muhsin iyi
Katılımcı
Tevekkül, Tevekkül Nedir, Allaha Tevekkül Nasıl Edilir
Nefsin Allaha (c.c.) isyan noktaları vardır. Bunların başlıcası haramlardır. İnsan haramlara tövbe edince şeytanları kahreder. Çünkü şeytanlar insanları bunlarla oynatırlar, aldatırlar. Nefsin haramlara tövbe etmesi demek, bir zaman zevk aldığı şeyleri terk etmesidir. Bu çok zor bir durumdur. Genellikle başa gelen bela ve musibetlerle insanlara tövbe nasip olmaktadır. Yoksa nefis alıştığı, zevk aldığı şeylerden kolay kolay vazgeçemez. Kul, bela ve musibetin Allahtan geldiğini bildiği, Allahtan gelen bu bela ve musibetin de nedensiz olmadığını, bunun günahlarının neticesi olduğunu kavradığı zaman Allahın inayetiyle tövbe nimetine erişebilmektedir. Tövbe ettikten sonra önceki günahları için yüreğinde büyük bir pişmanlık duyup bunları tamir yoluna gidenler, yüce Allahın (c.c.) mağfiretine ve rızasına doğru bir yol tutmuşlardır.
Şeytanlar insanları haramlara teşvik hususunda büyük bir acizlik yaşadıkları zaman bu sefer onun Allaha tevekküldeki açık noktalarına yüklenirler. Bu noktalarda her birimizin kaygıları vardır. Dünyada kaygısı olmayan insan yoktur. Dolayısıyla müminler de bazı kaygılara sahiptirler.
Şeytanlar insanların ruhsal dünyasına girip düşüncelerini, duygularını takip edebildikleri için kaygılarını çok iyi bilirler. Bu konuda raporlar tutarlar. İnsanın üzerindeki şeytanlar değiştiği zaman bu bilgiler yeni görevlilere aktarılır.
Şeytanların kaygı konuları ile ilgili sözleri, vesveseleri özellikle namaz, zikir gibi ibadetler sırasında çok olur. Böylelikle kişinin namazlarını ve zikirlerini ifsat ederler. Ayrıca insanların aralarının bozulmasında, Müslümanın diğer Müslümanlara güven duygusunun zedelenmesinde bu kaygıları çok istismar ederler.
Tevekkül bizde kaygı oluşturan hususlarda yüce Allaha (c.c.) güvenmek, ilgili kaygı konusunda bütün olumsuz düşünce ve duyguları içimizden atmaktır. Öyle ki tevekkül ilgili kaygı durumu gerçekleşse bile bunun ancak yüce Allahın (c.c.) izni ile ve bizim yararımıza uygun olduğu için yüce Allah (c.c.) tarafından yaratıldığını kabul etmektir. Kadere iman, bu inancı zaten bizden istemektedir. Ama nefsimiz tevekkülü kabul etmemektedir. Dolayısıyla nefis, kader inancını inkâr etmektedir; hayır (iyilik) ve şerrin (kötülüğün) ancak kulun filleri ile meydana geldiğine inanmaktadır.
Nefsimizin tevekkülü kabul etmemesi, yüce Allaha (c.c.) güvenmemesi anlamına gelmektedir. Nefis haddizatında küfür üzere yaratılmıştır. İnsan nefsine uyduğunda kâfir olur. Mümin olması mümkün değildir. Nefse göre her şey sebepler dairesinde meydana gelir. Allahın (c.c.) bunlara müdahalesi yoktur. Zaten mümin kelimesinin anlamında da Allaha (c.c.) güven duymak anlaşılmaktadır.
Bir insan Müslüman da olsa biraz nefsine uyduğunda hemen tevekküle itiraz edip kadere, hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanmayacaktır.
Tevekkülde sebepler dairesine dikkat ettikten ve kaygı duyduğumuz hususlarda elimizden geleni yaptıktan sonra Allaha (c.c.) güvenmek hadis-i şeriflerde özellikle belirtilmiştir. Hatta bunu formüle eden bir hadis-i şerif pek meşhurdur: Deveni bağla, ondan sonra Allaha tevekkül et! Mescid-i Nebeviye gelen bir bedevinin devesini bağlamadan Allah Resulü (s.a.s) ile konuşmaya başlaması üzerine bedevi bu hadis-i şerifle ikaz edilmiştir.
