ŞİRİNKENT MASALI
Şehirlerden bir şehirmiş işte.
Şirin mi şirin. İnsanların şirin, çocukların şirin olduğu bir şehir.
Ben diyeyim Şirinkent, siz deyin Şirinyer...
Evlerde insanlar akşam olunca sobaların etrafında veya ocak başında kestane pişirerek, mısır patlatarak birbirlerine hikâyeler, masallar anlatarak geçirirlermiş.
Zaman az gitmiş, uz gitmiş. Günler, aylar, hatta asırlar geçmiş. Şehirde bazı değişiklikler olmuş tabiî; ama değişmeyen şey ocak başı sohbetleriymiş. Çocuklar ninelerinden, dedelerinden masallarını dinler, ondan sonra giderlermiş uyumaya.
İlk önce ocağın üzerinde duvara asılı idare lâmbası tıpış tıpış kalkmış yerinden ve eski eşyaların arasına oturmuş usulca. Eve elektrik gelmiş ve oda pırıl pırıl aydınlanmış akşamleyin.
O günlerde evin baş köşesine bir âlet konmuş. Sadece evin en büyüğü belirli zamanlarda düğmesini çeviriyor ve odayı tanınmadık sesler dolduruyormuş. Haber veriyormuş, türkü söylüyormuş. Radyo, ocakbaşı sohbetlerine engel olmamış yine de.
Bir gün şehrin en kenarındaki evin bacasına bir kuş konmuş. Kimsenin bilmediği bir kuşmuş bu. Herkes bunu hayra yormuş ve kimse dokunmamış kuşa.
O gün akşam olunca evin masalcı ninesi erkenden uyuyuvermiş. Ev sakinleri bunu da hayra yormuş. Nine yatağında uyurken sürekli gülümsüyor, ara sıra bir şeyler anlatıyormuş. Evdeki çocuklar dikkatle dinleyince bunun bir masal olduğunu anlamışlar. "Masalcı ninemiz, bize masalını anlatamadan uyuduğu için rüyasında anlatıyor." diye yorumlamışlar.
Sonraki gün o güzel kuş komşunun çatısına konmuş. Akşam, evdeki masalcı dede erkenden uyuyuvermiş. Ev sakinleri bunu da hayra yormuş. Dede, yatağında uyurken sürekli gülümsüyor, ara sıra bir şeyler anlatıyormuş. Evdeki çocuklar, dikkatle dinleyin ce bunun bir masal olduğunu anlamışlar. "Masalcı dedemiz, bize masalını anlatamadan uyuduğu için rüyasında anlatıyor." diye yorumlamışlar.
O güzel kuş, her gün başka bir evin çatısına konmuş ve aynı şeyler o evde de yaşanmış. Şirinkent'in insanları bu olayı hayra yorduklarından ev dışında birbirine anlatmıyorlarmış.
Ve kuş son eve de konmuş. Şirinkent'in insanları, her gün kuşu takip ediyormuş ve kuşun kendilerini bırakıp gitmesinden korkuyormuş. Bazıları ise kuşun tekrar ilk eve dönebileceğini umuyormuş.
Kuş son evde de sabahlamış.
Sabah herkes aynı vakitte uyanmış.
Her şey eskisi gibi gayet normalmiş.
Güneş, yükselmiş ve insanların kalbini ısıtmaya başlamış.
Şehrin batı tarafındaki girişten bir araba gelmiş ve kuşun ilk konduğu evin önüne yanaşmış.
Büyük bir özenle indirdikleri büyük bir koliyi içeri taşımışlar ve kolinin içinden çıkardıkları şeyi evin baş köşesine yerleştirmişler.
Evdekilerden birisi de çatıya o zamana kadar kimsenin görmediği bir şey yerleştirmiş ve oraya bağladığı kabloyu aşağı sallandırmış.
Kahvaltılarını yapan ev sakinleri heyecanla o şeyin karşısında bekliyorlarmış. Her şey tamamlanınca ekranda bir şeyler görülmeye başlamış ve oturup seyretmişler; hatta o kadar dalmışlar ki, o gün işe bile gitmemişler. Gerçi o gün pazarmış.
Tam o esnada, görüntünün geldiği anda, o güzel kuş acı bir çığlık atmış ve çatıdan havalanıp gitmiş.
O gün akşam olup ocakbaşına toplanan Şirinkentliler birbirlerine masal anlatmamışlar; çünkü akıllarına masal gelmiyormuş. O günün konusu, şehre gelen ve adına televizyon denen kutuymuş. Çocuklar, bir iki mızmız etse de onlara masal anlatan olmamış. O günden sonra Şirinkent, masalı bir daha hatırlayamamış. Zaten o kuş, bütün masalları alıp gitmişmiş.
