• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Türkiye Cumhuriyeti antlaşmaları

Suskun

V.I.P
V.I.P
Türkiye Cumhuriyeti antlaşmaları

Lozan Antlaşmaları‎

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi‎

1932 Türkiye-İtalya Sözleşmesi

Ankara Antlaşması (1926)

Ankara Antlaşması (1963)

Balkan Antantı

Cenevre Antlaşması

Cenevre Protokolü

Haliç Konferansı

Hatay Sorunu

Kars Antlaşması

Lozan Antlaşması

Montrö Boğazlar Sözleşmesi

Mudanya Mütarekesi

Sadabat Paktı

Türk-Alman Dostluk Paktı

Zürih ve Londra Antlaşmaları


Lozan Antlaşmaları‎

Lozan Antlaşması

Lozan_antla%C5%9Fmas%C4%B1.png


Lozan Antlaşması'na göre Türkiye'nin sınırları
.
Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçrenin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Lozan Üniversitesi salonunda imzalanmış barış antlaşmasıdır.

Konferansa önce Başvekil Rauf Orbay katılmak istemiştir. Fakat Atatürk İsmet Paşa'nın katılmasını istemiştir. Mudanya Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922'de TBMM Hükümeti'ni Lozan'da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler.

Mustafa Kemal Paşa Mudanya görüşmelerine de katılan İsmet Paşa'nın Lozan'a baştemsilci olarak gönderilmesini uygun buldu. İsmet Paşa Dışişleri Bakanlığına getirildi ve çalışmalar hızlandırıldı.

İtilaf Devletleri Lozan'a İstanbul Hükûmeti'ni de davet ettiler. Bu duruma tepki gösteren TBMM, 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırdı.

TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı'na katılarak Misak-ı Milliyi gercekleştirmeyi, Türkiye'de bir Ermeni devletinin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus degişimi, savaş tazminatı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki sorunları (ekonomik, siyasal, hukuksal) çözmeyi amaçlamış Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar hakkında anlaşma sağlanamazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır.

20 Kasım 1922'de Lozan görüşmeleri başlamıştır. Osmanlı borçları, Türk - Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapılmıştır. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul'un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağlanamamıştır. Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıkları çıkması üzerine 4 Şubat 1923'te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiştir. Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu'na savaş hazırlıklarının başlamasını emretmiştir. Sovyetler Birliği eğer tekrar savaş çıkarsa bu sefer Türkiye'nin yanında savaşa gireceğini duyurmuştur. Bu ihtimali göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerinin tekrar başlatmak için Türkiye'yi tekrar Lozan'a çağırmıştır.

Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923'te tekrar başlamış, 23 Nisan'da başlayan görüşmeler 24 Temmuz 1923'e kadar devam etmiş ve bu süreç Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması ile sonuçlanmıştır.

Taraf ülkelerin temsilcileri arasında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını gerektiren yasalar gereğince[2] taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923'te, Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923'te, İtalya tarafından 12 Mart 1924'te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924'te imzalanmıştır. İngiltere'nin anlaşmayı onaylaması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur. Anlaşma, tüm tarafların onaylarında dair belgeler resmi olarak Paris'e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Görüşülen konular


Türkiye-Suriye Sınırı: Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması'na göre kabul edilmiştir.
Irak Sınırı: Musul üzerinde antlaşma sağlanamadığı için, bu konuda İngiltere ve Türkiye Hükûmeti kendi aralarında görüşüp anlaşacaklardı.
Türk-Yunan Sınırı: Mudanya Ateşkes Antlaşması'nda belirlenen şekliyle kabul edildi. Meriç Nehri'nin batısındaki Karaağaç istasyonu ve Bosnaköy, Yunanistan'ın Batı Anadolu'da yaptığı tahribata karşılık, savaş tazminatı olarak Türkiye'ye verildi.
Adalar: Gökçeada ile Bozcaada özerk bir yönetime tabi tutulmak şartıyla (Türkiye antlaşmanın bu maddesini uygulamadı) Türkiye'de, diğer Ege Adaları Yunanistan'da kaldı. Yunanistan'ın Türk sınırına yakın adaları silahsızlandırması kararlaştırıldı. Böylece, Balkan Savaşı sonrasında imzalanan Atina Antlaşması (1913) gereğince I. Dünya Savaşı başladığında ve savaş boyunca da Osmanlı toprağı olarak kalan Ege adaları Yunanistan'a bırakılmış oldu.
Türkiye-İran Sınırı: Osmanlı İmparatorluğu ile Safevî Devleti arasında 17 Mayıs 1639'da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması'na göre belirlenmiştir.
Kapitülasyonlar: Tamamı kaldırıldı.
Azınlıklar: Lozan Barış Antlaşması'nda azınlık, Müslüman olmayanlar olarak belirlenmiştir. Tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edildi ve hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmayacağı belirtildi. Antlaşmanın 40. maddesinde şu hüküm yer almıştır: "Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma konularında eşit hakka sahip olacaklardır." Batı Trakya'daki Türklerle, İstanbul'daki Rumlar dışında, Anadolu ve Doğu Trakya'daki Rumlar ile Yunanistan'daki Türkler'in mübadele edilmeleri kararlaştırıldı.
Savaş tazminatları: İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı nedeniyle istedikleri savaş tazminatlarından vazgeçtiler. Sadece Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç bölgesini verdi.
Osmanlı'nın borçları: Osmanlı borçları, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılan devletler arasında paylaştırıldı. Türkiye'ye düşen bölümün taksitlendirme ile Fransız frangı olarak ödenmesine karar verildi. Düyun-u Umumiye de böylece tarihe karıştı.
Boğazlar: Boğazlar, görüşmeler boyunca üzerinde en çok tartışılan konudur. Sonunda geçici bir çözüm getirilmiştir. Buna göre askeri olmayan gemi ve uçaklar barış zamanında boğazlardan geçebilecekti. Boğazların her iki yakası askersizleştirilip, geçişi sağlamak amacıyla başkanı Türk olan uluslararası bir kurul oluşturuldu ve bu düzenlemelerin Milletler Cemiyeti'nin güvencesi altında sürdürülmesine karar verildi. Böylece Boğazlar bölgesine Türk askerlerinin girişi yasaklandı. Bu hüküm, 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile değiştirilmiştir.
Yabancı okullar: Eğitimlerine Türkiye'nin koyacağı kanunlar doğrultusunda devam etmesi kararlaştırıldı.
Patrikhaneler: Dünya Ortodokslarının dini lideri durumundaki patrikhanenin siyasi yetkilerinden arındırılarak İstanbul'da kalmasına izin verildi.