İnsanlar develerini bağlayıp yani ilgili konuda ellerinden geleni yaptıkları halde yine kaygı duyarlar. Namaz ve zikirleri bu aşamada da genellikle kaygılarla ifsat olunmaktadır. İşte yüce Allah (c.c.) kulundan bu noktada razı olmamaktadır.
Müminin devesini bağladıktan sonra bu konuda kaygı duyması Allahın kaderine itiraz anlamı taşımaktadır. Allahın (c.c.) kaderine itirazda ise küfür kokusu vardır. Allahın (c.c.) pek çok sıfatı ve güzel ismi farkına varılmadan inkâr edilmiş olur.
Allah El-Alîmdir. O her şeyi bilir. Onun izni olmadan bir yaprak bile ağacından düşmez (bk. Enam suresi, 59). Allah her şeyin yaratıcısıdır (bk. Zümer suresi, 62). İnsanı ve yaptıklarını Allah yarattı (bk. Saffat suresi, 96). Vekil olarak Allah yeter (Nisa suresi, 81)., Allah bize yeter, O ne güzel vekildir (Âl-i İmrân suresi, 173)., Kim Allaha tevekkül ederse, O, ona yeter (Talak suresi, 3).
Tevekküle itirazın nedeni nefsin benlik taslamasıdır. Allahı tanımamasıdır. Yüce Allahın gücünü, kudretini, ilmini, bu dünyaya ve insanlara tasarrufunu bilen bir insanın tevekkül hususunda sıkıntı yaşaması mümkün değildir.
Kişinin farz-ı muhal devesi çalınsa buna asıl karar veren merci kimdir? Elbette yüce Allahtır. Kul kaygısıyla yüce Allahın (c.c.) bu konudaki iradesine itiraz etmektedir. Güya insan küçük aklı, sınırlı tedbiri ve gücüyle bu kötü kaderi engelleyebileceğini varsayarak yüce Allaha (c.c.) kendi iradesini, tedbirlerini, gücünü şirk koşmaktadır.
Tevekkül imanda derinleşmeyi meydana getirir. Allahı sıfatları ve güzel isimleri ile tanımayı sağlar. Allah ile kul arasında sevgi oluşturur.
Günahlarına tövbe eden, belli bir derece dünyayı gönlünden çıkaran bir mümin hemen tevekkülle imtihan edilmeye başlar. Bunun için yüce Allah (c.c.) ona şeytanların vesveselerini musallat eder. Şeytanlar gece gündüz mümini kaygılandıracak konuları vesvese yaparlar. Mümin kişi bu vesveseleri bilinçaltından algıladığı için sanki kendi düşünceleri imiş gibi değer verir. Bunlar üzerine kafa yorar. İbadetlerinden zevk almaz. Soğumaya başlar.
Bir insan kaygıların kıskacına düştüğü zaman şeytanların ellerinde oyuncak olur. Manevi ilerlemesi düşer ve geriye gitmeye başlar.
Şeytanlar kaygılarla insanlara egemen olurlar. Onları araba kullanır gibi bir makineye dönüştürürler.
Nefis tevekkül bahsinde okuma yazma bilmeyen bir insan gibidir. Bu konuda o kadar cahildir ki, cahilliğini de kabul etmez.
Tevekkül bahsini nefse öğretmek o kadar basit değildir. Zira nefis bu konuda kitaplar okuyarak, sohbetler dinleyerek eğitilemez. Elbette bunların insanda hiç etkileri olmadığını iddia etmiyoruz. Neticede yüce Allah (c.c.) Kuran-ı Kerimde şöyle buyurmuyor mu: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? (Zümer suresi, 9) Elbette bu konuda bilinçli bir insan, bilinçsize göre daha ileridedir. Ama yalnızca bu konuda bilinç sahibi olmak nefsin eğitiminde yetmemektedir.
Nefis kitaplardaki ve sohbetlerdeki öğretici bilgilerle değişmemektedir. Nefis ibadetlerle hizaya gelmektedir. Bu açıdan tevekkül de böyledir. Nefis tevekkülü ibadetlerle kazanmaktadır.
