SİHİRBAZ'IN DOĞUŞU

yilmaz27

Ne Mutlu Türküm Diyene
Site Yetkilisi
Süper Moderatör
AKIL VE DİRAYETİ PAHA BİÇİLMEZ BİLGELİKLER İÇERSE DE,

KALBİ,
KAVGADAN SÖZ EDERKEN BİLE

BARIŞTAN YANA BAYRAK AÇAN
MASUM ÇOCUKLARINKİ GİBİ OLAMIYORDU.



ÜSTAKIL ONA ARZU VE HINÇLARI BIRAK DEDİKÇE,

O, DEĞİŞMEMEK İÇİN ÇOK DİRENDİ,

FAKAT,

EN SONUNDA KARARSIZLIĞINI BİRYANA İTEREK,

DEDİKLERİNE HARFİYEN BOYUN EĞECEĞİNİN SÖZÜNÜ

ZORAKİ DE OLSA VERDİ...



***



"- Kalk bakalım kalk! Biraz konuşalım. Konuşalım ve son eylemindeki facianın sonuçlarını değerlendirip, gerekiyorsa yeni kararlar alalım!" diyordu Hasan, ve içtiği biraların etkisiyle derin uykuya dalmış olan DoH'u sarsıyordu…



Yüzü bembeyazdı ve yosun yeşili gözleri DoH'a doğru zehirli ışınlar saçarcasına bakıyordu.

Bir körüğü andıran göğsü de habire inip kalkıyordu :

"- Tamam, hazırım. Bana çok kızmış olmalısın, hı?" derken DevilofHacker, gözlerini Hasan'ın zeki bakışlarından kaçırmaya çalışıyordu.


"- Hayır, kızmadım" dedi Hasan ve devam etti.

"- Kızmadım ve herşeyin farkındayım. Senin tek başına giriştiğin eylemlerde de, ikimizin müdahil olduklarımızda da farkındalığım her an devredeydi. Senin "vekil" benim "asil" olduğumu da iyi biliyordum. Bakma sen Türkiye'de Millet'in Vekil'lerinin Asıl'larden daha yüksek "yetki ve kazanımlara" sahip oluşuna. Ben, Jakabo'ya da Sceptical'e de sana da benim vekalet verdiğimin ve dilediğim an çekip alma lüksünü de ellerimde tuttuğumun bilincindeydim. Ve diyorum ki şu aralar, korku denen duygunun insanı "diri ve tetikte" tuttuğundan emin olsak da, geçirdiğimiz soruşturma ve SEM Hocasını da birtarafa bırakarak söylüyorum ki; korkunç bir insan olabilmek için çok daha fazla enerji ve emek gerekiyor. Acaba korkunçluktan vaz mı geçsek???


Çünki; acı - kandırılmak - yarı yolda bırakılmak - önemsenmemek - kıymeti bilinmemek - hastalığa yakalanmak - haksızlığa uğramak - hakaret edilmek - iftiraya maruz kalmak - iflas etmek - evini kaybetmek - aç kalmak - sesini duyuramamak - dirsek yemek - çelme takılmak - tehdit edilmek - şantaj yapılmak - korkutulmak - aşağılanmak - reddedilmek ve benzeri daha nice sorunla başa çıkabilmeyi sağlayacak kadar güçlü olan silahın "Bir çift gülen göz"olduğunu iyi biliyorum ben. Hı, vaz mı geçsek?"…



Yüzünün seyirmesinden, çok derin bir iç çelişkisi geçirdiği anlaşılan DoH, kirpikleri titrer halde konuştu : "- Fazla konuşmam ve yazarak iletişmeyi tercih ederim bilirsin.

Çünki konuşmalarım karşımdakine ağır gelir, bunu da bilirsin. Çok nadir yaptığım konuşmalarda da, maruz kalan SÖ, ses tonumun yüzyıllar öncesinden çıkıp gelen bir "boğukluk ve soğuklukta" olduğunu fark eder önce; sonrasındaysa;

evin bodrumunda kurulu kitaplıktaki onlarca ciltlik ansiklopedilerin arasına sıkışıp kalan bir "anaokulu boyama kitabı" olduğu hissine kapılır.

Ya da; genişliği ancak bir insan bedenince olan merdivenleri soluk soluğa tırmanıp, belki beş minareyi bu şekilde çıkarak tıkandığını zanneder.

