SÜPER TAVŞAN
Avcı elinde tüfeği her an rastlayacağı avına ateş etmeye hazır yürürken birden önünden bir tavşan fırlayıvermiş. Hemen tüfeğine sarılmış avcı. Nişan almış ki birden tavşan geri dönüp arka ayakları üzerinde durmuş. Teslim olan bir asker gibi ön ayaklarını da havaya kaldırmış.
- Bir dakika beni dinle, ondan sonra vur istersen.
Avcı şaşırmış ve o şaşkınlıkta küçük dilini yutmuş, ne yapacağını şaşırmış. Karşısında bir tavşan varmış ve üstelik de kendisiyle konuşuyormuş
- Benim kaç kilo etim çıkar? diye sormuş tavşan.
Şöyle bir tavşanın enine boyuna bakmış, düşünmüş, hesaplamış ve bayağı da zorlanarak tavşana cevap vermiş.
- Herhâlde üç kilo filan çıkar.
- Ben sana benim etimden daha kazançlı bir iş teklif edeyim, git onu yap ve beni vurma.
- Neymiş bir tavşanın bana teklifi?
- Dedelerimden bana gelen bir sır var. Onu sana söyleyeyim. Beni çok rahatsız ediyor. Bu sırrı taşımaktan yoruldum ve bu sırrı sana devretmeye karar verdim. Şu karşı pınarın yanındaki kayayı görüyor musun? İşte o kayanın doğu tarafına 50 adım yürü ve orayı kaz. Büyük bir hazine bulacaksın.
Hazine sözü avcının kafasını fena halde karıştırmış ve tavşanı o halde bırakıp doğruca pınarın yanına gitmiş. İşi gücü bırakıp pınarın yanındaki kayanın doğu tarafına 50 adım yürümüş ve gele gele kendi tarlasına gelmiş; çünkü pınarın yakınında pek fazla ekip biçmediği bir tarlası varmış. Hararetli bir şekilde tarif edilen yeri kazmış, kazmış, kazmış. Derken güçlü bir su kaynağına ulaşmış ve tarlasına doğru su akmaya başlamış. Gidip bakmış, pınarın suyu eskisi gibi devam ediyormuş. Gönül rahatlığı ile tarlasına dönmüş ve tarlasına akan suyla elini yüzünü yıkayıp rahatlamış ve suyun sevincinden hazineyi de unutmuş. Neşe içinde evine giderken tavşanın söylediklerini hatırlayınca büyük hazinenin su olduğunu anlamış ve suyu değerlendirmek için çeşitli plânlar kurmuş. Zamanla tarlası bahçeye dönüşmüş ve bahçenin geliri ile rahat bir hayat sürmeye başlamış.
Avcı bir zaman sonra yine ava çıkmış. Elinde tüfeği her an rastlayacağı avına ateş etmeye hazır yürürken birden önünden bir tavşan fırlayıvermiş. Hemen tüfeğine sarılmış avcı. Nişan almış ki birden tavşan geri dönüp arka ayakları üzerinde durmuş. Teslim olan bir asker gibi ön ayaklarını da havaya kaldırmış.
- Bir dakika beni dinle, ondan sonra vur istersen.
Avcı yine şaşırmış, ama tavşanı tanıyıp önceki olayı hatırlamış.
- Benim kaç kilo etim çıkar? diye sormuş tavşan.
- Herhâlde üç kilo filan çıkar.
- Ben sana benim etimden daha kazançlı bir iş teklif edeyim, git onu yap ve beni vurma.
- Neymiş bakalım tavşanın bana yeni teklifi?
- Şimdi beni vurup etimi çocuklarına yedireceksin ve bir akşam sonra beni unutup gideceksin. Çocukların akşam tavşan eti yedikleri için mutlu olacak belki, ama sen çocuklarınla yeterince ilgilenip onları mutlu edebiliyor musun? Beni bırakıp git, çocuklarınla bir konuş. Onların sana sormak istedikleri sorular var, ama soramıyorlar uzun zamandır. Daha sonra istersen gel, beni burada vur, öldür.
Avcı, geçen defaki hazine olayını düşünüp tavşanın sözlerini dinlemeye karar vermiş ve evine dönmüş.
