Sinop Antik Kentleri (Karadeniz Bölgesi)
Sinuwa, Sinope (Sinop) Antik Kenti
Sinuwa’nın (Sinope) hangi tarihte kurulduğu bilinmemekle birlikte, Hititler döneminde, Karadeniz kıyılarının en önemli kentidir.
Prof.Dr. Bilge Umar’a göre Sinuwa sözcüğü ilk kez Hitit tabletlerinde görülmüş, bu sözcüğün Helen dilinde kullanılan eklerle Sinuwa’ya dönüştürülmüştür. Sinuwa “güzel-balıklık” anlamında bir sözcüktür.
Anadolu’nun Paphlagonia Bölgesinde, Karadeniz kıyılarındaki Sinope kentinin ismi Helenler tarafından kullanılmıştır. Bu sözcüğün aslında Sinuwa’dan geldiğini Prof. Dr.Bilge Umar ileri sürmektedir. Karadeniz’in Türk döneminde bu sözcüğün sonundaki “e” harfi atılmış ve Sinop’a dönüşmüştür.
Sinope ismi ile ilgili bir de mitolojik öykü bulunmaktadır. Buna göre; Sinope; Irmak Tanrısı Osopos'un güzeller güzeli kızıymış. Mutlu bir hayatı varmış. Bir gün Tanrılar Tanrısı Zeus kendisini görmüş ve o anda aşık olmuş. Çünkü Sinope, Zeus'un bile başını döndürecek bir güzellikteymiş. Zeus’un Eli ayağı, dili dudağı dolaşmış. Sinope'ye aşkına karşılık her istediğini yapacağını söylemiş. Korku içindeki genç kız, kendisine dokunmamasını, bakire kalmak istediğini söylemiş. Zeus da sözüne sadık kalmış ve Sinope'yi alıp en sevdiği yerlerden olan Karadeniz'in cennete benzeyen (bugünkü Sinop’un olduğu yer) yemyeşil kıyılarına bırakmış.
Sinop’ta Demirciköy, Kocagöz ve Maltepe Höyüklerinde, 1951-1954 yılları arasında Prof. Ekrem Akurgal, Prof. Afif Erzen ve Münster Üniversitesinden Ludwıg Budde tarafından yapılan kazı ve yüzey araştırmalarında ele geçen buluntular, yörenin İlk Tunç Çağında (MÖ.3500-2000) yerleşime açıldığını göstermektedir. 1980 'li yılların sonuna kadar Sinop 'un tarih öncesi denildiğinde ilk akla gelen ilk Tunç Çağına ait buluntularla karşılaşılan Demirciköy Kocagöz höyük idi. Ancak Müze Müdürlüğü 'nün 1987 yılında başlattığı, 1988-1989 ve 1990 yıllarında da devam eden yüzey araştırmaları Sinop 'un tarih öncesi bilinmeyen yönlerini önemli ölçüde aydınlatmıştır.
Anadolu’nun en kuzey noktası olarak bilinen İnce Burundaki fenerin batı kesimlerinde kıyının hemen yamaçlarında ele geçen, kesici, yan kazıyıcı, omurgalı kazıyıcı ve yonga parçaları diye adlandırılan taş aletler Üst Paleolitik Çağa (M.Ö. 30.000-10.000) tarihlenmektedir. Müze Müdürlüğünce yürütülen yüzey araştırmasında 44 adet höyük tespit edilmiştir. Bu höyüklerde ele geçen buluntulara göre, özellikle sahil şeridine yakın nehir ağızlarında ve nehir vadileri boyunca Kalkolitik Çağ ’dan (M.Ö. 5.500-3200) itibaren yerleşildiğini ve Tunç Çağı boyunca (M.Ö. 3200-1200) yerleşime sahne olduğu görülmektedir.
