TAVŞAN KUYRUĞUNU NASIL KAYBETTİ??
Bir zamanlar iki kardeş yaşarmış, biri büyük bir cin, diğeri tavşanmış. Büyük kardeş, bütün cinler gibi, kendini hayvan, kuş, balık, bulut, gök gürültüsü ve şimşek ya da canının istediği herhangi bir şey kılığına sokabilirmiş.
Küçük kardeş (tavşan) çok yaramazmış ve başı durmadan belaya girermiş. Büyük kardeş de hiç durmadan kardeşini belalardan kurtarmaya çalışırmış.
Tavşan iyice büyüyünce gezip dünyayı görmek istemiş. Niyetini kardeşine söylediği zaman kardeşi şöyle demiş: “Bak, Tavşan, sen witkotkosun (çok yaramazsın) bu yüzden çok dikkatli ol ve mümkün olduğunca beladan kaçın. Büyük bir belayla karşılaşır ve kendin üstesinden gelemezsen beni çağırman yeter, nerede olursan ol, geleceğim.”
Tavşan yola çıkmış ve ilk gün çok yüksek bir eve varmış, evin yanında çok daha yüksek bir çam ağacı varmış. Ağaç o kadar yüksekmiş ki, Tavşan tepesini güçlükle görebiliyormuş. Kapının önünde kocaman bir tabure varmış ve taburenin üstünde de kocaman bir dev uyuyormuş. Tavşan (yayıyla okları da yanındaymış) sadağından bir ok alıp yayını germiş ve şöyle demiş:
“Bu adamın ne kadar büyük olduğunu görmek istiyorum, sanırım bunun için onu uyandırmam gerekli.”
Böyle diyerek biraz daha yaklaşmış, nişan almış ve devi tam burnundan vurmuş. Burnu ateş gibi yanan dev sıçrayarak uyanmış ve bağırmış: “Kimdir beni burnumdan vuran o küstah?”
“Benim” demiş Tavşan.
Bir ses duyan dev etrafına bakınmış ama evin köşesindeki tavşandan başka hiç kimseyi görememiş etrafta.
“Bu sabah hıçkırığım tutmuştu ve düşündüm ki şöyle kocaman bir şey yemem lazım. Ama dişimin kovuğunu bile doldurmayacak bir şey bulabildim sadece.”
“Herhalde dişinin kovuğunu benimle doldurmak istemiyorsundur” demiş Tavşan, “Küçük göründüğüme bakma, en az senin kadar güçlüyüm ben de”. “Göreceğiz” demiş dev. Eve girip elinde bir sürü ağırlık asılı bir tokmakla çıkmış tekrar.
“Şimdi, Tavşan Bey, bu tokmağı şuradaki ağacın tepesine hangimizin fırlatacağını göreceğiz.”
“Daha zor bir şeyler bul” demiş Tavşan.
“Tamam, önce bunu bir deneyelim” demiş dev. Tokmağı iki eliyle kavramış, üç kere başının etrafında döndürüp havaya fırlatmış. Tokmak yükselmiş, yükselmiş ve ağacın tepesinden aşıp yeri sarsarak ve toprakta derin bir oyuk açarak yere düşmüş.
“Şimdi” demiş dev, “Aynı yüksekliğe çıkaramazsan seni bir lokmada yutacağım.”
Tavşan şöyle demiş: “Bunun gibi şeyleri denemeden önce mutlaka kardeşimin türküsünü söylerim.”
Ve şarkı söyleyip kardeşini çağırmaya başlamış. “Cinye! Cinye! (Kardeşim, kardeşim)”
Dev sinirlenmeye başlamış ve “Neden kardeşini çağırıyorsun” diye sormuş.
Tavşan büyük bir hızla yaklaşan siyah bir bulutu gösterip, “Bak, kardeşim bu işte, seni de, evini de, çam ağacını da bir solukta yok edebilir” demiş.
“Kardeşini durdurursan seni bırakırım” demiş dev. Tavşan patisini sallamış ve bulut kaybolmuş.