Evinde çocukları babalarını bekliyorlarmış, ama babaları eve gelince çocuklarda pek bir hareketlenme olmamış. Tüfeğini duvara asmış, elini yüzünü yıkamış, sofraya oturmuşlar. Oturmuşlar, ama evde soğuk bir hava varmış. “Bu çocukların ve hanımımın hiçbir ihtiyacı yok. Peki niye suratları asık.” diye düşünüyormuş bir taraftan.
Yemekten sonra köy kahvesine gitmeyip çocuklarını yanına çağırmış. Çocuklar ilk önce çok şaşırmışlar:
- Baba kahvehaneye yıldırım filan mı düştü? diye sormuşlar.
- Hayır çocuklar, niye sordunuz?
- Sen her akşam yemekten hemen sonra kahvehaneye gidiyorsun da, gitmeyince şaşırdık.
- Bugün evde oturup sizinle konuşmak istiyorum, demiş Avcı.
- Peki o zaman baba, biz de seninle konuşmak istiyorduk, demiş çocuklar. O akşam ocak başında geç saatlere kadar ailecek konuşmuşlar, konuşmuşlar, konuşmuşlar. Saate bakınca hep beraber şaşırmışlar; çünkü saat 02:08’i gösteriyormuş, ama kimse zamanın nasıl geçtiğini anlamamış. Bu sohbetleri sık sık yapmayı plânlayarak herkes yatmaya gitmiş. O gece herkes çok mutlu hissetmiş kendini.
Aradan uzun zaman geçmiş. Hem maddi hem de manevi mutluluğu yakalayan avcı bir gün yine ava gitmiş. Avcı elinde tüfeği her an rastlayacağı avına ateş etmeye hazır yürürken birden önünden bir tavşan fırlayıvermiş. Hemen tüfeğine sarılmış avcı. Nişan almış ki birden tavşan geri dönüp arka ayakları üzerinde durmuş. Teslim olan bir asker gibi ön ayaklarını da havaya kaldırmış.
- Bir dakika beni dinle, ondan sonra vur istersen.
Avcı tavşanı tanımış hemen ve önceki konuşmalar geçmiş aralarında.
- Benim kaç kilo etim çıkar? diye sormuş tavşan.
- Herhâlde üç kilo filan çıkar.
- Ben sana benim etimden daha kazançlı bir iş teklif edeyim, git onu yap ve beni vurma.
- Neymiş bakalım tavşanın bana yeni teklifi?
- Bu seninle üçüncü defa karşılamam. Hak oyunu üçtür derler. Belki bir daha karşılaşmayız. Seni sevdim; çünkü beni dinledin. Ama sana hiç para kazandırmadım. Aile mutluluğuna ve suya kavuştun. Bu defa sana para kazandırmak istiyorum. Sen beni yakala ve pazara götür. “Konuşan akıllı tavşan satıyorum.” diye bağır ve beni en çok para verene sat. Ben biraz da beni satın alana bir şeyler öğretirim, sen de beni satıp para kazanmış olursun.
Avcı tavşanın sözlerini dinleyip tavşanı pazara götürmüş.
- Konuşan akıllı tavşan satıyorum, diye bağırmış pazarda.
Bağırdıkça insanlar toplanmış ve tavşanın fiyatı durmadan artmış. En çok parayı o civarın en zengin adamı vermiş ve tavşanı alıp evine götürmüş.
Akıllı ve konuşan tavşanın etini yeme hayallerini kurarak gelmiş evine adam. Eve gelince hanımı bahçeye çağırmış.
- Hanım bu tavşanı pazardan aldım. Akıllı tavşan diyorlardı. Ben bunun etini yemek istiyorum. Şimdi ben keseyim, yüzeyim, sen de pişir de akşam güzelce yiyeyim.
Onlar konuşurken adamın oğlu da yanlarına gelmiş ve onları dinliyormuş.
-Baba ben bu tavşanı dün gece rüyamda görmüştüm. Seninle beraber geliyordu ve bana çok güzel şeyler anlatıyordu. Ne olur bu tavşanı bana ver.