Lozan Barış Konferansı
Lozan barış görüşmeleri (11 Kasım 19221923) Lausanne, (İsviçre), şehrinde 8 ay sürmüş ve Türk tarafının kayıtsız şartsız bağımsızlık talebi nedeniyle çetin geçmiştir. Görüşmelerde Türkiye'yi temsil eden İsmet Paşa başkanlığındaki heyetin bu başarıdaki rolü büyüktür.

Lozan Konferansına katılacak Türk Delege Heyeti 8 Kasım 1922 günü doğu ekspresiyle İstanbul'dan hareket etmiş ve 11 Kasım 1922 akşamı Lozan'a varmıştı. Türk Delege Heyeti Başkanı, Lozan yolculuğu sırasında heyet mensuplarına ilk Başkanlık Genel Bildirisini 11 Kasım 1922'de tebliğ etmişti. Bir askeri karargâh titizlik ve disiplini telkin eden bu bildiri, konferansın devam ettiği sürece heyet mensuplarının çalışma ve davranışlarını düzenleyen bir devamlı talimat niteliğindedir. Bu talimattaki öğüt, tavsiye ve direktifler bu gibi önemli konferanslara katılacak heyetler için yapılaması gereken aydınlatma ve uyarmalara güzel bir örnektir.



Osmanlı İmparatorluğu kapitülasyonları

Osmanlı Kapitülasyonları, Osmanlı İmparatorluğu'nda yabancılara verilen ekonomik, adli, idari vb. hak ve ayrıcalıklardır. Kapitülasyon kelimesi Latince caputtan (baş) gelir ve baş eğmek, teslim anlaşması yapmak anlamlarını taşır.

Osmanlı Devleti'nin verdiği kapitülasyonların çoğu iki taraf için geçerli olsa da ekonomisi güçlü olan taraf kapitülasyonlardan fayda sağlarken ekonomisi zayıf olan taraf kapitülasyonlardan zarar görmüştür.

Osmanlı Devleti'nin verdiği kapitülasyonlara örnek olarak Osmanlı kentlerinde örgütlenebilme hakkı, yabancıların kendi aralarındaki anlaşmazlıklarda konsolosluklara yargı yetkisi tanınması, Osmanlı topraklarında seyahat, taşımacılık ve satış serbestliği, Osmanlı sularında gemi işletme hakkı verilebilir.

Osmanlı vatandaşları da Avrupa devletlerinde, bir Avrupalının Osmanlı ülkesindeki sahip olduğu haklara sahipti. Ancak Osmanlı ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanmaktaydı ve Avrupa ülkelerinde ticaret yapacak herhangi bir kesimi yoktu. Ayrıca Avrupalı devletler kendileri Osmanlı Devleti'ne mal ihraç ederken gümrük vergisi ödememelerine karşın, Osmanlı malları ithal edilirken gümrük vergisi alıyorlardı. Yani fiilen Osmanlı Devleti'ne bir avantaj getirmiyordu.


Evre Evre Kapitülasyonlar


Birinci Evre

İlk kapitülasyonlar Macaristan, Sırbistan ve Akdeniz kıyısındaki Arap ülkeleri tarafından verildi. Bu devletlerin amacı ticareti kendi ülkelerine çekmekti.

17-18. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu da aynı nedenlerle Venedik ve Cenevizlilere kapitülasyonlar vermişti.

İkinci Evre

12. yüzyılda Hindistan'a deniz yolunun keşfi üzerine başladı, zamanla Avrupa'nın merkantilist politikasının aracı haline geldi.

Kapitülasyonlar 1740 yılında I. Mahmut ve XV. Louis arasında yapılan bir anlaşmayla sürekliliği olan devletlerarası bir ticaret sözleşmesine dönüştü. Bu evre sırasında Osmanlı hâlâ kendine yeterli bir ekonomik birimdi.

Üçüncü Evre

Bu evre, "eşitsiz mübadele"yle başladı. 19. yüzyıldaki sanayi devrimi her şeyi değiştirdi. Osmanlı ve Avrupa arasında artık bir nitelik farkı doğmuştu. Osmanlı topraklarını Avrupa'ya tek bir pazar olarak açan 1838 ticaret anlaşması yalnızca bir ticaret değil aynı zamanda ileri düzeyde bir kapitülasyon anlaşmasıydı. İhracat yasağı ve devlet tekelleri kaldırıldı. Yabancı tüccarlar yerli tüccarlarla aynı haklara sahip oldu. Bundan sonra Osmanlı artık mamül mal üretemeyecek, kumaş yerine iplik, iplik yerine ham pamuk ya da yün hatta pamuk kozası satar hale gelecektir.

Yabancıların ayrıcalıkları zamanla gayrimüslim Osmanlılara da tanındı. Osmanlının borçlanmaya başlaması kapitülasyonlarla birleşince, Osmanlı kendisini önce Düyun-u Umumiye'ye teslim etmiş, ardından yabancı şirketlere çok büyük imtiyazlar vermiş (demiryollarının işletilmesi gibi) ve sonunda Sevr Antlaşması'nın Osmanlının tüm maliyesini elinde tutacak olan bir Maliye Komisyonu kurulmasını öngören 232. Madesini kayıtsız şartsız kabul etmiştir.

Kapitülasyonların Kaldırılması

Kapitülasyonları kaldırma sözü Kurtuluş Savaşı'ndan önce 1856'da alınmıştır. Ancak, Osmanlıya verilen bu söz hiçbir zaman yerine getirilmemiştir. İttihat ve Terakki'nin 1911 yılında kaldırdığı kapitülasyonlar Sevr Anlaşması ile daha da güçlü bir şekilde Osmanlı Devleti'nin sırtına bindirildi.

Kapitülasyonlar Kurtuluş Savaşı sırasında Sovyetler Birliği ile yapılan 28 Mart 1921 Anlaşmasının 7. Maddesiyle "geçersiz ve kaldırılmış" sayıldı. Kapitülasyonların gerçek anlamda kaldırılması ise Lozan Anlaşması'yla olmuştur.
 
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi‎
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Aralık 1948'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve Ocak 1951'de yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, avukat Raphael Lemkin tarafından Simele katliamı, Holokost ve Ermeni Kırımına atfedilen soykırım terimini yasal olarak tanımlamaktadır. Sözleşmeye taraf ülkeler, soykırım suçunu önlemek ve cezalandırmakla yükümlüdürler. Sözleşmeyi şu ana dek onayan ülke sayısı 140'tır.

Soykırım tanımı



Sözleşmenin 2. maddesi, soykırımı şöyle tanımlamaktadır:


Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir öbeğin tümünü ya da bir bölümünü yok etme niyetiyle
(a) Öbek üyelerinin öldürülmesi;
(b) Öbek üyelerine fiziki ya da ruhsal açıdan zarar verilmesi;
(c) Öbeğin, fiziki varlığını tümüyle ya da kısmen sona erdirecek yaşam koşullarıyla yüz yüze bırakılması;
(d) Öbek içi çoğalmanın engellenmesi;
(e) Öbek bünyesindeki çocukların başka bir öbeğe aktarılması

eylemlerinden herhangi birinin işlenmesi

– Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Madde 2

Sözleşmenin 3. maddesi ise cezalandırılacak eylemleri sıralamaktadır.


