SULTAN LÜTFEN
Bir varmış, bir yokmuş... Eski mi eski zamanlarda, çooooooook uzak bir ülkede çok iyi kalpli ve mutlu insanlar yaşarmış. Bu insanlar o kadar mutlularmış ki; diğer ülkelerden bu güzel ülkeye gelen insanlar; mutlu insanları görünce, onlara bu işin sırrını sormadan edemezlermiş. Mutlu insanlar da bu sırrı söylemez, bu sırrı bulmanın hiç de zor olmadığını ve kendilerinin bulmaları gerektiğini söylerlermiş.
Çiçeklerin en güzeli bu ülkede açar, yıldızlar en çok bu ülkede parlar ve güneş en güzel bu ülkede doğarmış. Kısacası her şeyin en güzeli, en iyisi bu ülkedeymiş.
Ülkenin padişahı da haklını çok sever, onlara çok adil ve kibar davranırmış. Halkının isteklerini yerine getirir, onların bir dediğini iki etmezmiş. Halk da padişahı çok sever, onun emirlerine itaat eder, onu sayar ve her zaman ondan övgüyle bahsedermiş.
Komşu ülkeler, bu ülkedeki düzene, mutluluğa, karşılıklı sevgi ve saygıya çok şaşırırlarmış. Komşu ülkelerin kralları, en iyi politikacılarla, siyaset adamlarıyla, bilginlerle görüşmeler yapıyor; kendi ülkelerini de o kadar güzel ve mutlu etmeye çalışıyorlarmış. Fakat ne mümkün? Bu kadar uğraşa rağmen hiçbir ülke bu ülke kadar mutlu olamıyormuş.
Böylece yıllar yılları kovalamış... Araştırmalar hiçbir sonuca ulaşamamış. Gönderilen casuslar hiçbir bilgi getirememişler. Krallar düşünmüşler, taşınmışlar, en sonunda gidip, mutlu ülkenin padişahıyla konuşmaya karar vermişler. Hazırlıklar kırk gün kırk gece sürmüş. Mutlu Ülkenin kralına kırk deve yükü altın ve kırk deve yükü kıymetli taş, ipek gibi hediyeler götürmek üzere yola çıkmışlar. Kırk kral, kırk devesiyle, siz deyin kırk gün, kırk gece, ben diyeyim kırk sene, kırk arpa boyu yol gittikten sonra, Mutlu Ülkenin kapısı görünmüş. Kırk kral, kırk kapıdan ülkeye girmişler. Kırk kubbeli saraya ulaşmışlar.
Mutlu Ülkenin padişahı onları kapıda karşılamış, ziyafetler vermiş, şenlikler düzenlemiş. Kırk komşu ülkenin kralı, bu güzellikler karşısında hayran kalmışlar. Güzel güzel sohbet etmişler, eğlenmişler. Mutlu Ülkenin padişahı ile ülkeyi dolaşmaya çıkmışlar. Bakmışlar ki; her şeyin en güzeli bu ülkede, insanları mutlu... Kırk gün, ülkenin kırk şehrini dolaşıp, saraya varmışlar. En sonunda Mutlu Ülkenin padişahı dayanamayıp, kırk krala ülkesini şereflendirmelerindeki sebebi sormuş. Kırk kralın, kırkı bir ağızdan padişaha soruyu yöneltmiş. Hepimizin şu anda heyecanla beklediği cevabı vermiş Mutlu Ülkenin padişahı. Ülkenin bu kadar mutlu olmasının sebebi, halkın sihirli sözleri unutmadan, kullanıyor olmasıymış. Hatta bu sihirli sözlerden birisi de Mutlu Ülkenin padişahının adıymış. Çok mu merak ettiniz? Bu ülkenin padişahının adı “Sultan Lütfen” imiş.
Sorularının cevabını öğrenen kırk kral, mutlu bir şekilde kendi ülkelerine dönmüşler. Gökten kırk elma düşmüş. Kırkı da Gonca severlerin başına...
