Türk ve Batı (Sanat - Müzik) Kültürleri Etkileşimi
Bu oluşumun en yoğun yaşanmaya başladığı dönem, III. Selim ve II. Mahmut dönemleridir.
Özellikle Hammer, en son baskısı 1840 yılında 4 büyük cilt halinde yayınlanan Osmanlı İmparatorluğu Tarihi'nde (Geschichte des Osmanischen Reiches), Türklerin çeşitli kültür alanlarındaki önemliliğini ortaya koymaya çalışır.
Herodot, ulusların yaşam çabasını Doğu-Batı insanının farklılıkları açısından değerlendirmiş, böylece sonuçlandırılması imkânsız bir Doğu-Batı ayrımının öncüsü olmuştur.
En yoğun etkileşim ise, özellikle XV. yüzyıldan bu yana Osmanlı ile Venedik Cumhuriyeti ve eski Alman devleti (Das alte Reich) arasında yaşanan kültür-sanat etkileşimidir.
Fatih'in istemi doğrultusunda İstanbul'a gelen ve bir yıl sarayda kalan Venedikli ünlü ressam Gentille Bellini'nin (1429? - 1507) yaptığı portre örneği de etkileşim açısından önemlidir. (Gentille Bellini, Fatih Sultan Mehmet'i Portresi, 1480, National Gallery, Londra).
1886 yılında Fransa'ya giden ilk Türk müzik öğrencisi olan (flütçü) Saffet ise, Türk-Batı müzik kültürü etkileşimi içinde önemli bir adımdır.
Avrupa'dan İstanbul'a değişik sürelerde gelen opera ve operet toplulukları seçkin örnekler sunmuşlar ve opera sanatının sevdirilmesine önemli katkıda bulunmuşlardır.
Franz Liszt'in 1847 yılında İstanbul'da verdiği konser, kültürel açıdan geleneksel yapımızda dönüm noktasını oluşturur.
"Fransa Kralı I, François, Kanuni'den iki milyon düka altın borç ile at ve savaş gemisi istemiş, bu yardıma karşılık olarak da seçkin müzikçilerden oluşan bir topluluğu İstanbul'a göndermişti".
Şehzadelerin, hanım sultanların, hatta cariyelerin, yerli ve yabancı hocalardan özel dersler almaları, daha çok, özenilen Avrupa örneği yaşamın bir parçası ve "alla Franca" modasının bir sonucudur. Bu değişme ve gelişmeler içerisinde 1867'de Paris'i ziyaret eden Abdülaziz, Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi'nin övgüyle söz ettiği, operaya giden ilk Osmanlı padişahı olmuştur.
Tüm bunların yanında Avrupa'yı saran Türk modası sonucu mehterin vurma çalgılarından bazıları olduğu gibi, bazıları da birtakım değişikliklerle Avrupa bandolarına yerleşmişlerdir.
Türklerin mehter takımını model olarak bunu kendi ordusunda ilk uygulayan, Polonya Kralı Jan Sobieski'dir.
Nakkare, haçlılar zamanında Avrupa'ya götürülmüş, kısa bir süre unutulduktan sonra XVI. yüzyılda Osmanlılar aracılığıyla Avrupa'da yeniden tanınmıştır.
Alman gezgin Sulzer'in gözlemlerinden, bu yüzyıldan Almanya ve kutsal Roma İmparatorluğu'nda "yeniçeri musikisi"nin taklidine dayanan bir askeri müzik türü oluştuğunu görüyoruz...
"Alla Turca" (alla Turka) müzik, XVIII. yüzyılın ünlü Avrupa bestecilerinden de etkileyicisi olmuştur. Özellikle "Mozart ve Bizet gibi bestecilerin böyle bir etki altında kalarak Türk tarzında alla Turca denilen kısımları yazdıkları" söylenir.