(a) Soykırım;
(b) Soykırım yapmak için gizli anlaşmalar yapmak;
(c) Soykırımda bulunulmasını doğrudan ya da dolaylı olarak kışkırtmak;
(d) Soykırıma teşebbüs;
(e) Soykırım eylemine ortak olmak

– Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Madde 3

Sözleşmenin temel amacı, Nazi Almanyası tarafından II. Dünya Savaşı sırasında uygulanan soykırım gibi eylemlerin önlenmesidir. Sözleşmenin ilk taslağı politik cinayetleri de içermekteydi ancak SSCB[3] ve birkaç ülke, politik görüşleri ve toplumsal duruşları birbirine yakın öbeklere karşı düzenlenen eylemlerin soykırım suçu kapsamına girmeyeceğini savunmuşlardır. Bu koşul, varılan uzlaşmanın ardından taslaktan çıkarılmıştır.

Taraflar
Bahreyn, Bangladeş, Birleşik Devletler, Filipinler, Hindistan, Malezya, Singapur, Vietnam, Yemen ve Yugoslavya; sözleşmeye, soykırım soruşturmalarına kendi ülkelerinin izni olmaksızın konu olmalarını engelleyen bir ek koşul koymuşlardır.

İhlaller

Ruanda

1948 tarihli yasanın uygulandığı ilk durum, Ruanda'nın küçük bir kasabasının eski belediye başkanı olan Jean-Paul Akayesu'nun 2 Eylül 1998'de Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne çıkarılması ve soykırımla suçlanmasıdır. Başsavcılığını Pierre-Richard Prosper'ın üstlendiği dava, Jean Kambanda'yı Ruanda geçici hükümetinin başına getirmiştir.

Yugoslavya
Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal eden ilk ülke Sırbistan olmuştur. Uluslararası Adalet Divanı 26 Şubat 2007 tarihli kararında (Bosna Hersek - Sırbistan ve Karadağ davasında) Sırbistan'ın Bosna savaşı sırasında soykırım eyleminde bulunmadığına hükmetmiş ancak Belgrad'ı 1995 Srebrenitza soykırımına engel olamamakla suçlamıştır. Karar, soykırım suçlularının Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne teslim edilmemiş olduklarına özellikle dikkat çekmiştir.



1932 Türkiye-İtalya Sözleşmesi

1932 Türkiye-İtalya Sözleşmesi (4 Ocak 1932) Türkiye Cumhuriyeti ile İtalya arasında imzalanan ve Meis adasının yakınındaki birkaç adacıkla birlikte Karaada'nın durumunu düzenleyen bir sözleşmedir.

Ankara'da imzalanan sözleşmenin altında İtalyan elçisi Pompeo Aloisi ile Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ın imzaları bulunmaktadır. 1921 yılından beri Ege Denizi'ndeki adaların kontrolü İtalya'nın elinde bulunmaktaydı. Ayrıca bu sözleşmeye İtalyan hükümeti Türkiye'nin Karaada üzerindeki egemenliğini tanımaktaydı.






Ankara Antlaşması (1926)
Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra Türkiye'nin uğraştığı sorunlardan biri de Irak sınırı ve Musul sorunudur. İngiltere ile Türkiye arasında barışı tehlikeye sokan Musul sorunu zorlukla çözümlenebildi. Musul Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalandığı sırada Osmanlı Devleti'ne bağlıydı. Yüzyıllarca Türk egemenliğinde kalan ve yüzde doksanı Türk olan Musul daha sonra Misak-ı Millî sınırları içinde de yer aldı.

İngiltere, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 7. maddesine dayanarak, antlaşmanın imzalanmasından birkaç gün sonra Musul'u işgal etti.Milli Mücadelenin zor koşulları içinde TBMM Hükümeti bu bölge ile ilgilenemedi.

Türkiye, Lozan Konferansı'nda Musul'un Misak-ı Millî sınırları içerisinde yer aldığını söyleyerek İngiltere'den Musul'un kendisine bırakılmasını istedi. İngiltere, bu bölgenin Milletler Cemiyeti'ne götürülmesi kararlaştırıldı.

Musul sorununun çözümlenmesi için İngilizlerle ilk kez 1924 yılında İstanbul'da Haliç Konferansı'nda görüşmeler yapıldı. Bu görüşmelerde İngilizler çok fazla istekte bulunduklarından dolayı anlaşmaya varılamadı. Haliç Konferansı'nın başarısızlıkla sona ermesinden sonra İngilizler isteklerini zorla kabul ettirmek için bazı olayları bahane ederek Türk hükümetine bir ültimatom verdiler. Ültimatomda, istekleri kabul edilmeyecek olursa askeri girişimlerde bulunacaklarını açıklıyorlardı. Türk hükümeti bu ültimatoma verdiği karşılıkta, sınırlarını ve bağımsızlığını korumak için her türlü önlemi alacağını bildirdi. Bu kesin karar karşısında, İngiltere hükümeti herhangi bir harekette bulunmaya cesaret edemedi. Fakat Şeyh Said İsyanı nedeniyle gerekli askerî harekat yapılamadı.

Bunun üzerine, 1926 yılında Musul Sorunu Milletler Cemiyeti'ne götürüldü. Sorun burada da çözümlenemeyince Yüksek Adalet Divanı'na verildi. Ama burada da olumlu bir sonuç alınamadı. Nihayet, İngilizlerle Ankara'da bu konu üzerinde yapılan görüşmeler bir anlaşma ile sona erdi.

Sonuç olarak 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara Antlaşması imzalandı.

Maddeleri:

Musul Irak'a ait olacak.
Irak Musul'dan elde ettiği petrol gelirinin %10'unu 25 yıllık bir süre için Türkiye'ye verilecek.
Türkiye bu parayı 4 yıl boyunca almış, kalan 21 yıllık hakkından ise 500.000 Sterlin'e İngiltere lehine vazgeçmiştir.
Hakkari sınırında Türkiye lehine düzeltme yapılacaktı.




Ankara Antlaşması (1963)

Ankara Antlaşması, Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) arasında ortaklık yaratan anlaşma 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara'da imzalandı. Bu anlaşma Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin hukuki temelini oluşturmaktadır.

3 safhada yapılmasına karar verildi.

hazırlık dönemi
geçiş dönemi
nihai dönem

Amaç gümrük birliğinin tamamlanmasıdır.



Balkan Antantı
Balkan Anlaşma Yasası, 9 Şubat 1934 tarihinde Atina'da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanan anlaşmadır.

