Soraya Esfendiyari Bahtiyari
(Fars: ثریا اسفندیاری بختیاری; d. 22 Haziran, 1932; İsfahan, İran Şahlığı; ö. 26 Haziran, 2001; Paris, Fransa)
Son İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi'nin 1951 yılında evlendiği ikinci eşidir. "Sürgündeki Prenses" olarak da bilinir. Kendisi şaha çocuk veremediği için şahın ailesi tarafından saraydan uzaklaştırılmıştır. Şah uzaklaştırılmasını istemese de ailesinin kararına uymak zorunda kalmıştır.
Soraya ve İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi'nin 1956'daki Türkiye ziyareti basında büyük yankı uyandırmış, "Soraya" ismi Türk halkının diline "Süreyya" olarak yerleşmişti ve hatta kimileri kız çocuklarına Süreyya ismini vermişti. İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, Soraya'dan sonra 1959'da Farah Diba Pehlevi ile mesut bir evlilik gerçekleştirdi. Soraya ise Rıza Pehlevi’den ayrıldıktan sonra yeniden evlenmemiştir.
Hüzünlü hikâyesiyle milyonların kalbinde yer eden prenses 25 Ekim 2001'de Paris'teki evinde sessizce dünyaya gözlerini yummuştur. Esfendiyari'nin mahsun hikâyesini seneler sonra Ersin Faikzade kaleme almıştır.
****
Son İran Şahının güzelliği dillere destan eşi Soraya’nın mutlu günleri sayılıydı. Türk halkı onu Prenses Süreyya olarak tanıdı ve sevdi. Pek çok Sürreya adını ondan aldı. Annesi onu bakın nasıl anlattıyor:
Soraya İsfendiyari Bahtiyari (Prenses Süreyya) o kadar güzel gözlere sahipti ki son İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi görür görmez ona vuruldu. 18 yaşındaki Zümrüt Gözlü güzel 12 Şubat 1951’de 15 kiloluk görkemli gelinlikle ve muhteşem törenle evlendi. Ancak şaha erkek çocuk veremediği için şahın ailesi tarafından 13 Şubat 1958’de saraydan uzaklaştırıldı.
Soraya’nın “Prenses” ünvanını kullanabileceği, Şah’ın kız kardeşleri ile aynı haklara sahip olacağı, diplomatik pasaporta ve belirli miktarda gelire sahip olacağı belirtilirken, Şah İran halkına hüzünlü satırlarla çok sevdigi eşinden ayrılmak zorunda kaldığını açıklıyordu. Artık o Kraliçe değil ”mahzun Prenses” ünvanına sahipti.
TESSELİYİ HOLYWOOD’DA ARADI
Pehlevi, Soraya’dan sonra 1959′da Farah Diba Pehlevi ile yeni evliliğine imza atarken, Soraya hiç kimse ile evlenmeden yaşadı.
Mahzun Prenses teselliyi Avrupa’da ve sinemada aradı. 1965 yılında Dino de Laurentiis’in yönettiği “Bir Kadının Üç Yüzü” filminde rol aldı.
Ancak sinema macerası da onun yaralı yüreğine merhem olamadı. 5 Ekim 2001′de Paris’te yalnız olarak hayata gözlerini yumdu.
PEK ÇOK TÜRK KIZI ADINI ONDAN ALDI
1950′li ve 60′lı yıllarda Prenses Süreyya’nın yaşam tarzı ve yaşadıkları, sadece İran’da değil Avrupa ve Türkiye’de de çok yakından takip edilDİ. ’50′li ve ’60′lı yılların gazete ve magazin dergilerinde Prenses Süreyya’nın bolca haber ve kapak konusu olduğunu görüyoruz.
İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin 1956′daki Türkiye ziyareti sırasında yanında gelen Süreyya İsfendiyari Bahtiyari, Türk Halkının gönlünde taht kurdu ve basın kendisine büyük ilgi gösterdi. Türk halkı zümrüt gözlü Soraya’yı ”Süreyya” olarak adlandırdı. O günlerde doğan kız çocuklarının çoğunun adı Süreyya oldu.
HATIRALARI ÇOK OKUNAN KİTAPLAR ARASINDA YER ALDI
Prenses Süreyya’nın 1961’de yazmaya başladığı, dönemin yüksek tirajlı gazete ve dergilerinde yayınlanmış, 17 dilde kitaplaştırılmış “Hayatım” başlıklı hatıralarını, daha sonra “unuttuklarım” adıyla yayınlanan hatıraları ile birleştirerek 2007 yılında, daha sonra Sürgündeki Prenses: Süreyya adıyla Türkçeleştiren Kaknüs yayınları, geçtiğimiz günlerde ünlü hayat hikayesini bu kez ona en yakın insanın yani annesinin gözünden anlatan bir kitap daha neşretti.
ANNESİ SÜREYYA’YI ANLATTI
Süreyya’nın annesi Prenses Eva İsfendiyari 1906 yılında doğdu. Isfendiyari’nin babası Franz Kari, St. Petersburg’da doğmuş bir Alman. Büyük babası Christian Kari 1860 yılında Almanya’dan Rusya’ya gelmiş ve Çar II Alexander’ın isteği üzerine büyük bir silah imalathanesinin yönetimine geçmiş. Rusya’daki ihtilal sonrası Kari ailesi Berlin’e kaçmış. Eva Kari, Berlin’de büyümüş. Henüz 18 yaşındayken İran’ın köklü ailelerinden lsfendiyari ailesine mensup Halil lsfendiyari ile evlenmiş. Bu evlilikten Süreyya ve Bijan adlarında iki çocuğu dünyaya gelmiş.
