• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Türkçemizi Koruyalım

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Konfüçyüs'e Sordular:
"Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu ?" büyük filozof, şöyle cevap verdi: hiç kuşkusuz, dili gözden geçirmekle işe başlardım. Şöyle ki: dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki dil, çok önemlidir !”

Dil, insanların duygularını ve düşüncelerini ifade etmek için kullandıkları söz dizgesi, sesler topluluğudur. İnsanın olduğu her yerde dil vardır. Bireylerin benliklerini ve düşünce yapılarını meydana getiren olguların temel taşı olan dil aynı zamanda toplumsal, sosyal bir varlıktır. Dolayısıyla milletleri millet yapan da dilleridir. Dil, kültürlerin baş unsurudur.

İnsanın olduğu her yerde dil vardır. Çünkü insan düşünen bir varlıktır. Düşünme ise dil olmadan mümkün değildir. Aynı şekilde düşünmenin olmadığı yerde de bir dilden söz edilemez. Dil ile düşünce birbirleri için vazgeçilmez önkoşul olan iki kavramdır. Bunun en basit ispatı olarak hayvanlara bakabiliriz. Hayvanlar, insanlar gibi düşünemedikleri için insanlarınki gibi bir dile sahip değillerdir. Yine, şöyle küçük bir gözlem yaparsak görürüz ki, geçmişte aydınlar Arapça ve farsça düşünüyordu ve dilimize o dönemden giren çok sayıda Arapça ve farsça kelime vardır. Günümüz dünyasında ise aydınlar İngilizce, Almanca ve Fransızca düşündükleri için Türkçemiz bu dillerin etkisi altındadır. Dolayısıyla, düşünce yapımızı geliştirmek istiyorsak dilimize sahip çıkmalı ve önce onu geliştirmeliyiz. Bir insan her türlü bilgiyi en rahat ve en hızlı biçimde ancak ve ancak kendi diliyle öğrenebilir.

Abdi İpekçi'nin İsmet İnönü ile yaptığı söyleşide İsmet İnönü, Atatürk’ün inkılapları içinde en ileride olarak, kadınların topluma kazandırılması ile harf inkılabını gösteriyor. Atatürk’ün yaptığı onca yenilik içinde, en önemlileri olarak seçtiği iki inkılaptan biri dil konusunda olanı. Atatürk’ün devrimlerinin neler olduğu, bir milleti baştan yaratan, tarih sahnesinde emsali görülmemiş bu devrimlerin her birinin ayrı ayrı ne kadar büyük yenilikler olduğu düşünülürse, Milli Şef'in yapmış olduğu bu seçim dahi dilin önemini apaçık göstermektedir.

Bilindiği gibi, Türkçemiz Ural Altay dil ailesinin Altay koluna bağlı sondan eklemeli bir dildir. Bir dilin gelişmesi türetilebilmesi ile mümkündür. Türkçemiz de sondan eklemeli yapısı ve sahip olduğu yüzlerce farklı ek ile gelişmeye tamamen açık bir dildir. Deniz kuvvetleri eski komutanı oramiral yener Karahanoğlu’nun da okulumuzun 2006-2007 açılış töreninde yaptığı konuşmada belirttiği gibi, çok güçlü bir dil olan Türkçe, yazı dili olarak 1400, konuşma dili olarak ise 5 bin yıllık bir geçmişe sahiptir ve 12 bin Türkçe kelime dünya dillerinde kullanılmaktadır. Ayrıca Türkçe, dünyada en yaygın olarak konuşulan beşinci dildir. Belki de Türkçe’nin büyüklüğünü anlatmak için bu ve benzeri rakamsal bilgiler yerine sadece şu örneği göstermek yeterli olacaktır:

Nasrettin hoca bir gün ev taşıyacakmış. Bir araba aramış, bulmuş, pazarlığa başlamış. Arabacı tüm eşyanın nakli için on lira istemiş. Hoca bu fiyatı çok bularak, “çok istedin evladım, bu kadarcık eşya için o kadar para istenir mi ?” Deyince arabacı, “bu kadarcık demeyin hocam, eşya az değil. Bakınız soba var moba var, dolap var molap var, sandalye var mandalye var..” Diye saymaya başlayınca, hoca “peki” demiş ve razı olmuş. Eşya yerini bulunca, hoca tutmuş beş lira vermiş! Arabacı sormuş, “hocam paranın yarısını niye kestiniz ?” Hoca cevabı vermiş, “evladım sende eşyanın ancak yarısını getirdin! Sandalye geldi, mandalye nerde? Soba geldi, moba nerde? “

İşte bu fıkra, aynı anlamı ifade edecek şekilde Türkçeden başka herhalde hiçbir dilde anlatılamaz. İngilizce de, Almanca da, Fransızca da bu fıkrayı anlatmada aciz kalır.

