Siyasal Bilgelik Edebiyatı Gelenegi
Yönetim sanatı anlamına gelen siyasa veya siyaset terimi, Ortaçag islam dünyasında, farklı yönetme pratiklerine işaret eden pek çok islami metin için kullanılır. islam dünyasında siyaseti konu edinen üç büyük gelenek vardır:
a) Hükümdarlara adil bir yönetim için gerekli oldugu düşünülen ahlaki ögütler vermek amacındaki edebi metinler etrafında biçimlenen siyasal bilgelik edebiyatı;
b) Müslüman hukukçuların ve teologların, temel ilkelerini islam Vahyinden çıkarsadıkları ve hilafet kuramı etrafında şekillenen siyasal teoloji (islam hukukunu ifade eden şeriati (kutsal yasa) temel aldıgı için şeri siyaset de denir); ve
c) Yunan felsefi mirasının etkisi altında şekillenen ve amacı akılsal olarak temellendirilmiş en iyi rejim olan siyasal felsefe.
Söz konusu üç gelenegin yanı sıra, XIV. yüzyıl islam düşünürü ibni Haldun tarafından düşünce dünyasına kazandırılan ve siyasal olguları, ahlak ya da dinle degil, bütünüyle siyasal dinamiklerle açıklayan siyasal bilimi de saymalıyız. Siyasal bilim iyi, kötü, adil vb. gibi degerlerden hareket etmez; tersine yalnızca gerçekleşmiş siyasal olgulardan hareket ederek onların arasındaki nedensel ilişkileri açıklamaya çalışır. Bu da demektir ki siyasetin, herhangi bir ahlaksal ya da dinsel kaygıyla, yani degerler alanıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Siyasal olaylar da tıpkı doga olayları gibi belli yasalar uyarınca gerçekleşirler ve onları açıklamanın tek yolu, kendisine uydukları yasa ya da yasaları bilmektir. Siyasal bilimci için önemli olan, toplumsal ilişkilerin ne şekilde düzenlenmesi gerektigi degil, ne şekilde gelişmiş oldugudur. işte tam da bu nedenledir ki siyasal bilim, siyaseti olguyla degil degerle; olanla degil olması gerekenle ilişkilendiren islam dünyasında gelenekselleşememiştir.
Bu bölümde Hint-iran popüler bilgelik edebiyatı çevresinde gelişen siyasal bilgelik gelenegini ele alacagız. Bilgelik (sophia, hikmet), insanın, kendisi, içinde yaşadıgı dünya ve toplum hakkında bilinçli olmasını; akıl ve bilgiyle düşünüp taşınarak eylemesini, saglam bir kavrayışa sahip olmasını saglayan bir erdem olarak tanımlanır. Bu kitabın ilk bölümünde de anlatıldıgı gibi, insanı önyargılardan, tutkulardan ve kolektif bilincin kışkırtmalarından koruyan eleştirel bir tutum olarak bilgelik, sadece bir yaşama sanatı, bir ahlak degildir. O aynı zamanda, felsefenin kendisine referansla tanımlanacagı bir bilgidir.
Kaynagı bakımından ilahi ya da insani oldugu konusunda farklı görüşler mevcut olsa da, bilgelik, her durumda bir erdemdir. işte "popüler ya da siyasal bilgelik edebiyatı" ifadesinde geçen bilgeligin anlamı, onun bilgece, ahlaklı bir yaşam sürmeleri ve iyi bir yönetici olabilmeleri için hükümdarlara gereken erdemleri konu ediniyor olmasıdır. Bu gelenegi incelerken ne demek istedigimiz daha iyi anlaşılacaktır. Ancak daha önce, siyasal bilgelik edebiyatı geleneginin diger iki gelenekten farkını ortaya koymak üzere, siyasal teoloji ve siyasal felsefenin ayırt edici özelliklerine deginmemiz gerekmektedir.
