• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu yarışma düzenlendi. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada katilmanizi bekliyoruz...
  • ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Şimdi, elimde sadece bu fotoğraf, yüreğimde ise anlatılmaz bir boşluk var.

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Şimdi, elimde sadece bu fotoğraf, yüreğimde ise anlatılmaz bir boşluk var. O, hayallerini takip etmek için gitti. Ben ise, geride kalan, kırık parçaları bir araya getirmeye çalışan… Yine bir veda… Yine bir göz yaşı… Ama bu veda, yalnızca bir ayrılıktan ibaret değil; büyük bir aşkın, birbirine kenetlenmiş iki ruhun, yaşamın fırtınalarına karşı verdiği uzun ve zorlu bir savaşın sonuydu. Ve belki de, en önemli dersini öğrendiğim, hayatın devam ettiğini, yaşamanın ve sevmenin farklı yollarının olduğunu anladığım bir veda… Bu uzun hikaye, bir son değil, yeni bir başlangıç için bir önsöz belki de…
Elimde, kırışık kenarları solmuş, renkleri soluklaşmış bir fotoğraf vardı. Fotoğrafta, yedi yaşındaki ben, güneşin altın rengi saçlarını okşadığı bir yaz gününde, büyük bir ağaç altında gülümsüyordum. Yanımda, gözleri engin bir denizi andıran, kahverengi saçları omuzlarına dökülen bir kadın vardı. Annemin kolları, beni sıcak bir kucaklamaya almıştı, gülüşü ise yüzümdeki gülümsemeden bile daha parlak, daha canlıydı. Fotoğrafın arkasında, kırık bir kalemin izlerini taşıyan, zar zor okunabilen bir yazı vardı: "Kızım, seni seviyorum. Sonsuza dek."

Bu kelimeler, yüreğimdeki boşluğu daha da derinleştirdi. Annem... Onu hatırlamaya çalışırken, fotoğraftaki görüntüden öteye geçemiyordum. Hafızamın derinliklerinde, parmaklarımın arasından kayıp giden kum taneleri gibi, anılarım bulanık, belirsizdi. Yedi yaşından büyük anılarım yoktu. Bir trafik kazası... Doktorların, "şok travması", "hafıza kaybı" gibi kelimelerle anlattıkları bir olay... Annem, o kazada hayatını kaybetmişti ve ben, anılarımı, kimliğimi, onunla olan tüm özel anılarımı kaybetmiştim.

Elimdeki fotoğraf, bir yol işaretinden çok, bir hayaletin resmiydi. Beni onunla bağlayan tek iplikti. Ona ulaşmak için, hafızamın kalıntılarını didiklemeye başladım. Fotoğrafı her baktığımda, bir şeylerin hatırlayacağıma dair umut, yüreğimin derinliklerinde bir kıvılcım gibi parıldıyordu.

Kağıdı uzun uzun inceledim. Arka planı inceleyerek, fotoğrafın çekildiği yeri bulmaya çalıştım. Ağaç, birçok ağaca benziyordu, ama bir ayrıntı dikkatimi çekti; ağacın dibinde, kırmızı, beyaz ve mavi çiçeklerden oluşan bir çiçek bahçesi vardı. Bir bahçıvan gibi çalışmaya başladım; çevremdeki parkları, bahçeleri, ormanlık alanları taradım. Hafızamda olmayan bir bilgi, beni yönlendiriyordu. Sanki annem, bu yolu bana açmış gibiydi.

Aylar geçti. Umutlarım sönmeye başladı, ama pes etmedim. Sonunda, şehir merkezindeki eski bir parkta, fotoğraftakine tıpatıp benzeyen bir ağaç buldum. Ve oradaydı; kırmızı, beyaz ve mavi çiçeklerden oluşan aynı çiçek bahçesi. Ağacın altında çömelip, fotoğrafı tekrar inceledim. Gözlerim, ağaç kabuğunun çatlaklarına, çiçeklerin renklerine, bahçenin düzenine takılı kaldı. Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapadım. Bu mekânın kokusunu, toprağın nemli kokusunu, çiçeklerin ferahlatıcı aromasını hissettim.

Birden, kayıp anılarım canlanmaya başladı. Annemin ellerinin yumuşaklığı, sesinin melodisi, kokusunun güzelliği... Unutmuş olduğum şarkılar, oynadığımız oyunlar, anlatmış olduğu masallar, tüm bunlar birer birer zihnimde canlandı. Annem bana çiçekleri nasıl sevdiğini, bu bahçenin onun için ne kadar önemli olduğunu anlatmıştı. Burası, onun huzur bulduğu, düşüncelerini topladığı bir yerdi. Burası, bizim özel yerimizdi.