1994 yılında vefat eden Prenses Eva İsfendiyari’nin kitabı, Kızım Süreyya adıyla yayınlandı. Annesi Süreyya’nın öyküsünü anlatmaya, ”Bir kızımız dünyaya geldiği zaman babası ile ona Süreyya adını verdik. Süreyya, “Yedi Yıldız” anlamına gelir ve Batı’da “Büyük Ayı” diye isimlendirilen yedili takımyıldızın bizdeki adıdır. İşin tuhafı, yedi sayısının onun hayatında oynadığı önemli rolü ben sonradan, bu yazı dizisini kaleme aldığım sırada fark ettim.
Gerçekten de kızımın yaşayışı, her yedi yılda bir kendini hatırlatan, garip fakat ilahî bir kanunun etkisi altında gibidir: Süreyya 12 Şubat 1951 tarihinde İran Kraliçesi olmuştu. Ne acıdır ki tam yedi yıl sonra gene aynı gün, İran Sarayı’nı terk etmek üzere son hazırlıklarını yapacaktı.
Milano’da, 12 Şubat 1965′in ilk saatlerinde, ilk filminin gala gecesinde hazır bulunup sokağa adımını attığında aradan bir yedi yıl daha geçmişti…” cümleleri ile başlıyor. Ve onun hayatının bilinmeyen yönlerini resimlerle süslenmiş anılarıyla biraz daha gün ışığına çıkartıyor.
Kitaptan Haber 7 Kitap Dünyası olarak sizler için göz kirası olarak seçtiğimiz bazı ilginç bölümler şöyle:
“Süreyya’ya Estetik Yapıldı mı?”
(…) Dedikoducular kızımın bir ameliyat geçirdiğini ve yüz hatlarının değiştirildiğini söylüyorlardı.
Oysa bu haber yalan olduğu kadar gülünçtü. Çünkü sinema seyircisi onu beyaz perdede Süreyya olarak, gerçek çehresiyle görmek isteyecekti. Fakat ona en fazla yakışacak makyaj şekli için araştırmalar yapılmadı değil. (…)
“Kızım Para İçin Aşkını (…)”
(…) Keşke Süreyya’ya engel olsaydım. Keşke daha ilk günden yapımcıya “Hayır” demesini sağlasaydım…
Artık olan olmuştu fakat işlerin uzaması kadar, Laurentiis’in tanıştırdığı yönetmenlerin ısrarları da canımı sıkıyordu. Hepsi sözü dönüp dolaştırıp filme bir sevişme sahnesi katma konusuna getiriyorlardı. (…)
“Artık Hesabını Biliyor”
1959’dan sonra Süreyya paranın ne demek olduğunu, onu nasıl kullanacağını yavaş yavaş öğrendi. Artık o da sizler gibi dünyada her adımın, her nefesin para olduğunu biliyor. (…)
Bir zamanlar hediyelere boğulan Süreyya, normal hayatta kimsenin kimseye karşılıksız bir şey vermeyeceğini öğrendi. (…)
“Haremde On İki Kadın”
Rahmetli kayınpederim Serdar Esad hayattayken kadın hizmetkârlarla birlikte otururmuş ve hareminde on iki karısı varmış. Evlendiğinde, Halil’İn annesi on dört yaşındaymış. (…)
“Süreyya’nın Gelinliği 15 Kilo Geliyordu”
“Gelinliğimi taşıyamıyorum” diyordu. “Kurşun gibi ağır, omuzlarımı çökertecek gibi bastırıyor.”
Gerçekten de Christian Dior’un atölyelerinde dikilen gelinlik tam on beş kilo geliyordu. (…)
“Hırsız Balkondan Süreyya’nın Odasına Geçmişti – Şöhret Olmanın Derdi”
Paris’te bir gece daireye hırsız girdi. (…) Gece otele geldiğinde odasını karmakarışık buldu. Hırsızlar, Süreyya’nın hanedana ait mücevherlerle seyahat ettiğini duymuşlar ve içinde gerçek bir hazinenin saklı olduğu mahfazayı almaya gelmişlerdi. (…)
“Şah Süreyya’nın Üzerine Evlenmek İstiyor”
Onu görür görmez üzüntülü olduğunu anladım. (…) “Kızım nen var?” diye soracak oldum. O bu sorumu bekliyormuş gibi hiç yapmacığa kaçmadan: “Anne galiba Şah benden boşanmak niyetinde” dedi. (…)
“Prens Orsini İle Flört Etmesine Ses Çıkartmıyorum”
(…) Orsini, önceleri sırf Süreyya’ya kur yapabilmek için bizim kaldığımız otele yerleşmişti. Nereye gidersek bizi takip ediyor, her yerde ansızın karşımıza çıkıyordu. Neticede (…)
“Süreyya İyi Bir Meslek Kadını Olamadı”
Birkaç ay süren Amerika gezisinden bambaşka fikirlerle döndü. (…) “Ben artık böyle başıboş yaşamaktan sıkıldım. İyi bir iş bulabilirsem meslek hayatına atılacağım. İnsan sabık (eski) İmparatoriçe kimliğiyle ilelebet yaşayamıyor.” (…)
“İlk Çalışma Girişimi”
(…) Süreyya hemen hisse verme teklifinde bulundu. (…) Süreyya, otomobil modelinin Viyana’da dünya basınına sunulacağı gün yapılacak toplantıda bulunmaya söz verdi ve sözünü tuttu. (…) Ben de kendimi bin hayale kaptırmış, kızımı geleceğin Henry Ford’u olarak görmeye hazırlanıyordum! (…)
****
Saltanattan melankoliye
Şah Pehlevi'den ayrılan Mahzun Prenses teselliyi Avrupa'da ve sinemada aradı. Ancak çok sevdiği sinema bile onun yaralı yüreğine merhem olamadı. Yıllar sonra yeniden aşkı denedi. Franco'yu çok sevdi... Şah'a söz verdiği için onunla evlenemedi ama o da bir kazada ölünce üzüntüden kahroldu
Şah'a soyunu devam ettirecek bir çocuk veremeyeceği kesinleşen Süreyya'nın Tahran'daki 7 yıllık saltanatı 13 Şubat 1958 tarihinde sona erdi. Mahzun Prenses Süreyya, Gülistan Sarayı'nın kapısından bir daha geri dönmemek üzere çıktı. Bu çıkış onun ölüme dek sürecek sürgün hayatının da başlangıcı oldu. Rıza Şah Pehlevi, saraydan ayrılırken "Zümrüt Gözlü Prensesi"ne hayatı boyunca yetecek bir servet bağışladı. Ancak bu servet karşılığı çok önemli bir şart dayatıldı: Şah ailesinin ve İran'ın şerefine laf getirecek hiç bir hareket yapmayacak ve her ne olursa olsun olası bir evlilikten de kaçınacaktı...