1. Siyasal teoloji
Siyasal teoloji, esas olarak kutsal teolojinin bir kısmıdır. Kutsal teoloji, islam dünyasındaki karşılıgıyla kelam, Tanrı tarafından gönderilmiş olan vahyin dogmalarını açıklamak, savunmak ve temellendirmek üzere, teologlar tarafından geliştirilen dinsel bir bilimdir.
işte siyasal teoloji de vahyin siyasal ögretilerinin bir açıklaması veya kutsal bir vahiy üzerinde temellenen siyasal şeylere ilişkin bir araştırmadır. Başka deyişle siyasal teoloji, belli bir dinsel toplulugun, iyi bir mümin olabilmek ve hakiki mutluluga ulaşmak için kendi ilahi vahyi tarafından önerilen yaşam tarzını, teolojik ögretilerden çıkarsanmış bir siyasal yönetimin çatısı altında mümkün kılmayı amaçlayan gelenegin adıdır ve bu bakımdan da özünde inanç üzerinde temellenen siyasal bir ögretidir. Bu tanımdan da anlaşılacagı gibi, siyasal teoloji, dogası geregi, ilkelerini kendisinden çıkarsadıgı vahyi ve kutsal yasayı sorgulayamayacaktır. O halde siyasal teologun spesifik işlevi, vahyin siyasal ögretisini tesis etmek, açıklamak ve savunmaktır.
Diyebiliriz ki insan üstüne, toplum üstüne konuşan her din, kendisinden siyasal bir teoloji türetilebilecek bir potansiyele sahiptir. Nitekim Yahudi, Hıristiyan ve islam siyasal teolojilerinin mevcut oldugunu biliyoruz. islam toplumunun, peygamberi Muhammed önderliginde bir siyasal örgütlenme deneyimi yaşadıgı bilinmektedir. Muhammedin peygamber olarak sahip oldugu dinsel otorite, onu, yeni oluşan islam toplumunun dogal siyasal lideri yapmıştır. Kendisinden sonraki yönetici, başka deyişle siyasal otorite konusunda sessiz kalan Muhammedin ölümüyle birlikte, bu yeni siyasal toplum, acilen cevaplanması gereken bir soruyla karşı karşıya kalmıştır: Muhammedden sonra, onun siyasal otoritesini kimin devralacagı, başka deyişle onun ardılının (halefinin) kim olacagı sorusuyla. islam toplumunun yeni yöneticisinin, kendisine göre belirlenecegi ilke ve ölçütlerin neler olması gerektigine dair tartışmalar, siyaseti, aynı dönemde ortaya çıkan teoloji (kelam) ve hukuk (fıkıh) okullarının en gözde konularından biri haline getirmiştir.
ilk kez toplumun dogal liderini yitirmesi ile gündeme gelen siyasal ardılın kim olacagı sorusu, zamanla, soruldugu dönemden bagımsızlaşmış ve evrensel bir boyut kazanarak bütün islam siyaset düşüncesinin kendisinden beslendigi temel bir sorun olarak formüle edilmiştir. Kim yönetmeli? sorusunda ifadesini bulan bu sorun, Müslümanların siyasal düşünce dünyasında halifelik (hilafet) kuramı olarak çözümünü bulmuştur.
Ancak halifelik kuramından, dolayısıyla bir islam siyasal teolojisinden bahsedebilmek için Abbasi Hilafeti dönemini beklemek gerekmektedir. Çünkü bu döneme kadar yapılan tartışmalar ve benimsenen düşünceler, bütünüyle pratik kaygılardan beslenmekte ve konuyla ilgili muhalif grupların pratik amaç ve çıkarlarına hizmet etmektedirler. Dolayısıyla teorik olarak vahiyden beslenen güçlü, temellendirilmiş, tutarlı bir siyasal düşünce sistemi olmaktan uzaktırlar. Abbasiler döneminde, tamamı, Muhammedin siyasal pratigini ideal islami rejim olarak kabul eden siyasal teolojik kuramlar üretilmiştir. Maverdi, Gazali, ibni Teymiye gibi Müslüman teolog ve hukukçuların, vahye dayalı bir ahlak ve adalet kavramı etrafında ördükleri siyasal düşünceleri, mümince bir yaşamı mümkün kılacak, dolayısıyla dinin koruyucusu olacak islami bir devlet modelinin teorik çatısını oluşturacaktır.
Siyasal teoloji konusunda özellikle belirtilmesi gereken şey, her siyasal teolojinin, kendisini üreten özel dinsel toplumun benimsedigi dinsel kaynaktan beslendigidir. Başka deyişle siyasal teoloji, temellendirme yöntemi bakımından başka kültürlerden bazı kavramsal araçları ödünç alsa da, öz ya da köken bakımından, her dinsel toplum için yerlidir. Dolayısıyla, bir siyasal ögreti olarak her siyasal teoloji, kendisine inanan özel dinsel topluluga hitap eder.