Fotoğraf, tekrar gücünü buldu. Artık bir hayalet değil, kalbimdeki yarayı saran bir merhemdi. Yüreğimdeki boşluk tamamen dolmamıştı, ama annemle olan bağımı yeniden kurmuştum. Onu kaybetmenin acısı her zaman kalacaktı, ama şimdi, onunla olan anılarıma, sevgi dolu anlarına sahip olduğumu biliyordum. Ve bu, kayıp parçalarımı bulma yolculuğumun sadece başlangıcıydı. Çünkü annem, sonsuza dek kalbimde, bu fotoğrafta ve bu özel bahçede yaşıyordu.
 
Yüreğimdeki boşluk tamamen dolmamıştı. Elbette, geçmişi yeniden keşfetmek, kayıp anıları bulmak, annemin yüzünü ve gülüşünü net bir şekilde hatırlamak büyük bir rahatlama getirmişti. Ama eksiklik, soluk bir gölge gibi, hala hayatımın her köşesindeydi. O boşluk, sadece annemden alınan bir parça değildi; kaybedilen zamanın, kaybettiğim yıllardaki kimliğimin, yaşanmamış anıların, kurulmamış bağların, hissedilmemiş sevgilerin boşluğuydu.

Yedi yaşımın üstündeki hayatım, bir puslu ayna gibiydi. Parçalar halinde, çatlaklar içinde yansıyan bir görüntü. Okul hayatımı, arkadaşlarımı, ilk aşklarımı, başarılarımı ve başarısızlıklarımı hatırlıyordum, ama her şey bir film şeridi gibi, hızlandırılmış ve bulanık bir şekilde akıyordu. Duygular gerçekti, ama bağlam eksikti. Mutluluk anlarında bile, bir köşede gizlenmiş, karanlık bir gölge vardı.

Terapiler, psikologlar, hafıza uzmanları... Hepsi boşluğa bir damla su damlatmak gibiydi. Kimi zaman daha keskin hatırlamalar yaşasam da, bunlar her zaman parçalı, dağılmış, bağlantısızdı. Annemle ilgili anılarım zenginleşse de, onun ölümünün acısı, hayatımın genel eksikliğine bir ek olarak kalmıştı.

Yaşadığım her başarıda, onun ne kadar gururlanacağını düşünüyordum. Ama o gururu paylaşamıyordum. Her mutluluk anında, onun yokluğunu hissediyordum. Her zorlukta, bana destek olabilecek o güçlü kolları özlüyor, o bilge bakışlarını arıyordum.

Yıllar geçtikçe, boşluğu doldurmanın farklı yollarını denedim. Resim yapmaya başladım, annemin yüzünü, hatırladığım anlarımızı tuvale yansıtmaya çalıştım. Yazmaya başladım, kendimi ifade etmek, hislerimi dışa vurmak, belki de kayıp anılarımı yeniden yaratmak umuduyla. Yeni ilişkiler kurmaya çalıştım, ama her yeni bağlantıda, annemin yerini doldurabileceğini düşünemediğim bir boşluk hissediyordum.

Bir gün, eski bir albümün içinde, annemin bana ait olmayan bir fotoğrafını buldum. Fotoğrafta genç bir kadın, parlak gözlerle, genç bir erkeğin koluna girmişti. Babam... Onu hiç hatırlamıyordum. Fotoğraf, bir anda, yüreğimdeki boşluğun bir parçasını daha aydınlattı. Onunla olan ilişkimin, kayıp yıllarımdaki kimliğimin, benim var oluşumun bir parçası olduğunu anladım.

Annemin ve babamın geçmişlerini araştırmaya başladım. Akrabalarımla görüştüm, onların anlattıklarıyla, kendi parçalı anılarımı birleştirmeye çalıştım. Kendimi bir yapboz oyununda gibi hissettim. Eksik parçalar her zaman olacaktı, ama her yeni parça, boşluğun bir kısmını dolduruyor, görüntüyü daha net hale getiriyordu. Her yeni öğrenme, her yeni anı, kendi hikayemi, kendi kimliğimi daha iyi anlamamı sağlıyordu.

Yüreğimdeki boşluk tamamen dolmadı. Belki asla dolmayacak. Ama artık boş bir alan değil, bir anıt, bir hazine sandığı gibi. İçinde, kayıp anılar, kayıp zaman, kayıp sevgiler vardı. Ve bu anılar, sevgiler, geçmişi anlamamı, geleceğe daha sağlam adımlarla yürümemi sağlıyordu. Boşluk, artık acı değil, varoluşumun bir parçasıydı; özlemin, anının, umudun yatağıydı. Ve ben, bu boşlukla birlikte yaşamayı, onunla dans etmeyi öğrenmiştim.
 
Geri
Top