1933’ten sonra Almanya’da Nazi partisinin iktidara gelmesi, İtalya’nın Akdeniz’de ve Balkanlar'da genişleme çabası ve Avrupa devletlerinin silahlanma yarışına girmesi dünya barışını tehdit etmeye başladı. Bu gelişmeler sonucunda Balkan devletleri arasında bir yakınlaşma meydana geldi. 14 Eylül 1933 tarihinde Ankara'da Türkiye ile Yunanistan Arasında İçten Anlaşma Yasası, 17 Ekim 1933 tarihinde Ankara'da Türkiye ile Romanya arasında Dostluk, Saldırmazlık, Hakemlik ve Uzlaştırma Andlaşması, 27 Kasım 1933 tarihinde Belgrad'da Türkiye - Yugoslavya Dostluk, Saldırmazlık, Yargısal Çözüm, Hakemlik ve Uzlaştırma Andlaşması imzalandı.

Balkanları ele geçirmek isteyen İtalya ve Almanya tehlikesi karşısında dört Balkan devleti Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ve Türkiye 9 Şubat 1934’te Atina’da Balkan Anlaşma Yasası imzaladılar. Bu Antanta göre; Balkan ülkeleri birbirinin varlığına saygı gösterecekti. Böylece Balkan ülkeleri sınırlarını karşılıklı olarak güvenceye almış oldular.

Arnavutluk İtalya'nın etkisinde olduğu için Bulgaristan ise komşu ülkelerin topraklarında hak iddia ettiği için Balkan Antantına katılmadı. Ancak 31 Temmuz 1938 tarihinde Selanik'te Bulgaristan ile Balkan Antandı arasında iyi komşuluk ve içtenlikle ilişkilerini sürdürmek isteğini dile getiren bir anlaşma imzalanmıştır.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra yeni dengelerin kurulması ile Balkan Antantı geçerliliğini kaybetti.




Cenevre Antlaşması
Cenevre Antlaşması veya Cenevre Deklarasyonu, 25-30 Temmuz 1974 tarihleri arasında Birleşik Krallık, Türkiye ve Yunanistan'ın dışişleri bakanları aracılığıyla Kıbrıs Harekâtı ve Kıbrıs Sorunu'na yönelik müzakerelerde bulundukları Cenevre'de imzaladıkları antlaşma.

1974'te, Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında siyasi gerilimler meydana gelmekteydi ve Yunanistan'daki askeri cunta desteği ile Kıbrıs'ta enosis'e yönelik milliyetçi Rumların 15 Temmuz 1974'te darbe yapması sonucunda Türkiye, Kıbrıs'a 20 Temmuz 1974'te harekât düzenledi. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 353 sayılı kararının 5. maddesi gereği 22 Temmuz 1974 tarihinde ateşkes ilan edildi. 25 Temmuz günü İsviçre'nin Cenevre kentinde Birleşik Krallık, Türkiye ve Yunanistan'ın dışişleri bakanları müzakere amacıyla toplandı. 30 Temmuz günü antlaşmayı imzalayan ülkeler Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 353 sayılı kararını dikkate alarak ada üzerindeki düzenin yeniden temin edileceğine ve yeniden 1960 anayasasına göre hareket edileceğine karar kıldılar.

Deklarasyon sonucunda Kıbrıs'ta anayasa düzeninin yeniden tesisi ve bölge üzerindeki barışın yeniden sağlanması için 8 Ağustos 1974 tarihinde aynı devletler ile Kıbrıslı Rum ve Türkleri'nde temsilcilerin bulunacağı II. Cenevre Konferansı'nın yapılması kararı alındı.




Cenevre Protokolü

Boğucu, Zehirleyici ve Benzer Gazların ve Bakteriyolojik Araçların Savaşta Kullanımının Yasaklanmasına İliskin Protokol (daha genel bilinen adıyla Cenevre Protokolü), biyolojik ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan antlaşmadır. Protokol 17 Haziran 1925'te Cenevre'de imzalandı ve 8 Şubat 1928'de yürürlüğe girdi.

Protokol kimyasal ve biyolojik silahların kullanımını yasaklıyordu ancak üretimi, depolanması ya da transferi ile ilgili bir şey söylemiyordu. Sonraki antlaşmalar (1972 Biyolojik Silahlar Konvansiyonu ve 1993 Kimyasal Silahlar Konvansiyonu) bu durumları da kapsayacak şekilde oluşturuldu.

Birçok ülke ön koşul olarak Cenevre Protokolü'nde taraf olduklarında, kullanmama yükümlülüğünün sadece sözleşmeye taraf olan diğer ülkeler arasında olması ve yasaklanmış silahların kendilerine karşı kullanılması durumunda bu yükümlülklerin ortadan kalkması talebinde bulundu.

Tarihi
Genel olarak bir savaşta ilk kez gaz kullananın Alman Ordusu olduğu düşünülse de bu tür silahları ilk konuşlandıran Fransız Ordusu'dur. Savaşın ilk ayında Ağustos 1914'te Fransızlar, Almanların üstüne gözyaşı bombaları (xsil bromit) attı. Kimyasal silahlar Alman İmparatorluğu tarafından 1915'te Ypres, Belçika'da klor gazı saldığında ilk kez kullanıldı. Versay Antlaşması Almanya'nın kimyasal silah üretmesini ve ithal etmesini yasaklayan önlemler içerir. Benzer antlaşmalarla Birinci Avusturya Cumhuriyeti ve Bulgaristan Krallığı ve Macaristan Krallığı da kimyasal silahlardan men edildi.



Haliç Konferansı
Haliç Konferansı, 19 Mayıs 1924 tarihinde şu an Kuzey Saha Deniz Komutanlığı olan Bahriye Nezareti binasında, Musul meselesinin ve Türkiye ile Irak arasındaki sınırının çözüme kavuşturulması için Türkiye ile İngiltere arasında yapılan toplantılar silsilesi. Bu konferansta İngiltere Türkiye'den Hakkari'ye kadar uzanan toprakları talep etmiştir

Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi Başkanı Fethi Okyar, İngiltere'yi de Sir Percy Cox temsil etmiştir.




Hatay Sorunu

Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra İskenderun Sancağı, Suriye'den Anadolu'ya ilerleyen Fransızlarca işgal edilmiştir. Böylece, birçok yerde olduğu gibi, Hatay’da da bir Millî Mücadele cephesi oluşmuştur. 20 Ekim 1921 ‘de, Fransa ile imzalanan, Ankara Antlaşması’nın 7. maddesine göre İskenderun, Suriye sınırları içerisinde kalacak; burada özel bir idare kurulup, Türk kültürünü geliştirmek için her türlü kolaylıktan yararlanılacaktır,resmi dil Türkçe olacak ve Türk parası geçerli olacaktır.

