• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Süper-Egosuz Dâhiler

Kendini beğenmek ve büyüklük hissi, megalomanlık olarak telakki edilir. Her insanın büyük olmayı istemesi şuur altının isteğidir. Büyüklük hissinin çevre tarafından tasdik edilmesiyle büyüklük arzulayan kişide narsizm (kendini beğenme, kendine âşık olma) belirtileri başgösterir, mukayese ile kendilerine verilmiş farklılıkları hissettikten sonra ise kibir dediğimiz duyguya gidiş başlar ki, bu da başkalarını küçük görmedir

Kibirli insanlar büyüklük cinnetini yaşayan kendini beğenmiş insanlardır. Antisosyal (psikopat) yanlarını beraberlerinde taşırlar ve çok katıdırlar. Davranışları kendi ihtiyaçları tarafından belirlenir. Kendi arzularından başka bir şeyi önemsemezler. Engellemelere tahammülleri yoktur. İhtiyaçlarının derhal karşılanmasını isterler. Bir suç çetesinin veya suç kültürünün üyesi olma eğilimleri vardır. Başkalarına verdikleri acıdan, ızdıraptan pişmanlık duymazlar. Bunlar genellikle dahi insanlardır. Toplumu şekillendirme, plan ve istekleri doğrultusunda yönetme isteklerine sahiptirler. Planladıkları hedefi yakalamadan mücadelelerinden vazgeçmezler. Daima lider olma arzusu taşırlar. Kendilerine tam itaatli, bir kalıp içinde, uysal, itiraz etmeyen, yaptıkları her işi alkışlayan insanları çevrelerinde görmek isterler. Bunlar, kibirlerini besleyen kaynaklardır.

Tarihte insanları yöneten kibirli, gururlu insanlara baktığımız zaman, bunların bir kısmının kendilerini liderliğin zirvesinde bulduklarını, bir kısmının da fakir aile çocukları iken ezilmişliğin kamçıladığı duygularına, dehalarının ürünü olan engel tanımaz planlarını kattıklarını, bütün topluma hitap edecek zirveye ulaştıklarını görüyoruz. Bunların iki dudağı arasından çıkan her söz kanun olmuştur. Mussolini, Hitler, Mao, Lenin, Troçki, Stalin gibi yakın tarihe damgasını vuran ve ölüm kelimesiyle hatırlanan bu liderlerin hepsi de birer dahi idiler. Bir ortak özellikleri de fakir aile çocukları olmalarıydı. Hitler küçük yaşta yetim kalmış, mücadeleye badana boyacılığıyla başlayıp zirveye kadar yükselmiştir. Troçki fakir bir köylünün, Stalin bir ayakkabıcının, Lenin bir öğretmenin, Mussolini bir demircinin, Mao da fakir bir ailenin çocuğuydu. Zirveye kadar bütün engelleri yılmadan, mücadeleci ve plancı yapılarıyla ve siyasi zekâlarıyla aşmışlardır.

Bir diğer grup olan kibirli ve gururlu kişiler ise; Firavun, Nemrud, Karun, Neron ve Ebu Cehil gibi kendilerini az bir mücadele sonucu veya direkt olarak liderlik zirvesinde bulanlardır. Gurur ve kibirleri çok büyüktü ve dâhi idiler. Deli diye anılan Neron bile annesiyle beraber 15 yaşlarında saray kadrosuna kendi adamlarını yerleştiriyor, 17 yaşında ise tahta oturuyordu. Diğer kibirlilerde olduğu gibi, Romayı yakarken vicdanında en küçük bir sızı bile duymuyordu. Hatta annesini ve amcasını öldürtmekten çekinmiyordu. Benzeri kralların birçoğu medeniyetleri yerle bir ederken, katletme, ırza tecavüz, ilim yuvalarının tahribi, yağmalama gibi türlü vahşilikleri sergiliyorlardı.

Bu insanlar zirveye ister siyasi ilimleriyle gelsinler, isterse kendilerini zirvede bulsunlar, hepsinin, kişilik özellikleri dışında en önemli özellikleri, dahi ve dinsiz olmalarıdır.