SÜRGÜN ROMA'DA BAŞLADI
İlk durak Roma'ydı. Çocukluk hayallerini süsleyen sinemaya ilk adımı burada atabilirdi. Prenses aşk şehri Roma'da acı dolu bir kaç yıl geçirdi. Yönetmen Dino de Laurintis sayesinde, çocukluğunda hayalini kurduğu sinema düşü gerçek oldu. "Bir kadının üç yüzü" adlı filmde Antonoioni, Bolognini ve İndovini gibi dönemin ünlü oyuncularıyla başrolü paylaştı. 1964 yılında bir çok sinema salonunda aynı anda gösterime giren film sinemaseverlerin akınına uğradı. Ancak çok kısa süre sonra sinema salonları birbiri ardına filmi gösterimden kaldırdı. O dönemde, filmin bütün kopyalarının Şah tarafından satın alınarak gösterimden çekildiği iddiaları ayyuka çıkmıştı.
HANGİ HAFTA EVLENECEK?
Roma'da Süreyya'nın etrafından paparazziler hiç eksik olmadı. Attığı her adımı izlenen Süreyya, Avrupa'nın en gözde duluydu. Gençti güzeldi gerçek bir prensesti. Gazete ve dergiler onunla ilgili hemen her gün ayrı bir ilişki iddiası ortaya attı. O dönemin bulvar gazeteleri sürekli farklı isimlerle görülen Süreyya'nın yakında evleneceğini yazdı. Ancak paparazzilerin iddialarının aksine, Süreyya hâlâ Şah'a aşıktı, onun acısını yaşıyordu ve hepsinden önemlisi sözünde duracaktı ve bir daha evlenmeyecekti... Her gittiği davette adım adım izlendi. Her konuştuğu erkekle, "bir hafta sonra evlenecekler" denildi.
Fakat artık Şah'ı unutması ve kendini hayatın devam ettiğine inandırması gerekiyordu. Avrupa'nın hemen her yerinde katıldığı davetlerde güzelliğiyle bütün erkeklerin başını döndüren Süreyya, çevirdiği filmde birlikte rol aldığı Franco Indovini'ye yeni filme başlamadan aşık oldu. Bir zamanlar sürgün günlerinde Şah ile birlikte dolaştığı Roma ve Venedik sokaklarında yeni sevgilisi ile fırtınalı bir aşk yaşayan Süreyya'nın mutluluğu yine kısa sürdü. Birlikteliklerinin beşinci yılında bir gece yarısı aldığı telefonla Süreyya'nın başına dünya bir kez daha yıkıldı. Sevgilisi Franco geçirdiği bir uçak kazası sonucu hayatını kaybetmişti...
HERKES PRENSESİN PEŞİNDE
Olaydan hemen sonra, bir zamanlar mutluluk ve sevgi saçan o "Zümrüt Gözler"de artık melankoli hakimdi. İran'da bıraktığını düşündüğü kara bulutların Roma'da da peşini bırakmaması, onu yeniden yolculuğa çıkardı. Franco'ya deliler gibi aşık olmasına rağmen onunla evlenmemesi Şah ailesinin koyduğu şarta bağlandı iddiası uzun süre dedikodu sayfalarında yer aldı.
Roma'dan büyük bir acıyla ayrılan Süreyya, yine uzun yolculuklardan sonra ikinci durak olarak Almanya'yı seçti. Berlin başta olmak üzere Almanya'nın bir çok kentinde belli dönemlerde yaşayan Süreyya, katıldığı davetlerde güzelliğiyle yine erkeklerin ilgi odağı olurken, içine gömülü acı, zümrüt gözlerinde daha da belirginleşmişti. Almanya'da geçen bir kaç yıldan sonra Paris'e gelen Süreyya, bundan sonraki yaşamını burada sürdürmeye karar verdi. Şah ailesinden aldığı bir apartman katına yerleşti. Hiç çalışmadan yaşabilecek kadar servete sahip Süreyya, burada tek başına yaşamaya başladı. Gecelerini geçirdiği davetler dışında Süreyya en çok Luxembourg Parkında saatlerce oturur zaman geçirirdi.