Yapılan yüzey araştırması, bölgede M.Ö. XVIII. Yüzyıl ile M.Ö. VIII. Yüzyıl arasında yerleşim izine rastlanmadığını bu dönemin Sinop için karanlık bir dönem olduğunu ortaya koymuştur. Hitit metinlerinde adı geçen Kaşkaların bölgede yaşayıp yaşamadıklarını gösteren arkeolojik bir bölge henüz saptanabilmiş değildir. Araştırmanın ortaya koyduğu bir gerçek de Sinop’ta İlk Tunç yerleşimlerinin büyük bir yangın sonucunda terk edildiği ve bu dönemden itibaren M.Ö.VIII.yüzyıla kadar karanlık bir dönemin başladığıdır.
Hititler döneminde, Karadeniz kıyılarının en önemli kentidir. O dönemde, Anadolu’nun doğu-batı ekseni arasında ulaşımı sağlayan ana yol, Hattuşaş’tan geçip Ephesos’da denize ulaşıyordu. Sinuwa’nın o çağda gelişebilmesi de yalnız, Hattuşaş’ı Karadeniz’e bağlayan yolun ucunda olmasından kaynaklanıyordu.
MÖ. 756 yılında Milet’ten ayrılan ve kendilerine yeni bir şehir kurmak isteyen Miletoslu göçmenler buraya gelerek bugünkü Sinop’un ilk temelini atmışlar ve bu şehre Sinope adını vermişlerdir. Antik Çağın ünlü düşünürlerinden Diogenes’in (Diojen) Sinop’ta doğmuş olması da kentin önemini arttırmıştır.
Sinop ve civarına yayılan Lydia ve Kimmer egemenliğinden sonra Sinop’a ikinci bir kolonizasyon hareketi yapılmıştır. MÖ.630’da Lydialıların 546’da Persler tarafından yıkılmasına kadar süren dönemde Sinop tarihi karanlıktır. Perslerin Karadeniz kıyılarındaki şehirleri nasıl idare ettikleri kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber, varlıklarını koruyan bu şehirlerin Perslerin atadıkları Tiranlara vergi ödedikleri sanılmaktadır. Sinop bu dönemde önce Kapadokia Satraplığı, daha sonra da Pontus Kapadokiası sınırları içerisinde kalmıştır. MÖ.V.yüzyılda Sinop yöresi Perikles yönetimine bağlanmıştır.
Büyük İskender’in Persleri 334 ve 332’de yenmesinden sonra yöre Makedonyalıların egemenliği altına girmiştir. İskender’in ölümünden sonra Seleukosların yönetimine giren yöre, MÖ.III.yüzyılda Pontus Krallığının hakimiyetine girmiştir. MÖ.I.yüzyılda Karadeniz kıyılarının büyük bir bölümü ile birlikte Sinop’a da Romalılar hakim olmuştur. İmparator Cesar zamanında şehre maddi yardımlarda bulunulmuş ve kentin daha gelişip büyümesi sağlanmıştır.
Bizans dönemi konusunda tarihler Sinop’la ilgili yeterli bilgi vermemektedir. Bununla beraber, Genç Pliny’nin Trajan’a yazdığı bir mektuptan Sinop’ta çok sayıda Hıristiyan’ın yaşadığı anlaşılmaktadır. İdari olarak Armeniakon ve Pontus Themalarında dinsel olarak da Hellenpotos Metropolitliğine bağlı olarak gösterilen Sinop’ta günümüzde harabeleri bulunan Balatlar Manastır Kilisesi’nin VI. Yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Bizans döneminde askeri önem kazanan Sinop’un kale içine çekildiği ve tarih boyunca gelişmiş bulunan ticaret ve kültürünün dinsel bazı olaylar nedeniyle gerilediği sanılmaktadır. Iustinianus zamanında Sinop’un kaleler, su yolları, köprüler ve kiliselerle geliştirildiği ancak, kısa süre sonra ortaya çıkan Arap istilaları bu gelişmeyi engellemiştir. İstanbul’un Latinler istila edilmesinden sonra I. Andronikos’un torunlarından Komnenoslu Aleksios ve David yönetiminde Karadeniz’in güneydoğu kıyısında Trabzon Rum Devleti kurulmuştur.