Deha, üstün bir meziyettir. Dâhilerin normal insanlardan ayrı bir takım davranış özellikleri vardır. Kendileri ile birlikte toplumu da düzen değişikliğine sürüklerler. Büyük sanat şaheserleri meydana getirirler. Narsist doyum yollarını tercih ederler. Her konuda farklı fikirler ve işler ürettiklerinden diğer insanların içinden sıyrıllmaları ve yükselmeleri kolay olur. Muhaliflere hiç tahammülleri yoktur. Çünkü toplum içinde farklı olduğunu kendisi de kabul eder ve kendilerini üstün görme psikozu yaşarlar. Bu hal giderek gelişir ve büyüklük cinneti olan kibirlenmeyi meydana getirin

Neron'dan alın da, Hitler, Mussolini, Lenin, Stalin'e kadar hepsi rakiplerini öldürmüşlerdir. Bu sayı milyonlarla ifade edilmektedir. Hatta Stalin kendi fikirdaşı Troçki'yi, Meksika'da Troçki'nin nişanlısına öldürtmüştür. Rakipleriyle birlikte yaşamak, kendilerinin her an ölümle yüz yüze gelmesi demektir. İnsan hayatının ve haklarının bunların yanında hiç önemi yoktur. Çünkü süperegoları gelişmemiştir. Baskılama mekanizmaları yoktur. Egodan gelen dürtüler, süperego barajına tabi tutulmadan, onun engelleyici ve ayarlayıcı süzgecinden geçmeden, planlı ve programlı uygulamaya geçerler. Yetki ve ölümün, içgüdülerindeki yangını söndüreceğini zannederler. Sadece tatmin olmuşlardır, fakat ömür boyu paranoyak derecesine varan şüphe içinde yaşmışlardır.

Süperego (Üst benlik)

Ruhî yaşamın, benlikçe algılanan ana-baba ya da daha kapsamtt olarak toplumun töresine ait ölçü ve değer yargılarından oluşan boyutu.

Sigmund Freud'un psikanaliz kuramına göre, ilkel benlik ve benlikle birlikte insan kişiliğini oluşturan üç katmandan biri. Vicdan olarak bilinen bir dizi yasaklama, kınama ve ketteme mekanizması ite benlik ideali denen idealleri içerir. Bunların tümü yaşamın ilk beş yılında anne babadan edinilir ve onların stan¬dartları ile otoritesinin içselleştiril-meşini simgeler. Gelişim sürecinde üst benlik, aile ve toplumun geleneklerini özümleyerek öncelikle top' lumsal yapılar için tehlike oluşturan cinsel ve saldırgan dürtüleri denetleme işlevini üstlenir.

Süperegonun Oluşması: Şuur altından gelen ilkel güdüler, sosyal baskılar altında denge sağlayan ruh kısmi olan egonun içinde barındırdığı her türlü kötü düşünce, fikir, içten gelen telkinler, süperegonun kontrolünden geçerek insanın katılımı ve çevreden etkilenimi ile uygulama alanı bulur. Etraftaki riyakâr insanların egoları pompalayıcı, şişirici iltifatları, telkinlerin ruha hoş gelmesi, süperegosu gelişmeyen insanlarda, patlamaya hazır bomba gibi, egodaki iç güdü ve dürtülerle ilgili oluşumlara zarar verir. Süperegoyu şekillendiren en önemli faktörlerden biri kültürdür. Kültürün temeli ve kaynağı ise dindir. Yukarıda saydığımız liderlere baktığımız zaman, hepsinin de dinsiz olduğunu görürüz. Din bir ölçüdür, mihenk taşıdır. Elimizde bulundurduğumuz her türlü maddi ve manevi değerler bu ölçüye tabi tutulur. Sonra da içten gelen istekler uygulanır veya uygulanmaz. Din, süperegoyu besleyen kaynaktır. Kaynak kurutulursa fren sistemi çalışmayan arabanın yol açtığı felaketler gibi, süperego da şuur altından gelen içgüdüleri frenleyemeyecek, ferdi ve sosyal felaketleri beraberinde getirecektir.