Mozart'tan önce Haydn da Der Apotheke adlı bir perdelik komik operasında Türk konusunu işler. Ancak, Nadir Nadi bu esinlenişlerin kaynağıyla ilintili olarak şöyle diyor: "Mozart'ın, bize karşı özel bir sempati falan beslediği yoktu. Durum sadece bir moda konusundan doğuyordu. XVIII. yüzyılda Batı Avrupa'da yabancı (exotique) ülkelere karşı ilgi giderek artıyordu. Batı'ya en yakın ülke biz olduğumuza göre Türkleri konu alan daha çok piyes yazılıyor, daha çok opera besteleniyordu.
Mozart'ın bu eserindeki ritmik doku, onun, mehter müziği hakkında belki kulaktan dolma az çok fikir edinmiş olabileceğine bağlanabilirliğinin yanı sıra, henüz Paris'teyken mehter müziği dinlemiş ve bu müziğin karakteristiklerini belleğine yerleştirmiş ve eserinde aynen olmasa da, hissettiği kadarıyla kullanmış olabilirliğiyle ilintilendirilebilir.
Batılı bestecilerin, Türkler, Türk sultanları, Türk devlet adamları, Türk tarihi ve Türkiye ile ilgili değişik konularda bestelemiş oldukları opera ve bale eserlerinin oluşturuldukları dönemler, 1686-1925 yılları arasını kapsamakta, yaşamı ve kültürünün etkisiyle yazılmış olan 120 kadar eserin 4 ayrı kategori içinde incelenebilmesi, eserlerin bestelendikleri süreleri de kapsayan bir sınıflamanın ortaya çıkmasına olanak sağlamaktadır.
Batı tiyatrosunun Türkiye'ye yerleşmesi her ne kadar Tanzimat'la başlarsa da, daha öncelere dayanan bir tanışmanın olduğunu gösteren kanıtlar da bulunmaktadır.
İçten dışa olan yansımanın uzantılarından biri de, Karagöz oyununun yalnız Türkiye'de değil Türkiye dışında da birçok İslam ve Balkan ülkelerine yayılmasıdır.
Bu oluşumun en yoğun yaşanmaya başladığı dönem, III. Selim ve II. Mahmut dönemleridir.
Özellikle Hammer, en son baskısı 1840 yılında 4 büyük cilt halinde yayınlanan Osmanlı İmparatorluğu Tarihi'nde (Geschichte des Osmanischen Reiches), Türklerin çeşitli kültür alanlarındaki önemliliğini ortaya koymaya çalışır.
Herodot, ulusların yaşam çabasını Doğu-Batı insanının farklılıkları açısından değerlendirmiş, böylece sonuçlandırılması imkânsız bir Doğu-Batı ayrımının öncüsü olmuştur.
En yoğun etkileşim ise, özellikle XV. yüzyıldan bu yana Osmanlı ile Venedik Cumhuriyeti ve eski Alman devleti (Das alte Reich) arasında yaşanan kültür-sanat etkileşimidir.
Fatih'in istemi doğrultusunda İstanbul'a gelen ve bir yıl sarayda kalan Venedikli ünlü ressam Gentille Bellini'nin (1429? - 1507) yaptığı portre örneği de etkileşim açısından önemlidir. (Gentille Bellini, Fatih Sultan Mehmet'i Portresi, 1480, National Gallery, Londra).
1886 yılında Fransa'ya giden ilk Türk müzik öğrencisi olan (flütçü) Saffet ise, Türk-Batı müzik kültürü etkileşimi içinde önemli bir adımdır.
Avrupa'dan İstanbul'a değişik sürelerde gelen opera ve operet toplulukları seçkin örnekler sunmuşlar ve opera sanatının sevdirilmesine önemli katkıda bulunmuşlardır.
Franz Liszt'in 1847 yılında İstanbul'da verdiği konser, kültürel açıdan geleneksel yapımızda dönüm noktasını oluşturur.