Peki, sadece ana kelime sayısı 75 binden fazla olan bu güzel dilimizi hak ettiği şekilde kullanabiliyor muyuz ? Maalesef bu sorunun cevabı “hayır”.

Bu zenginlik içinde, Türk milleti günlük yaşantısında ortalama sadece 400-500 dolayında farklı kelime kullanırken, yazı inkılabına gelince iman elden gidiyor diyenler, Türk şarkıcısının ağzından İngilizcenin birincilik kazanmasını alkışlarken, yılların Taksim’i Taxim olurken, tabelalarımızda “efendy”, ”dönerchi,” “artwinlee” ve daha nicesi yazarken, dükkanlara, mağazalara bu şekilde isim vermenin nedeni olarak da Türkçe isimlerin rağbet görmemesi mazeret gösterilirken, Türk milleti olarak maalesef şu anda gönül rahatlığıyla “evet” cevabını veremeyiz bu soruya.

Ama bütün engellere rağmen cumhuriyetin kuruluşundan bu yana alınan yolu da azımsamamalıyız. Türkçemizi iyi bilmeli, doğru kullanmalı, yabancı dillerin özellikle İngilizcenin son yıllarda artan etkisinden korumalıyız. Elbette diller arası etkileşimler olacaktır. Bilimsel buluşlar yapıldıkça ister istemez, dilimize bir takım yabancı kelimeler girecektir. Ama bu kelimelerin sayısını en azda tutmak amaç olmalıdır. Öğrendiğimiz yabancı dilleri gerektiği zaman kullanmalı, Türkçemizi bu yabancı dillerden kelimelerle kirletmemeliyiz. Atatürk de yabancı dil öğrenmeye önem vermekle beraber, yabancı dilde eğitime karşıydı. Atatürk, sözlerinden birinde, topraklarını düşman işgalinden kurtaran Türk Milleti’nin, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtaracağına olan inancını dile getirirken yine bize bir sorumluluk yüklüyordu. Her şeyimizi kaybetsek de dilimizi kaybetmemeliyiz. Çünkü bilmeliyiz ki, dilini kaybeden bir millet, artık millet değil, sadece bir insan topluluğudur.

Mustafa Kemal’in El Yazısıyla,
“Ülkesinin yüksek istikbalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Dilimizi korumayı tarihimizi korumak, kültürümüzü korumak, benliğimizi korumak için istiyoruz. Dilimizi, düşüncemizi geliştirmek için istiyoruz. Ancak bu şekilde çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşır, bilimi takip edebiliriz. Başka milletlerden saygı görmek için önce kendimize, kendi dilimize ve kültürümüze saygı göstermemiz gerekir.

Ne Yapabiliriz?
Öncelikle dilimizi, kurallarını iyi öğrenmeliyiz. Yabancı dil sözlüklerini bir bir eskitirken biraz da Türkçe sözlükleri karıştırmalı ve Türkçenin zenginliğiyle tanışmalıyız. Atasözlerimizi, deyimlerimizi, özdeyişlerimizi öğrenmeliyiz. Kitaplar, şiirler okumalıyız. Dile hâkim olmanın okumaktan daha iyi bir yolu, yöntemi olamaz. Günlük hayatta kullandığımız argo ifadelere, özellikle beraber yaşanılan kapalı yerlerde sadece o topluluk içinde anlaşılan bazı kelimelere mümkün olduğunca başvurmamalıyız. Türkçe'nin katledildiği; değil cümlelerin kelimelerin dahi yapısının bozulduğu cep telefonu kısa mesajlarının yerine, en azından acil olmayan durumlarda mektubu tercih edebiliriz. Çünkü yazmanın da dilimizi korumada çok büyük yardımı olacaktır. Yapacak daha birçok şey bulunabilir. Ama en önemlisi sorunun farkında olmamız gerektiğidir, farkındalıktır. Yazımın başında verdiğim örnekteki Konfüçyüs'ün sözüne dikkat etmeli ve dilimize olan bu saldırının nedensiz olmadığını, tedbirler alınmazsa sonuçsuz da olmayacağını bilmeliyiz.

“Bu, benim anadilim bir denizdir, derinliğiyle, gözün erişemeyeceği genişliğiyle, sınırsız gücü güzellikleriyle. Dibinde gün görmemiş inciler yatar, üstünde bin bir rengin çalkantısı var. Bu benim denizim Türk insanının içliğinin, duyma ve düşünme gücünün, dünyayı görüşünün en iyi yansıtıcısıdır. Onun çektiklerini, duyduklarını, özlediklerini dile getirir. Türkçeye eğiliniz, tek tek sözlerine bakınız; onlarda Türkün bilgeliğini görecek, yüzyıllar boyunca doğayla iç içe geçen yaşamını öğrenecek, sevgisini, yaradılışının yüksek değerlerini sezinleyecek, bu sözlerin birçoğunda şiir tadı bulacaksınız.”
 
Geri
Top