Paris'e yerleştikten sonra kısa bir sürede iyi bir çevre edinen Süreyya, Seçkin Konukların çağırıldığı davetleri hiç kaçırmadı. Geçen yıllara, yaşanan onca acılara rağmen güzelliğiyle erkekleri çevresinde fır döndüren Süreyya, vals gecelerini hiç kaçırmadı. Katıldığı bütün davetlerde eğer dans ediliyorsa, mutlaka dans etti. Almanya, İsviçre ve İngiltere'de aldığı iyi eğitim sayesinde dans etmeyi de çok iyi öğrenen Süreyya ile dans etmek isteyen yakışıklı erkekler kuyruk oluşturuyordu.
ZÜMRÜT GÖZLERDE YAŞ VAR
Paris'te katıldığı davetlerde içindeki kalbindeki acı gözlerinden okunan Süreyya, şarkılara da konu oldu. Fransız yazar Françoise Mallet-Jorris tarafından yazılan ve Marie Paule Belle tarafından yorumlanan "Süreyya gibi ağlamak istiyorum, Bir prenses gibi ağlamak istiyorum, Bir asil kadınla birlikte ağlamak istiyorum" sözlerini taşıyan şarkı uzun süre müzikseverlerin dilinden düşmedi. Süreyya'nın yaşadığı acıları anlatmayan şarkının kaynağı şüphesiz herkesin başını döndüren zümrüt yeşili gözlerdi. O gözlerden akan yaşlardan çok etkilenen Mallet-Jorris bu duygularını mısralara döktü.
TEK DOSTU İÇKİ ŞİŞELERİ
1991 yılında yazdığı "Yalnızlıklar Sarayı" adlı kitabında bütün acılarını, hüznünü, aşklarını, mutluluğunu ortaya koyan Süreyya, kitabı piyasaya çıktıktan sonra kendini insanlardan izole etti. Artık eskisi gibi yolculuklara çıkmayan Süreyya, tatilleri için sadece İspanya'nın Marbella kentine gitti. Evinde çok fazla misafir de kabul etmeyen Süreyya, son yıllarda en çok temizlikçi kadın tarafından ziyaret ediliyordu... Bir kaç yıl öncesine kadar katıldığı partilerde güzelliğiyle sürekli ilgi çeken Süreyya'nın son dönemde tek arkadaşı içki şişeleriydi. Sadece tatile gitmek için evden çıkan Süreyya, evde içtikçe içiyor ve yalnızlığa gömülüyordu. Alkolü hüznünü unutmak ve yalnızlığına ortak etmek için seçen Mahzun Prenses, yine de yalnızlıktan kurtulamadı. Öyleki ölüsünü bile eve gelen temizlikçisi buldu. Paris, Prenses Diana'dan sonra Zümrüt Gözlü Süreyya'ya da mezar olmuştu...
Prensesler de sıradan biri olmak ister
Prenses Süreyya, Şah'tan ayrıldıktan sonra da tüm dünyanın tanıdığı, kadınların hep gıptayla baktığı ve Avrupa sosyetesinin aralarında görmek istediği bir isimdi. Her giydiği elbise modanın kalbi Paris'te bile olay oluyor; takıları jet sosyetinin dilinden uzun sure düşmüyordu. Ziyaret ettiği her ülkede ihtişamla karşılanıyor; flaşlar üzerine patlıyor, adına verilen yemeklerde bütün gözler üzerine odaklanıyordu...
'İÇİMDE FIRTINALAR KOPUYOR'
Ama bütün bunlara karşın, Prenses Süreyya'nın binbir gece masallarını hatırlatan dünyasının perde arkası o kadar neşeli değildi. O gözleri zümrüt kadının içinde, aslında büyük fırtınalar kopuyordu. Prenses Süreyya, hayatını anlattığı kitabında bu ruh halini de bütün açıklığıyla anlatıyordu. İşte "Hayatım" adlı kitabının hüzün dolu son satırları:
Prenses olmanın en beter tarafı, kendinizi göz hapsinde hissetmediğiniz bir dakikanın bile olmayışıdır. Evimde, dört duvar arasında tek başıma olduğum zamanlar bile huzursuz oluyorum... O zaman içimden, güneşli gündüz saatlerinde bile perdeleri çekmek, pancurları indirmek, kapıları kilitlemek geliyor. Güpegündüz ışıkları yakmaya razıyım; tek kimsenin beni gözetlemediğimden emin olayım yeter.
3 YERİM VAR
Bir prenses dahi, milyonlarca kadının yaptıklarını, hiç kimseye malzeme olmadan yapabilmek ister. Bir dostla sohbet etmeye, bir cafede oturmaya, dükkan dükkan dolaşmaya veya sinemaya gitmeye hasrettir. Ender de olsa kabuğundan sıyrılıp tatil yapmaya, sıcak kumların üzerinde mayo ile yatmaya, top oynamaya, koşup zıplamaya, sahilde dalgaların arasında yüzmeye ve bu arada mesut ve kendi gibi olmaya, kimse tarafından dürbünle izlenmediğini de bilmeye hasrettir. Tecrübem bana dünya yüzünde gerçekten kendi başıma olabileceğim yalnız üç yer olduğunu öğretti: Bu yerlerden biri Kuzey Kutbu'dur. Ama orası o kadar soğuk ki. Diğer bir yer ise Büyük Sahra'dır. Ama orası da fazla sıcak. Bir ihtimal de Akdeniz'de ıssız bir ada. Günün birinde öyle bir adayı bulmanın hayaliyle yaşıyorum..
