere baktığımızda bu kişilerin özgüven eksikliğinden fark edilme açlığına birçok probleme sahip olduğunu görebiliriz.
Açıp odaya girdikleri kapının gıcırdamasını ister bu tip kişiler.
Çünkü o gıcırdama, o “işte geldim” diyen haber olmaksızın odadakilerin dönüp de onlara bakacağına, onları fark edeceğine inanmazlar.
Sessizlik içinde boş sandalyelerden birine oturan herhangi biri olacaklarını düşünürler ki böyle bir durumda boş sandalye yine dolmayacaktır.
İşte bu korkuyla, biraz cesaret gösterip henüz tam dolmadan odaya, her an kaçmalarına müsait bir alanda sesli bildirimlerini yaparlar.
İkinci tipe gelecek olursak, bu tip düşünüldüğü gibi birincinin tam aksi değildir. Bu durumdaki kişi özgüven ya da fark edilme eksiği yaşamaz, evet.
Ancak bunun haricinde taşıdığı başka duygular, sorunlar vardır.
Bu kişi memnuniyetsizdir en başta. “Demek buradasınız” ‘ın içinde koca bir keşke olmasanız barındırır mesela.
Yalnız yahut o kişilersiz olmayı tercih etmektedir. Aradığı tekliğe kavuşmayan bu huzursuz insan, doldurduğu sandalyede dik oturmaz.
Kafasını geriye atıp kalabalığın sesini bir uğultuya indirgemeye çalışarak çıkar yol arar. Ve bulup bulabileceği tek çıkar yol da az önce açtığı kapıdır.
Dolayısıyla hayatta genel olarak iki tipten biri olmakla bir sandalye doldurmamız yahut doldursak bile orada uzun süre kalmamız mümkün değildir.
Bundandır ki insan, belirli bir kıyının biçimine sonsuz sadakatle dahil olmamalı, her tipten bir tutam kendinde bulundurmalıdır.
Kendilerini odaya ait hissetmeyenler, "İşte geldim." deme haklarının olduğunu düşünmeyenler vardır bir de.
Odaya girer girmez gözlerine en yalnız görünen sandalyeyi kestirirler. Varlıklarının farkedilmesini istemezler ya da içten içe isterler ama hazır değillerdir buna.
Çünkü o odaya ait değillerdir onlar. Dik oturamazlar sandalyede. Küçülüp görünmez olmak isterler.
Annelerinin karnında cenin pozisyonunda durdukları gibi büzülürler çünkü güvende değillerdir orda. Çünkü o sandalye onlara ait değildir.
Düşüncelerin tehditini hissederler üzerlerinde. Sanki odadaki bütün zihinler işi gücü bırakmışta onlara yoğunlaşmış gibi gelir.
En büyük zararı veren de kendi düşünceleridir işte.
İçten içe bu ait olmadığı yerde zihni yer bitirir onu.