Bir başka şelalede çağıldıyor kuşların cıvıltısı. Rüzgâr, ılık bir sevda gibi okşuyor yanakları. Denizin renginde, yıkanıp çivitlenmiş özge bir mavilik göz kırpıyor göklerin mavisine…
Ağaçlar çiçeğe durdu. Çiçekler meyveye aşeriyor… Neredeyse, ihtiyarların bastonlarındaki budak yerlerinden taze filizler fışkıracak…
Bahar bu…
Soymuk borulardan bengisular yürüyor dallara… Dallarda patlayan tomurcuklarda kuş sesleri parlıyor çiy damlalarınca… Güneş, limonata kıvamında sunuyor mayhoş sıcaklığını baygın çehrelere… En umutsuz hastaların nefeslerinde bile ölüme direnen can kuşunun kanat sesleri duyulmakta. Ağaçlar, büyük bir sevinç ve telaşla baharı giyinmekteler…
Yine geldi bahar…
Feri sönük gözlerde bile bakışların en tazesi, en tatlısı var. En dermansız dizlerde, en uzak yerlere gidebilmek heves ve özlemi titremekte… Apansız “gönül” oluyor cümle yürekler ve gönüller bahar dalınca taze sevdâlara dal uzatmaktalar asmalar gibi…
Nedir bu mevsimdeki füsun?.. Deli ediyor insanı. Akıllar bir karış havada, havalar hercai…
Suyu ısındı kışın gayrı. Durucu değil bundan böyle…
Bir özge sevdadır bahar. Bu sevdaya yürek, bu güneşe kar, bu hasrete yâr mı dayanır?..
İnsanın, hasmını bile tutup öpesi geliyor bu havalarda nedense… Dönüp dönüp sevdiğine bir daha âşık olası geliyor yeni baştan… Sonra…
Sonra şairâne duygular doluyor gönüllere ve şair bir ruh giriveriyor bedenlere ilk bülbül sesiyle birlikte… Herkesi şair ediyor bu taze bahar havası…
Direği göklere uzanan, pembe kanatlı gönül yelkenlileri açılıyor sevdanın çalkantılı denizlerine her seher yeni bir umutla… Sonra da, dalgalanıp duruluyor deli duygular akşamın alacakaranlık sahillerinde…
Yine geldi bahar…
Şiirler, şarkılar şakır-şakır yağan bir bahar yağmurudur altında zevkle ıslandığımız… Elvan-elvan türküler teyelleniyor dillere, tıpkı iplere mandallanmış, yelde yelpelenen ipek mendiller gibi… Sevinçle gelen zamansız “oh”lar “ah”laşıyor, geceler siyahlaşıyor ve gönül hüzünle “Emrah”laşıyor. İşte o zaman bir şarkı kaynıyor hasret kazanında Sadettin Kaynak hüznüyle:
“ Yine bahar geldi, coştu yüreğim,
Akar boz bulanık selli dereler.
Sıla derdi, vatan derdi, yâr derdi;
İflah etmez bu dert beni paralar…
Hayal oldu Aşık Emrah halları,
Deyin yâre gözetmesin yolları,
Herkesin sevdiği giymiş alları;
Koy benim sevdiğim giysin karalar…”
Sevdiğine hasret çeken kara-yağız köy delikanlısı, işte bu füsunlu bahar aylarında salıverir yüreğinin alazını Anadolu bozkırında serin meltemlere… Hasretin acısında biler umudunu. Gelmekte geciken yavuklusunu, gecikmiş bir yaza benzetir. “Baharın kokusu yaz ile gelir” düşüncesiyle; rüzgâra sinen yâr kokusunu, allı turnalara ısmarlanmış yâr selamını almayı umut eder. Gönlünde yâr hayali, gözünde turna katarı, dilinde bir türkünün kor gibi sözleriyle diz vurup oturur taze çimenlere ve Karacaoğlan teliyle inler:
“Allı turnam sökün gelir,
İnci mercan yükün gelir,
Elvan-elvan kokun gelir;
Yar oturmuş yele karşı…”
Bahar bu… Ovada da, yaylada da, köyde de, şehirde de aynı yerinden yakalar insanı: Yürekten…
Kara-yağız köy delikanlısının yüreği yürektir de, umur görmüş İstanbul çelebisinin yüreği taş mıdır?.. Ama o, yaratılışındaki hoyrat olmayan kâtip edasıyla seslenmek ister sevgilisine. Bir şarkıya düğümler arzularını ve duygularını:
“Bahar geldi, gül açıldı,
Ruhuma neşe saçıldı.