(Fars: ثریا اسفندیاری بختیاری; d. 22 Haziran, 1932; İsfahan, İran Şahlığı; ö. 26 Haziran, 2001; Paris, Fransa)
Son İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi'nin 1951 yılında evlendiği ikinci eşidir. "Sürgündeki Prenses" olarak da bilinir. Kendisi şaha çocuk veremediği için şahın ailesi tarafından saraydan uzaklaştırılmıştır. Şah uzaklaştırılmasını istemese de ailesinin kararına uymak zorunda kalmıştır.
Soraya ve İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi'nin 1956'daki Türkiye ziyareti basında büyük yankı uyandırmış, "Soraya" ismi Türk halkının diline "Süreyya" olarak yerleşmişti ve hatta kimileri kız çocuklarına Süreyya ismini vermişti. İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, Soraya'dan sonra 1959'da Farah Diba Pehlevi ile mesut bir evlilik gerçekleştirdi. Soraya ise Rıza Pehlevi’den ayrıldıktan sonra yeniden evlenmemiştir.
Hüzünlü hikâyesiyle milyonların kalbinde yer eden prenses 25 Ekim 2001'de Paris'teki evinde sessizce dünyaya gözlerini yummuştur. Esfendiyari'nin mahsun hikâyesini seneler sonra Ersin Faikzade kaleme almıştır.
****
Son İran Şahının güzelliği dillere destan eşi Soraya’nın mutlu günleri sayılıydı. Türk halkı onu Prenses Süreyya olarak tanıdı ve sevdi. Pek çok Sürreya adını ondan aldı. Annesi onu bakın nasıl anlattıyor:
Soraya İsfendiyari Bahtiyari (Prenses Süreyya) o kadar güzel gözlere sahipti ki son İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi görür görmez ona vuruldu. 18 yaşındaki Zümrüt Gözlü güzel 12 Şubat 1951’de 15 kiloluk görkemli gelinlikle ve muhteşem törenle evlendi. Ancak şaha erkek çocuk veremediği için şahın ailesi tarafından 13 Şubat 1958’de saraydan uzaklaştırıldı.
Soraya’nın “Prenses” ünvanını kullanabileceği, Şah’ın kız kardeşleri ile aynı haklara sahip olacağı, diplomatik pasaporta ve belirli miktarda gelire sahip olacağı belirtilirken, Şah İran halkına hüzünlü satırlarla çok sevdigi eşinden ayrılmak zorunda kaldığını açıklıyordu. Artık o Kraliçe değil ”mahzun Prenses” ünvanına sahipti.
TESSELİYİ HOLYWOOD’DA ARADI
Pehlevi, Soraya’dan sonra 1959′da Farah Diba Pehlevi ile yeni evliliğine imza atarken, Soraya hiç kimse ile evlenmeden yaşadı.
Mahzun Prenses teselliyi Avrupa’da ve sinemada aradı. 1965 yılında Dino de Laurentiis’in yönettiği “Bir Kadının Üç Yüzü” filminde rol aldı.
Ancak sinema macerası da onun yaralı yüreğine merhem olamadı. 5 Ekim 2001′de Paris’te yalnız olarak hayata gözlerini yumdu.
PEK ÇOK TÜRK KIZI ADINI ONDAN ALDI
1950′li ve 60′lı yıllarda Prenses Süreyya’nın yaşam tarzı ve yaşadıkları, sadece İran’da değil Avrupa ve Türkiye’de de çok yakından takip edilDİ. ’50′li ve ’60′lı yılların gazete ve magazin dergilerinde Prenses Süreyya’nın bolca haber ve kapak konusu olduğunu görüyoruz.
İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin 1956′daki Türkiye ziyareti sırasında yanında gelen Süreyya İsfendiyari Bahtiyari, Türk Halkının gönlünde taht kurdu ve basın kendisine büyük ilgi gösterdi. Türk halkı zümrüt gözlü Soraya’yı ”Süreyya” olarak adlandırdı. O günlerde doğan kız çocuklarının çoğunun adı Süreyya oldu.
HATIRALARI ÇOK OKUNAN KİTAPLAR ARASINDA YER ALDI
Prenses Süreyya’nın 1961’de yazmaya başladığı, dönemin yüksek tirajlı gazete ve dergilerinde yayınlanmış, 17 dilde kitaplaştırılmış “Hayatım” başlıklı hatıralarını, daha sonra “unuttuklarım” adıyla yayınlanan hatıraları ile birleştirerek 2007 yılında, daha sonra Sürgündeki Prenses: Süreyya adıyla Türkçeleştiren Kaknüs yayınları, geçtiğimiz günlerde ünlü hayat hikayesini bu kez ona en yakın insanın yani annesinin gözünden anlatan bir kitap daha neşretti.
ANNESİ SÜREYYA’YI ANLATTI
Süreyya’nın annesi Prenses Eva İsfendiyari 1906 yılında doğdu. Isfendiyari’nin babası Franz Kari, St. Petersburg’da doğmuş bir Alman. Büyük babası Christian Kari 1860 yılında Almanya’dan Rusya’ya gelmiş ve Çar II Alexander’ın isteği üzerine büyük bir silah imalathanesinin yönetimine geçmiş. Rusya’daki ihtilal sonrası Kari ailesi Berlin’e kaçmış. Eva Kari, Berlin’de büyümüş. Henüz 18 yaşındayken İran’ın köklü ailelerinden lsfendiyari ailesine mensup Halil lsfendiyari ile evlenmiş. Bu evlilikten Süreyya ve Bijan adlarında iki çocuğu dünyaya gelmiş.
