SİNESTEZİ: RENKLERİ DUYMAK,ŞEKİLLERİ TATMAK
Uyandıkları her sabah kendine has ve değişik. Basitçe gazete okurken bile okudukları her bir kelimede gözlerinin önünde bambaşka renkler parlıyor. Beethoven'ın konçertolarından birini dinlemek onlar için bir havai fişek gösterisine dönüşüyor. Kapı çaldığında çevrelerinde farklı büyüklükte üçgenler görüp, gökkuşağına baktıklarında çeşit çeşit sesler duyuyorlar. İşte tüm bunlar sanrılar gören birinin değil, sinestezi hastalığına sahip bireylerin yaşadıkları.
Jane Mackay'in "Tchaikovsky'nin 1. Piyano Konçertosu" isimli bu tablosunda görme ve duyma arasında bir köprü kurularak sinestezik bir algı yaratılmaya çalışılmış.
Sinestezi Yunanca kökenli bir kelime olup birleşik duyu anlamına geliyor. Sinestezi hastalarında herhangi bir duyunun uyarımı otomatik olarak başka bir duyu algısını tetikliyor. Daha açık bir deyişle, renkleri duyup, şekilleri tadıp, sesleri koklayabiliyorlar. İki çeşit sinestezi bulunuyor: Sonradan kazanılan ve nedeni çözülemeyen sinestezi. Sonradan kazanılan sinestezi başka bir hastalığın varlığında ortaya çıkıyor. Örneğin, epilepsi hastalarında bu tür duyular (koklama, görme, işitme, duyma, dokunma) arası geçişler de gözlenebiliyor. Nedeni henüz çözülemeyen sinesteziyse her 25.000 kişiden birinde görülen, ender bir durum. Kafadan alınan darbeler, bir takım kimyasalların kullanımı ya da beyindeki orta temporal lobun hasarı da geçici sinestezik durumlara neden olabiliyor. Her ne kadar sinestezi hastalarının deneyimleri farklı duyular içerdiğinden çeşitlilik gösterse de Yale Üniversitesi'nde profesör olan Lawrence Marks bu hastaların çocukluk ve yetişkinlik dönemlerinde sergiledikleri davranışların benzer olduğuna dikkat çekiyor. Birçok çocuğun ceza alma korkusuyla durumunu saklamaya çalıştığını, ancak yetişkinlikte doktorlarca bu duruma bir ad konulduğunda kendilerini daha iyi anlayabildiklerine vurgu yapıyor. Sinesteziye yatkın belli bir insan tipi yok. Ancak eldeki takım istatistiksel verilere göre kadınlar erkeklere oranla bu hastalığa daha yatkın. Hastalığın kadınlarda daha sık görülüyor oluşu hastalık geninin X cinsiyet kromozomu üzerinde taşınıyor olabileceği olasılığını doğuruyor. Nitekim sinestezinin babadan kıza, anneden oğula ve anneden kıza geçtiği durumlara örnekler çokken, bugüne kadar hiç babadan oğula geçtiği gözlenmemiş.
Bazı sinestezi hastaları uzamsal alandaki bazı yerleri belli sayılarla özdeşik olarak
algılıyorlar. Örneğin, sol taraflarını 50 sayısıyla algılıyorken, sağ taraflarını 70 sayısıyla algılıyorlar.
Sinestezi hastalarının uzamsal ve matematiksel zekâlarının düşük oluşu hastalığın beynin sol yarım küresiyle ilişkili olabileceğini düşündürüyor. Yapılan beyin görüntüleme çalışmalarıysa sinestezik hastalarda limbik korteks ve hipokampüsün normal bireylere göre daha etkin olduğunu ortaya koyuyor. Her ne kadar araştırmacılar sinestezi hakkında henüz aydınlatılmamış gerçekleri açığa çıkarmaya çalışıyor olsa da, birçok sinestezi hastası özel durumunu bir tür hediye gibi görerek sanatsal alanlarda başarının kapılarını zorluyor. Öyle ki dünyanın saygın heykeltıraş, müzisyen, ressam ve şairleri arasında da bu hastalıkla yaşamış pek çok örnek bulunuyor. Bunlardan biri olan ünlü Fransız şairi Arthur Rimbaud'nun hastalığını ilk olarak çocukluğunda kitaplardaki harflere bakarken nasıl da renkler gördüğünü fark ettiğinde anladığı söyleniyor. Benzer şekilde ünlü roman yazarı Vladimir Nabokov, klasik müzik bestekârı Scriabin, ressam Kandinsky'nin de sinestezik deneyimler yaşadığı biliniyor. Sinir bilim ve psikolojideki tüm gelişmelere rağmen, bugün, sinestezi halen nörolojik bir hastalık olarak gizemini koruyor. Araştırmacılar, bu hastalığın gizemi çözüldüğünde sinir sistemi ve algı arasındaki ilişkinin ortaya çıkarılmasında da büyük bir adım atılmış olacağını söylüyorlar.