Tevekkülü kazanmada en etkili ibadetler, temeli Allah (c.c.) yolunda para vermeye dayanan zekât, sadaka, hac gibi ibadetlerdir. Nefis bu ibadetler sırasında verilen para ile maddi varlığının azalmadığını, bilakis arttığını görerek materyalist olmaktan, dolayısıyla sebeplere bağlanmaktan kurtulmaktadır. Allaha güvenmeyi öğrenmektedir. Zira nefis yaşantıyla öğrenir; ayrıca imtihan gereği karşılıksız olarak hiçbir şey vermemek üzere yaratılmıştır, programlanmıştır. O açıdan çok cimridir. Bu yüzden Allaha (c.c.) tevekkül etmesi çok zordur.
Allah tevekkül edenleri sever (Al-i İmran suresi, 159). Niçin yüce Allah (c.c.), tevekkül edenleri sevmektedir? Çünkü tevekkül edenler bu dünyaya değer vermemektedirler. Kaygıları gerçekleşse bile bundan dolayı yüce Allaha (c.c.) karşı olan duygu ve düşüncelerinde bir değişiklik olmamakta, yine de Allahtan razı olmaktadırlar.
Sabır ve rıza tevekkülün bir sonucu olarak doğmaktadırlar. Bilindiği üzere sabır ve rıza usul-i aşerede en yüksek makamlardır. İmanda ve manevi yolculukta ulaşılmak istenen en büyük lütuflardır. Sıkıntılar karşısında kimseye şikâyet etmemek, güzel sabrın (sabr-ı cemil) tarifidir. Rıza ise başa gelen iyi durumlara olduğu gibi bela ve musibetlerden de Allahtan razı olmaktır.
Tevekkülün sonucu sabır ve rızadır, tevekkülün sebebi ise usul-i aşeredeki tövbe, zühd makamlarıdır. Bunlar birer merdiven basamağı gibidir. Tövbede kul günahlardan uzaklaşır. Nefsin, çok önem verdiği günahlardan vazgeçmesi sanki onun ölümü gibidir. Yüce Allah (c.c.) tövbe eden bir kulu adeta imanla yeniden diriltmiştir. Günahlardan vazgeçtiği için de ona ibadetlerden zevk alma nimetini bahşeder. Çok kimsenin namaz kılmak istedikleri halde buna muvaffak olamamalarının gerçek nedeni günahlara tam manasıyla tövbe edememeleridir. Yüce Allah (c.c.) günahlarla kirlenen insanlara bunlara tövbe etmedikçe ibadet kapısını kolay kolay açmamaktadır. Böyleleri namaz kılmak için kendilerini zorlasalar bile namaz onlar için çok sıkıcı bir ibadet olmaktadır. Tövbe eden kişiler ise namazlardan çok büyük bir zevk alırlar, bir zamanlar nefislerinin zevk aldığı günahların yerine ruhları namazlarda sonsuz bir huzur bulur. İşte tevekkül için bu tövbe birinci basamaktır. Yani tövbe nasip olmadan tevekkülden söz etmek mümkün değildir. Çünkü günahlar insanda derinliği cehenneme kadar ulaşan kaygı kuyuları açarlar. Bunların üzeri ancak tövbe ile örtülür. Kaygı ise tevekkülün zıddıdır.
Tövbeden sonra zühd gelmektedir. Zühd dünyayı kalpten çıkarmaktır. Günahkâr bir insan adeta dünyaya taparken tövbe sayesinde yüce Yaratıcısı ile kendi arasında bir sözleşme imzalamaktadır. Zühd ise yüce Allah karşında dünyanın mubah olan şeylerinin de kalpten çıkarılmasıdır. İnsanın gerçek anlamıyla zühde ermesi için ibadetlerden zevk alan bir hale erişmesi gerekir.
Elbette zühdde herkesin bir derecesi vardır. Herkes aynı olamaz. Sonuçta yaşamak ve ailemizi geçindirmek için dünyaya bağlı olmak zorundayız. Dünyadan tamamen kopmak İslam dinine de aykırıdır. Çünkü sorumluluklarımız bizi belli derecede de olsa dünyaya bağlı olarak yaşamayı gerekli kılmaktadır. Bu konuda El kârda, gönül yarda atasözü düsturumuz olmalıdır. Yüce Allah (c.c.) dünyanın gönülde yer almasından asla razı olmamaktadır.
Zühd tevekkülü doğurmaktadır. Gönlünde dünyaya değer vermeyenin kaygıları da yok olmaktadır. Çünkü her kaygı mutlaka dünyaya değer vermekten ve onu kaybetmek endişesinden kaynaklanmaktadır. Şeytanlar bunlardan yoksunluğu vesvese konusu yaparak insanları kaygıya sevk etmektedir.