Lozan Antlaşması’nda ise Suriye ile Türkiye arasında çizilen sınıra göre Hatay, sınırlarımızın dışında kalmıştır.

1936 yılında Suriye’ye bağımsızlık veren ve Suriye ile Fransa arasında ittifak kuran anlaşmada İskenderun Sancağı hakkında hiçbir hüküm yer almıyordu. Fransa, Suriye’den çekilirken, Sancak üzerindeki yetkilerini Suriye’ye terk etmekteydi. Türk Hükümeti durumu kabul etmedi. Cenevre’deki Milletler Cemiyeti toplantısında Fransa ile yapılan görüşmeler netice vermeyince, 9 Ekim 1936’da Fransa’ya resmî bir nota vererek, Suriye’ye yapıldığı gibi, İskenderun Sancağı’na da bağımsızlık verilmesini istedi .Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış konuşmasında: “... Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan, İskenderun — Antakya ve çevresinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve kesinlikle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda, tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler” diyordu. Fransız büyükelçisi ile olan bir konuşmasında ise: “Hatay benim şahsî davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz” demiştir. 27 Ocak 1937’de Cenevre’de toplanan Milletler Cemiyeti, Hatay’ın bağımsızlığını kabul etmiş, ve bir seçimle nüfus çoğunluğunun tespit edilmesine karar vermiştir. Atatürk’ün Hatay’ı silâh zoruyla alabileceğini düşünen Fransızlar askerî bir anlaşma yapmayı istediler; bu anlaşma yapıldı. Anlaşma ile Hatay’da tarafsız bir seçim kabul edilerek, bunun için de bir kısım asker gücünün Hatay’a girmesine karar verildi. Kurmay Albay, Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk birlikleri, Hatay’a girdi. 13 Ağustos’ta seçimler yapıldı ve Meclis çoğunluğunu Türkler kazandı. Böylece bağımsız Hatay Cumhuriyeti 12 Eylül 1938’de kuruldu. Bu Cumhuriyet ise, 30 Haziran 1939’da Türkiye’ye katılma kararını aldı.
 
Kars Antlaşması
Kars Antlaşması, Rusya, 1917'den sonra Kafkasya’dan çekildi. Bölgede Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan bağımsızlığına kavuşmuş ve Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti, Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti başta olmak üzere üç devlet kurulmuştur. Fakat Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti iki yıl sonra Kafkasya’yı yeniden işgal etmiştir. Bölgedeki üç devlet Sovyetler Birliği ismini alan yeni Sovyet rejiminin idaresine girdi. Sakarya zaferinden sonra Sovyet Rusya’nın aracılığıyla üç Sovyet Cumhuriyeti Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile Kâzım Karabekir'in temsil ettiği TBMM Hükümeti arasında 13 Ekim 1921'de Kars Antlaşması imzalandı. Buna göre: Her 3 Cumhuriyet, Moskova Antlaşması'nı kendileri için de geçerli sayıyordu. Böylece Türkiye’nin doğu sınırı kesinleşti ve Ermeni Sorunu da sona erdi.

Bir giriş bölümü, 20 makale ve eklerinden oluşmaktadır. Sözleşmenin geçerli şartı kabul edilmemiştir. Ancak, bazı bilgilere göre antlaşmanın hükümleri 25 yıllık geçerliliği olan ek protokolleri mevcuttur. Böylece, Azerbaycan'ın Nahçıvan bölgesinin hemillik hakkında 5.Maddede ifade edilen şartı açıktır. Sovyetler'in yıkılmasıyla beraber Ermenistan bu konuda farklı görüşler belirtmiş farklı makamlar Kars Antlaşmasını kabul etmediklerini açıklamıştır.

Berlin (Potstdam) Konferansın liderlerinin 6’ncı toplantısında Molotovun 22 Temmuz 1945 yılında Türk-Sovyet müttefik anltaşmasının koşulları hakkında yapılmış açıklaması bu süre ile koşullandırılmıştır. Bu koşulları Kars, Artvin ve Ardahan hariç bölgelerin geri vermesi ve Karadeniz Boğazlar sorunları çözüm hükümleri kapsamaktadır.

Benzer antlaşmaların uluslararası tecrübesine gorunce, kural olarak belirli eylem süre ve kullanım düzen bulunmaktadir, ama genel kullanım için hazırlandığı ana metinde bu hakkinda tespit yoktur, cunku gizlilik vardır.

Konferans ve imza
Kars Konferansı'na Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetini temsilen, başdelege olarak Doğu Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, delege olarak Burdur milletvekili Veli Bey, Ankara hükümetinin Azerbaycan temsilcisi Memduh Şevket Bey, Doğu Anadolu Demiryolları inşaat başmühendisi Muhtar Bey, müşavir (danışman) olarak Batum milletvekili Edip Bey, Reji Umûmî Müfettişi Muvaffak Bey, Doğu Cephesi Kurmay Başkanı Kadri Bey, Kurmay Binbaşı Veysel Bey, Kurmay Binbaşı Talât Bey ve kâtip olarak dışişleri memurlarından Zühtü Bey, Osman Bey ve Cephe yaverleri Nazmi Bey ve Selahattin Bey katlımışlardır.

Antlaşma, Türkiye'yi temsil eden Kazım Karabekir Paşa, Veli Bey, Muhtar Bey, Memduh Şevket Bey, Sovyetler'i temsil eden Rusya büyükelçisi Yakov Ganetsky, Ermenistan dışişleri bakanı Askanaz Mravian ve iç işleri bakanı Poghos Makintsian ile Azerbaycan Devlet Bakanı, Behboud Shahtahtinsky ve Gürcistan savunma bakanı Shalva Eliava ve dış işleri bakanı Alexander Svanidze'nin katıldığı bir toplantıyla imzalandı.

Şimdiki durum
Sovyetler Sosyalist Cumhuriyetler Birliği 1991'de dağıldıktan sonra bağımsız olan Ermenistan Kars Antlaşması'nı tanımadı. Erivan Taşnak Partisi Temsilcisi Kiro Manoyan ve Ermenistan dış işleri bakanı Vartan Oskanyan Kars Antlaşması'nın Sovyetler Birliği ile imzalandığını bağımsız Ermenistan tarafından imzalanmadığını öne sürerek bu sınırların geçerli olmadığını, daha farklı bölgeleri sınır belirlemiş Sevr Antlaşmasını esas aldıklarını belirtti




Lozan Antlaşması
Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Lozan Üniversitesi salonunda imzalanmış barış antlaşmasıdır.

Konferansa önce Başvekil Rauf Orbay katılmak istemiştir. Fakat Atatürk İsmet Paşa'nın katılmasını istemiştir. Mudanya Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922'de TBMM Hükümeti'ni Lozan'da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler.