Tavşan batıya doğru yoluna devam etmiş. Ertesi gün büyük bir ormandan geçerken birinin acıyla inlediğini duyar gibi olmuş. Durup dinlemiş, rüzgar esince iniltiyi daha iyi duymuş. Sesin geldiği yere doğru gidince kısa bir süre sonra uzun bir kara ağacın iki dalı arasına sıkışmış, elbiseleri çıkarılmış bir adam görmüş. Rüzgar estiğinde dallar birbirine yaklaşıyor ve adamı sıkıştırıyor, o da acıyla inliyormuş.
“Hey, orada ne güzel bir yer bulmuşsun. Yer değiştirelim mi? Aşağıya inersen ben de oraya girerim.” (Aslında adamı oraya cezalandırmak için Tavşan’ın kardeşi tarafından konulmuş ve biri onunla yer değiştirmeyi önermedikçe ağaçtan kurtulamazmış.)
“Tamam” demiş adam, “Üstündekileri çıkar da gel. Ben seni dallara bağlarım, sen de istediğin kadar eğlenirsin.”
Tavşan soyunup yukarı çıkmış. Adam dallar arasındaki yerini ona bırakmış ve ağaçtan inmiş. Çabucak Tavşan’ın elbiselerini giymiş, tam giyinmesini bitirmiş ki şiddetli bir rüzgar esmeye başlamış.
Tavşan neredeyse acıdan çıldıracak hale gelmiş, bağırıp haykırmaya başlamış. Sonra “Kardeşim! Kardeşim!” diye seslenmiş.
“İstediğin kadar çağır kardeşini, seni asla bulamaz.” Adam böyle diyerek ormanda gözden kaybolmuş.
Adam kaybolduğu sırada Tavşanın ağabeyi gelmiş ve kardeşini ağaçta görünce “Ne tarafa gitti” diye sormuş. Tavşan adamın gittiği tarafı göstermiş. Kardeşi ağaçların üstünden uçmuş, bir süre sonra adamı bulup geri getirmiş ve dallar arasındaki yerine tekrar koymuş. Sonra da yerini kardeşine bırakan adamı cezalandırmak için bütün gün ve boyunca şiddetli bir rüzgar estirmiş.
Tavşan elbiselerini giyindikten sonra kardeşi onu bir güzel azarlamış ve yaralarını sararken: “İleride daha dikkatli olmanı istiyorum. Uğraşmam gereken bir sürü işim var ve gezerken burnunu soktuğun her aptalca bela için işlerimi bırakamam. Daha dün seni devin elinden kurtarmak için beş yüz mil gelmiştim, bugün yine bin mil gelmek zorunda kaldım. Bu yüzden daha dikkatli olmalısın.”
Tavşan birkaç gün sonra küçük bir nehrin kıyısında yürürken ormanda küçük bir açıklık ve açıklığın ortasında güzel, küçük bir kulübe görmüş. Burada kimin yaşadığını merak ederken kapı yavaşça açılmış ve sağ elinde bir su kovası taşıyan yaşlı bir adam görünmüş. Sol elinde evin içinde yir yerlere bağlı olan bir ip varmış. İpi elinde tutarak yavaşça nehre doğru ilerlemiş. Suya varınca yere çökmüş, kovayı doldurmuş ve ipi yine elinde tutarak eve dönmüş.
Bir süre sonra elinde başka bir iple tekrar görünmüş, ipi izleyerek büyük bir odun yığınına gitmiş ve odun alıp eve dönmüş. Tavşan adamın tekrar çıkıp çıkmayacağını merak etmiş, ama adam çıkmamış. Bacadan duman çıkmaya başladığını görünce gidip ne yaptığına bakmaya karar vermiş. Kapıyı vurmuş, cılız bir ses girmesini söylemiş. Girince yaşlı adamın yemek pişirdiğini görmüş.
“Merhaba, Tukasina (dede), burada tek başına iyi vakit geçiriyorsun, su taşıyabiliyorsun, zaten yapman gereken başka bir şey de yok. Geçimini neyle sağlıyorsun?”
“Etimi kurtlar, pirincimi
, tahılımı fareler getirir, kuşlar da çay yapmam için kiraz yaprağı taşır. Yine de yaşamam zor, çoğu zaman yalnızım, konuşacak kimsem yok, üstelik de körüm.”
“Söyle, deed” demiş Tavşan, “Benimle yer değiştirir misin?” Sanırım burada yaşamak hoşuma gidecek.”
“Eğer giysilerimizi değiştirirsek” demiş diğeri, “Ben senin gibi genç hale gelirken sen yaşlı ve kör olacaksın.” (Aslında bu yaşlı adam da oraya cezalandırılmak üzere Tavşan’ın kardeşi tarafından bırakılmış. Karısını öldürmüş, bunun üzerine cin de onu yaşlı ve kör yapmış ve biri gelip de onunla yer değiştirmek isteyene dek orada kalmaya mahkum etmiş.)
“Zaten genç olmak istemiyorum” demiş Tavşan, “Hadi yer değiştirelim.”
Elbiselerini değiştirmişler ve Tavşan yaşlı ve kör, adam genç ve yakışıklı hale gelmiş.
“Peki, artık gitmeliyim” demiş adam. Dışarı çıkıp kapının yanındaki ipleri kesmiş ve gülerek uzaklaşmış. Ormanda koşarken, “Ömrün boyunca istediğin kadar yalnız kalacaksın, seni aptal çocuk” diye bağırıyormuş.
Tavşan’ın canı su içmek istemiş, ipten yolları aramış, böylece onlara alışacakmış da. Bütün odayı aradıktan sonra sonunda su kovasını bulmuş. İpi tutup dışarı çıkmış. Kapının hemen dışında birden ipin kesik ucuna gelmiş, elindeki ucu da kaybetmiş, dolanırken ağaçlara doğru gitmiş ve erik dallarına, dikenlere çarpmış, yüzü ve elleri o kadar kötü çizilmiş ki her yerinden kan akmaya başlamış. İşte o zaman tekrar, “Kardeşim! Kardeşim!” diye bağırmaya başlamış. Kardeşi hemen gelmiş ve yaşlı adamın hangi yöne doğru gittiğini sormuş.
“Bilmiyorum” demiş Tavşan, “Gittiği yolu göremedim, çünkü kör olmuştum.”
Cin, kuşları çağırmış ve her yöne uçmalarını istemiş. Burada mahkum olan adamı görür görmez hemen gelip haber vereceklermiş. Ama hiçbiri adamı bulamamış. Sonunda baykuş dönmüş, adamı görüp görmediği sorulduğunda, “Huuu, huuu” demiş, “Burada yaşayan adam” demiş cin. “Dün gece ormanın güneyinde fare avlıyordum. Bir erik ağacının altında uyuyan bir adam gördüm. Kardeşin Tavşan olduğunu sandım, bu yüzden uyandırmadım.”
Cin ormana doğru uçmuş, adamı geri getirip daha kısa iplerle bağlamış ve “Bu kardeşime yaptıklarının cezası” demiş.
Sonra Tavşan’a dönüp, “Bu sefer sana yardım etmemem gerekirdi. Kör birinin yerine geçmek isteyecek kadar çılgın biri yardımı hak etmiyor. Artık dikkatli ol, çünkü aptallıklarından bıktım, bunun gibi bir aptallık daha yaparsan bir daha sana yardım etmeyeceğim.”
Tavşan eve dönmeye karar verip yola çıkmış. Eve varmak üzereyken küçük bir derenin yanına gelmiş. Çok susadığından temiz sudan kana kana içmiş. Su içerken bir kurt ya da bir kedi toprağı tırmıklıyormuş gibi bir ses duymuş. Derenin kenarındaki tepeye baktığında birbirine kuyruklarından bağlanmış dört kurt görmüş. Her biri diğerlerini kendi tarafına çekmeye çalışıyormuş. Tam Tavşan kuyruğunu çözmek için birine yaklaşırken bir de bakmış ki kurdun kuyruğu kopmuş.
“Durun, ben de sizinle kuyruk çekişeyim. Benim kuyruğum uzun ve çok sağlam” demiş Tavşan, kurtlar kabul edince Tavşan uzun kuyruğunu üç kurdun kuyruğuna bağlamış ve çekmeye başlamış. Ama kurtlar o kadar çok çekmişler ki Tavşan’ın kuyruğu ikinci ekleminden kopuvermiş. O zaman kurtlar gözden kaybolmuşlar.
“Kardeşim! Kardeşim! Kuyruğumu kaybettim” diye haykırmış Tavşan. Cin gelip de kardeşi Tavşan’ın kuyruğunun koptuğunu görünce, “Boş ver, kuyruksuz daha güzel görünüyorsun” demiş.