Serapis Mabedi
Bugün Sinop Müzesi’nin bahçesinde kalıntıları yer alan mabet, 1951 yılında bölgede yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Güneyinde altarı olan dikdörtgen planlı bir mabettir.
Kazı sırasında pişmiş toprak malzeme, mimari parçaları ve sırasıyla Serapis, Dionysos, Herakles, İsis ve Kore figürleri bulunmuştur. Mabedin hangi tanrı için yapıldığı bilinmemekle birlikte bir yazıta göre bu mabedin Serapis'e ait olduğu sanılmaktadır.
Sinop Kalesi
Sinop’un, Yalı ve Kefevi Mahallerini kuşatan, İç ve Dış limanları arasında bulunan kalenin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Bazı kaynaklar kalenin yapımını Hititlere kadar indiriyorsa da bu durum kesinlik kazanamamıştır. M.Ö 72 yılında da Pontus Kralı IV. Mithridates Sinop’ta mabet, tiyatro, gimnasium ve saray yaptırmış, şehrin çevresini de surlarla çevirmiştir. Bunları izleyen dönemlerde kale Selçuklular (1215-1218), İsfendiyaroğulları (1434) ve Osmanlılar tarafından da 1451’de onarılmış ve eklerle genişletilmiştir. Bu döneme ait h.612 (1215), h.615 (1218),h.838 (1434) ve h.855 (1451) tarihli onarım kitabeleri kalede bulunmaktadır. Bu kitabelerde surları yaptıran kumandanların isimleri yazılıdır. Selçuklular limanı kontrol amacıyla kaleye bir iç kale eklemişler, burç ve kulelerle de daha güçlendirmişlerdir. Moloz taş, kesme taş ve tuğla taşlar harç güçlendirilmiş ve sur duvarları ile iç kale yapılmıştır. Kalenin burçlarını Selçuklu Sultanı I.İzzettin Keykavus 1215-1218 yıllarında yaptırmıştır.
Sinop’un güneyinde, iç limana bakan kale deniz kıyısında birbiri içerisine geçmiş olarak iki bölümden meydana gelmiştir. Kaynaklardan kalenin dört kapısı olduğu öğrenilmektedir. Ancak Evliya Çelebi bu kapıların isimlerini belirtmiş ve onlara iki kapı daha eklemiştir. Bunlar Kum Kapısı, Meydan Kapısı, Tersane kapısı, Yeniçeri Kapısı, Dabağhane Kapısı ve Lonca Kapısıdır. Ayrıca Dış kalede bir de Deniz kapısı bulunuyordu. Bu kapıların her biri ikişer kanatlı demir kapılardır.
Sinop Kalesinin bugünkü durumuna göre, dış kalenin uzunluğu kuzeyde 800 m, doğuda 500 m. güneyde 400 m. batıda 270 m.dir. Sur duvarlarının kalınlığı 3 m.yi bulmaktadır. Güneydeki iç kale ise 9.500 m2. lik bir alana yayılmıştır. Kuzeydeki iç kale ise 16875 m2 dir.
Kuzeydeki İç Kale Sinop’un batısında olup, güneyi ile kuzeyi denize karşıdır. On bir burçla desteklenen İç Kalenin duvarlarında antik çağlara ait mimari parçalardan, sütunlardan, sütun başlıklarından, metoplardan yararlanılmıştır. Buradaki surların yüksekliği 18-22 m. arasında değişmektedir. Duvar kalınlıkları 3 m. bulmaktadır. Ayrıca bu bölümde kaleyi bir uçtan diğer uca kadar uzanan gezinti yoluna da yer verilmiştir. Selçuklular Sinop’u ele geçirdikten sonra önüne uzun bir sur duvarı eklemişlerdir. Buradaki duvarlar yapılırken şehirdeki antik çağlara ait yapıların taşlarından yararlanmışlardır. İç Kale savunmanın depo ve cephaneliği niteliğinde idi. İçerisinde İbrahim Bey Camisi vardı. Sonraki yıllarda bu cami ile birlikte depolar yıktırılmış, içerisinden bir yol geçirilmiştir. İç Kale kuzey ve güneyde iç içe iki bölümden meydana gelmiştir. Güney bölümü diğerine göre daha alçak olduğundan sonraki yıllarda burası hapishane olarak kullanılmıştır.