Adam oğlunun söyledikleri karşısında epeyce şaşırmış. Acaba ne öğretecek bu tavşan oğluma, diye düşünürken
- Oğlunuz doğru söylüyor bayım. Ben de etimden daha kıymetli bilgiler var. Beni bırakırsanız oğlunuza öğretirim, demiş.
- Ama ben bütün tavşanlara düşmanım. Onları gördükçe yemek gelir içimden; çünkü tavşanlar benim kaç tane ağacımı kuruttu, demiş adam tavşana.
- Şunu itiraf ediyorum ki yüreğimi en çok sızlatan şey bahçelerdeki ağaçları kemirmek. Ben de epey ağaç kemirdim. Bunu inkar edemem. Siz açlığın ne demek olduğunu biliyor musunuz? Kış gelmiş, her taraf bembeyaz kar ve biz açız. Üstelik de kemirgen hayvanız. Ne yapalım peki? Siz sıcacık evlerinizde havuçları “hart, hart” yerken havucu çok seven biz tavşanları hiç düşündünüz mü? Birçok bahçede ağaçların gövdelerini kağıtla sarmışlardı. Biz tavşanlar ağacını koruma adına bu işi yapanların ağacına hiç zarar vermiyoruz.
- Haklısın, ne demeli artık, diye ağaçları tavşandan korumak için ne yapması gerektiğini de öğrenmiş böylece.
Babası, tavşanı çocuğuna vermeyi kabul edince çocuk sevinçle tavşanıyla birlikte odasına çıkmış. Tavşanına:
-Bak sevgili tavşancığım. Okula gitmek zorundayım ve tabiî ki ders çalışmalıyım. Bunu sevmiyorum. Bana neleri tavsiye edersin.
- Bir tavşan asla okula gitmez ve bu bizim için bir dert değildir. Ama biz de yaşayabilmek için bazı şeyleri yapmak zorundayız ve bunu yapmaktan sıkılmıyorum. Sıkılsam ne olur ya da ne yapmalıyım. Oturup sırtüstü yatmalıyım ağaç gölgelerinde. Sonra ne olacak. Açlıktan ölüp giderim. Aynı durum insanlar için de geçerli. Hatta daha fazlasıyla. İnsanlar her şeyi başkalarından öğreniyor. Yürümeyi, okumayı, konuşmayı, yazmayı... Biz tavşanların böyle sıkıntıları yok. Bizi yaratan Allah, böyle yaratmış. Şimdi bir tavşan karnını doyurmak için dağlar tepeler aşarak dolaşıp bundan zevk alabiliyorsa ya da yapıyorsa ve şikâyet etmiyorsa, bir insan da okulda, evde, parkta yaptığı ve yapmak zorunda olduğu işten zevk almaya çalışmalıdır. Bir tavşan nasıl havuç yiyorken zevk alırsa sen de havuç yerken zevk almaya çalış. Meselâ şimdi git bana da kendine de havuç getir. Bak nasıl yeniyor zevkle.
O güne kadar pek havuç yememiş olan çocuk gidip mutfaktan bir tabak havuç alıp gelmiş ve beraberce yemeye başlamışlar. Hatta öyle zevkli imiş ki tavşanla yarışmaya başlamışlar. Tabak boşalınca karşılıklı uzun süre gülüşmüşler de.
Havucu sevmeyen çocuk havuç yemenin zevkli olduğunu görünce o güne kadar havuç yemediği için hayıflanmış.
Okuldan da zevk almanın planlarını kurmuş akşamdan bir güzel.
Sabahları annesi onu güç bela kaldırırmış yatağından. Bugün sabah annesi uyandırmak için odaya geldiğinde çocuğu elbiselerini giymiş, hazır bir halde görmüş ve şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş. Gidip annesinin yanaklarına öpücükler kondurmuş ve annesinin elinden tutup onu mutfağa sürüklemiş.
-Bir tavşan gibi açım anne, demiş ve annesini iyice şaşırtmış. Kahvaltıda ne var ne yoksa yemiş bitirmiş ve neşe içinde okulun yolunu tutmuş.
Çocuk kısa sürede bilgili ve çalışkan bir öğrenci olmuş. Tavşanla nice tatlı olaylar yaşayıp bilgisini ve tecrübesini ilerletmiş.