Mustafa Kemal Paşa Mudanya görüşmelerine de katılan İsmet Paşa'nın Lozan'a baştemsilci olarak gönderilmesini uygun buldu. İsmet Paşa Dışişleri Bakanlığına getirildi ve çalışmalar hızlandırıldı.

İtilaf Devletleri Lozan'a İstanbul Hükûmeti'ni de davet ettiler. Bu duruma tepki gösteren TBMM, 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırdı.

TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı'na katılarak Misak-ı Milliyi gercekleştirmeyi, Türkiye'de bir Ermeni devletinin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus degişimi, savaş tazminatı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki sorunları (ekonomik, siyasal, hukuksal) çözmeyi amaçlamış Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar hakkında anlaşma sağlanamazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır.

20 Kasım 1922'de Lozan görüşmeleri başlamıştır. Osmanlı borçları, Türk - Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapılmıştır. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul'un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağlanamamıştır. Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıkları çıkması üzerine 4 Şubat 1923'te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiştir. Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu'na savaş hazırlıklarının başlamasını emretmiştir. Sovyetler Birliği eğer tekrar savaş çıkarsa bu sefer Türkiye'nin yanında savaşa gireceğini duyurmuştur. Bu ihtimali göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerinin tekrar başlatmak için Türkiye'yi tekrar Lozan'a çağırmıştır.

Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923'te tekrar başlamış, 23 Nisan'da başlayan görüşmeler 24 Temmuz 1923'e kadar devam etmiş ve bu süreç Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması ile sonuçlanmıştır.

Taraf ülkelerin temsilcileri arasında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını gerektiren yasalar gereğince taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923'te, Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923'te, İtalya tarafından 12 Mart 1924'te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924'te imzalanmıştır. İngiltere'nin anlaşmayı onaylaması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur. Anlaşma, tüm tarafların onaylarında dair belgeler resmi olarak Paris'e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir




Montrö Boğazlar Sözleşmesi

Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye boğazlarından (Çanakkale ve İstanbul) geçiş rejimini ve boğazlar bölgesinin güvenliği işlerini düzenleyen sözleşmedir. 1923'te Lozan Antlaşması ile birlikte imzalanan Boğazlar Sözleşmesinin yerine geçmiştir.

Türkiye, Lozan Antlaşması'yla birlikte imzalanan Boğazlar Sözleşmesinin getirdiği kısıtlamalardan dolayı daima kaygı içinde bulunmuştu. Sözleşmenin imzalandığı tarihlerde güncelliğini koruyan silahsızlanma ümitlerine güvenen Türkiye'nin, silahlanma yarışının tekrar başlamasıyla duyduğu huzursuzluk giderek artmıştı. Türkiye, duyduğu bu huzursuzluğu ve boğazların statüsünde değişiklik yapılması yolundaki teklifini konu ile ilgili imzacı devletlere duyurduğunda, farklı kutuplarda yer almaya başlayan bu devletlerin hemen hepsinden ortak bir anlayış görmüştü. İngiliz Dışişleri Bakanlığının 23 Temmuz 1936 tarihli bir notasında konu hakkında şu görüşlere yer verilmiştir: "Türkiye'nin Boğazlar Sözleşmesi'nin değiştirilmesi ile ilgili isteği haklı kabul edilmektedir."

Boğazların statüsü ve gemilerin geçiş rejimi ile her zaman yakından ilgilenen İngiltere'nin Türkiye'yi desteklemesine paralel olarak Balkan Antantı Daimi Konseyi'nin 4 Mayıs 1936'da Belgrad'da yaptığı toplantıda, Türkiye'nin teklifini destekleme kararı alınmıştır. Türkiye'nin girişimi Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin diğer akitleri tarafından da kabul edilince, boğazların rejimini değiştirecek olan konferans, 22 Haziran 1936'da İsviçre 'nin Montrö kentinde toplanmıştır. İki ay süren toplantılardan sonra, 20 Temmuz 1936'da imzalanan yeni Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye'nin kısıtlanmış hakları iade edilmiş ve boğazlar bölgesinin egemenliği Türkiye'ye geçmiştir. Türkiye daha önce Sovyet Rusya ile yaptığı anlaşma uyarınca (saldırmazlık antlaşması) Sovyet Rusya'nın da desteği alınmıştır
Maddeler

Montreux Boğazlar Sözleşmesi'nin esas maddeleri şunlardır:

Boğazlar kayıtsız şartsız Türkiye Cumhuriyeti'ne bırakılacak, tahkimat yapmak hakkı tanınacaktır.

Barış zamanında her devletin ticaret gemileri serbestçe geçebilecek, buna mukabil savaşta ve barışta asker ve sivil deniz kuvvetlerinin geçmesine müsaade edilmeyecektir.

Savaş zamanında eğer Türkiye tarafsız kalmışsa ticaret gemileri geçebilecektir.

Barış zamanında denizaltı gemileri müstesna olmak şartıyla savaş gemileri on beş gün evvel Türkiye Hükümeti'ne haber verecek, gidecekleri yer, isim, tip ve adetleri bildirilecek ve uçak kullanmamak şartıyla Boğazlardan geçebileceklerdir.

Eğer Türkiye savaşa girmişse yalnız tarafsız devletlere mensup ticaret gemileri, düşmana hiçbir surette yardımda bulunmamak şartıyla gündüzün serbestçe geçebileceklerdir.

Fesih Şartları


Montreux Sözleşmesi 20 yıl yürürlükte kalacaktı. Ancak bu sürenin dolmasından 2 yıl önce akdeden taraflardan hiçbirisi sözleşmenin feshini talep etmezse, sözleşme yürürlükte kalmaya devam edecekti. Montreux Sözleşmesi'nin 1956'da süresi dolduğu halde böyle bir fesh talebi hiçbir ülke tarafından yapılmadığı için halen yürürlüktedir.


Mudanya Mütarekesi
Mudanya Mütarekesi ya da Mudanya Bırakışması, Kurtuluş Savaşının sonunda imzalanan ateşkes anlaşması.

Büyük Taarruzun zaferle sona ermesi üzerine ve Çanakkale Krizinden sonra, İtilâf Devletleri TBMM’ye mütareke çağrısında bulunmuşlardır. Türk ordusu ile İngiliz işgal kuvvetleri arasında bazı gerginlikler yaşandıysa da görüşmeler 3 Ekim 1922’de Mudanya’da başladı.

Görüşmelerde TBMM hükümetini Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa temsil ederken, Fevzi Paşa ve Refet Paşa da görüşmeler boyunca Mudanya’da bulundular. İngiltere’yi General Harington, Fransa’yı General Charpy ve İtalya’yı da General Mombelli’nin temsil ettiği Mudanya görüşmelerinde, ateşkesle doğrudan ilgili durumda bulunan Yunanistan, General Mazarakis ve Albay Sariyanis’i görevlendirmesine karşın, Yunan delegeler görüşmelere doğrudan doğruya katılmayıp Mudanya açıklarında bir İngiliz gemisinde beklediler.