Kaynaklar: Yale Scientific Magazine
ACIYOR... ACIMIYOR...
Acı algımız papatya falından hallice sanki! Aynı acı bizim için dayanılmazken arkadaşımız için hafif olarak nitelendirilebiliyor. Haydi bunun için bireysel farklılık diyelim. Ya kendimiz? Bazen hissetmediğimiz bir acı başka bir zaman bize çığlıklar attırabiliyor. Bu deneyimler bizlere acıya dair sinir sistemi ve beynimizin otomatik olarak uyaran-yanıt ilişkisi içerisinde çalışmadığını gösteriyor. Öyle ki duyusal ileti sonrası bir yerlerde bilişsel işleyişlerimiz devreye girerek acıyı hangi şiddette algılayacağımıza yön veriyor. Kimi araştırmacılar acıyı hissedebilmemiz için acı veren uyarana dikkatimizi odaklamamız ya da onu duygusal bir şekilde yorumlamamız gerektiğini söylüyorlar. Dikkatimiz acıya yönelmediği sürece hissin bilinç seviyemize ulaşmayacağını iddia ediyorlar. Kişilerin normal durumlara nazaran dikkatlerini acıya daha az yönelttikleri bazı durumlardan verilen örnekler bu varsayımı destekliyor. Örneğin, bir atletizm şampiyonasında bir sporcu koşu sırasında sakatlansa bile acısı yarıştan sonra çıkabiliyor. Koşucu sakat şekilde dereceye bile girebiliyor. Genellikle acı dikkatimizi kendine çekerek önemli bir işlevi yerine getirmiş oluyor. Mikrop kapan bir yara sızlıyor ki yarayı sürekli temiz tutup ona dikkat edelim. Ya da bir baş ağrısı günlerdir düşen bedenimizin uykuya ihtiyacı olduğunu haber verebiliyor. Böylece acıyı hafifletebilmek adına aslında bedenimizin ihtiyaçlarına yanıt vermiş oluyoruz. Evrimden güç alan bu fikirden hareketle beynimizi farklı düşüncelere odaklayarak acımızı hafifleteceğimizi hatta onu hiç hissetmeyebileceğimizi bile varsayabiliriz. Peki bu varsayım doğru olur mu? Dikkatimizin sınırlı olduğunu ve aynı zamanda pek çok şeye birden odaklanamayacağımızı biliyoruz. Öyleyse dikkatimizi gerçekten de tek bir düşünce ya da uğraşta toplayabilirsek o sırada hissettiğimiz acı algısından da kurtulabileceğimizi ön görebiliriz. Ancak dikkatimizi yalnızca tek bir noktada toplayabilmek hiç de kolay değil. Bunu küçük bir deneyle sınayabiliriz: Bir şeye konsantre olmaya çalışırken bir arkadaşımızdan da ismimizi söylemesini isteyelim. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım ismimizi duyar duymaz irkildiğimizi göreceğiz.
Alanda yapılan araştırmalar beynimizin prefrontal korteks bölgesinin dikkatle ilişkili olduğunu ortaya koyuyor.
Alanda yapılan araştırmalar beynimizin prefrontal korteks bölgesinin dikkatle ilişkili olduğunu ortaya koyuyor. Acıya dikkatimizi verdiğimiz sırada prefrontal korteksin dorsolateral bölgesi aktive oluyorken, başka bir uğraş nedeniyle odağımızı acıdan uzaklaştırdığımızda orbitofrontal bölge aktive oluyor. İlginç olarak prefrontal korteks sıçan ve kedilerde orta beyin bölgesinin acı uyaranına verdiği yanıtı azaltıyor. Araştırmacılar bu bulgulardan hareketle en azından sıçanlarda acı algısı sırasında prefrontal korteks ve orta beyni içine katan bir mekanizmadan söz edilebileceğini söylüyorlar. Prefrontal korteks acı duyumundan sorumlu orta beynin etkinliğini azaltabildiğinden bu bölgenin acımızı bilinçli olarak kontrol edebilmemizden de sorumlu tutulabileceği düşünülüyor.
Kaynaklar:Mind Over...Mind? How Attention Modulates Pain
Düzenleyen yönetici: