Türk Cilt Sanatı
Türklerde ciltçiliğin gelişme etmenleri arasında, kağıdın ilk kez Orta Asya’da bulunarak kullanılmasının payı büyüktür. Yazıya ve yazılı belgelere büyük değer veren Türk toplumunda, cilt sanatı ayrı bir önem kazanmış, yazma yapıtlar Mısır, Çin, Avrupa toplululuklarında sarılarak tomarlar biçiminde saklanırken, Orta Asya’da ilk kez üst üste konularak kitaplaştırılmaya ve ciltlenip korunmaya, saklanmaya başlanmıştır. Türklerin yazıya verdikleri değer yanında, yazılı yapıtlara olan tutkuları, bunların bozulmadan gelecek kuşaklara aktarılması düşüncesini geliştirmiş, sonunda bu düşünceden cilt ve ciltçilik (cilt sanatı) doğmuştur.
Böylece, yüzyıllar boyu klasik bir görünüm kazanan Türk ciltleme sanatı, güzel sanatların uğraş alanı içinde, çeşitli el sanatlarıyla birlikte, değerli yapıtların oluşmasını sağlamıştır. Ciltçilikte deriyi ilk kez Orta Asya’da Türklerin kullanmış olduğuna ilişkin kanıtlar arasında, Dr. Aurel Stein ile Paul Pelliot’nun Bin Buddha mağaralarında buldukları cilt parçacıkları gösterilebilir (söz konusu parçacıkların deri kapakları üstünde, madensel kalıplarla basılmış süsler bulunması, estetik değerini artırır). Ayrıca, Karahoçu kazılarında, İ.S. 7. yy’dan kalma bir Uygur Türk cildi bulunmuştur. Zamanla bazı Uygur sanatçılarının Çin ya da İran’a yerleşmesiyle, söz konusu ülkelerde de yaygınlaşmış ve gelişmiştir. İslam dininin yayıldığı dönemlerde Türklerin bu dini benimsemeleri Kur’an’ın elyazması kopyalarının çoğaltılmasıysa, bütün İslam dünyasında olduğu gibi, Türkler arasında da ciltçiliği gözde bir sanat dalı haline getirmiştir.
Türk Cilt Sanatının Gelişimi
Türk cilt sanatı 15. yy’ın ikinci yarısından sonra, dünyanın en değerli ciltlerini vermeye başladı. Fatih Sultan Mehmed’in yazdırarak kopyalarını çıkarttırdığı, zamanın bilim merkezlerinden getirilmiş kitapların oluşturduğu özel kitaplığındaki ciltler, Fatih’in üstün siyasal ve askeri kişiliğinin yanı sıra, bilim ve sanata verdiği önemi de gösterir. Fatih Nakışhanesi’nde yapılan süslemelerde ezilmiş altının fırçayla sürülmesiyle yapılan yazma ciltlerdeki üsluplaştırılmış çiçek motiflerinin çevresi, “teker” denilen ucu sivri gereçlerle işlenmiştir (böylece, süslere yükseklik kazandırılarak hazırlanan ciltler, birer sanat başyapıtı sayılmaktadır).
Söz konusu dönemde yapılan cilt kapaklarının içi de “katı” sanatının incelik ve güzelliğine örnek gösterilir. 16. yy’da Türk klasik ciltçiliğinin belirgin özelliği, kalıplarla yapılan gömme tekniğinde, doğal bir nitelik taşıyan üsluplaştırılmış bitki motifleri ve hatayi, penç, rumi, bulut, yaprak, goncagül, tığ, tepelik adları verilen süslemelerin kullanılmasıdır. 16. yy’ın klasik ciltlerinde, kapakların yanında, sertab ve mikleb üstündeki şemse, salbek, köşebent ve bordürlerde hep Türklere özgü renkler kompozisyon uyumu ve yalınlık göze çarpar.
Bunların tümünün bir araya gelmesi, daha geniş anlamda büyük bir uyum ortaya çıkarır. 17. yy’dan başlayarak, Türk klasik ciltlerinin kapaklarında önemli olmayan değişiklikler görülür. Sözgelimi, salbek ve oval şemselerin büyümesi. Bordür süslemesi yerine, kenarlara kalın zencerekler (zincirleme halka biçimindeki süsler) çekilir. 16. yy. ciltçiliğinde görülen orantısal güzellik ile motiflerdeki incelikler, yerlerini daha çok renk uyumunun ağırlık kazandığı bir biçime bırakır. 18. yy klasik Türk cilt kapaklarının süslemeleri de genellikle çiçek motiflerinden oluşur. Motifler sında “şükufe” adı verilen motif egemendir.
