Silahdar Karavezir Seyyid Mehmed Paşa
Kırşehir vilâyetinin Arabsun kazasından olup (yeni adı Gülşehir, hâlen Nevşehir'e bağlı ilçe merkezi) 1148 H.- (Karayezir) 1735 M.'de doğmuş ve 1160 H. - 1747 M.'de on iki yaşında İstanbul'a gelerek aşçıbaşı diye şöhreti olan Surre emini Süleyman Ağa dayısı olduğundan kendisini sarayda helvahaneye kaydettirmiştir.
Bu gencin yetişmesini arzu eden Süleyman ağa, yeğeninin terbiye ve tahsilini samimî dostlarından olup yeniçeri ocağının elli altıncı cemaati zabitlerinden Hacı Odabaşı'ya havale ettiğinden, Seyyid Mehmet beş sene kadar Hacı Odabaşı'nın nezareti altında okuyup yazmış ve bir müddet dayısının hizmetinde bulunmuş ve dayısının vefatı üzerine teberdaran-ı hassa denilen zülüflü baltacılar ocağına kaydedilmiştir (1173 H. -1759 M.).
Seyyid Mehmet, filhakika merakla okumuş, kitabete ehemmiyet vermiş, ocağında da bunu bırakmıyarak tahsilini ilerletmiş ve bu sayede 1175 Cemaziyelâhır başında (1761 Aralık) enderunda hazine odasına alınıp kitabetteki vukufuna mebni aynı sene 13 Şaban (9 Mart 1762) hazine odası ikinci yazıcılığı verilmiştir.
Bu sırada Seyyid Mehmet Efendi'nin biraderi Helvacı Mustafa Ağa veliahd Abdülhamid'in kahveci başılığında bulunduğundan, veliahdın bütün işleri bunun vasıtasiyle yapılmak suretiyle daha o tarihlerde I. Abdülhamit'e intisab etmiştir.
I. Abdülhamit hükümdar olunca, Seyyid Mehmet Efendi 8 Zilhicce 1187 - 20 Şubat 1774 te hasodaya nakledilerek mabeyinci ve yirmi bir gün sonra hazine kethüdası ve 3 Muharrem 1189 - 4 Mart 1775 de de pâdişâhın silâhdarı oldu.
Çok zeki, anlayışlı ve cidden değerli bir zat olan Seyyid Mehmet Efendi, pâdişâhın büyük teveccühünden istifade ile iyice hulul ederek sarayda kendisine rakib olabilecekleri birer suretle uzaklaştırdığı gibi, sadrâzam azil ve tâyinlerinde de müessir oldu; istediğini sadaret mevkiine getirtecek ve beğenmediğini azlettirecek kadar nüfuz peyda etti.
Kaynarca muahedesinden sonra I. Abdülhamid ıslâhat, yapmak isteyerek sadarete tayin ettiği vezirlere geniş selâhiyet veriyorduysa da bu selâhiyetler hatt-ı hümâyunlarda kalıyor ve sadrâzamlar mevkilerinde tutunabilmek için silâhtar Seyyid Mehmet Efendi ile iyi geçinmeye mecbur olduklarından, kendilerine verilen selâhiyeti kullanamıyorlardı; bununla beraber, muahededen sonra sadrâzam olanlar arasında da ıslâhat işlerini başarmaya muvaffak olacak kabiliyette cesur, değerli vezirler pek yoktu. Sık sık sadrâzam değişmesinin bunun müdahalesiyle vukua geldiği malûm ve gelenlerin de iş görmeden ayrılmasından bunun mesul olduğu her tarafta söylenmekte olduğundan ve İstanbul'da yangınların sık sık vukuu silâhtar aleyhindeki dedikoduyu arttırdığından, artık perde arkasından çıkarak bizzat işleri ele almasına lüzum görülmüştü. Bunun için 9 Şaban 1193-22 Ağustos 1779 da pâdişâh Beşiktaş sarayında bulunduğu sırada Kalafat Mehmet Paşa'dan alınan mühr-i hümâyun kendisine verilmek suretiyle sadrâzam olmuştur.
