Sandalye

yilmaz27

Ne Mutlu Türküm Diyene
Site Yetkilisi
Süper Moderatör
Kahve
Kahve
Kahve
Kahve
Hayatta iki tür insan vardır, odaya girdiğinde işte geldim diyenler ve demek buradasınız diyenler.
(Frederick L Collins). Birinci tipteki kişiler üzerindeki ilk algı, onların daha neşeli, yaşam enerjisi yüksek bireyler olduğudur.
Ancak gözlerimizi kısıp daha derinlere baktığımızda bu kişilerin özgüven eksikliğinden fark edilme açlığına birçok probleme sahip olduğunu görebiliriz.
Açıp odaya girdikleri kapının gıcırdamasını ister bu tip kişiler.
Çünkü o gıcırdama, o “işte geldim” diyen haber olmaksızın odadakilerin dönüp de onlara bakacağına, onları fark edeceğine inanmazlar.
Sessizlik içinde boş sandalyelerden birine oturan herhangi biri olacaklarını düşünürler ki böyle bir durumda boş sandalye yine dolmayacaktır.
İşte bu korkuyla, biraz cesaret gösterip henüz tam dolmadan odaya, her an kaçmalarına müsait bir alanda sesli bildirimlerini yaparlar.
İkinci tipe gelecek olursak, bu tip düşünüldüğü gibi birincinin tam aksi değildir. Bu durumdaki kişi özgüven ya da fark edilme eksiği yaşamaz, evet.
Ancak bunun haricinde taşıdığı başka duygular, sorunlar vardır.
Bu kişi memnuniyetsizdir en başta. “Demek buradasınız” ‘ın içinde koca bir keşke olmasanız barındırır mesela.
Yalnız yahut o kişilersiz olmayı tercih etmektedir. Aradığı tekliğe kavuşmayan bu huzursuz insan, doldurduğu sandalyede dik oturmaz.
Kafasını geriye atıp kalabalığın sesini bir uğultuya indirgemeye çalışarak çıkar yol arar. Ve bulup bulabileceği tek çıkar yol da az önce açtığı kapıdır.
Dolayısıyla hayatta genel olarak iki tipten biri olmakla bir sandalye doldurmamız yahut doldursak bile orada uzun süre kalmamız mümkün değildir.
Bundandır ki insan, belirli bir kıyının biçimine sonsuz sadakatle dahil olmamalı, her tipten bir tutam kendinde bulundurmalıdır.
Kendilerini odaya ait hissetmeyenler, "İşte geldim." deme haklarının olduğunu düşünmeyenler vardır bir de.
Odaya girer girmez gözlerine en yalnız görünen sandalyeyi kestirirler. Varlıklarının farkedilmesini istemezler ya da içten içe isterler ama hazır değillerdir buna.
Çünkü o odaya ait değillerdir onlar. Dik oturamazlar sandalyede. Küçülüp görünmez olmak isterler.
Annelerinin karnında cenin pozisyonunda durdukları gibi büzülürler çünkü güvende değillerdir orda. Çünkü o sandalye onlara ait değildir.
Düşüncelerin tehditini hissederler üzerlerinde. Sanki odadaki bütün zihinler işi gücü bırakmışta onlara yoğunlaşmış gibi gelir.
En büyük zararı veren de kendi düşünceleridir işte.
İçten içe bu ait olmadığı yerde zihni yer bitirir onu.
 
Bir varmış bir yokmuş. Bir doluymuş bir boşmuş. Bir çirkin bir hoşmuş. Biz her şey kötü sanarken tabiatı sevenler de çokmuş. Bunlardan biri Yusuf adlı bir çocukmuş. Ninesi ve tabiatla yaşarmış. Bâzen karamsar olur bâzen içinden sevinç taşarmış.

Gene bir gün Yusuf ile ninesi bahçede ceviz ağacının altında kahvaltı ediyorlarmış. Ninesinin evi derenin kıyısında geniş bir ormanın içindeymiş. Hafif hafif esen rüzgâr Yusuf’un burnuna yemyeşil kokular, kulağına da kuşların capcanlı cıvıltılarını getirip bırakıyormuş. Yusuf farkında değilmiş ama dinlemekten ve koklamaktan çok hoşlanıyormuş. Bir de ninesinin bembeyaz saçlarını okşamaktan ve de sırtını kaşımasından.