Türklerde ciltçiliğin gelişme etmenleri arasında, kağıdın ilk kez Orta Asya’da bulunarak kullanılmasının payı büyüktür. Yazıya ve yazılı belgelere büyük değer veren Türk toplumunda, cilt sanatı ayrı bir önem kazanmış, yazma yapıtlar Mısır, Çin, Avrupa toplululuklarında sarılarak tomarlar biçiminde saklanırken, Orta Asya’da ilk kez üst üste konularak kitaplaştırılmaya ve ciltlenip korunmaya, saklanmaya başlanmıştır. Türklerin yazıya verdikleri değer yanında, yazılı yapıtlara olan tutkuları, bunların bozulmadan gelecek kuşaklara aktarılması düşüncesini geliştirmiş, sonunda bu düşünceden cilt ve ciltçilik (cilt sanatı) doğmuştur.
Böylece, yüzyıllar boyu klasik bir görünüm kazanan Türk ciltleme sanatı, güzel sanatların uğraş alanı içinde, çeşitli el sanatlarıyla birlikte, değerli yapıtların oluşmasını sağlamıştır. Ciltçilikte deriyi ilk kez Orta Asya’da Türklerin kullanmış olduğuna ilişkin kanıtlar arasında, Dr. Aurel Stein ile Paul Pelliot’nun Bin Buddha mağaralarında buldukları cilt parçacıkları gösterilebilir (söz konusu parçacıkların deri kapakları üstünde, madensel kalıplarla basılmış süsler bulunması, estetik değerini artırır). Ayrıca, Karahoçu kazılarında, İ.S. 7. yy’dan kalma bir Uygur Türk cildi bulunmuştur. Zamanla bazı Uygur sanatçılarının Çin ya da İran’a yerleşmesiyle, söz konusu ülkelerde de yaygınlaşmış ve gelişmiştir. İslam dininin yayıldığı dönemlerde Türklerin bu dini benimsemeleri Kur’an’ın elyazması kopyalarının çoğaltılmasıysa, bütün İslam dünyasında olduğu gibi, Türkler arasında da ciltçiliği gözde bir sanat dalı haline getirmiştir.
Türk Cilt Sanatının Gelişimi
Türk cilt sanatı 15. yy’ın ikinci yarısından sonra, dünyanın en değerli ciltlerini vermeye başladı. Fatih Sultan Mehmed’in yazdırarak kopyalarını çıkarttırdığı, zamanın bilim merkezlerinden getirilmiş kitapların oluşturduğu özel kitaplığındaki ciltler, Fatih’in üstün siyasal ve askeri kişiliğinin yanı sıra, bilim ve sanata verdiği önemi de gösterir. Fatih Nakışhanesi’nde yapılan süslemelerde ezilmiş altının fırçayla sürülmesiyle yapılan yazma ciltlerdeki üsluplaştırılmış çiçek motiflerinin çevresi, “teker” denilen ucu sivri gereçlerle işlenmiştir (böylece, süslere yükseklik kazandırılarak hazırlanan ciltler, birer sanat başyapıtı sayılmaktadır).
Söz konusu dönemde yapılan cilt kapaklarının içi de “katı” sanatının incelik ve güzelliğine örnek gösterilir. 16. yy’da Türk klasik ciltçiliğinin belirgin özelliği, kalıplarla yapılan gömme tekniğinde, doğal bir nitelik taşıyan üsluplaştırılmış bitki motifleri ve hatayi, penç, rumi, bulut, yaprak, goncagül, tığ, tepelik adları verilen süslemelerin kullanılmasıdır. 16. yy’ın klasik ciltlerinde, kapakların yanında, sertab ve mikleb üstündeki şemse, salbek, köşebent ve bordürlerde hep Türklere özgü renkler kompozisyon uyumu ve yalınlık göze çarpar.
Bunların tümünün bir araya gelmesi, daha geniş anlamda büyük bir uyum ortaya çıkarır. 17. yy’dan başlayarak, Türk klasik ciltlerinin kapaklarında önemli olmayan değişiklikler görülür. Sözgelimi, salbek ve oval şemselerin büyümesi. Bordür süslemesi yerine, kenarlara kalın zencerekler (zincirleme halka biçimindeki süsler) çekilir. 16. yy. ciltçiliğinde görülen orantısal güzellik ile motiflerdeki incelikler, yerlerini daha çok renk uyumunun ağırlık kazandığı bir biçime bırakır. 18. yy klasik Türk cilt kapaklarının süslemeleri de genellikle çiçek motiflerinden oluşur. Motifler sında “şükufe” adı verilen motif egemendir.