Avcı elinde tüfeği her an rastlayacağı avına ateş etmeye hazır yürürken birden önünden bir tavşan fırlayıvermiş. Hemen tüfeğine sarılmış avcı. Nişan almış ki birden tavşan geri dönüp arka ayakları üzerinde durmuş. Teslim olan bir asker gibi ön ayaklarını da havaya kaldırmış.
- Bir dakika beni dinle, ondan sonra vur istersen.
Avcı şaşırmış ve o şaşkınlıkta küçük dilini yutmuş, ne yapacağını şaşırmış. Karşısında bir tavşan varmış ve üstelik de kendisiyle konuşuyormuş
- Benim kaç kilo etim çıkar? diye sormuş tavşan.
Şöyle bir tavşanın enine boyuna bakmış, düşünmüş, hesaplamış ve bayağı da zorlanarak tavşana cevap vermiş.
- Herhâlde üç kilo filan çıkar.
- Ben sana benim etimden daha kazançlı bir iş teklif edeyim, git onu yap ve beni vurma.
- Neymiş bir tavşanın bana teklifi?
- Dedelerimden bana gelen bir sır var. Onu sana söyleyeyim. Beni çok rahatsız ediyor. Bu sırrı taşımaktan yoruldum ve bu sırrı sana devretmeye karar verdim. Şu karşı pınarın yanındaki kayayı görüyor musun? İşte o kayanın doğu tarafına 50 adım yürü ve orayı kaz. Büyük bir hazine bulacaksın.
Hazine sözü avcının kafasını fena halde karıştırmış ve tavşanı o halde bırakıp doğruca pınarın yanına gitmiş. İşi gücü bırakıp pınarın yanındaki kayanın doğu tarafına 50 adım yürümüş ve gele gele kendi tarlasına gelmiş; çünkü pınarın yakınında pek fazla ekip biçmediği bir tarlası varmış. Hararetli bir şekilde tarif edilen yeri kazmış, kazmış, kazmış. Derken güçlü bir su kaynağına ulaşmış ve tarlasına doğru su akmaya başlamış. Gidip bakmış, pınarın suyu eskisi gibi devam ediyormuş. Gönül rahatlığı ile tarlasına dönmüş ve tarlasına akan suyla elini yüzünü yıkayıp rahatlamış ve suyun sevincinden hazineyi de unutmuş. Neşe içinde evine giderken tavşanın söylediklerini hatırlayınca büyük hazinenin su olduğunu anlamış ve suyu değerlendirmek için çeşitli plânlar kurmuş. Zamanla tarlası bahçeye dönüşmüş ve bahçenin geliri ile rahat bir hayat sürmeye başlamış.
Avcı bir zaman sonra yine ava çıkmış. Elinde tüfeği her an rastlayacağı avına ateş etmeye hazır yürürken birden önünden bir tavşan fırlayıvermiş. Hemen tüfeğine sarılmış avcı. Nişan almış ki birden tavşan geri dönüp arka ayakları üzerinde durmuş. Teslim olan bir asker gibi ön ayaklarını da havaya kaldırmış.
- Bir dakika beni dinle, ondan sonra vur istersen.
Avcı yine şaşırmış, ama tavşanı tanıyıp önceki olayı hatırlamış.
- Benim kaç kilo etim çıkar? diye sormuş tavşan.
- Herhâlde üç kilo filan çıkar.
- Ben sana benim etimden daha kazançlı bir iş teklif edeyim, git onu yap ve beni vurma.
- Neymiş bakalım tavşanın bana yeni teklifi?
- Şimdi beni vurup etimi çocuklarına yedireceksin ve bir akşam sonra beni unutup gideceksin. Çocukların akşam tavşan eti yedikleri için mutlu olacak belki, ama sen çocuklarınla yeterince ilgilenip onları mutlu edebiliyor musun? Beni bırakıp git, çocuklarınla bir konuş. Onların sana sormak istedikleri sorular var, ama soramıyorlar uzun zamandır. Daha sonra istersen gel, beni burada vur, öldür.
Avcı, geçen defaki hazine olayını düşünüp tavşanın sözlerini dinlemeye karar vermiş ve evine dönmüş.