Allaha tevekkülü artmış bir insan karşısında şeytanlar büyük bir hezimete uğrarlar. Zira şeytanlar böyle bir müminin namazını ve zikrini ifsat etmek için yol bulamazlar. O zaman teslim bayrağını çekmiş düşman askerleri gibi bir hal yaşarlar. Hatta bu şeytanların bazıları bu yüzden Müslüman olup hatalarını bile anlarlar.
Evet, tevekkülü yeterli derecede kazanan bir mümin namazında ve zikrinde huşuya da erer. Böylelikle bu ibadetleri pek feyizli ve nurlu geçer.
Allah tevekkül sahibi kimseden hoşnut olur. Ona manevi yolda yüce makamlar ve haller nasip eder.
Veli kişinin en birinci vasfı, Allaha tevekkül etmesidir.
Nefis tevekküle ermeden mutmainne makamına ulaşamaz. Tevekkül makamına eren nefis artık kaygılardan uzaklaştığı için Allaha (c.c.) güvenir, itminana erer.
Çağımızda panik atak, stres, depresyon, melankoli gibi pek çok psikolojik hastalığın ve durumun nedeni kişide yeterli ölçüde Allaha tevekkülün bulunmamasıdır. Sürekli kaygı hali hayatı çekilmez kılmakta, intiharları da teşvik etmektedir. Hâlbuki kişiler tevekkül halini bir doktor veya ilaç gibi görüp bu konuda bir arayış içerisine girseler elbette yüce Allah (c.c.) fazl u keremiyle bu konuda ikramda bulunacaktır. Onlara büyük ihsanlar gösterecektir.
Küçük bir çocuk anne ve babasına tevekkül eder, bu sayede hayatın sıkıntılarını pek görmez. Onun gözü hep oyundadır. Keyfine bakar. İnançlı bir insan da çocuk gibidir. Kendisine sunulan tevekkül hali ile bela ve musibetler karşısında yüce Allaha sığınır, pek strese girmez, sıkıntıya da düşmez. Allahın üzerindeki nimetlerini düşünerek haline her daim şükreder. Hem dünya hayatı hem ahret hayatı mutlulukla geçer.
Allaha (c.c.) tevekkül etmeyen kişi adeta sırtı ile dünyayı taşıyormuş gibi büyük bir manevi yükün altına girer. Hâlbuki atasözünde belirtildiği gibi kişi elinden geleni yaptıktan sonra İş olacağına varır. Her şey yüce Allahın tasarrufu altındadır. Bu açıdan kula öncelikli olarak düşen vazifeler temiz niyet ve duadır. Yüce Allah (c.c.) işleri takdir ederken kulların kalplerine ve samimi dualarına bakmaktadır.
Tevekkül hali tek kelime ile tarif etmek gerekirse bir psikoterapidir. Kişinin ruh sağlığını koruyan ve onu yaşamda mutlu ve huzurlu kılan eşi bulunmaz bir iksirdir.
Tevekkül hali kişiyi kimseye muhtaç kılmaz, özgür ve bağımsız kılar. İnsanın kişiliğini de güçlendirir. Bir insan Allaha (c.c.) gerçek manasıyla tevekkül ederse diğer insanların kendi yanında ne hükmü kalır ki?..
Manevi yolculukta zikir sayesinde ruh letaifleri ile manevi âlemlere doğru yükselirken bu dünyanın değeri gözünde düşer. Allaha karşı bir aşk ve iştiyak duyar. Ruhun bu hali nefsin benliğini olumsuz yönde etkiler. Nefsin benliğini kırmaya başlar. Bu, yavaş yavaş nefiste zühd halini meydana getirir. Dünyaya karşı bu olumsuz tavır yanında benliğin kırılması ile tevekkül hali de kendisini gösterir. Nefis şeytanların vesveseleri ile meydana gelen kaygılara tepki göstermemeye, Allaha dayanmaya başlar.
Nefis tevekkül nimetini elde edince insan büyük bir hazla Hasbünallahu ve Nimelvekil (Allah bize yeter, O ne güzel Vekildir) der. Bu nefsin ve şeytanların belini kıran büyük zikirlerdendir.