(Milli mücadele'de Türkler ile savaştığı halde Yunanlıların Mudanya Görüşmeleri'ne doğrudan katılmaması, İngiltere'nin bir maşası olduğunun açık bir kanıtıdır.)

Zaman zaman gergin anların yaşandığı , hatta görüşmelerin kesilmesi tehlikesinin doğduğu ve Türk ordusunun yeniden harekat hazırlıklarını giriştiği mütareke görüşmeleri 11 Ekim 1922 tarihinde uzlaşmayla sonuçlanmıştır.

14 maddelik Mudanya Mütarekesi'nin en önemli hükümleri şunlardır:

Mütareke imzalandıktan üç gün sonra, 14/15 Ekim gecesi yürürlüğe girecektir.
Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki silahlı çatışma sona erecektir.
Yunanlılar Doğu Trakya’yı 15 gün içerisinde boşaltacaklar ve bölge, İtilaf Devletleri aracılığıyla 30 gün içerisinde Türk yönetimine devredilecektir.
Barış antlaşması imzalanıncaya kadar Türk ordusu Trakya’ya geçemeyecektir. Buna karşılık iç güvenlikle ilgili olarak sayısı 8000’i aşmayacak bir jandarma kuvveti gönderilebilecektir.
Barış antlaşmasının imzalanmasına kadar Meriç’in batı sahili (yani Batı Trakya) ve Karaağaç İtilaf Devletlerinin işgali altında kalacak ve Türk kuvvetleri Çanakkale Boğazı ve İzmit’te belirlenen çizgiyi geçemeyeceklerdir.
Mütarekeyi kabul etmek istemeyen ve imzalamaktan kaçınan Yunan hükümeti aradığı desteği bulamamış ve sonuçta 14 Ekimde Mudanya Mütarekesi'ni imzalamak zorunda kalmıştır. Bu arada TBMM, Doğu Trakya’nın teslim alınması ve burada bir Türk yönetiminin kurulmasıyla ilgili olarak Refet Paşa’yı görevlendirmiştir. Refet Paşa 19 Ekim 1922’de TBMM temsilcisi olarak İstanbul’a girmiş ve halkın büyük bir coşkusuyla karşılanmıştır.

Mudanya Mütarekesi ile Türk-Yunan çatışmasının sona erdirilmesi ve Doğu Trakya’nın kurtarılması gibi gelişmeler Türk tarafının lehine sonuçlar doğuracak gelişmeler olarak göze çarparken, İstanbul ve Boğazlarda Türk egemenliği tam anlamıyla kurulamamıştır. Gerek Boğazlar üzerinde kontrolün sağlanamamış olması, gerekse Trakya’ya ordu geçirilememesi, barış konferansı öncesinde Türk hükümetinin pazarlık gücünü sınırlandırmıştır. Bu hükümler, birçok noktada önemli kazanç sağlayan Mudanya Mütarekesi'nin zayıf halkalarından bir kısmı olarak değerlendirilebilir.

Boğazlar'da Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenliğinin kurulması Lozan Antlaşması ile de sağlanamamış, ancak 1936 yılında Montreux Antlaşması ile hakimiyet sağlanabilmiştir.



Sadabat Paktı
Sadabat Paktı; Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında, 8 Temmuz 1937'de Tahran'da Sadabad Sarayı'nda imzalanan dörtlü saldırmazlık paktı

Paktın Sebepleri

Sınır sorunlarının kalıcı şekilde çözülmesi:
Pakta üye devletlerin tümünün İran'la sınır sorunu bulunmaktaydı. Ayrıca bu sınır sorunları nedeniyle özellikle Türkiye-Irak-İran üçgeninde Kürt aşiretleri sınır tanımayan isyanlar yapmaktaydı. Bu paktın imzalanmasının en önemli nedenidir.
Ülkelerin bağımsızlıklarını vurgulama istekleri: Sömürge ve yarı sömürge dönemlerinden kısa süre önce kurtulabilen bu devletlerin bağımsızlıklarının vurgulanması son derece önemliydi. İlk defa bu amaçla, 2 Ekim 1935'te Cenevre'de Türkiye, İran ve Afganistan arasında üçlü bir antlaşma parafe edildi. Buna daha sonraları Irak da katıldı. Daha sonra Irak-İran sınır antlaşmazlığının çözümlenmesi (Şattülarap uyuşmazlığı), Türkiye ile İran arasında dostluk çerçevesi içinde sınır sorunu dahil her alanı düzenleyen antlaşmaların akti, 8 Temmuz 1937 tarihli Sadabad Paktı'nın imzalanmasına imkân vermiştir.

Taraflar antlaşmada genel olarak birbirlerinin iç işlerine karışmayacaklarını, ortak çıkarlarını ilgilendiren hususlarda birbirlerine danışacaklarını, birbirlerine karşı saldırıda bulunmayacaklarını ve sınırlarının korunmasına saygı göstereceklerini taahhüt etmişlerdir. Ancak paktın temel nedeni olan Kürt aşiretleri sorunu, 7. maddenin şu ifadelerinde saklıdır: Bağıtlı taraflardan her biri, kendi sınırları içinde diğer bağıtlı tarafların kurumlarını yıkmak, düzen ve güvenliğini sarsmak veya politik rejimini bozmak amacıyla silahlı çeteler, birlikler veya örgütlerin kurulmasını ve eyleme geçmelerini engellemeyi yükümlenir. II. Dünya Savaşı ortamında antlaşmanın diğer maddeleri işlevsiz kalmış, fakat 7. madde anlaşmanın devamını sağlamıştır. Sadabat Paktı, 1979'da İran'daki İslamî rejim, paktı feshettiğini imâ edene kadar hukuki varlığını sürdürmüştür.




Türk-Alman Dostluk Paktı

Türk-Alman Dostluk Paktı, (Almanca : Türkisch-Deutscher Freundschaftsvertrag) II. Dünya Savaşı (1939-1945) sırasında Türkiye ile Almanya arasında imzalanan dostluk ve saldırmazlık antlaşması (18 Haziran 1941).