Şehirlerden bir şehirmiş işte.
Şirin mi şirin. İnsanların şirin, çocukların şirin olduğu bir şehir.
Ben diyeyim Şirinkent, siz deyin Şirinyer...
Evlerde insanlar akşam olunca sobaların etrafında veya ocak başında kestane pişirerek, mısır patlatarak birbirlerine hikâyeler, masallar anlatarak geçirirlermiş.
Zaman az gitmiş, uz gitmiş. Günler, aylar, hatta asırlar geçmiş. Şehirde bazı değişiklikler olmuş tabiî; ama değişmeyen şey ocak başı sohbetleriymiş. Çocuklar ninelerinden, dedelerinden masallarını dinler, ondan sonra giderlermiş uyumaya.
İlk önce ocağın üzerinde duvara asılı idare lâmbası tıpış tıpış kalkmış yerinden ve eski eşyaların arasına oturmuş usulca. Eve elektrik gelmiş ve oda pırıl pırıl aydınlanmış akşamleyin.
O günlerde evin baş köşesine bir âlet konmuş. Sadece evin en büyüğü belirli zamanlarda düğmesini çeviriyor ve odayı tanınmadık sesler dolduruyormuş. Haber veriyormuş, türkü söylüyormuş. Radyo, ocakbaşı sohbetlerine engel olmamış yine de.
Bir gün şehrin en kenarındaki evin bacasına bir kuş konmuş. Kimsenin bilmediği bir kuşmuş bu. Herkes bunu hayra yormuş ve kimse dokunmamış kuşa.
O gün akşam olunca evin masalcı ninesi erkenden uyuyuvermiş. Ev sakinleri bunu da hayra yormuş. Nine yatağında uyurken sürekli gülümsüyor, ara sıra bir şeyler anlatıyormuş. Evdeki çocuklar dikkatle dinleyince bunun bir masal olduğunu anlamışlar. "Masalcı ninemiz, bize masalını anlatamadan uyuduğu için rüyasında anlatıyor." diye yorumlamışlar.
Sonraki gün o güzel kuş komşunun çatısına konmuş. Akşam, evdeki masalcı dede erkenden uyuyuvermiş. Ev sakinleri bunu da hayra yormuş. Dede, yatağında uyurken sürekli gülümsüyor, ara sıra bir şeyler anlatıyormuş. Evdeki çocuklar, dikkatle dinleyin ce bunun bir masal olduğunu anlamışlar. "Masalcı dedemiz, bize masalını anlatamadan uyuduğu için rüyasında anlatıyor." diye yorumlamışlar.
O güzel kuş, her gün başka bir evin çatısına konmuş ve aynı şeyler o evde de yaşanmış. Şirinkent'in insanları bu olayı hayra yorduklarından ev dışında birbirine anlatmıyorlarmış.
Ve kuş son eve de konmuş. Şirinkent'in insanları, her gün kuşu takip ediyormuş ve kuşun kendilerini bırakıp gitmesinden korkuyormuş. Bazıları ise kuşun tekrar ilk eve dönebileceğini umuyormuş.
Kuş son evde de sabahlamış.
Sabah herkes aynı vakitte uyanmış.
Her şey eskisi gibi gayet normalmiş.
Güneş, yükselmiş ve insanların kalbini ısıtmaya başlamış.
Şehrin batı tarafındaki girişten bir araba gelmiş ve kuşun ilk konduğu evin önüne yanaşmış.
Büyük bir özenle indirdikleri büyük bir koliyi içeri taşımışlar ve kolinin içinden çıkardıkları şeyi evin baş köşesine yerleştirmişler.
Evdekilerden birisi de çatıya o zamana kadar kimsenin görmediği bir şey yerleştirmiş ve oraya bağladığı kabloyu aşağı sallandırmış.
Kahvaltılarını yapan ev sakinleri heyecanla o şeyin karşısında bekliyorlarmış. Her şey tamamlanınca ekranda bir şeyler görülmeye başlamış ve oturup seyretmişler; hatta o kadar dalmışlar ki, o gün işe bile gitmemişler. Gerçi o gün pazarmış.
Tam o esnada, görüntünün geldiği anda, o güzel kuş acı bir çığlık atmış ve çatıdan havalanıp gitmiş.
O gün akşam olup ocakbaşına toplanan Şirinkentliler birbirlerine masal anlatmamışlar; çünkü akıllarına masal gelmiyormuş. O günün konusu, şehre gelen ve adına televizyon denen kutuymuş. Çocuklar, bir iki mızmız etse de onlara masal anlatan olmamış. O günden sonra Şirinkent, masalı bir daha hatırlayamamış. Zaten o kuş, bütün masalları alıp gitmişmiş.