"Fransa Kralı I, François, Kanuni'den iki milyon düka altın borç ile at ve savaş gemisi istemiş, bu yardıma karşılık olarak da seçkin müzikçilerden oluşan bir topluluğu İstanbul'a göndermişti".
Şehzadelerin, hanım sultanların, hatta cariyelerin, yerli ve yabancı hocalardan özel dersler almaları, daha çok, özenilen Avrupa örneği yaşamın bir parçası ve "alla Franca" modasının bir sonucudur. Bu değişme ve gelişmeler içerisinde 1867'de Paris'i ziyaret eden Abdülaziz, Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi'nin övgüyle söz ettiği, operaya giden ilk Osmanlı padişahı olmuştur.
Tüm bunların yanında Avrupa'yı saran Türk modası sonucu mehterin vurma çalgılarından bazıları olduğu gibi, bazıları da birtakım değişikliklerle Avrupa bandolarına yerleşmişlerdir.
Türklerin mehter takımını model olarak bunu kendi ordusunda ilk uygulayan, Polonya Kralı Jan Sobieski'dir.
Nakkare, haçlılar zamanında Avrupa'ya götürülmüş, kısa bir süre unutulduktan sonra XVI. yüzyılda Osmanlılar aracılığıyla Avrupa'da yeniden tanınmıştır.
Alman gezgin Sulzer'in gözlemlerinden, bu yüzyıldan Almanya ve kutsal Roma İmparatorluğu'nda "yeniçeri musikisi"nin taklidine dayanan bir askeri müzik türü oluştuğunu görüyoruz...
"Alla Turca" (alla Turka) müzik, XVIII. yüzyılın ünlü Avrupa bestecilerinden de etkileyicisi olmuştur. Özellikle "Mozart ve Bizet gibi bestecilerin böyle bir etki altında kalarak Türk tarzında alla Turca denilen kısımları yazdıkları" söylenir.
Mozart'tan önce Haydn da Der Apotheke adlı bir perdelik komik operasında Türk konusunu işler. Ancak, Nadir Nadi bu esinlenişlerin kaynağıyla ilintili olarak şöyle diyor: "Mozart'ın, bize karşı özel bir sempati falan beslediği yoktu. Durum sadece bir moda konusundan doğuyordu. XVIII. yüzyılda Batı Avrupa'da yabancı (exotique) ülkelere karşı ilgi giderek artıyordu. Batı'ya en yakın ülke biz olduğumuza göre Türkleri konu alan daha çok piyes yazılıyor, daha çok opera besteleniyordu.
Mozart'ın bu eserindeki ritmik doku, onun, mehter müziği hakkında belki kulaktan dolma az çok fikir edinmiş olabileceğine bağlanabilirliğinin yanı sıra, henüz Paris'teyken mehter müziği dinlemiş ve bu müziğin karakteristiklerini belleğine yerleştirmiş ve eserinde aynen olmasa da, hissettiği kadarıyla kullanmış olabilirliğiyle ilintilendirilebilir.
Batılı bestecilerin, Türkler, Türk sultanları, Türk devlet adamları, Türk tarihi ve Türkiye ile ilgili değişik konularda bestelemiş oldukları opera ve bale eserlerinin oluşturuldukları dönemler, 1686-1925 yılları arasını kapsamakta, yaşamı ve kültürünün etkisiyle yazılmış olan 120 kadar eserin 4 ayrı kategori içinde incelenebilmesi, eserlerin bestelendikleri süreleri de kapsayan bir sınıflamanın ortaya çıkmasına olanak sağlamaktadır.
Batı tiyatrosunun Türkiye'ye yerleşmesi her ne kadar Tanzimat'la başlarsa da, daha öncelere dayanan bir tanışmanın olduğunu gösteren kanıtlar da bulunmaktadır.
İçten dışa olan yansımanın uzantılarından biri de, Karagöz oyununun yalnız Türkiye'de değil Türkiye dışında da birçok İslam ve Balkan ülkelerine yayılmasıdır.