1994 yılında vefat eden Prenses Eva İsfendiyari’nin kitabı, Kızım Süreyya adıyla yayınlandı. Annesi Süreyya’nın öyküsünü anlatmaya, ”Bir kızımız dünyaya geldiği zaman babası ile ona Süreyya adını verdik. Süreyya, “Yedi Yıldız” anlamına gelir ve Batı’da “Büyük Ayı” diye isimlendirilen yedili takımyıldızın bizdeki adıdır. İşin tuhafı, yedi sayısının onun hayatında oynadığı önemli rolü ben sonradan, bu yazı dizisini kaleme aldığım sırada fark ettim.
Gerçekten de kızımın yaşayışı, her yedi yılda bir kendini hatırlatan, garip fakat ilahî bir kanunun etkisi altında gibidir: Süreyya 12 Şubat 1951 tarihinde İran Kraliçesi olmuştu. Ne acıdır ki tam yedi yıl sonra gene aynı gün, İran Sarayı’nı terk etmek üzere son hazırlıklarını yapacaktı.
Milano’da, 12 Şubat 1965′in ilk saatlerinde, ilk filminin gala gecesinde hazır bulunup sokağa adımını attığında aradan bir yedi yıl daha geçmişti…” cümleleri ile başlıyor. Ve onun hayatının bilinmeyen yönlerini resimlerle süslenmiş anılarıyla biraz daha gün ışığına çıkartıyor.
Kitaptan Haber 7 Kitap Dünyası olarak sizler için göz kirası olarak seçtiğimiz bazı ilginç bölümler şöyle:
“Süreyya’ya Estetik Yapıldı mı?”
(…) Dedikoducular kızımın bir ameliyat geçirdiğini ve yüz hatlarının değiştirildiğini söylüyorlardı.
Oysa bu haber yalan olduğu kadar gülünçtü. Çünkü sinema seyircisi onu beyaz perdede Süreyya olarak, gerçek çehresiyle görmek isteyecekti. Fakat ona en fazla yakışacak makyaj şekli için araştırmalar yapılmadı değil. (…)
“Kızım Para İçin Aşkını (…)”
(…) Keşke Süreyya’ya engel olsaydım. Keşke daha ilk günden yapımcıya “Hayır” demesini sağlasaydım…
Artık olan olmuştu fakat işlerin uzaması kadar, Laurentiis’in tanıştırdığı yönetmenlerin ısrarları da canımı sıkıyordu. Hepsi sözü dönüp dolaştırıp filme bir sevişme sahnesi katma konusuna getiriyorlardı. (…)
“Artık Hesabını Biliyor”
1959’dan sonra Süreyya paranın ne demek olduğunu, onu nasıl kullanacağını yavaş yavaş öğrendi. Artık o da sizler gibi dünyada her adımın, her nefesin para olduğunu biliyor. (…)
Bir zamanlar hediyelere boğulan Süreyya, normal hayatta kimsenin kimseye karşılıksız bir şey vermeyeceğini öğrendi. (…)
“Haremde On İki Kadın”
Rahmetli kayınpederim Serdar Esad hayattayken kadın hizmetkârlarla birlikte otururmuş ve hareminde on iki karısı varmış. Evlendiğinde, Halil’İn annesi on dört yaşındaymış. (…)
“Süreyya’nın Gelinliği 15 Kilo Geliyordu”
“Gelinliğimi taşıyamıyorum” diyordu. “Kurşun gibi ağır, omuzlarımı çökertecek gibi bastırıyor.”
Gerçekten de Christian Dior’un atölyelerinde dikilen gelinlik tam on beş kilo geliyordu. (…)
“Hırsız Balkondan Süreyya’nın Odasına Geçmişti – Şöhret Olmanın Derdi”
Paris’te bir gece daireye hırsız girdi. (…) Gece otele geldiğinde odasını karmakarışık buldu. Hırsızlar, Süreyya’nın hanedana ait mücevherlerle seyahat ettiğini duymuşlar ve içinde gerçek bir hazinenin saklı olduğu mahfazayı almaya gelmişlerdi. (…)
“Şah Süreyya’nın Üzerine Evlenmek İstiyor”
Onu görür görmez üzüntülü olduğunu anladım. (…) “Kızım nen var?” diye soracak oldum. O bu sorumu bekliyormuş gibi hiç yapmacığa kaçmadan: “Anne galiba Şah benden boşanmak niyetinde” dedi. (…)
“Prens Orsini İle Flört Etmesine Ses Çıkartmıyorum”
(…) Orsini, önceleri sırf Süreyya’ya kur yapabilmek için bizim kaldığımız otele yerleşmişti. Nereye gidersek bizi takip ediyor, her yerde ansızın karşımıza çıkıyordu. Neticede (…)
“Süreyya İyi Bir Meslek Kadını Olamadı”
Birkaç ay süren Amerika gezisinden bambaşka fikirlerle döndü. (…) “Ben artık böyle başıboş yaşamaktan sıkıldım. İyi bir iş bulabilirsem meslek hayatına atılacağım. İnsan sabık (eski) İmparatoriçe kimliğiyle ilelebet yaşayamıyor.” (…)
“İlk Çalışma Girişimi”
(…) Süreyya hemen hisse verme teklifinde bulundu. (…) Süreyya, otomobil modelinin Viyana’da dünya basınına sunulacağı gün yapılacak toplantıda bulunmaya söz verdi ve sözünü tuttu. (…) Ben de kendimi bin hayale kaptırmış, kızımı geleceğin Henry Ford’u olarak görmeye hazırlanıyordum! (…)
****
Saltanattan melankoliye
Şah Pehlevi'den ayrılan Mahzun Prenses teselliyi Avrupa'da ve sinemada aradı. Ancak çok sevdiği sinema bile onun yaralı yüreğine merhem olamadı. Yıllar sonra yeniden aşkı denedi. Franco'yu çok sevdi... Şah'a söz verdiği için onunla evlenemedi ama o da bir kazada ölünce üzüntüden kahroldu
Şah'a soyunu devam ettirecek bir çocuk veremeyeceği kesinleşen Süreyya'nın Tahran'daki 7 yıllık saltanatı 13 Şubat 1958 tarihinde sona erdi. Mahzun Prenses Süreyya, Gülistan Sarayı'nın kapısından bir daha geri dönmemek üzere çıktı. Bu çıkış onun ölüme dek sürecek sürgün hayatının da başlangıcı oldu. Rıza Şah Pehlevi, saraydan ayrılırken "Zümrüt Gözlü Prensesi"ne hayatı boyunca yetecek bir servet bağışladı. Ancak bu servet karşılığı çok önemli bir şart dayatıldı: Şah ailesinin ve İran'ın şerefine laf getirecek hiç bir hareket yapmayacak ve her ne olursa olsun olası bir evlilikten de kaçınacaktı...