Yönetim sanatı anlamına gelen siyasa veya siyaset terimi, Ortaçag islam dünyasında, farklı yönetme pratiklerine işaret eden pek çok islami metin için kullanılır. islam dünyasında siyaseti konu edinen üç büyük gelenek vardır:
a) Hükümdarlara adil bir yönetim için gerekli oldugu düşünülen ahlaki ögütler vermek amacındaki edebi metinler etrafında biçimlenen siyasal bilgelik edebiyatı;
b) Müslüman hukukçuların ve teologların, temel ilkelerini islam Vahyinden çıkarsadıkları ve hilafet kuramı etrafında şekillenen siyasal teoloji (islam hukukunu ifade eden şeriati (kutsal yasa) temel aldıgı için şeri siyaset de denir); ve
c) Yunan felsefi mirasının etkisi altında şekillenen ve amacı akılsal olarak temellendirilmiş en iyi rejim olan siyasal felsefe.
Söz konusu üç gelenegin yanı sıra, XIV. yüzyıl islam düşünürü ibni Haldun tarafından düşünce dünyasına kazandırılan ve siyasal olguları, ahlak ya da dinle degil, bütünüyle siyasal dinamiklerle açıklayan siyasal bilimi de saymalıyız. Siyasal bilim iyi, kötü, adil vb. gibi degerlerden hareket etmez; tersine yalnızca gerçekleşmiş siyasal olgulardan hareket ederek onların arasındaki nedensel ilişkileri açıklamaya çalışır. Bu da demektir ki siyasetin, herhangi bir ahlaksal ya da dinsel kaygıyla, yani degerler alanıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Siyasal olaylar da tıpkı doga olayları gibi belli yasalar uyarınca gerçekleşirler ve onları açıklamanın tek yolu, kendisine uydukları yasa ya da yasaları bilmektir. Siyasal bilimci için önemli olan, toplumsal ilişkilerin ne şekilde düzenlenmesi gerektigi degil, ne şekilde gelişmiş oldugudur. işte tam da bu nedenledir ki siyasal bilim, siyaseti olguyla degil degerle; olanla degil olması gerekenle ilişkilendiren islam dünyasında gelenekselleşememiştir.
Bu bölümde Hint-iran popüler bilgelik edebiyatı çevresinde gelişen siyasal bilgelik gelenegini ele alacagız. Bilgelik (sophia, hikmet), insanın, kendisi, içinde yaşadıgı dünya ve toplum hakkında bilinçli olmasını; akıl ve bilgiyle düşünüp taşınarak eylemesini, saglam bir kavrayışa sahip olmasını saglayan bir erdem olarak tanımlanır. Bu kitabın ilk bölümünde de anlatıldıgı gibi, insanı önyargılardan, tutkulardan ve kolektif bilincin kışkırtmalarından koruyan eleştirel bir tutum olarak bilgelik, sadece bir yaşama sanatı, bir ahlak degildir. O aynı zamanda, felsefenin kendisine referansla tanımlanacagı bir bilgidir.
Kaynagı bakımından ilahi ya da insani oldugu konusunda farklı görüşler mevcut olsa da, bilgelik, her durumda bir erdemdir. işte "popüler ya da siyasal bilgelik edebiyatı" ifadesinde geçen bilgeligin anlamı, onun bilgece, ahlaklı bir yaşam sürmeleri ve iyi bir yönetici olabilmeleri için hükümdarlara gereken erdemleri konu ediniyor olmasıdır. Bu gelenegi incelerken ne demek istedigimiz daha iyi anlaşılacaktır. Ancak daha önce, siyasal bilgelik edebiyatı geleneginin diger iki gelenekten farkını ortaya koymak üzere, siyasal teoloji ve siyasal felsefenin ayırt edici özelliklerine deginmemiz gerekmektedir.
1. Siyasal teoloji
Siyasal teoloji, esas olarak kutsal teolojinin bir kısmıdır. Kutsal teoloji, islam dünyasındaki karşılıgıyla kelam, Tanrı tarafından gönderilmiş olan vahyin dogmalarını açıklamak, savunmak ve temellendirmek üzere, teologlar tarafından geliştirilen dinsel bir bilimdir.
işte siyasal teoloji de vahyin siyasal ögretilerinin bir açıklaması veya kutsal bir vahiy üzerinde temellenen siyasal şeylere ilişkin bir araştırmadır. Başka deyişle siyasal teoloji, belli bir dinsel toplulugun, iyi bir mümin olabilmek ve hakiki mutluluga ulaşmak için kendi ilahi vahyi tarafından önerilen yaşam tarzını, teolojik ögretilerden çıkarsanmış bir siyasal yönetimin çatısı altında mümkün kılmayı amaçlayan gelenegin adıdır ve bu bakımdan da özünde inanç üzerinde temellenen siyasal bir ögretidir. Bu tanımdan da anlaşılacagı gibi, siyasal teoloji, dogası geregi, ilkelerini kendisinden çıkarsadıgı vahyi ve kutsal yasayı sorgulayamayacaktır. O halde siyasal teologun spesifik işlevi, vahyin siyasal ögretisini tesis etmek, açıklamak ve savunmaktır.
Diyebiliriz ki insan üstüne, toplum üstüne konuşan her din, kendisinden siyasal bir teoloji türetilebilecek bir potansiyele sahiptir. Nitekim Yahudi, Hıristiyan ve islam siyasal teolojilerinin mevcut oldugunu biliyoruz. islam toplumunun, peygamberi Muhammed önderliginde bir siyasal örgütlenme deneyimi yaşadıgı bilinmektedir. Muhammedin peygamber olarak sahip oldugu dinsel otorite, onu, yeni oluşan islam toplumunun dogal siyasal lideri yapmıştır. Kendisinden sonraki yönetici, başka deyişle siyasal otorite konusunda sessiz kalan Muhammedin ölümüyle birlikte, bu yeni siyasal toplum, acilen cevaplanması gereken bir soruyla karşı karşıya kalmıştır: Muhammedden sonra, onun siyasal otoritesini kimin devralacagı, başka deyişle onun ardılının (halefinin) kim olacagı sorusuyla. islam toplumunun yeni yöneticisinin, kendisine göre belirlenecegi ilke ve ölçütlerin neler olması gerektigine dair tartışmalar, siyaseti, aynı dönemde ortaya çıkan teoloji (kelam) ve hukuk (fıkıh) okullarının en gözde konularından biri haline getirmiştir.
ilk kez toplumun dogal liderini yitirmesi ile gündeme gelen siyasal ardılın kim olacagı sorusu, zamanla, soruldugu dönemden bagımsızlaşmış ve evrensel bir boyut kazanarak bütün islam siyaset düşüncesinin kendisinden beslendigi temel bir sorun olarak formüle edilmiştir. Kim yönetmeli? sorusunda ifadesini bulan bu sorun, Müslümanların siyasal düşünce dünyasında halifelik (hilafet) kuramı olarak çözümünü bulmuştur.
Ancak halifelik kuramından, dolayısıyla bir islam siyasal teolojisinden bahsedebilmek için Abbasi Hilafeti dönemini beklemek gerekmektedir. Çünkü bu döneme kadar yapılan tartışmalar ve benimsenen düşünceler, bütünüyle pratik kaygılardan beslenmekte ve konuyla ilgili muhalif grupların pratik amaç ve çıkarlarına hizmet etmektedirler. Dolayısıyla teorik olarak vahiyden beslenen güçlü, temellendirilmiş, tutarlı bir siyasal düşünce sistemi olmaktan uzaktırlar. Abbasiler döneminde, tamamı, Muhammedin siyasal pratigini ideal islami rejim olarak kabul eden siyasal teolojik kuramlar üretilmiştir. Maverdi, Gazali, ibni Teymiye gibi Müslüman teolog ve hukukçuların, vahye dayalı bir ahlak ve adalet kavramı etrafında ördükleri siyasal düşünceleri, mümince bir yaşamı mümkün kılacak, dolayısıyla dinin koruyucusu olacak islami bir devlet modelinin teorik çatısını oluşturacaktır.
Siyasal teoloji konusunda özellikle belirtilmesi gereken şey, her siyasal teolojinin, kendisini üreten özel dinsel toplumun benimsedigi dinsel kaynaktan beslendigidir. Başka deyişle siyasal teoloji, temellendirme yöntemi bakımından başka kültürlerden bazı kavramsal araçları ödünç alsa da, öz ya da köken bakımından, her dinsel toplum için yerlidir. Dolayısıyla, bir siyasal ögreti olarak her siyasal teoloji, kendisine inanan özel dinsel topluluga hitap eder.