İç Kaleye yol geçirilmeden önce dehlizli büyük bir kapıdan girilirdi. Büyük olasılıkla bu kapı Evliye Çelebi’nin Lonca Kapısı dediği kapıdır. Lonca kapısı üzerinde 0.70x1.00 m. ölçüsünde Selçuklu nesihi ile yazılmış bir kitabe vardır. Bu kitabeleri M. Şakir Ülkütaşır okumuş ve yayınlamıştır.
Kitabe:
“Bu burç Allahın rahmetine kavuşan Halepli Ketenci oğlu Ebu Ali’nin yaptığı iştendir.”
Bu kitabeden başka İç Kale’nin doğusunda eski hapishane burcunda 0.40x0.55 m. ölçüsünde Selçuklu nesihi ile yazılmış bir başka kitabe daha bulunmaktadır.
Kitabe:
“Galebe çalıcı sultan, dünyanın ve dini şerefi Keyhüsrev oğlu Keykavus zamanında, yüce Tanrı’nın tevfikiyle bu burcu, zayıf kul, Yüce tanrının esirgemesine muhtaç, korunası Nakiyte (Niğde) ile dolaylarının sahibi Zeynüddin Beşare Elgalibi 612 (1215) yılında yaptırdı.”
Buradaki burcun güneyinde 0.80x1.10 m. ölçüsünde Farsça bir kitabe bulunmaktadır.
Kitabe:
“ Galebe çalıcı Sultan, dünyanın ve dinin şerefi, fatihler babası, müminlerin emiri olan zatın ulağı Keyhüsrev oğlu Keykavus’un zamanında yüce Tanrının tevfikiyle bu burç ile kale bedenini, Ulu tanrının rahmetine muhtaç Simre Beyi Bedrüddin Ebubekir 612 (1215) yılı Rebiülahirinde yaptırdı. Bu kitabeyi Kayserili Yavaş yazdı.”
Burcun solunda da Selçuklu Nesihi ile yazılmış 0.80x10.00 m. ölçüsünde bir kitabe bulunmaktadır. Bunun altında ise Grekçe yazılı bir kitabe daha görülmektedir.
Kitabe:
“Galebe çalıcı ulu sultan, dünyanın ve dinin şerefi, Halifenin burhanı fatihler babası Keyhüsrev oğlu Keykavus zamanında ve onun izniyle bu burcu ve kale bedenini, zayıf kul, Yüce Tanrının rahmetine muhtaç ve Kayseri dolayları sübaşısı Bahaüddin Kutluğca 612 (1215) yaptırdı.”
İkinci burcun üzerinde yine Selçuklu nesihi ile yazılmış kitabeler bulunmaktadır:
“Yoktur tapacak, çalaptır ancak, tekdir O; yoktur, ortağı; Muhammettir yalavacı. Tanrının öğüşü ona.”
“Bunu yapan Kayserili mimar Artuğ oğlu Mübarizüddin Mes’ud’dur. Yazıyı Necmeddin Yavaş 612 yılı Rebülevvelinin ikinci gününde yazdı.”
İç Kale’nin batı yüzünde burcun üzerindeki kitabeler ise Candaroğulları dönemine aittir. Buradaki h.833 (1429) tarihli, 0.75x1.15 m ölçüsündeki kitabede;
“Yüce tanrının yardımına mazhar olmalarıyla bu burcun ve bedeni Yenici Sultan, dünyanın ve dinin şerefi, Fatihler babası müminlerin emirinin Halifenin ulağı Keyhüsrev oğlu Keykavus’un zamanında, Ulu çalabın rahmetine muhtaç Emir İmadeddin Ayas, Celalüddin Kayseri ve Saracüddin Ömer adlı zayıf kullarla Sıvas valileri Kul Yusuf Oğlu İsmailin mütevelliliğiyel 612 yılı Cemaziyelevvelisi tarihinde imar etti.” Yazılıdır.