Yazar: Rabia Betül Gürel
Bir varmış, bir yokmuş... Eski mi eski zamanlarda, çooooooook uzak bir ülkede çok iyi kalpli ve mutlu insanlar yaşarmış. Bu insanlar o kadar mutlularmış ki; diğer ülkelerden bu güzel ülkeye gelen insanlar; mutlu insanları görünce, onlara bu işin sırrını sormadan edemezlermiş. Mutlu insanlar da bu sırrı söylemez, bu sırrı bulmanın hiç de zor olmadığını ve kendilerinin bulmaları gerektiğini söylerlermiş.
Çiçeklerin en güzeli bu ülkede açar, yıldızlar en çok bu ülkede parlar ve güneş en güzel bu ülkede doğarmış. Kısacası her şeyin en güzeli, en iyisi bu ülkedeymiş.
Ülkenin padişahı da haklını çok sever, onlara çok adil ve kibar davranırmış. Halkının isteklerini yerine getirir, onların bir dediğini iki etmezmiş. Halk da padişahı çok sever, onun emirlerine itaat eder, onu sayar ve her zaman ondan övgüyle bahsedermiş.
Komşu ülkeler, bu ülkedeki düzene, mutluluğa, karşılıklı sevgi ve saygıya çok şaşırırlarmış. Komşu ülkelerin kralları, en iyi politikacılarla, siyaset adamlarıyla, bilginlerle görüşmeler yapıyor; kendi ülkelerini de o kadar güzel ve mutlu etmeye çalışıyorlarmış. Fakat ne mümkün? Bu kadar uğraşa rağmen hiçbir ülke bu ülke kadar mutlu olamıyormuş.
Böylece yıllar yılları kovalamış... Araştırmalar hiçbir sonuca ulaşamamış. Gönderilen casuslar hiçbir bilgi getirememişler. Krallar düşünmüşler, taşınmışlar, en sonunda gidip, mutlu ülkenin padişahıyla konuşmaya karar vermişler. Hazırlıklar kırk gün kırk gece sürmüş. Mutlu Ülkenin kralına kırk deve yükü altın ve kırk deve yükü kıymetli taş, ipek gibi hediyeler götürmek üzere yola çıkmışlar. Kırk kral, kırk devesiyle, siz deyin kırk gün, kırk gece, ben diyeyim kırk sene, kırk arpa boyu yol gittikten sonra, Mutlu Ülkenin kapısı görünmüş. Kırk kral, kırk kapıdan ülkeye girmişler. Kırk kubbeli saraya ulaşmışlar.
Mutlu Ülkenin padişahı onları kapıda karşılamış, ziyafetler vermiş, şenlikler düzenlemiş. Kırk komşu ülkenin kralı, bu güzellikler karşısında hayran kalmışlar. Güzel güzel sohbet etmişler, eğlenmişler. Mutlu Ülkenin padişahı ile ülkeyi dolaşmaya çıkmışlar. Bakmışlar ki; her şeyin en güzeli bu ülkede, insanları mutlu... Kırk gün, ülkenin kırk şehrini dolaşıp, saraya varmışlar. En sonunda Mutlu Ülkenin padişahı dayanamayıp, kırk krala ülkesini şereflendirmelerindeki sebebi sormuş. Kırk kralın, kırkı bir ağızdan padişaha soruyu yöneltmiş. Hepimizin şu anda heyecanla beklediği cevabı vermiş Mutlu Ülkenin padişahı. Ülkenin bu kadar mutlu olmasının sebebi, halkın sihirli sözleri unutmadan, kullanıyor olmasıymış. Hatta bu sihirli sözlerden birisi de Mutlu Ülkenin padişahının adıymış. Çok mu merak ettiniz? Bu ülkenin padişahının adı “Sultan Lütfen” imiş.
Sorularının cevabını öğrenen kırk kral, mutlu bir şekilde kendi ülkelerine dönmüşler. Gökten kırk elma düşmüş. Kırkı da Gonca severlerin başına...
Yazar: Rabia Betül Gürel