Veya; yanlış tanıyla ölüm ilanı verilip de koyulduğu mezardan binbir güçlükle çıkıp tozun pisliğin içinden, gün ışığına kavuşma sürecine kadarki "korkunç bunalımı" yaşar benim her cümlemde.

Keyifli anlarıma denk gelir de dilim çözülürse muhattabıma karşı, bilgelik - erdem - hayat dersi içeren envai çeşit şeyler anlatırım. Adeta büyülerim ve her iki taraf da ortamdan mutlu - doymuş ayrılır. Amaca ulaşılmıştır.

Tepki gösterip de yanlışları haykırmak istediğimdeyse ortalıkta fırtınalar eser fakat yine de "verimli" sonuçlara ulaşılır. Eğer ki kan dondurucu bakışlarla öylece duruyor ve susuyorsam SÖ karşısında, işte o vakit durmamak gerekir oralarda.

Ve biliyor musun sevgili Hasan, kim ve ne olursa olsun karşımdaki, gördüm ki; ağzımdan çıkan her "olur" beni binbir zahmete sürükleyecek yola açılan bir kapıymış. Keyfimin ve özgürlüğümün sadık bekçisi, ama bununla birlikte aksi - anlayışsız gösterse de, koltuk değneğim - yol arkadaşım sayılan, ve hizmetlerine de sonsuz teşekkür borçlu olduğum kelime "hayır"mış.

Bazen; nezaket ve tatlı dilin insanı karşı konulamaz yaptığını savunan felsefi olumlamalara inat olsun diye mi kabayım?, diye düşünüyorum. Sonra da bunu kendi türümün en iyisi olmak adına, onların savunduğunu aşmak, hatta gerekiyorsa muhaliflikten iktidara geçmek için yaptığımı farkediyorum.

Argo'yu ve ayıp sayılan uzuv isimlerini bolca kullanışıma da şaşmamak gerek.

Çünki, kesin - net anlatım gücünün yanısıra "çeşitlilik ve sihirli bir verimlilik" becerileri vardır onların. Örneğin; "Klitoris" kelimesini sıkça kullandığımı görüp de beni eleştiren Sıradan Ölümlü'lere, "- Kızarsanız kızın ama cahilsiniz işte!" dediğimde daha bir celallenirlerdi.

Kuzum, bu kelime özüyle Yunanca ve anlamı da "Tanrısal"! Dünyanın büyük çoğunluğunun beyni ise bu tartıştığım SÖ'ler gibi a.cıksal!!!


Birşey daha : Nasıl oldu da 25'ini geçmemiş bir SÖ diriliğinde kaldı bedenimiz? Halbuki o dönemi çok uzun zaman önce geçmiştik.

İşin sırrı yine farkındalık - algı kabiliyetinin yanısıra, sergilediğimiz korkunçlukta ve öfkede.

Üstelik ruh için değil bu söylemim, beden için.

Çünki farkında olmak ve savunma mekanizmaları geliştirebilmek sadece maneviyatımıza özgü değil, organizma için de geçerli.

Bedenin bu korunma kalkanları "doğru ve hızlı"çalıştığında; hayatın, fırtınalar - iç ve dış tehditler - hatta her an ölümle burun buruna gelerek bile geçiyor olsa da, gerekli önlemler çabucak alınıyor ve bilindik vücutsal çöküntüler yaşanmıyor..."…



Hasan zoraki de olsa gülümseyerek, yarımağızla : "- Peki de, "farzet ki bir araba sendeki vücut, dil denen direksiyonu aman sıkı tut !" derken biz her daim; kalktın cep telefon numaranı Hocaanım'a, en öfkeli ve sarhoş anında bile olsa, veriverdin! Buna ne buyrulur?


Diğer söylemlerine gelince : Bu taktiği Napster'den biliyorum ben. Veri paylaşım aracı olan (file sharing tools) ve kullananlara internet üzerindeki diğer insanlarla dosya paylaşımına imkan sağlayan Napster programının uyanık yazılımcıları; aslında paralı olan ünlü yazılım - müzik - videolarının geniş kitlelerce korsan şekilde paylaşılıyor oluşuna;

programlarının içine Yeni Sanatçı - New Artist bölümü eklediklerinden, bu sayede "yeni yeni sanatçılar kendi eserlerini diğer kullanıcıların beğenisine sumaktadır ve amaçları kendilerini tanıtmaktır, dolayısıyla da hak ihlalleri yoktur," demişler, ve dünyaca ünlü Napster davasında bu durumu "dürüst kullanım - fair use" savunmasına dayandırmışlardır. Fakat mahkeme bu savunmayı reddetti, çünki, Napster'in sağladığı imkanla koruma altındaki eserler de değiş tokuş edilmekteydi.