Evinde çocukları babalarını bekliyorlarmış, ama babaları eve gelince çocuklarda pek bir hareketlenme olmamış. Tüfeğini duvara asmış, elini yüzünü yıkamış, sofraya oturmuşlar. Oturmuşlar, ama evde soğuk bir hava varmış. “Bu çocukların ve hanımımın hiçbir ihtiyacı yok. Peki niye suratları asık.” diye düşünüyormuş bir taraftan.
Yemekten sonra köy kahvesine gitmeyip çocuklarını yanına çağırmış. Çocuklar ilk önce çok şaşırmışlar:
- Baba kahvehaneye yıldırım filan mı düştü? diye sormuşlar.
- Hayır çocuklar, niye sordunuz?
- Sen her akşam yemekten hemen sonra kahvehaneye gidiyorsun da, gitmeyince şaşırdık.
- Bugün evde oturup sizinle konuşmak istiyorum, demiş Avcı.
- Peki o zaman baba, biz de seninle konuşmak istiyorduk, demiş çocuklar. O akşam ocak başında geç saatlere kadar ailecek konuşmuşlar, konuşmuşlar, konuşmuşlar. Saate bakınca hep beraber şaşırmışlar; çünkü saat 02:08’i gösteriyormuş, ama kimse zamanın nasıl geçtiğini anlamamış. Bu sohbetleri sık sık yapmayı plânlayarak herkes yatmaya gitmiş. O gece herkes çok mutlu hissetmiş kendini.
Aradan uzun zaman geçmiş. Hem maddi hem de manevi mutluluğu yakalayan avcı bir gün yine ava gitmiş. Avcı elinde tüfeği her an rastlayacağı avına ateş etmeye hazır yürürken birden önünden bir tavşan fırlayıvermiş. Hemen tüfeğine sarılmış avcı. Nişan almış ki birden tavşan geri dönüp arka ayakları üzerinde durmuş. Teslim olan bir asker gibi ön ayaklarını da havaya kaldırmış.
- Bir dakika beni dinle, ondan sonra vur istersen.
Avcı tavşanı tanımış hemen ve önceki konuşmalar geçmiş aralarında.
- Benim kaç kilo etim çıkar? diye sormuş tavşan.
- Herhâlde üç kilo filan çıkar.
- Ben sana benim etimden daha kazançlı bir iş teklif edeyim, git onu yap ve beni vurma.
- Neymiş bakalım tavşanın bana yeni teklifi?
- Bu seninle üçüncü defa karşılamam. Hak oyunu üçtür derler. Belki bir daha karşılaşmayız. Seni sevdim; çünkü beni dinledin. Ama sana hiç para kazandırmadım. Aile mutluluğuna ve suya kavuştun. Bu defa sana para kazandırmak istiyorum. Sen beni yakala ve pazara götür. “Konuşan akıllı tavşan satıyorum.” diye bağır ve beni en çok para verene sat. Ben biraz da beni satın alana bir şeyler öğretirim, sen de beni satıp para kazanmış olursun.
Avcı tavşanın sözlerini dinleyip tavşanı pazara götürmüş.
- Konuşan akıllı tavşan satıyorum, diye bağırmış pazarda.
Bağırdıkça insanlar toplanmış ve tavşanın fiyatı durmadan artmış. En çok parayı o civarın en zengin adamı vermiş ve tavşanı alıp evine götürmüş.
Akıllı ve konuşan tavşanın etini yeme hayallerini kurarak gelmiş evine adam. Eve gelince hanımı bahçeye çağırmış.
- Hanım bu tavşanı pazardan aldım. Akıllı tavşan diyorlardı. Ben bunun etini yemek istiyorum. Şimdi ben keseyim, yüzeyim, sen de pişir de akşam güzelce yiyeyim.
Onlar konuşurken adamın oğlu da yanlarına gelmiş ve onları dinliyormuş.
-Baba ben bu tavşanı dün gece rüyamda görmüştüm. Seninle beraber geliyordu ve bana çok güzel şeyler anlatıyordu. Ne olur bu tavşanı bana ver.