İşte o zamandan beri tavşanların kuyruğu yoktur.
Bir zamanlar iki kardeş yaşarmış, biri büyük bir cin, diğeri tavşanmış. Büyük kardeş, bütün cinler gibi, kendini hayvan, kuş, balık, bulut, gök gürültüsü ve şimşek ya da canının istediği herhangi bir şey kılığına sokabilirmiş.
Küçük kardeş (tavşan) çok yaramazmış ve başı durmadan belaya girermiş. Büyük kardeş de hiç durmadan kardeşini belalardan kurtarmaya çalışırmış.
Tavşan iyice büyüyünce gezip dünyayı görmek istemiş. Niyetini kardeşine söylediği zaman kardeşi şöyle demiş: “Bak, Tavşan, sen witkotkosun (çok yaramazsın) bu yüzden çok dikkatli ol ve mümkün olduğunca beladan kaçın. Büyük bir belayla karşılaşır ve kendin üstesinden gelemezsen beni çağırman yeter, nerede olursan ol, geleceğim.”
Tavşan yola çıkmış ve ilk gün çok yüksek bir eve varmış, evin yanında çok daha yüksek bir çam ağacı varmış. Ağaç o kadar yüksekmiş ki, Tavşan tepesini güçlükle görebiliyormuş. Kapının önünde kocaman bir tabure varmış ve taburenin üstünde de kocaman bir dev uyuyormuş. Tavşan (yayıyla okları da yanındaymış) sadağından bir ok alıp yayını germiş ve şöyle demiş:
“Bu adamın ne kadar büyük olduğunu görmek istiyorum, sanırım bunun için onu uyandırmam gerekli.”
Böyle diyerek biraz daha yaklaşmış, nişan almış ve devi tam burnundan vurmuş. Burnu ateş gibi yanan dev sıçrayarak uyanmış ve bağırmış: “Kimdir beni burnumdan vuran o küstah?”
“Benim” demiş Tavşan.
Bir ses duyan dev etrafına bakınmış ama evin köşesindeki tavşandan başka hiç kimseyi görememiş etrafta.
“Bu sabah hıçkırığım tutmuştu ve düşündüm ki şöyle kocaman bir şey yemem lazım. Ama dişimin kovuğunu bile doldurmayacak bir şey bulabildim sadece.”
“Herhalde dişinin kovuğunu benimle doldurmak istemiyorsundur” demiş Tavşan, “Küçük göründüğüme bakma, en az senin kadar güçlüyüm ben de”. “Göreceğiz” demiş dev. Eve girip elinde bir sürü ağırlık asılı bir tokmakla çıkmış tekrar.
“Şimdi, Tavşan Bey, bu tokmağı şuradaki ağacın tepesine hangimizin fırlatacağını göreceğiz.”
“Daha zor bir şeyler bul” demiş Tavşan.
“Tamam, önce bunu bir deneyelim” demiş dev. Tokmağı iki eliyle kavramış, üç kere başının etrafında döndürüp havaya fırlatmış. Tokmak yükselmiş, yükselmiş ve ağacın tepesinden aşıp yeri sarsarak ve toprakta derin bir oyuk açarak yere düşmüş.
“Şimdi” demiş dev, “Aynı yüksekliğe çıkaramazsan seni bir lokmada yutacağım.”
Tavşan şöyle demiş: “Bunun gibi şeyleri denemeden önce mutlaka kardeşimin türküsünü söylerim.”
Ve şarkı söyleyip kardeşini çağırmaya başlamış. “Cinye! Cinye! (Kardeşim, kardeşim)”
Dev sinirlenmeye başlamış ve “Neden kardeşini çağırıyorsun” diye sormuş.
Tavşan büyük bir hızla yaklaşan siyah bir bulutu gösterip, “Bak, kardeşim bu işte, seni de, evini de, çam ağacını da bir solukta yok edebilir” demiş.
“Kardeşini durdurursan seni bırakırım” demiş dev. Tavşan patisini sallamış ve bulut kaybolmuş.
Tavşan batıya doğru yoluna devam etmiş. Ertesi gün büyük bir ormandan geçerken birinin acıyla inlediğini duyar gibi olmuş. Durup dinlemiş, rüzgar esince iniltiyi daha iyi duymuş. Sesin geldiği yere doğru gidince kısa bir süre sonra uzun bir kara ağacın iki dalı arasına sıkışmış, elbiseleri çıkarılmış bir adam görmüş. Rüzgar estiğinde dallar birbirine yaklaşıyor ve adamı sıkıştırıyor, o da acıyla inliyormuş.