Büyüklük cinneti içinde olan ikinci grup insanların ise, zekâları, maharetleri ve mücadeleci yapıları yoktur. Ezik ve silik şahsiyetli olduklarından kendilerini başkalarına büyük gösterme yolunu tercih ederler. Günün birinde büyük olduklarına kendileri de inanırlar. Kendilerini en iyi ilan ederler; en iyi insan, en iyi sanatkâr, en iyi düşünür, çok zeki ve becerikli idareci, evliya, mehdi ve peygamber Zekâları düşüktür, ezbercilik ile belli bir tahsil seviyesine kadar gelirler. Karar verici yetkili bir yere geldikleri zaman bocalar ve başaramazlar. Bu dönemden itibaren mağduriyet hezeyanları başlar. Ben bu işi başarırım ama! Ah şu rakipler olmasa diye yakınmalar başlar. Bunlar paranoyak tiplerdir. Kendilerini mehdi, şeyh ve evliya şeklinde tanıtarak kolay talebe bulurlar. Paranoyak tipler çeşitli kötü niyetlilerce tabi olduğu grubun veya derneğin aleyhine bir malzeme olarak kullanılırlar, bunlar medya ratingi için de en iyi malzemedir. Çok şüphecidirler, kendilerinin büyüklüğünden dolayı takip edilip öldürüleceklerinden korkarlar. Kendisini takip ettiğini zannettiği zavallı birini gözlerini kırpmadan öldürebilirler. İdde oluşan, egoda yüzeye vuran içgüdü ve dürtüleri baskılayıcı, süperegonun olmayışından dolayı bunlar toplumun yapısını bozan kişiler olarak aramızda bulunurlar. Bunların kibirleri, büyük görünme kuruntusundan gelen doyumsuz ve hararetsiz duygulardır. Mussolini, Hitier, Mao, Lenin, Troçki, Sîalin gibi yakın tarihe damgalarını vuran ve ölüm kelimesiyle hatırlanan liderlerin hepsi de dâhi idiler. Bir ortak özellikle¬ri de fakir aile çocukları olmalarıydı. Hitler küçük yaşta yetim kalmış, mücadeleye badana boyacılığıyla başlayıp zirveye kadar yükselmiştir. Troçki fakir bir köylünün, Stalin bir ayakkabıcının, Lenin bir öğretmenin, Mussolini bir demircinin, Mao da fakir bir ailenin çocuğuydu. Zirveye kadar bütün engelleri yılmadan, mücadeleci, plâncı yapılarıyla ve siyasî zekalarıyla aşmışlardır.

İnsan süperegosuna (vicdanına), kibriya sıfatının ancak Allaha ait olduğu düşüncesi yerleşmelidir. Buna benzer hislerin, Allahı tanımamız için beyne yerleştirilmiş, merkezi limbik sistemde olan bir duygu olduğu kabul edilmelidir. Daha önceleri sosyal ve normal davranış içinde olan frengili hastaların, frengi mikrobu beyne yerleştikten sonra, birden büyüklük cinnetine girdikleri, etrafa kibirli ve gururlu davrandıkları görülmüştür. Bu belirtiler de gösteriyor ki, din ve vicdan kültürüyle şekillenip kontrol edilen gurur ve kibrin, beyinde merkezi vardır.

Kibirlenme malzemeleri bazı insanlarda farklı olabilirler. Karun malıyla kibirlenirken, Hitler büyüklüğünü ırkçılık içinde tatmin eder, Lenin ise, organize gücüyle kibirlenir. Evlat, mal, mülk, makam, güzellik, elbise, cemaat.vb. bir çok kibirlenme malzemesi vardır. İslam dini egosentrik (kendi eksenli) yaşamayı yasaklamıştır. Her alanda meşvereti tavsiye ederek kibre gidecek yollan tıkamıştır.

Peygamber Efendimiz (s.a.s) kibrin Allaha ait ve başkasına verilmez bir sıfat olduğuna işaret ederken, insanların kibirli olmamalarını tevazu sahibi olmalarını tavsiye etmiştir. Yine hadislerde kibirlilerin portresini çizerken, onların katı yürekli, acımasız, cebbar, malını kimseye vermeyen, hayır ve yardımı insanlardan esirgeyen, gösterişli giyinen, çalım satan kimseler olduğuna işaret etmiştir. Ayrıca kibir, gurur baskılanmazsa Peygamber Efendimiz (s.a.s)in dediği gibi insan kibirlene kibirlene cebbarlar sınıfına girer. Cebbar insanlar milletlerin kaderlerini şuur altından birikimlerle gelen içgüdü ve dürtüleriyle tayin ederler. Süperegosuz (vicdansız), dinle beslenmeyen insanlar, fitili ateşlenmiş bombalar gibi toplumların bağrında infilak ederler ve insanlık onların izlerini bir daha hatırlamamak üzere siler. Ayrıca tarihte geleceğe daha farklı bakmak için dersini alır. Kibir, küçük görülenlerin hakkına tecavüzdür. Onları değerinin altında bilme demektir.

Vasıfları ne olursa olsun, çocuklarımızı, tevazuyu ve sevgiyi vicdanlarında (süperegolarında) duymuş ve benimsemiş fertler olarak yetiştirmenin yollarını aramalıyız. Aksi takdirde değer ölçüleri olmayan fertler şuur altından gelen her türlü isteği değerlendirip, tartmadan sadece onun uygulayıcısı olan birer ölüm robotu halini alırlar. Bu perspektiften baktığımızda, dinsiz yetiştirilen megaloman dâhilerin katlettiği milyonlarca masum insanın uğradığı zararlardan, dâhiler mi, yoksa onları ihmal edenler mi sorumludur? Bu soruyu kendimize bir daha sorup, tarihin tekerrür etmemesini diliyoruz.


Dr. Arslan MAYDA
 
Geri
Top