Yusuf ve ninesinin kahvaltıları bitmiş. Beraberce sofrayı toplamışlar, bulaşıkları yıkamışlar. Yusuf, çeşmeden akan saydam suya, çeşmenin etrafında “vız vızz!” dolanan bal arısına hayretle bakarak elini ağzını yıkamış. Resim defteriyle kalemlerini alıp yeniden masaya dönmüş, sandalyesine oturmuş. Ninesi de verandanın altına sallanan koltuğuna kurulup örgü örmeye başlamış. Yusuf tam resim çizecekken sanki bir fısıltı işitir gibi olmuş. Dönüp ninesine bakmış. Fakat ninesi çoktan horlamaya başlamış bile.

Küçük ressam boşverip çizmeye başlamış. Fakat gene bir fısıltı işitmiş. Ses çok yakından geliyormuş; tam altından. Fısıldayan, evet! Yusuf’un oturduğu sandalyeymiş. Çocukcağız biraz ürkmüş önce. Ama öyle korku falan hissetmemiş. Sandalyeden yavaşça kalkmış. Bir adım geri çekilmiş.

Ve sandalyeye, “Ne fısıldayıp duruyosun altımda yaaa!” demiş.

Sandalye, “Ohh! Sen üstümdeyken başka ne yapabilirdim ki. Bak şimdi nasıl rahatça konuşuyorum.”
Yusuf ninesine bakmış göz ucuyla. Ninesi oralı bile değilmiş. Horul horul uyuyormuş. Şaşkın çocuk sandalyeye istemeden çıkışmış, “İyi peki tamam anladım! Ne istiyosun sen onu söyle bakalım?” demiş kaşlarını çatarak.

Sandalye galiba böyle bir tepki beklemiyormuş, “Bir şey istemiyorum. Kendi kendime düşünüyordum. Birden sesli düşünüverdim! Hepsi bu. Kusura bakma gevezenin biriyim ben. Biraz da maalesef umutlu bir sandalyeyim. En iyisi bu olanları unutalım. Çenemi kapıyorum. Bundan sonra seni rahatsız etmem.” demiş.
Yusuf sandalyenin kendisinden çekinmesinden ve özür dilemesinden memnun olmuş. Öte yandan karşısında düpedüz konuşan bir sandalye olmasını yadırgamış. Aslında konuşsun istemiş. Ama “Susma konuş.” da diyememiş. Geceleyin ninesine sandalyeden bahsetmiş. masalsitesi.com Ninesi gülümseyerek torununu kucaklamış, dizlerine yatırıp sırtını kaşımış. Çocukcağız konuşan bir sandalyenin hayâliyle uykuya dalmış.

Uyanır uyanmaz da ilk işi ceviz ağacının altına gidip sandalyeye bakmak olmuş. Uzun uzun bakmış. Üstüne oturmuş; havaya kaldırmış, tekrar yerine koymuş; dürtüklemiş, itmiş, kakmış, sallamış... Ne ki sandalyeden hiç ses çıkmamış. Kahvaltıdan sonra gene resim defterini ve kalemlerini alıp ceviz ağacının altındaki masaya yayılmış küçük ressam. Ninesi de gene verandanın altında horluyormuş. Yusuf ne kadar istese de hiçbir şey çizememiş. Sandalyenin konuşması bir türlü aklından çıkmıyormuş.

Dayanamayıp sandalyeye dönmüş, “Lütfen konuş! Ben sadece biraz şaşırmıştım. Belki o yüzden kaba davrandım sana. Ama artık o kadar şaşkın değilim. Lütfen konuş benimle!”

Gel gör sandalyeden çıt çıkmamış. Hüzünlü çocuk başını önüne eğmiş. Deredeki kurbağalara bakmak için yerinden kalkmış.

Tam o sırada bir ses, bir cümle işitmiş.

“Konuşmamı istiyor musun gerçekten?”

Yusuf heycanla dönüp, “Evet lütfen!” demiş.

Sandalye, “Ben ceviz ağacından yapıldım biliyo musun?”

Meraklı çocuk, “Eee yani?” demiş. Suskunluk olmuş. “Eee? Anlatsana!” demiş Yusuf yeniden.

“Yani köklerim olmadığı için dallarım yok. Dallarım olmadığı için de yapraklarım yok. Yapraklarım olmadığı için de ceviz veremiyorum.” demiş.

Yusuf, “Ağaç olmayı mı özlüyosun?” diye sormuş merakla.

Sandalye, “Evet! Eğer ağaç olsaydım zaten konuşmaya gerek kalmazdı.”

Yusuf, “Neden?”

Sandalye, “Dedim ya!.. Köklerin, dalların, yaprakların, meyvelerin varsa; gövdende su, suyla beraber bir sürü şey dolaşıyorsa; dallarına kuşlar kelebekler konuyorsa söze ne gerek var! Her şeyin tastamam yerinde demektir.”

Yusuf, “Peki bu masa, öbür sandalyeler, şu tabure, ninemin sallanan sandalyesi... Bunların hepsi konuşuyo mu?”

Sandalye, “Mecburen. Eskiden ağaç şimdi eşya olanlar hep konuşur. Bazı özel insanlar sadece çok geveze ve umutlu olan bazı özel eşyaların sesini duyabilir.”

Yusuf o ân sandalyenin söylediklerinden çok etkilenmiş ama karşılık olarak ne diyeceğini bilememiş. Bakakalmış sadece. Çenesi düşük, geveze sandalye ise anlatmaya devam etmiş. Bir ceviz ağacı iken nasıl renkli bir yaşantısı olduğunu; onu kesip atölyeye taşırlarken nasıl üzüldüğünü; onu yapan ustaların yanında -bütün eşyalar gibi- konuşmayı nasıl öğrendiğini ve umutlandıkça sesinin nasıl duyulur olduğunu anlatmış. Sonra sandalye ve Yusuf bir süre susmuşlar. Yusuf bir süre rüzgârın yapraklara çarparak çıkardığı sesi, derenin şırıltısını, kuşların cıvıltısını dinlemiş. Taze havayı içine çekmiş. Sanki bir ağaç olmanın güzelliğini hissetmiş... Birden bire kafasına “dank!” etmiş ve sandalyeye sormuş,
“İki de bir umutlu olduğunu söylüyosun. Umudun ne ki?”

“Umudum tekrar ağaç olmak.” demiş sandalye.

“Ama nasıl olabilir ki bu?”

“Eğer bacaklarımı yere sıkıca saplar, her gün dibime su dökersen belki bacaklarımdan bir tanesi yeniden köklenir ve ağaç olabilirim.” demiş sandalye.

“Eğer ağaç olursan ben kimle konuşucam o zaman?” demiş Yusuf.

Sandalye ümitsizliğe kapılarak, “Doğru! Haklısın sen de tabi!” demiş.

İki arkadaş bir süre daha susmuşlar. Yusuf bir süre daha tabiatın seslerini dinlemiş. Ve dostunun istediğini yerine getirmeye, umudunu karartmamaya karar vermiş. Sandalye küçük arkadaşına çok çok teşekkür etmiş.

Nitekim Yusuf ninesinin tüm itirazlarına rağmen sandalyenin dört ayağını toprağa saplamış. Her gün sandalyeyi sulamış. Sandalye o ilkbahar boyunca dallanmış, yapraklanmış. Hatta meyve bile vermiş. Ninesi hayretle olup bitenleri izlemiş. Torunuyla gurur duymuş. Yusuf konuşacak bir arkadaşını yitirmiş ama herkesi çok şaşırtan, hayretlere düşüren bir şey başarmış. Bir sandalyeyi yeniden ağaca dönüştürmenin yani bir mucizeyi gerçekleştirmenin gururunu yaşamış. Yusuf, sandalye-ağaç'la birlikte büyümüş. Onun üstüne oturup taibatın sesini dinleyerek günlerini geçirmeye başlamış.

Gökten üç elma düşmüş. Biri Yusuf ile ağaç olan sandalyenin, biri ninenin, biri de bizim başımıza
 
Geri
Top