“Hey, orada ne güzel bir yer bulmuşsun. Yer değiştirelim mi? Aşağıya inersen ben de oraya girerim.” (Aslında adamı oraya cezalandırmak için Tavşan’ın kardeşi tarafından konulmuş ve biri onunla yer değiştirmeyi önermedikçe ağaçtan kurtulamazmış.)
“Tamam” demiş adam, “Üstündekileri çıkar da gel. Ben seni dallara bağlarım, sen de istediğin kadar eğlenirsin.”
Tavşan soyunup yukarı çıkmış. Adam dallar arasındaki yerini ona bırakmış ve ağaçtan inmiş. Çabucak Tavşan’ın elbiselerini giymiş, tam giyinmesini bitirmiş ki şiddetli bir rüzgar esmeye başlamış.
Tavşan neredeyse acıdan çıldıracak hale gelmiş, bağırıp haykırmaya başlamış. Sonra “Kardeşim! Kardeşim!” diye seslenmiş.
“İstediğin kadar çağır kardeşini, seni asla bulamaz.” Adam böyle diyerek ormanda gözden kaybolmuş.
Adam kaybolduğu sırada Tavşanın ağabeyi gelmiş ve kardeşini ağaçta görünce “Ne tarafa gitti” diye sormuş. Tavşan adamın gittiği tarafı göstermiş. Kardeşi ağaçların üstünden uçmuş, bir süre sonra adamı bulup geri getirmiş ve dallar arasındaki yerine tekrar koymuş. Sonra da yerini kardeşine bırakan adamı cezalandırmak için bütün gün ve boyunca şiddetli bir rüzgar estirmiş.
Tavşan elbiselerini giyindikten sonra kardeşi onu bir güzel azarlamış ve yaralarını sararken: “İleride daha dikkatli olmanı istiyorum. Uğraşmam gereken bir sürü işim var ve gezerken burnunu soktuğun her aptalca bela için işlerimi bırakamam. Daha dün seni devin elinden kurtarmak için beş yüz mil gelmiştim, bugün yine bin mil gelmek zorunda kaldım. Bu yüzden daha dikkatli olmalısın.”
Tavşan birkaç gün sonra küçük bir nehrin kıyısında yürürken ormanda küçük bir açıklık ve açıklığın ortasında güzel, küçük bir kulübe görmüş. Burada kimin yaşadığını merak ederken kapı yavaşça açılmış ve sağ elinde bir su kovası taşıyan yaşlı bir adam görünmüş. Sol elinde evin içinde yir yerlere bağlı olan bir ip varmış. İpi elinde tutarak yavaşça nehre doğru ilerlemiş. Suya varınca yere çökmüş, kovayı doldurmuş ve ipi yine elinde tutarak eve dönmüş.
Bir süre sonra elinde başka bir iple tekrar görünmüş, ipi izleyerek büyük bir odun yığınına gitmiş ve odun alıp eve dönmüş. Tavşan adamın tekrar çıkıp çıkmayacağını merak etmiş, ama adam çıkmamış. Bacadan duman çıkmaya başladığını görünce gidip ne yaptığına bakmaya karar vermiş. Kapıyı vurmuş, cılız bir ses girmesini söylemiş. Girince yaşlı adamın yemek pişirdiğini görmüş.
“Merhaba, Tukasina (dede), burada tek başına iyi vakit geçiriyorsun, su taşıyabiliyorsun, zaten yapman gereken başka bir şey de yok. Geçimini neyle sağlıyorsun?”
“Etimi kurtlar, pirincimi
, tahılımı fareler getirir, kuşlar da çay yapmam için kiraz yaprağı taşır. Yine de yaşamam zor, çoğu zaman yalnızım, konuşacak kimsem yok, üstelik de körüm.”
“Söyle, deed” demiş Tavşan, “Benimle yer değiştirir misin?” Sanırım burada yaşamak hoşuma gidecek.”
“Eğer giysilerimizi değiştirirsek” demiş diğeri, “Ben senin gibi genç hale gelirken sen yaşlı ve kör olacaksın.” (Aslında bu yaşlı adam da oraya cezalandırılmak üzere Tavşan’ın kardeşi tarafından bırakılmış. Karısını öldürmüş, bunun üzerine cin de onu yaşlı ve kör yapmış ve biri gelip de onunla yer değiştirmek isteyene dek orada kalmaya mahkum etmiş.)
“Zaten genç olmak istemiyorum” demiş Tavşan, “Hadi yer değiştirelim.”
Elbiselerini değiştirmişler ve Tavşan yaşlı ve kör, adam genç ve yakışıklı hale gelmiş.
“Peki, artık gitmeliyim” demiş adam. Dışarı çıkıp kapının yanındaki ipleri kesmiş ve gülerek uzaklaşmış. Ormanda koşarken, “Ömrün boyunca istediğin kadar yalnız kalacaksın, seni aptal çocuk” diye bağırıyormuş.
Tavşan’ın canı su içmek istemiş, ipten yolları aramış, böylece onlara alışacakmış da. Bütün odayı aradıktan sonra sonunda su kovasını bulmuş. İpi tutup dışarı çıkmış. Kapının hemen dışında birden ipin kesik ucuna gelmiş, elindeki ucu da kaybetmiş, dolanırken ağaçlara doğru gitmiş ve erik dallarına, dikenlere çarpmış, yüzü ve elleri o kadar kötü çizilmiş ki her yerinden kan akmaya başlamış. İşte o zaman tekrar, “Kardeşim! Kardeşim!” diye bağırmaya başlamış. Kardeşi hemen gelmiş ve yaşlı adamın hangi yöne doğru gittiğini sormuş.
“Bilmiyorum” demiş Tavşan, “Gittiği yolu göremedim, çünkü kör olmuştum.”
Cin, kuşları çağırmış ve her yöne uçmalarını istemiş. Burada mahkum olan adamı görür görmez hemen gelip haber vereceklermiş. Ama hiçbiri adamı bulamamış. Sonunda baykuş dönmüş, adamı görüp görmediği sorulduğunda, “Huuu, huuu” demiş, “Burada yaşayan adam” demiş cin. “Dün gece ormanın güneyinde fare avlıyordum. Bir erik ağacının altında uyuyan bir adam gördüm. Kardeşin Tavşan olduğunu sandım, bu yüzden uyandırmadım.”
Cin ormana doğru uçmuş, adamı geri getirip daha kısa iplerle bağlamış ve “Bu kardeşime yaptıklarının cezası” demiş.
Sonra Tavşan’a dönüp, “Bu sefer sana yardım etmemem gerekirdi. Kör birinin yerine geçmek isteyecek kadar çılgın biri yardımı hak etmiyor. Artık dikkatli ol, çünkü aptallıklarından bıktım, bunun gibi bir aptallık daha yaparsan bir daha sana yardım etmeyeceğim.”
Tavşan eve dönmeye karar verip yola çıkmış. Eve varmak üzereyken küçük bir derenin yanına gelmiş. Çok susadığından temiz sudan kana kana içmiş. Su içerken bir kurt ya da bir kedi toprağı tırmıklıyormuş gibi bir ses duymuş. Derenin kenarındaki tepeye baktığında birbirine kuyruklarından bağlanmış dört kurt görmüş. Her biri diğerlerini kendi tarafına çekmeye çalışıyormuş. Tam Tavşan kuyruğunu çözmek için birine yaklaşırken bir de bakmış ki kurdun kuyruğu kopmuş.
“Durun, ben de sizinle kuyruk çekişeyim. Benim kuyruğum uzun ve çok sağlam” demiş Tavşan, kurtlar kabul edince Tavşan uzun kuyruğunu üç kurdun kuyruğuna bağlamış ve çekmeye başlamış. Ama kurtlar o kadar çok çekmişler ki Tavşan’ın kuyruğu ikinci ekleminden kopuvermiş. O zaman kurtlar gözden kaybolmuşlar.
“Kardeşim! Kardeşim! Kuyruğumu kaybettim” diye haykırmış Tavşan. Cin gelip de kardeşi Tavşan’ın kuyruğunun koptuğunu görünce, “Boş ver, kuyruksuz daha güzel görünüyorsun” demiş.
İşte o zamandan beri tavşanların kuyruğu yoktur.