II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesinden (1 Eylül 1939) hemen sonra imzalanan Türk-İngiliz-Fransız Üçlü İttifakı'yla Türkiye o tarihe değin izlediği geleneksel tarafsızlık politikasından ayrılıyordu. Bu durum, Nisan 1939'da İtalya'nın Arnavutluk'u ilhak etmesiyle gerginleşen Türk-Alman ilişkilerinin daha da soğumasına neden olmuştu. Ama İtalya, Fransa'ya savaş ilan ettiğinde (10 Haziran 1940) Türkiye, Müttefik Devletlerin yanında savaşa girmekten kaçındı ve Almanya'ya karşı daha ihtiyatlı ve ılımlı bir politika izlemeye başladı. Türk-Alman ilişkilerinde yakınlaşma Mart 1941'de daha da belirginleşti. Alman ordusu, Bulgaristan'a girmeye başladıktan hemen sonra Adolf Hitler Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye bir mektup göndererek Almanya'nın, Türkiye'yle savaşmak amacında olmadığını vurguladı ve iki ülkenin karşılıklı çıkarları doğrultusunda işbirliği yapılmasını istedi. Ayrıca Alman ordusuna Türk sınırına 50 kilometreden çok yaklaşmaması için emir verdiğini duyurdu.

Nisan 1941'de Irak'ta bir darbeyle işbaşına gelen Alman yanlısı yeni yönetim açıkça Alman askeri gücünü yardıma çağırdı. Ayrıca İran' şahı Rıza Pehlevi'de Hitler'e sempati duymaktaydı. Almanya'nın İngiliz işgali altındaki ortadoğu topraklarına geçebilmek için Türk topraklarından geçmek zorundaydı. Bu amaçla Türkiye'den resmen izin istendi; bu isteğin kabulüne karşılık Türkiye'nin bazı sınır düzeltmeleri yapmasını kabul edeceğini de bildirdi. Bu konudaki görüşmeler uzun sürdü ve mayıs 1941 sonlarında İngiliz askeri gücünün Bağdat'a girip Raşid Ali Geylani'nin Alman yanlısı yönetimini iktidardan uzaklaştırmasıyla sorun kendiliğinden çözüldü. İran'ın güneyide İngilizler tarafından işgal edildi, Kuzey İran'a ise Sovyetler Birliği girdi.

Adolf Hitler'in asıl amacı en kısa sürede Sovyetler Birliği'ne saldırmaktı. Ama bundan önce Türkiye'nin Almanya'ya karşı herhangi bir harekata girişmemesi güvence altına alınmalıydı. Bu amaçla Almanya Türkiye'yle bir saldırmazlık antlaşmasına varabilmek için çabalarını yoğunlaştırdı. Türk-Alman Dostluk Paktı 18 Haziran 1941'de imzalandı. Antlaşmaya göre, her iki devlet de o tarihten önce imzaladığı antlaşmaları ve kabullendiği yükümlülükleri saklı tutacaktı. Her iki devlet de karşılıklı olarak birbirlerinin toprak bütünlüğünü onaylıyor, birbirlerine yönelik dolaylı ya da dolaysız her türlü harekattan kaçınmayı taahhüt ediyordu. Ortak çıkarları ilgilendiren sorunlar ise uzlaşma ve ortak görüş sağlayacak dostça görüşmeler yoluyla çözülecekti. Antlaşma, imzalandığı tarihte yürürlüğe girecek ve 10 yıl süreyle geçerli olacaktı. Türk-Alman Dostluk Paktı Müttefiklerin yanında savaşa girmekten kaçınan Türkiye tarafında savaş boyunca önemli bir gerekçe olarak kullanıldı.

Antlaşmanın imzalanmasından dört gün sonra Almanya, Sovyetler Birliği'ne savaş ilan etti (22 Haziran 1941). Antlaşmanın imzalanmasından sonra, 10 Ağustos 1941’de Sovyetler Birliği ve Birleşik Krallık Türkiye’ye ortak bir nota göndermiştir. Bu notada, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olunacağı, ancak Montrö Antlaşması gereği Türkiye’nin Boğazlar’ı savaş gemilerine kapalı tutması gerektiği belirtilmiştir. Türk-Alman Dostluk Paktı, 24 Ekim 1945'te Türkiye'nin Birleşmiş Milletler'e üye olmasıyla pakt fesh edilmiştir.



Zürih ve Londra Antlaşmaları

Zürih ve Londra Antlaşması, 11 Şubat 1959 tarihinde Birleşik Krallık, Türkiye, Yunanistan devletleri Kıbrıs'taki Rum ve Türk toplumları arasında imzalanan, bağımsız bir devlet olarak Kıbrıs halklarının durumunu belirleyen ve Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını onaylayan antlaşmadır. Rum tarafını Başpiskopos Makarios, Türk tarafını ise Fazıl Küçük temsil etmekte idi.

Bunu takip eden 19 Şubat 1959 tarihli Londra Antlaşması ile Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsız bir devlet olarak 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulması sağlanmış oldu.

Yürütme ve Yasama
Bu Antlaşma uyarınca kurulacak olan Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Anayasasının adadaki her iki toplumunda haklarını koruyacak şekilde hazırlanması kabul ediliyordu. Antlaşma uyarınca kabul edilen bazı önemli şartlar şunlardır;

Birinci madde uyarınca adada Cumhurbaşkanlığı sistemi kurulacağı öngörülüyordu, ancak Rum Cumhurbaşkanı Rum Toplumu tarafından, Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı ise Türk Toplumu tarafından seçilecekti.
Beşinci madde uyarınca ise Bakanlar Konseyi 7 Rum ve 3 Türk olmak üzere 10 bakandan oluşacaktı ve toplumların tek taraflı kararlar çıkarmalarına engel olunması amacı ile gerek Temsilciler Meclisi tarafından çıkarılacak yasalar gerekse bakanlar Kurulu kararları Rum Cumhurbaşkanı veya Türk Cumhurbaşkanı yardımcısı tarafından veto edilebilecekti.
Altıncı madde uyarınca Yüksek Anayasa Mahkemesi bir Rum, bir Türk ve bir tarafsız yargıçtan oluşacaktı.
Onuncu madde ise her iki toplum için ayrı Cemaat Meclisleri kurulmasını şart koşuyordu. Bu meclisler dini, eğitim, kültürel ve öğretim gibi konular yanında vergilendirme hakkına da sahip olacaktı.
Onbirinci madde gereğince kamu çalışanlarının %70'i Rum %30'u Türk toplumundan olacaktı.
Onyedinci madde uyarınca toplumların ayrı mahkemeleri olacak, davalı ve davacı ayrı toplumlardan ise karma mahkemeler kurulacaktı.
Yirminci madde ise kurulacak Kıbrıs Cumhuriyeti'nin beş büyük şehrinde Rum ve Türk toplumları için ayrı ayrı belediyeler kurulmasını gerektiriyordu.

Zürih görüşmelerinde Yunanistan, Türkiye ve İngiltere arasında yapılan görüşmeler sonunda üzerinde uzlaşılan ve Londra'da bütün taraflarca onaylanan Antlaşma maddeleri ile kurulacak Kıbrıs Cumhuriyetinde Toplumların birbiri üzerinde baskı kurmasının engellenmesi ve adayı uzlaşma içinde yönetmeleri için öngörülen konfederal yapının temelleri oluşturulmaya çalışılmıştır.
 
Geri
Top