Adam oğlunun söyledikleri karşısında epeyce şaşırmış. Acaba ne öğretecek bu tavşan oğluma, diye düşünürken
- Oğlunuz doğru söylüyor bayım. Ben de etimden daha kıymetli bilgiler var. Beni bırakırsanız oğlunuza öğretirim, demiş.
- Ama ben bütün tavşanlara düşmanım. Onları gördükçe yemek gelir içimden; çünkü tavşanlar benim kaç tane ağacımı kuruttu, demiş adam tavşana.
- Şunu itiraf ediyorum ki yüreğimi en çok sızlatan şey bahçelerdeki ağaçları kemirmek. Ben de epey ağaç kemirdim. Bunu inkar edemem. Siz açlığın ne demek olduğunu biliyor musunuz? Kış gelmiş, her taraf bembeyaz kar ve biz açız. Üstelik de kemirgen hayvanız. Ne yapalım peki? Siz sıcacık evlerinizde havuçları “hart, hart” yerken havucu çok seven biz tavşanları hiç düşündünüz mü? Birçok bahçede ağaçların gövdelerini kağıtla sarmışlardı. Biz tavşanlar ağacını koruma adına bu işi yapanların ağacına hiç zarar vermiyoruz.
- Haklısın, ne demeli artık, diye ağaçları tavşandan korumak için ne yapması gerektiğini de öğrenmiş böylece.
Babası, tavşanı çocuğuna vermeyi kabul edince çocuk sevinçle tavşanıyla birlikte odasına çıkmış. Tavşanına:
-Bak sevgili tavşancığım. Okula gitmek zorundayım ve tabiî ki ders çalışmalıyım. Bunu sevmiyorum. Bana neleri tavsiye edersin.
- Bir tavşan asla okula gitmez ve bu bizim için bir dert değildir. Ama biz de yaşayabilmek için bazı şeyleri yapmak zorundayız ve bunu yapmaktan sıkılmıyorum. Sıkılsam ne olur ya da ne yapmalıyım. Oturup sırtüstü yatmalıyım ağaç gölgelerinde. Sonra ne olacak. Açlıktan ölüp giderim. Aynı durum insanlar için de geçerli. Hatta daha fazlasıyla. İnsanlar her şeyi başkalarından öğreniyor. Yürümeyi, okumayı, konuşmayı, yazmayı... Biz tavşanların böyle sıkıntıları yok. Bizi yaratan Allah, böyle yaratmış. Şimdi bir tavşan karnını doyurmak için dağlar tepeler aşarak dolaşıp bundan zevk alabiliyorsa ya da yapıyorsa ve şikâyet etmiyorsa, bir insan da okulda, evde, parkta yaptığı ve yapmak zorunda olduğu işten zevk almaya çalışmalıdır. Bir tavşan nasıl havuç yiyorken zevk alırsa sen de havuç yerken zevk almaya çalış. Meselâ şimdi git bana da kendine de havuç getir. Bak nasıl yeniyor zevkle.
O güne kadar pek havuç yememiş olan çocuk gidip mutfaktan bir tabak havuç alıp gelmiş ve beraberce yemeye başlamışlar. Hatta öyle zevkli imiş ki tavşanla yarışmaya başlamışlar. Tabak boşalınca karşılıklı uzun süre gülüşmüşler de.
Havucu sevmeyen çocuk havuç yemenin zevkli olduğunu görünce o güne kadar havuç yemediği için hayıflanmış.
Okuldan da zevk almanın planlarını kurmuş akşamdan bir güzel.
Sabahları annesi onu güç bela kaldırırmış yatağından. Bugün sabah annesi uyandırmak için odaya geldiğinde çocuğu elbiselerini giymiş, hazır bir halde görmüş ve şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş. Gidip annesinin yanaklarına öpücükler kondurmuş ve annesinin elinden tutup onu mutfağa sürüklemiş.
-Bir tavşan gibi açım anne, demiş ve annesini iyice şaşırtmış. Kahvaltıda ne var ne yoksa yemiş bitirmiş ve neşe içinde okulun yolunu tutmuş.
Çocuk kısa sürede bilgili ve çalışkan bir öğrenci olmuş. Tavşanla nice tatlı olaylar yaşayıp bilgisini ve tecrübesini ilerletmiş.