Mavi gözlü sarışın kız,
Gel gidelim adaya biz…” (Nihâvend/ Söz-Müzik: Teoman Alpay)
Anadolu bozkırının kara-yağız yiğidinin güzel yavuklusu “salına-salına naz ile gelir” mi, İstanbul çelebisinin “mavi gözlü sarışın kız”ı bu gönülden dâvete icâbet eder de, Ada’da buluşurlar mı? Onu bilemeyiz. Bildiğimiz o ki; bunlar birer gönül arzusudur ve gönüller ferman dinlemezler…
Ah bahar!..
Taze filizlere bengisular gibi bıngıldayarak akarsın da, kurumuş gövdelere neden uğrun bakarsın? Neden bir kor gibi düşer taptaze tomurcuğun yaşlı yüreklere ve neden inletirsin geçmişe özlem dolu bir şarkının alev gibi nağmesinde o garipleri ey bahar?..
“Bir zaman benim de baharım vardı;
Gülerdim, içimde güller açardı…” (Nihâvend/Sadettin Kaynak)
Şairler, genellikle mevsimleri kendi özel ve özge dünyalarında yaşarlar. Bir başka açar onların gönül bahçelerinde çiçekler, bir başka öter sevdâ bülbülleri. Daha bir eğretidir şair yüreğinde duygular ve daha bir tedirgin durur diken ucunda titreyen sevdâ kelebeği… Bu yüzdendir baharı algılayışlarındaki ebruli ve yanardöner renk yansıması…
Varlık Dergisi’nin 15 Temmuz 1933 tarihli ilk sayısında, “Bir Bahar Yazısı” adlı şiiriyle şöyle sesleniyor Feridun Fâzıl: (Tülbentçi)
“Masamın üzerinde billûrdan bir kâseye
Damla damla dökülen bir su hâlinde aktım.
Bütün bir bahar için bir demet gül bıraktım
Masamın üzerinde billûrdan bir kâseye…”
İşte bu… Şairin, “bütün bir bahar” dediği, bütün bir ömür içinde dünyada bıraktığı “hoş sadâ” budur işte. Bir düşünsek mi acaba? Nedir hayat?..
Gönül ne kadar genç ve dinç olursa olsun, “beden, eski beden” ise; baharın füsununa kapılıp, sevdâ sahillerinin sarp kayalarına çarpıp dağılmak neden?.. Bahar güzel, baharın gülleri güzel, bahar düşünceleri de güzel…
Ama en güzeli; bahar düşünceli olmak…
En iyisi, bahar dalı gibi sunmak sevgiyi insanlığa… Ruhumuzu titretmeden sonbaharın ayazı ve üzerimize kapanmadan kışın soğuk beyazı; “masanın üzerinde billûrdan bir kâseye” bizden sonrakiler için “bir demet gül” bırakmak…
Ağaçlar çiçeğe durdu. Çiçekler meyveye aşeriyor… Neredeyse, ihtiyarların bastonlarındaki budak yerlerinden taze filizler fışkıracak…
Bahar bu…
Soymuk borulardan bengisular yürüyor dallara… Dallarda patlayan tomurcuklarda kuş sesleri parlıyor çiy damlalarınca… Güneş, limonata kıvamında sunuyor mayhoş sıcaklığını baygın çehrelere… En umutsuz hastaların nefeslerinde bile ölüme direnen can kuşunun kanat sesleri duyulmakta. Ağaçlar, büyük bir sevinç ve telaşla baharı giyinmekteler…
Yine geldi bahar…
Feri sönük gözlerde bile bakışların en tazesi, en tatlısı var. En dermansız dizlerde, en uzak yerlere gidebilmek heves ve özlemi titremekte… Apansız “gönül” oluyor cümle yürekler ve gönüller bahar dalınca taze sevdâlara dal uzatmaktalar asmalar gibi…
Nedir bu mevsimdeki füsun?.. Deli ediyor insanı. Akıllar bir karış havada, havalar hercai…
Suyu ısındı kışın gayrı. Durucu değil bundan böyle…
Bir özge sevdadır bahar. Bu sevdaya yürek, bu güneşe kar, bu hasrete yâr mı dayanır?..
İnsanın, hasmını bile tutup öpesi geliyor bu havalarda nedense… Dönüp dönüp sevdiğine bir daha âşık olası geliyor yeni baştan… Sonra…
Sonra şairâne duygular doluyor gönüllere ve şair bir ruh giriveriyor bedenlere ilk bülbül sesiyle birlikte… Herkesi şair ediyor bu taze bahar havası…
Direği göklere uzanan, pembe kanatlı gönül yelkenlileri açılıyor sevdanın çalkantılı denizlerine her seher yeni bir umutla… Sonra da, dalgalanıp duruluyor deli duygular akşamın alacakaranlık sahillerinde…
Yine geldi bahar…
Şiirler, şarkılar şakır-şakır yağan bir bahar yağmurudur altında zevkle ıslandığımız… Elvan-elvan türküler teyelleniyor dillere, tıpkı iplere mandallanmış, yelde yelpelenen ipek mendiller gibi… Sevinçle gelen zamansız “oh”lar “ah”laşıyor, geceler siyahlaşıyor ve gönül hüzünle “Emrah”laşıyor. İşte o zaman bir şarkı kaynıyor hasret kazanında Sadettin Kaynak hüznüyle:
“ Yine bahar geldi, coştu yüreğim,
Akar boz bulanık selli dereler.