Kalenin batıdaki ikinci burcunun kuzeye bakan yönünde bir kitabe daha bulunmaktadır:
“Tanrıdan başka tanrı yoktur. Tekdir O; ortağı yoktur onun. Muhammet Tanrının yalavacıdır. Bu burçlarla bedenleri ve üç köprüyü zalıf kul, Çalahın rahmetine muhtaç Mübarizüddevle ved-din Kaymaz oğlu Behram Şahta Amasya Beyleri, Tanrının yardımı rastlamakla, Yüce yenici Sultan, Ulu Şehinşah dünyanın ve dinin değeri, müminlerin emirinin ulağı Keyhüsrev oğlu Keykavus devrinde 612 imar etti.”
İç Kalenin batısındaki sur duvarları üzerinde 0.85x0.85 m. ölçüsünde bir kitabe daha bulunmaktadır:
Kitabe:
“ Galebe çalıcı Sultan, dünyanın ve dinin şerefi, fatihler babası, müminlerin emiri olan zatın ulağı Keyhüsrev oğlu Keykavus’un zamanında Yüce Tanrı’nın tevfikiyle bu kale bedeninin Ulu tanrının rahmetine muhtaç Mihranlı Ali oğlu Mübarizüddin Abdullah 612 yılında yaptırdı.”
Kalenin kuzey yönündeki kitabe:
“Ereğli beyi, Tanrının yardmının rastlamasıyla yenici Sultan Dünyanın ve dinin değeri Keyhüsrev oğlu Keykavus zamanında Honas’la vilayetlerinin yeni, zayıf kul, Yüce tanrının rahmetine muhtaç Esedüddin Ayas Elgalibi 612 yılı Rebülahırında bu kale bedenini onardı. Mimar Sixistos.”
Kalenin güney yüzünde de iki ayrı kitabe vardır:
“Ereğli Beyi, Tanrının yargılamasına muhtaç kul Şücaüddin Ahmet bey bu kale bedenini, yenici Sultan, dünyanın ve dinin değeri Keyhüsrev oğlu Keykavus emriyle 612 yılı Rebiülahir ayında onardı.”
“Tanrı yardımının raslamasiyle Kırşehir ve Aksaray Bey, dinin dayancı, dinin kılıcı, Tanrının rahmetine muhtaç, zayıf kul İldeniz Yenici Sultan, dünyanın değeri Keyhüsrev oğlu Keykavus zamanında 612 Rebiülahiri tarihinde bu kale bedenini onardı.”
Kale surları 10-15 m. yüksekliği arasında değişmektedir. Kalenin doğu surları sağlam bir durumda günümüze gelebilmiştir. İç Kalenin ise batı duvarları yıkılmıştır.
İç Kalenin Sinop’a bakan kapısı üzerindeki kitabede aynı zamanda Alanya Kalesini yapan Mimar Ebu Ali-ül Halebi tarafından tersane ile birlikte kalenin yapıldığı yazılıdır. Kalenin kara kısmına da hendekler kazılmıştır.
Selçuklu döneminde İç kalenin bir bölümü tersaneye dönüştürülmüş ve dönemin en güzel savaş gemileri burada yapılmıştır. Osmanlılar da bunu sürdürmüş ve burada kalyonlar, kadırgalar yapılmıştır.
Güneydeki İç Kale Meşrutiyetten sonra siyasi cezaevi olarak kullanılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra bu hapishanede tutuklulara el sanatları öğreten modern bir cezaevi niteliğini kazanmıştır. Buradaki cezaevi l997 yılında boşaltılmış ve 1999 yılında da Kültür Bakanlığı’na tahsis edilmiştir. Restore edilen cezaevi sosyal etkinlik alanı olarak düşünülmüş, galeriler, konferans ve toplantı salonları, kafeteryalar ile bir kültür yapılar topluluğuna dönüştürülmüştür.