Bir buçuk sene süren (on sekiz ay on bir gün) sadareti zamanında çalışarak bazı icraat ve faaliyeti görülmüş ise de, kendisinden daha ziyade başarılar beklendiği sırada teverrüm ederek, 25 Safer 1195 - 20 Şubat 1781 de kırk beş yaşında vefat etmiştir. Kabri Bahçekabıpısı'nda Hamidiye türbesi kabristanındadır. I. Abdülhamit kendisini çok sevmiş ve itimad göstermiş, hizmetinden memnun kalmış ve hastalığı esnasında bizzat ziyaretine gelmiştir.
Hâdikatül Vüzera zeyli, fatin, zeki, teferrüde mail, kısa boylu, esmer, çirkin bir zat olduğunu ve evvelce latifeyi ve şakayı sever ve Nasreddin Hoca fıkralarıyla musahabeler yaparken hasodaya naklinden sonra huyunu değiştirerek hiddetli ve düşünmeden iş yaptığını yazmaktadır.
Doğum yeri olan Arabsun'da cami, imaret, mektep, kütüphane ve hamam yaptırmış, şehre su getirtmiş, sekiz çeşme ile bütün tesislerine vakıf tahsis etmiştir. Bundan başka, Arabsun'a etraftaki Sarılar Türkmen aşiretini iskân ettirerek Damat İbrahim Paşa'nın Muşkara'yı Nevşehir yaptığı gibi, bu da köy olan Arabsun'u bir kasaba haline koyarak Gülşehri ismini verdirmiş ve bu yeni ismi vakfiyesine kaydettirmiş ise de, eski ismi yenisine galebe çalarak Arabsun kalmıştır.
İstanbu'da Hızırilyas'tan evvel kuzu kesmek yasağı bunun sadareti zamanında konmuştur. Esmer olmasından dolayı silâhtarlığında Kara silâhtar ve sadaretinde de Karavezir denilmiştir. İstanbul'da vefat eden vezir-i âzamların cenaze namazları Fatih camii'nde kılınmak teamülden iken aynı günde pâdişâhın oğlu Şehzade Mehmet'in de defni münasebetiyle vakit olmamasına ve mesafenin uzaklığı nedeniyle şeyhulislâmın reyi üzerine bunun cenaze namazı Valide Camii'nde (Yeni cami) kılınarak Hamidiye türbesi kabristanına defnedilmiştir.
Kırşehir vilâyetinin Arabsun kazasından olup (yeni adı Gülşehir, hâlen Nevşehir'e bağlı ilçe merkezi) 1148 H.- (Karayezir) 1735 M.'de doğmuş ve 1160 H. - 1747 M.'de on iki yaşında İstanbul'a gelerek aşçıbaşı diye şöhreti olan Surre emini Süleyman Ağa dayısı olduğundan kendisini sarayda helvahaneye kaydettirmiştir.
Bu gencin yetişmesini arzu eden Süleyman ağa, yeğeninin terbiye ve tahsilini samimî dostlarından olup yeniçeri ocağının elli altıncı cemaati zabitlerinden Hacı Odabaşı'ya havale ettiğinden, Seyyid Mehmet beş sene kadar Hacı Odabaşı'nın nezareti altında okuyup yazmış ve bir müddet dayısının hizmetinde bulunmuş ve dayısının vefatı üzerine teberdaran-ı hassa denilen zülüflü baltacılar ocağına kaydedilmiştir (1173 H. -1759 M.).
Seyyid Mehmet, filhakika merakla okumuş, kitabete ehemmiyet vermiş, ocağında da bunu bırakmıyarak tahsilini ilerletmiş ve bu sayede 1175 Cemaziyelâhır başında (1761 Aralık) enderunda hazine odasına alınıp kitabetteki vukufuna mebni aynı sene 13 Şaban (9 Mart 1762) hazine odası ikinci yazıcılığı verilmiştir.
Bu sırada Seyyid Mehmet Efendi'nin biraderi Helvacı Mustafa Ağa veliahd Abdülhamid'in kahveci başılığında bulunduğundan, veliahdın bütün işleri bunun vasıtasiyle yapılmak suretiyle daha o tarihlerde I. Abdülhamit'e intisab etmiştir.
I. Abdülhamit hükümdar olunca, Seyyid Mehmet Efendi 8 Zilhicce 1187 - 20 Şubat 1774 te hasodaya nakledilerek mabeyinci ve yirmi bir gün sonra hazine kethüdası ve 3 Muharrem 1189 - 4 Mart 1775 de de pâdişâhın silâhdarı oldu.