SÜRGÜN ROMA'DA BAŞLADI
İlk durak Roma'ydı. Çocukluk hayallerini süsleyen sinemaya ilk adımı burada atabilirdi. Prenses aşk şehri Roma'da acı dolu bir kaç yıl geçirdi. Yönetmen Dino de Laurintis sayesinde, çocukluğunda hayalini kurduğu sinema düşü gerçek oldu. "Bir kadının üç yüzü" adlı filmde Antonoioni, Bolognini ve İndovini gibi dönemin ünlü oyuncularıyla başrolü paylaştı. 1964 yılında bir çok sinema salonunda aynı anda gösterime giren film sinemaseverlerin akınına uğradı. Ancak çok kısa süre sonra sinema salonları birbiri ardına filmi gösterimden kaldırdı. O dönemde, filmin bütün kopyalarının Şah tarafından satın alınarak gösterimden çekildiği iddiaları ayyuka çıkmıştı.
HANGİ HAFTA EVLENECEK?
Roma'da Süreyya'nın etrafından paparazziler hiç eksik olmadı. Attığı her adımı izlenen Süreyya, Avrupa'nın en gözde duluydu. Gençti güzeldi gerçek bir prensesti. Gazete ve dergiler onunla ilgili hemen her gün ayrı bir ilişki iddiası ortaya attı. O dönemin bulvar gazeteleri sürekli farklı isimlerle görülen Süreyya'nın yakında evleneceğini yazdı. Ancak paparazzilerin iddialarının aksine, Süreyya hâlâ Şah'a aşıktı, onun acısını yaşıyordu ve hepsinden önemlisi sözünde duracaktı ve bir daha evlenmeyecekti... Her gittiği davette adım adım izlendi. Her konuştuğu erkekle, "bir hafta sonra evlenecekler" denildi.
Fakat artık Şah'ı unutması ve kendini hayatın devam ettiğine inandırması gerekiyordu. Avrupa'nın hemen her yerinde katıldığı davetlerde güzelliğiyle bütün erkeklerin başını döndüren Süreyya, çevirdiği filmde birlikte rol aldığı Franco Indovini'ye yeni filme başlamadan aşık oldu. Bir zamanlar sürgün günlerinde Şah ile birlikte dolaştığı Roma ve Venedik sokaklarında yeni sevgilisi ile fırtınalı bir aşk yaşayan Süreyya'nın mutluluğu yine kısa sürdü. Birlikteliklerinin beşinci yılında bir gece yarısı aldığı telefonla Süreyya'nın başına dünya bir kez daha yıkıldı. Sevgilisi Franco geçirdiği bir uçak kazası sonucu hayatını kaybetmişti...
HERKES PRENSESİN PEŞİNDE
Olaydan hemen sonra, bir zamanlar mutluluk ve sevgi saçan o "Zümrüt Gözler"de artık melankoli hakimdi. İran'da bıraktığını düşündüğü kara bulutların Roma'da da peşini bırakmaması, onu yeniden yolculuğa çıkardı. Franco'ya deliler gibi aşık olmasına rağmen onunla evlenmemesi Şah ailesinin koyduğu şarta bağlandı iddiası uzun süre dedikodu sayfalarında yer aldı.
Roma'dan büyük bir acıyla ayrılan Süreyya, yine uzun yolculuklardan sonra ikinci durak olarak Almanya'yı seçti. Berlin başta olmak üzere Almanya'nın bir çok kentinde belli dönemlerde yaşayan Süreyya, katıldığı davetlerde güzelliğiyle yine erkeklerin ilgi odağı olurken, içine gömülü acı, zümrüt gözlerinde daha da belirginleşmişti. Almanya'da geçen bir kaç yıldan sonra Paris'e gelen Süreyya, bundan sonraki yaşamını burada sürdürmeye karar verdi. Şah ailesinden aldığı bir apartman katına yerleşti. Hiç çalışmadan yaşabilecek kadar servete sahip Süreyya, burada tek başına yaşamaya başladı. Gecelerini geçirdiği davetler dışında Süreyya en çok Luxembourg Parkında saatlerce oturur zaman geçirirdi.