Sıla derdi, vatan derdi, yâr derdi;
İflah etmez bu dert beni paralar…
Hayal oldu Aşık Emrah halları,
Deyin yâre gözetmesin yolları,
Herkesin sevdiği giymiş alları;
Koy benim sevdiğim giysin karalar…”
Sevdiğine hasret çeken kara-yağız köy delikanlısı, işte bu füsunlu bahar aylarında salıverir yüreğinin alazını Anadolu bozkırında serin meltemlere… Hasretin acısında biler umudunu. Gelmekte geciken yavuklusunu, gecikmiş bir yaza benzetir. “Baharın kokusu yaz ile gelir” düşüncesiyle; rüzgâra sinen yâr kokusunu, allı turnalara ısmarlanmış yâr selamını almayı umut eder. Gönlünde yâr hayali, gözünde turna katarı, dilinde bir türkünün kor gibi sözleriyle diz vurup oturur taze çimenlere ve Karacaoğlan teliyle inler:
“Allı turnam sökün gelir,
İnci mercan yükün gelir,
Elvan-elvan kokun gelir;
Yar oturmuş yele karşı…”
Bahar bu… Ovada da, yaylada da, köyde de, şehirde de aynı yerinden yakalar insanı: Yürekten…
Kara-yağız köy delikanlısının yüreği yürektir de, umur görmüş İstanbul çelebisinin yüreği taş mıdır?.. Ama o, yaratılışındaki hoyrat olmayan kâtip edasıyla seslenmek ister sevgilisine. Bir şarkıya düğümler arzularını ve duygularını:
“Bahar geldi, gül açıldı,
Ruhuma neşe saçıldı.
Mavi gözlü sarışın kız,
Gel gidelim adaya biz…” (Nihâvend/ Söz-Müzik: Teoman Alpay)
Anadolu bozkırının kara-yağız yiğidinin güzel yavuklusu “salına-salına naz ile gelir” mi, İstanbul çelebisinin “mavi gözlü sarışın kız”ı bu gönülden dâvete icâbet eder de, Ada’da buluşurlar mı? Onu bilemeyiz. Bildiğimiz o ki; bunlar birer gönül arzusudur ve gönüller ferman dinlemezler…
Ah bahar!..
Taze filizlere bengisular gibi bıngıldayarak akarsın da, kurumuş gövdelere neden uğrun bakarsın? Neden bir kor gibi düşer taptaze tomurcuğun yaşlı yüreklere ve neden inletirsin geçmişe özlem dolu bir şarkının alev gibi nağmesinde o garipleri ey bahar?..
“Bir zaman benim de baharım vardı;
Gülerdim, içimde güller açardı…” (Nihâvend/Sadettin Kaynak)
Şairler, genellikle mevsimleri kendi özel ve özge dünyalarında yaşarlar. Bir başka açar onların gönül bahçelerinde çiçekler, bir başka öter sevdâ bülbülleri. Daha bir eğretidir şair yüreğinde duygular ve daha bir tedirgin durur diken ucunda titreyen sevdâ kelebeği… Bu yüzdendir baharı algılayışlarındaki ebruli ve yanardöner renk yansıması…
Varlık Dergisi’nin 15 Temmuz 1933 tarihli ilk sayısında, “Bir Bahar Yazısı” adlı şiiriyle şöyle sesleniyor Feridun Fâzıl: (Tülbentçi)
“Masamın üzerinde billûrdan bir kâseye
Damla damla dökülen bir su hâlinde aktım.
Bütün bir bahar için bir demet gül bıraktım
Masamın üzerinde billûrdan bir kâseye…”
İşte bu… Şairin, “bütün bir bahar” dediği, bütün bir ömür içinde dünyada bıraktığı “hoş sadâ” budur işte. Bir düşünsek mi acaba? Nedir hayat?..
Gönül ne kadar genç ve dinç olursa olsun, “beden, eski beden” ise; baharın füsununa kapılıp, sevdâ sahillerinin sarp kayalarına çarpıp dağılmak neden?.. Bahar güzel, baharın gülleri güzel, bahar düşünceleri de güzel…
Ama en güzeli; bahar düşünceli olmak…
En iyisi, bahar dalı gibi sunmak sevgiyi insanlığa… Ruhumuzu titretmeden sonbaharın ayazı ve üzerimize kapanmadan kışın soğuk beyazı; “masanın üzerinde billûrdan bir kâseye” bizden sonrakiler için “bir demet gül” bırakmak…