Çok zeki, anlayışlı ve cidden değerli bir zat olan Seyyid Mehmet Efendi, pâdişâhın büyük teveccühünden istifade ile iyice hulul ederek sarayda kendisine rakib olabilecekleri birer suretle uzaklaştırdığı gibi, sadrâzam azil ve tâyinlerinde de müessir oldu; istediğini sadaret mevkiine getirtecek ve beğenmediğini azlettirecek kadar nüfuz peyda etti.
Kaynarca muahedesinden sonra I. Abdülhamid ıslâhat, yapmak isteyerek sadarete tayin ettiği vezirlere geniş selâhiyet veriyorduysa da bu selâhiyetler hatt-ı hümâyunlarda kalıyor ve sadrâzamlar mevkilerinde tutunabilmek için silâhtar Seyyid Mehmet Efendi ile iyi geçinmeye mecbur olduklarından, kendilerine verilen selâhiyeti kullanamıyorlardı; bununla beraber, muahededen sonra sadrâzam olanlar arasında da ıslâhat işlerini başarmaya muvaffak olacak kabiliyette cesur, değerli vezirler pek yoktu. Sık sık sadrâzam değişmesinin bunun müdahalesiyle vukua geldiği malûm ve gelenlerin de iş görmeden ayrılmasından bunun mesul olduğu her tarafta söylenmekte olduğundan ve İstanbul'da yangınların sık sık vukuu silâhtar aleyhindeki dedikoduyu arttırdığından, artık perde arkasından çıkarak bizzat işleri ele almasına lüzum görülmüştü. Bunun için 9 Şaban 1193-22 Ağustos 1779 da pâdişâh Beşiktaş sarayında bulunduğu sırada Kalafat Mehmet Paşa'dan alınan mühr-i hümâyun kendisine verilmek suretiyle sadrâzam olmuştur.
Bir buçuk sene süren (on sekiz ay on bir gün) sadareti zamanında çalışarak bazı icraat ve faaliyeti görülmüş ise de, kendisinden daha ziyade başarılar beklendiği sırada teverrüm ederek, 25 Safer 1195 - 20 Şubat 1781 de kırk beş yaşında vefat etmiştir. Kabri Bahçekabıpısı'nda Hamidiye türbesi kabristanındadır. I. Abdülhamit kendisini çok sevmiş ve itimad göstermiş, hizmetinden memnun kalmış ve hastalığı esnasında bizzat ziyaretine gelmiştir.
Hâdikatül Vüzera zeyli, fatin, zeki, teferrüde mail, kısa boylu, esmer, çirkin bir zat olduğunu ve evvelce latifeyi ve şakayı sever ve Nasreddin Hoca fıkralarıyla musahabeler yaparken hasodaya naklinden sonra huyunu değiştirerek hiddetli ve düşünmeden iş yaptığını yazmaktadır.
Doğum yeri olan Arabsun'da cami, imaret, mektep, kütüphane ve hamam yaptırmış, şehre su getirtmiş, sekiz çeşme ile bütün tesislerine vakıf tahsis etmiştir. Bundan başka, Arabsun'a etraftaki Sarılar Türkmen aşiretini iskân ettirerek Damat İbrahim Paşa'nın Muşkara'yı Nevşehir yaptığı gibi, bu da köy olan Arabsun'u bir kasaba haline koyarak Gülşehri ismini verdirmiş ve bu yeni ismi vakfiyesine kaydettirmiş ise de, eski ismi yenisine galebe çalarak Arabsun kalmıştır.
İstanbu'da Hızırilyas'tan evvel kuzu kesmek yasağı bunun sadareti zamanında konmuştur. Esmer olmasından dolayı silâhtarlığında Kara silâhtar ve sadaretinde de Karavezir denilmiştir. İstanbul'da vefat eden vezir-i âzamların cenaze namazları Fatih camii'nde kılınmak teamülden iken aynı günde pâdişâhın oğlu Şehzade Mehmet'in de defni münasebetiyle vakit olmamasına ve mesafenin uzaklığı nedeniyle şeyhulislâmın reyi üzerine bunun cenaze namazı Valide Camii'nde (Yeni cami) kılınarak Hamidiye türbesi kabristanına defnedilmiştir.