Paris'e yerleştikten sonra kısa bir sürede iyi bir çevre edinen Süreyya, Seçkin Konukların çağırıldığı davetleri hiç kaçırmadı. Geçen yıllara, yaşanan onca acılara rağmen güzelliğiyle erkekleri çevresinde fır döndüren Süreyya, vals gecelerini hiç kaçırmadı. Katıldığı bütün davetlerde eğer dans ediliyorsa, mutlaka dans etti. Almanya, İsviçre ve İngiltere'de aldığı iyi eğitim sayesinde dans etmeyi de çok iyi öğrenen Süreyya ile dans etmek isteyen yakışıklı erkekler kuyruk oluşturuyordu.
ZÜMRÜT GÖZLERDE YAŞ VAR
Paris'te katıldığı davetlerde içindeki kalbindeki acı gözlerinden okunan Süreyya, şarkılara da konu oldu. Fransız yazar Françoise Mallet-Jorris tarafından yazılan ve Marie Paule Belle tarafından yorumlanan "Süreyya gibi ağlamak istiyorum, Bir prenses gibi ağlamak istiyorum, Bir asil kadınla birlikte ağlamak istiyorum" sözlerini taşıyan şarkı uzun süre müzikseverlerin dilinden düşmedi. Süreyya'nın yaşadığı acıları anlatmayan şarkının kaynağı şüphesiz herkesin başını döndüren zümrüt yeşili gözlerdi. O gözlerden akan yaşlardan çok etkilenen Mallet-Jorris bu duygularını mısralara döktü.
TEK DOSTU İÇKİ ŞİŞELERİ
1991 yılında yazdığı "Yalnızlıklar Sarayı" adlı kitabında bütün acılarını, hüznünü, aşklarını, mutluluğunu ortaya koyan Süreyya, kitabı piyasaya çıktıktan sonra kendini insanlardan izole etti. Artık eskisi gibi yolculuklara çıkmayan Süreyya, tatilleri için sadece İspanya'nın Marbella kentine gitti. Evinde çok fazla misafir de kabul etmeyen Süreyya, son yıllarda en çok temizlikçi kadın tarafından ziyaret ediliyordu... Bir kaç yıl öncesine kadar katıldığı partilerde güzelliğiyle sürekli ilgi çeken Süreyya'nın son dönemde tek arkadaşı içki şişeleriydi. Sadece tatile gitmek için evden çıkan Süreyya, evde içtikçe içiyor ve yalnızlığa gömülüyordu. Alkolü hüznünü unutmak ve yalnızlığına ortak etmek için seçen Mahzun Prenses, yine de yalnızlıktan kurtulamadı. Öyleki ölüsünü bile eve gelen temizlikçisi buldu. Paris, Prenses Diana'dan sonra Zümrüt Gözlü Süreyya'ya da mezar olmuştu...
Prensesler de sıradan biri olmak ister
Prenses Süreyya, Şah'tan ayrıldıktan sonra da tüm dünyanın tanıdığı, kadınların hep gıptayla baktığı ve Avrupa sosyetesinin aralarında görmek istediği bir isimdi. Her giydiği elbise modanın kalbi Paris'te bile olay oluyor; takıları jet sosyetinin dilinden uzun sure düşmüyordu. Ziyaret ettiği her ülkede ihtişamla karşılanıyor; flaşlar üzerine patlıyor, adına verilen yemeklerde bütün gözler üzerine odaklanıyordu...
'İÇİMDE FIRTINALAR KOPUYOR'
Ama bütün bunlara karşın, Prenses Süreyya'nın binbir gece masallarını hatırlatan dünyasının perde arkası o kadar neşeli değildi. O gözleri zümrüt kadının içinde, aslında büyük fırtınalar kopuyordu. Prenses Süreyya, hayatını anlattığı kitabında bu ruh halini de bütün açıklığıyla anlatıyordu. İşte "Hayatım" adlı kitabının hüzün dolu son satırları:
Prenses olmanın en beter tarafı, kendinizi göz hapsinde hissetmediğiniz bir dakikanın bile olmayışıdır. Evimde, dört duvar arasında tek başıma olduğum zamanlar bile huzursuz oluyorum... O zaman içimden, güneşli gündüz saatlerinde bile perdeleri çekmek, pancurları indirmek, kapıları kilitlemek geliyor. Güpegündüz ışıkları yakmaya razıyım; tek kimsenin beni gözetlemediğimden emin olayım yeter.
3 YERİM VAR
Bir prenses dahi, milyonlarca kadının yaptıklarını, hiç kimseye malzeme olmadan yapabilmek ister. Bir dostla sohbet etmeye, bir cafede oturmaya, dükkan dükkan dolaşmaya veya sinemaya gitmeye hasrettir. Ender de olsa kabuğundan sıyrılıp tatil yapmaya, sıcak kumların üzerinde mayo ile yatmaya, top oynamaya, koşup zıplamaya, sahilde dalgaların arasında yüzmeye ve bu arada mesut ve kendi gibi olmaya, kimse tarafından dürbünle izlenmediğini de bilmeye hasrettir. Tecrübem bana dünya yüzünde gerçekten kendi başıma olabileceğim yalnız üç yer olduğunu öğretti: Bu yerlerden biri Kuzey Kutbu'dur. Ama orası o kadar soğuk ki. Diğer bir yer ise Büyük Sahra'dır. Ama orası da fazla sıcak. Bir ihtimal de Akdeniz'de ıssız bir ada. Günün birinde öyle bir adayı bulmanın hayaliyle yaşıyorum..