Allah (c.c.) bizlere Hasbünallahu ve Nimelvekil (Allah bize yeter, O ne güzel Vekildir) zikrini daima söylemeyi, bundan zevk almayı nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
Nefsin Allaha (c.c.) isyan noktaları vardır. Bunların başlıcası haramlardır. İnsan haramlara tövbe edince şeytanları kahreder. Çünkü şeytanlar insanları bunlarla oynatırlar, aldatırlar. Nefsin haramlara tövbe etmesi demek, bir zaman zevk aldığı şeyleri terk etmesidir. Bu çok zor bir durumdur. Genellikle başa gelen bela ve musibetlerle insanlara tövbe nasip olmaktadır. Yoksa nefis alıştığı, zevk aldığı şeylerden kolay kolay vazgeçemez. Kul, bela ve musibetin Allahtan geldiğini bildiği, Allahtan gelen bu bela ve musibetin de nedensiz olmadığını, bunun günahlarının neticesi olduğunu kavradığı zaman Allahın inayetiyle tövbe nimetine erişebilmektedir. Tövbe ettikten sonra önceki günahları için yüreğinde büyük bir pişmanlık duyup bunları tamir yoluna gidenler, yüce Allahın (c.c.) mağfiretine ve rızasına doğru bir yol tutmuşlardır.
Şeytanlar insanları haramlara teşvik hususunda büyük bir acizlik yaşadıkları zaman bu sefer onun Allaha tevekküldeki açık noktalarına yüklenirler. Bu noktalarda her birimizin kaygıları vardır. Dünyada kaygısı olmayan insan yoktur. Dolayısıyla müminler de bazı kaygılara sahiptirler.
Şeytanlar insanların ruhsal dünyasına girip düşüncelerini, duygularını takip edebildikleri için kaygılarını çok iyi bilirler. Bu konuda raporlar tutarlar. İnsanın üzerindeki şeytanlar değiştiği zaman bu bilgiler yeni görevlilere aktarılır.
Şeytanların kaygı konuları ile ilgili sözleri, vesveseleri özellikle namaz, zikir gibi ibadetler sırasında çok olur. Böylelikle kişinin namazlarını ve zikirlerini ifsat ederler. Ayrıca insanların aralarının bozulmasında, Müslümanın diğer Müslümanlara güven duygusunun zedelenmesinde bu kaygıları çok istismar ederler.
Tevekkül bizde kaygı oluşturan hususlarda yüce Allaha (c.c.) güvenmek, ilgili kaygı konusunda bütün olumsuz düşünce ve duyguları içimizden atmaktır. Öyle ki tevekkül ilgili kaygı durumu gerçekleşse bile bunun ancak yüce Allahın (c.c.) izni ile ve bizim yararımıza uygun olduğu için yüce Allah (c.c.) tarafından yaratıldığını kabul etmektir. Kadere iman, bu inancı zaten bizden istemektedir. Ama nefsimiz tevekkülü kabul etmemektedir. Dolayısıyla nefis, kader inancını inkâr etmektedir; hayır (iyilik) ve şerrin (kötülüğün) ancak kulun filleri ile meydana geldiğine inanmaktadır.
Nefsimizin tevekkülü kabul etmemesi, yüce Allaha (c.c.) güvenmemesi anlamına gelmektedir. Nefis haddizatında küfür üzere yaratılmıştır. İnsan nefsine uyduğunda kâfir olur. Mümin olması mümkün değildir. Nefse göre her şey sebepler dairesinde meydana gelir. Allahın (c.c.) bunlara müdahalesi yoktur. Zaten mümin kelimesinin anlamında da Allaha (c.c.) güven duymak anlaşılmaktadır.
Bir insan Müslüman da olsa biraz nefsine uyduğunda hemen tevekküle itiraz edip kadere, hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanmayacaktır.
Tevekkülde sebepler dairesine dikkat ettikten ve kaygı duyduğumuz hususlarda elimizden geleni yaptıktan sonra Allaha (c.c.) güvenmek hadis-i şeriflerde özellikle belirtilmiştir. Hatta bunu formüle eden bir hadis-i şerif pek meşhurdur: Deveni bağla, ondan sonra Allaha tevekkül et! Mescid-i Nebeviye gelen bir bedevinin devesini bağlamadan Allah Resulü (s.a.s) ile konuşmaya başlaması üzerine bedevi bu hadis-i şerifle ikaz edilmiştir.
İnsanlar develerini bağlayıp yani ilgili konuda ellerinden geleni yaptıkları halde yine kaygı duyarlar. Namaz ve zikirleri bu aşamada da genellikle kaygılarla ifsat olunmaktadır. İşte yüce Allah (c.c.) kulundan bu noktada razı olmamaktadır.
Müminin devesini bağladıktan sonra bu konuda kaygı duyması Allahın kaderine itiraz anlamı taşımaktadır. Allahın (c.c.) kaderine itirazda ise küfür kokusu vardır. Allahın (c.c.) pek çok sıfatı ve güzel ismi farkına varılmadan inkâr edilmiş olur.
Allah El-Alîmdir. O her şeyi bilir. Onun izni olmadan bir yaprak bile ağacından düşmez (bk. Enam suresi, 59). Allah her şeyin yaratıcısıdır (bk. Zümer suresi, 62). İnsanı ve yaptıklarını Allah yarattı (bk. Saffat suresi, 96). Vekil olarak Allah yeter (Nisa suresi, 81)., Allah bize yeter, O ne güzel vekildir (Âl-i İmrân suresi, 173)., Kim Allaha tevekkül ederse, O, ona yeter (Talak suresi, 3).
Tevekküle itirazın nedeni nefsin benlik taslamasıdır. Allahı tanımamasıdır. Yüce Allahın gücünü, kudretini, ilmini, bu dünyaya ve insanlara tasarrufunu bilen bir insanın tevekkül hususunda sıkıntı yaşaması mümkün değildir.
Kişinin farz-ı muhal devesi çalınsa buna asıl karar veren merci kimdir? Elbette yüce Allahtır. Kul kaygısıyla yüce Allahın (c.c.) bu konudaki iradesine itiraz etmektedir. Güya insan küçük aklı, sınırlı tedbiri ve gücüyle bu kötü kaderi engelleyebileceğini varsayarak yüce Allaha (c.c.) kendi iradesini, tedbirlerini, gücünü şirk koşmaktadır.
Tevekkül imanda derinleşmeyi meydana getirir. Allahı sıfatları ve güzel isimleri ile tanımayı sağlar. Allah ile kul arasında sevgi oluşturur.
Günahlarına tövbe eden, belli bir derece dünyayı gönlünden çıkaran bir mümin hemen tevekkülle imtihan edilmeye başlar. Bunun için yüce Allah (c.c.) ona şeytanların vesveselerini musallat eder. Şeytanlar gece gündüz mümini kaygılandıracak konuları vesvese yaparlar. Mümin kişi bu vesveseleri bilinçaltından algıladığı için sanki kendi düşünceleri imiş gibi değer verir. Bunlar üzerine kafa yorar. İbadetlerinden zevk almaz. Soğumaya başlar.
Bir insan kaygıların kıskacına düştüğü zaman şeytanların ellerinde oyuncak olur. Manevi ilerlemesi düşer ve geriye gitmeye başlar.
Şeytanlar kaygılarla insanlara egemen olurlar. Onları araba kullanır gibi bir makineye dönüştürürler.
Nefis tevekkül bahsinde okuma yazma bilmeyen bir insan gibidir. Bu konuda o kadar cahildir ki, cahilliğini de kabul etmez.
Tevekkül bahsini nefse öğretmek o kadar basit değildir. Zira nefis bu konuda kitaplar okuyarak, sohbetler dinleyerek eğitilemez. Elbette bunların insanda hiç etkileri olmadığını iddia etmiyoruz. Neticede yüce Allah (c.c.) Kuran-ı Kerimde şöyle buyurmuyor mu: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? (Zümer suresi, 9) Elbette bu konuda bilinçli bir insan, bilinçsize göre daha ileridedir. Ama yalnızca bu konuda bilinç sahibi olmak nefsin eğitiminde yetmemektedir.
Nefis kitaplardaki ve sohbetlerdeki öğretici bilgilerle değişmemektedir. Nefis ibadetlerle hizaya gelmektedir. Bu açıdan tevekkül de böyledir. Nefis tevekkülü ibadetlerle kazanmaktadır.