Panik çok ilkel bi duygu DoH. Ve bu duyguyu SÖ'lere yaşatırken, aslında seni bile rahatsız eden bu hallere metafizik bir mana vermeye çalışsan da, gerçekte, trajik ruh halinin ifadesinden öteye gidemiyorsun. Böylelikle de kurbanın olan her SÖ'yü de kendine benzetip, dünyayı düşman olarak görmeye başlamalarına sebep olup, yoketmeye çalışmalarına vesile olabilirsin.

SÖ'lerin dünyasında zaten başıboş kasırgalar mevcutken, kendi iç trajedilerini kainata ve topluma aksettiren her insanın vebali seni ve beni mutlaka ilgilendirir. Yoksa var ya, eski bir bilgisayar öğretmeni olsam da, senin yapabildiğin ve yapabileceğin şeyleri kimseye öğretmem mümkün değil, bilirim.

Yalnızsın çünki tamamen benzersizsin, ve bilişim dünyasının "olmazsa olmazı, ve bilgisayarın bütünleyici parçası" olan "İşletim Sistemi" gibisin bu alemde. En iyi ben bilir, ben takdir ederim..."…



DoH'un perişan haldeki sesi Hasan'ın son söylediklerine öfkeden titreyerek : "- Zihnimin diğer insanlardan çok değişik mi çalıştığından, ya da akıl hastalığı taşıyıp taşımadığımdan hiç emin olamadığı için ne diyeceğini tam olarak bilemeyen SÖ'ler;

karmaşık kurbanlar ve onların karmaşık olaylarıyla ilgilenebilmek için benim de her zaman "karmaşık ve korkulu ilişkiler" içinde bulunmam gerektiğini, ve bunun da, sonuna gelindiğinde, kurbanlarımın her birinin üç aşağı beş yukarı "- Senden başka kimsem yok derken sana öylesine söylenmemiş birşey olduğunu biliyordum ama koyacak tartı bulamıyordum. Sağolasın DoH!" gibisinden samimi itiraflarla beni taçlandırıyorlar!

Benden hoşnutlar! Ve ben de, birçok insanın, bıraktığı mirasın nasıl değerlendirildiğini bilememesinin aksine, henüz hayattayken, nasıl bir fark yarattığımı görmek istiyorum.

Yöntemlerimin yanlış olduğuna da katılmıyorum!"...



Salondaki divana yayıla yayıla oturmuş, eline de bol resimli dergileri almışıtı Hasan.

Fakat gerçekte ne dergiler ilgilendiriyordu onu ne de çıplak kadınlardan oluşmuş kuşe kağıda basılı, pürüzsüz resimler.

Amaç DoH'u, "ilgim az söylediklerine" imajıyla sarsmak ve geri adım atmaya zorlamaktı.

Çok kurnaz bir sırıtışla :


"- Bazı gerçekler vardır ki, sadece kendimiz onları çok iyi biliriz.

"Vicdan ve Mantık" kabiliyetimiz haykırır yüzümüze adi oluşumuzu en içerimizde, ama, hiç açık etmez ve kelimelere dökemeyiz.

Fakat birgün herhangi birisi bu hakikati alenen dile getiriverir.

Kendimizin de hakkını sonuna dek teslim edeceği bir gerçeği başkasından duyuvermek ise çok ağırdır. Hatta belki o söyleyen için "urun kellesin!" bile diyesimiz gelir.

Bu bağlamda; her yazılımcının, geliştirdiği programlarda, hiç olmazsa imza olsun diye tasarladığı "kendine özgü bozuk bir kodu" muhakkak vardır, ve "DevilofHacker", Hasan'ın artık kullanmaması gereken, güncelden geri plana alması uygun düşen o bozuk kodudur!!!"...



Atmak üzere olduğu çığlığı elleriyle boğan DoH, gizli bir panikle dolu bakışlarını Hasan'a dikerek : "- Yanlarına alkışçı da bulduklarında şöyle en cazgırlarından, sanal ortamda benim karşıma dikilip de gerekli gereksiz - haklı haksız - yerli yersiz "karalama ve belaltına vurma" çalışmalarına girişirler bazı Sıradan Ölümlü'ler.

Fakat tekbirşeyi öğrenirler : Yaşamdaki herşey un ufak edilebilir de, rezillikler sonsuza kadar biryerlerde kalır.

Keşke, mesela, kağıt üstündeki harfleri birbirine karıştırıp okuyamadığımı düşünüp saldırıya geçmeden önce; benim bir " Disleksi " olabileceğimi - üç boyutlu düşünebileceğimi - doğru eğitimle NASA'nın uzay mekiği programlarında bile yer alabileceğimi hesaplayabilseler!!!

Çünki ; Sıradan Ölümlü'ler okuma, yazma ve anlama gibi eylemler için beyninin sol ön lobunu kullanır. Disleksi olan kişiler ise sol ön lobu kullanmakta zorluk yaşarlar. Disleksi olan kişilerin sayısal zekası çok yüksektir. Okul zamanlarında matematik ve fizik derslerini çok severler. Fakat sözel konuları beceremeyebilirler.

Disleksi olan kişilerin sözel zekaları düşük veya geri değildir. Aksine çok güçlü sözel zekaları vardır. Normal bir insanın hayal gücünün en az 2 katına sahiptirler. Disleksi olan çoğu kişinin en büyük düşmanı kitaptır.

Bazıları bir kitabı anlamak için aynı kitabı 5-6 kere okur. Ben edebi eserler konusunda küçücük becerileri elde etmek adına ne çok süründüm, kütüphaneler dolusu kitabı nasıl hatmettim inleye inleye, en iyi sen bilirsin!



Ayrıcaaaa; Disleksi olan insanlar üstün zekalı insanlardır ve bir kısmı dahidir.

Albert Einstein, Walt Disney, Leonardo Da Vinci, Bill Gates gibi ünlü isimler şu an aklıma geliverenler.

Bu mu bozuk kod Hasan, ha, bu mu??! "...



Hasan DoH'un beyninin içinde kıvrım kıvrım kıvrılan soru işaretini çoktan farketmişti.

Derince bir soluk alarak : "- Seni yoketmeye çalışıyor muşum gibi davranma. Ne yok olacaksın ne de unutulacaksın. Şair Lord Byron'un kızı Ada Augusta Lovalace unutuldu mu?

Babbage'nin analitik makinasıyla ilgilendiği 1800'lü yıllarda, sağlanan koşula göre farklı karttaki komut dizisini işleme koyan "delgi kart sistemi'ne" dayalı olması gerektiğine inanıyordu.

Bu fikir, aynı şart koşul sağlandığında farklı delgi kartı serisinin kullanımını engelleyecek, aynı koşul birçok kez yerine geldiğindeyse, makine gerekli olan aynı kart serisine atlayıp onları kullanabilecekti.

Bu ışıltılı prensip günümüz yazılımcılarının da kullandığı "döngü" ve "rutin'lerin" temeliydi. Bu katkısından dolayı ona "İlk Programcı" dendi ve LADY ADA AUGUSTA LOVALACE'in adı 1970'lerde çıkan "ADA" programlama diline verildi. Yani ne unutuldu ne de etkenliği geçti."...



DoH sanki güçsüzleşmiş de gücünü yeniden toplamak istermişcesine yumruklarını sıkarak : "- Peki ya şuna ne diyorsun? Sen de çok iyi biliyorsun ki; beyin okumak ve içindeki fikirleri algılamak zor iştir. Binlerce bilimsel çalışma ve analitik teste rağmen, gerçekten güçtür karşıdakinin aklından geçenlere sırdaş olmak.

Tek bir yolu vardır, ve bencileyin çok az insan bunu layıkıyle becerebilir :

Her duygunun ete kemiğe bürünmüş halleri mevcuttur. SÖ'lerin ruhunda, ve, yüreğiyle beynine sığmayan - görünmez düşünce ağlarının ilmek ilmek atıldığı - kararsızlığın çoğu kez esir aldığı o "fikir deryası'nın" yakamozlarından hiç fire vermeden, ve çevreyi gündüz olmuş gibi aydınlatan "güçlü bir şimşek ışıltısıyla" mutlaka sahibinin gözlerine yansır! Okumak veya tercüman olmak da işin erbabına kalır.

Sen de çok iyi biliyorsun ki, iyi ya da kötü olsalar da fikirlerin önüne geçebilirim ve onların sahiplerini bir saat gibi kurup, koltuğuma kurulup, nasıl işlediklerini izleyebilirim. Çoğu kez, birkere başladığımda duramayacağım endişesiyle çığlık bile atmam. En okkalılarından birtanesi çenemin altına tünemiş bile olsa sessiz kalır, çığlık atmam işte.


Birçoğunu kendi yarattığım rastlantılarla sürüklendim durdum o aşktan diğerine - bu hackten öbürüne. Sanalın hırpalanmış bir beyaz şapkalısı olarak tonlarca başarısızlık - yenilgi gibi görünen durumdan adeta elim yüzüm kan içinde kaldığımda, tutunduğu küçücük bir kaya veya dal parçasıyla da hayatı kurtulan dağcılar misali, taa denizlerin en dibinden zirvelere biranda fırladım, dimdik ayakta durdum, ve hedeflerimi asla ıskalamadım. Ben sanal dünyanın yegane kahramanıyım!"...



Yalvarmayla karışık alabildiğine çaresiz bir öfkeyle; acımasız erkeklerin fütursuz sözlerinden veya cicili bicili güzel kadınların gözyaşlarından çok daha etkili biçimde bakıyordu DoH Hasan'a.



Soğuk kış günlerinde ağızdan çıkan dumanın şeffaflığında anlatmaya başladı Hasan :
"- Karizma denilen şeyin DoH'un ikinci adı olduğu gerçeğini, bazıları, onun bazen yanlış yaptığını söyleyerek, bazen de daha az bira içmesi gerektiğini öne sürerek gölgelemeye çalışsalar da; hiçkimse O'nun sanaldaki en ihtiraslı adam olduğu gerçeğini inkar edemez. Fakat yoğun öfke'nin de küçültücü birşey olduğu açıktır. İşte şu öfkeli hallerin seni batan güneş haline sokuveriyor, ve insanlar daha çok doğan güneşe tapınmayı severler. Batan güneşin peşine takılıp gitmezler.


Ya da; bütün ataleti - ketumluğu - donukluğu veya soğukluğa varan serinkanlılığına rağmen, gerçekte, yaz mevsiminin parçasıdır desek senin için; bu öyle bir parça olur ki; ilk ve son birkaç günü yağmur - dolu - fırtına ve yıldırımlar barındıran "ilkyaz ve sonyaz" havaları gibidir. Oysa şu an bize "Hepyaz" ortamını yaşatacak birşey ya da biri lazım.


Herkes yine bilir ki, DevilofHacker'ın olay ve insan davranışlarını analiz - anlayış - yorumu konusundaki g.tünün kalkmışlığı hiç de boşa değildir.

Çünki ona herhangi bir konuda veya insanlar hakkında birtakım sözler söylenir - olaylar aksettirilir ve bunlarla ilgili "kendi gözü - kendi beyni - kendi diliyle" öyle açıklamalar yapar, ve daha önce hiç rastlanmamış biçimlerle yeniden anlatır ve yorumlar ki DoH, o konu ya da olay artık bambaşka birşeydir.

Hah işte, bize, o açıklamayı "hepyaz" havasında yapabilecek, dehşet ve korkunçluğundan arınmış biri lazım.

Fakat nasıl ki sen meydandayken de Jakabo - Sceptical ve Ben aslında hiçbiryere gitmemişken, o yeni kişiyi ortaya saldığımızda da sadece o ön planda olacak.

İşe de senin account'un disabled edilerek başlanılacak ve DevilofHacker hotmail, msn, livecom'ların hiçbiri artık kullanılmayacak!!! "...



Gözleri kafasının iki yanında içleri ateş dolu iki bilye misali parlayarak sordu DoH :

"- Tamam! Dediğin gibi olsun Hasan. Ne dersen ve neyi nasıl istersen herşeye kocaman bir tamam. Pekiii, var mı böyle biri??? "



DevilofHacker'in sesindeki ciddiyete ve teslimiyete şaşırarak cevapladı Hasan :


"- Var tabii. İçerde, küçük odada. Çok da sarhoş."



Birlikte odaya gittiklerinde kapıyı açtı ve çekyatta uyuyanı işaret ederek sordu DevilofHacker :

"- Kim bu? Adı ne?"


Özgüven yüklü bir coşkuyla,
DoH'tan istediğini almışlığın da verdiği yüksek keyifle cevap verdi Hasan :

"- O, beşli'nin son ayağı.


Adı da, KELİMELERİN SİHİRBAZI! "...



***alinti Kelimelerin Sihirbazi
 
Geri
Top