Tevekkülü kazanmada en etkili ibadetler, temeli Allah (c.c.) yolunda para vermeye dayanan zekât, sadaka, hac gibi ibadetlerdir. Nefis bu ibadetler sırasında verilen para ile maddi varlığının azalmadığını, bilakis arttığını görerek materyalist olmaktan, dolayısıyla sebeplere bağlanmaktan kurtulmaktadır. Allaha güvenmeyi öğrenmektedir. Zira nefis yaşantıyla öğrenir; ayrıca imtihan gereği karşılıksız olarak hiçbir şey vermemek üzere yaratılmıştır, programlanmıştır. O açıdan çok cimridir. Bu yüzden Allaha (c.c.) tevekkül etmesi çok zordur.
Allah tevekkül edenleri sever (Al-i İmran suresi, 159). Niçin yüce Allah (c.c.), tevekkül edenleri sevmektedir? Çünkü tevekkül edenler bu dünyaya değer vermemektedirler. Kaygıları gerçekleşse bile bundan dolayı yüce Allaha (c.c.) karşı olan duygu ve düşüncelerinde bir değişiklik olmamakta, yine de Allahtan razı olmaktadırlar.
Sabır ve rıza tevekkülün bir sonucu olarak doğmaktadırlar. Bilindiği üzere sabır ve rıza usul-i aşerede en yüksek makamlardır. İmanda ve manevi yolculukta ulaşılmak istenen en büyük lütuflardır. Sıkıntılar karşısında kimseye şikâyet etmemek, güzel sabrın (sabr-ı cemil) tarifidir. Rıza ise başa gelen iyi durumlara olduğu gibi bela ve musibetlerden de Allahtan razı olmaktır.
Tevekkülün sonucu sabır ve rızadır, tevekkülün sebebi ise usul-i aşeredeki tövbe, zühd makamlarıdır. Bunlar birer merdiven basamağı gibidir. Tövbede kul günahlardan uzaklaşır. Nefsin, çok önem verdiği günahlardan vazgeçmesi sanki onun ölümü gibidir. Yüce Allah (c.c.) tövbe eden bir kulu adeta imanla yeniden diriltmiştir. Günahlardan vazgeçtiği için de ona ibadetlerden zevk alma nimetini bahşeder. Çok kimsenin namaz kılmak istedikleri halde buna muvaffak olamamalarının gerçek nedeni günahlara tam manasıyla tövbe edememeleridir. Yüce Allah (c.c.) günahlarla kirlenen insanlara bunlara tövbe etmedikçe ibadet kapısını kolay kolay açmamaktadır. Böyleleri namaz kılmak için kendilerini zorlasalar bile namaz onlar için çok sıkıcı bir ibadet olmaktadır. Tövbe eden kişiler ise namazlardan çok büyük bir zevk alırlar, bir zamanlar nefislerinin zevk aldığı günahların yerine ruhları namazlarda sonsuz bir huzur bulur. İşte tevekkül için bu tövbe birinci basamaktır. Yani tövbe nasip olmadan tevekkülden söz etmek mümkün değildir. Çünkü günahlar insanda derinliği cehenneme kadar ulaşan kaygı kuyuları açarlar. Bunların üzeri ancak tövbe ile örtülür. Kaygı ise tevekkülün zıddıdır.
Tövbeden sonra zühd gelmektedir. Zühd dünyayı kalpten çıkarmaktır. Günahkâr bir insan adeta dünyaya taparken tövbe sayesinde yüce Yaratıcısı ile kendi arasında bir sözleşme imzalamaktadır. Zühd ise yüce Allah karşında dünyanın mubah olan şeylerinin de kalpten çıkarılmasıdır. İnsanın gerçek anlamıyla zühde ermesi için ibadetlerden zevk alan bir hale erişmesi gerekir.
Elbette zühdde herkesin bir derecesi vardır. Herkes aynı olamaz. Sonuçta yaşamak ve ailemizi geçindirmek için dünyaya bağlı olmak zorundayız. Dünyadan tamamen kopmak İslam dinine de aykırıdır. Çünkü sorumluluklarımız bizi belli derecede de olsa dünyaya bağlı olarak yaşamayı gerekli kılmaktadır. Bu konuda El kârda, gönül yarda atasözü düsturumuz olmalıdır. Yüce Allah (c.c.) dünyanın gönülde yer almasından asla razı olmamaktadır.
Zühd tevekkülü doğurmaktadır. Gönlünde dünyaya değer vermeyenin kaygıları da yok olmaktadır. Çünkü her kaygı mutlaka dünyaya değer vermekten ve onu kaybetmek endişesinden kaynaklanmaktadır. Şeytanlar bunlardan yoksunluğu vesvese konusu yaparak insanları kaygıya sevk etmektedir.
Allaha tevekkülü artmış bir insan karşısında şeytanlar büyük bir hezimete uğrarlar. Zira şeytanlar böyle bir müminin namazını ve zikrini ifsat etmek için yol bulamazlar. O zaman teslim bayrağını çekmiş düşman askerleri gibi bir hal yaşarlar. Hatta bu şeytanların bazıları bu yüzden Müslüman olup hatalarını bile anlarlar.
Evet, tevekkülü yeterli derecede kazanan bir mümin namazında ve zikrinde huşuya da erer. Böylelikle bu ibadetleri pek feyizli ve nurlu geçer.
Allah tevekkül sahibi kimseden hoşnut olur. Ona manevi yolda yüce makamlar ve haller nasip eder.
Veli kişinin en birinci vasfı, Allaha tevekkül etmesidir.
Nefis tevekküle ermeden mutmainne makamına ulaşamaz. Tevekkül makamına eren nefis artık kaygılardan uzaklaştığı için Allaha (c.c.) güvenir, itminana erer.
Çağımızda panik atak, stres, depresyon, melankoli gibi pek çok psikolojik hastalığın ve durumun nedeni kişide yeterli ölçüde Allaha tevekkülün bulunmamasıdır. Sürekli kaygı hali hayatı çekilmez kılmakta, intiharları da teşvik etmektedir. Hâlbuki kişiler tevekkül halini bir doktor veya ilaç gibi görüp bu konuda bir arayış içerisine girseler elbette yüce Allah (c.c.) fazl u keremiyle bu konuda ikramda bulunacaktır. Onlara büyük ihsanlar gösterecektir.
Küçük bir çocuk anne ve babasına tevekkül eder, bu sayede hayatın sıkıntılarını pek görmez. Onun gözü hep oyundadır. Keyfine bakar. İnançlı bir insan da çocuk gibidir. Kendisine sunulan tevekkül hali ile bela ve musibetler karşısında yüce Allaha sığınır, pek strese girmez, sıkıntıya da düşmez. Allahın üzerindeki nimetlerini düşünerek haline her daim şükreder. Hem dünya hayatı hem ahret hayatı mutlulukla geçer.
Allaha (c.c.) tevekkül etmeyen kişi adeta sırtı ile dünyayı taşıyormuş gibi büyük bir manevi yükün altına girer. Hâlbuki atasözünde belirtildiği gibi kişi elinden geleni yaptıktan sonra İş olacağına varır. Her şey yüce Allahın tasarrufu altındadır. Bu açıdan kula öncelikli olarak düşen vazifeler temiz niyet ve duadır. Yüce Allah (c.c.) işleri takdir ederken kulların kalplerine ve samimi dualarına bakmaktadır.
Tevekkül hali tek kelime ile tarif etmek gerekirse bir psikoterapidir. Kişinin ruh sağlığını koruyan ve onu yaşamda mutlu ve huzurlu kılan eşi bulunmaz bir iksirdir.
Tevekkül hali kişiyi kimseye muhtaç kılmaz, özgür ve bağımsız kılar. İnsanın kişiliğini de güçlendirir. Bir insan Allaha (c.c.) gerçek manasıyla tevekkül ederse diğer insanların kendi yanında ne hükmü kalır ki?..
Manevi yolculukta zikir sayesinde ruh letaifleri ile manevi âlemlere doğru yükselirken bu dünyanın değeri gözünde düşer. Allaha karşı bir aşk ve iştiyak duyar. Ruhun bu hali nefsin benliğini olumsuz yönde etkiler. Nefsin benliğini kırmaya başlar. Bu, yavaş yavaş nefiste zühd halini meydana getirir. Dünyaya karşı bu olumsuz tavır yanında benliğin kırılması ile tevekkül hali de kendisini gösterir. Nefis şeytanların vesveseleri ile meydana gelen kaygılara tepki göstermemeye, Allaha dayanmaya başlar.
Nefis tevekkül nimetini elde edince insan büyük bir hazla Hasbünallahu ve Nimelvekil (Allah bize yeter, O ne güzel Vekildir) der. Bu nefsin ve şeytanların belini kıran büyük zikirlerdendir.
Allah (c.c.) bizlere Hasbünallahu ve Nimelvekil (Allah bize yeter, O ne güzel Vekildir) zikrini daima söylemeyi, bundan zevk almayı nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi