Türkiye'de Nesli Tükenmekte Olan Hayvanlar
Ülkemizde yasayan hayvanları merak ediyor musunuz?
Bence biraz merak etmekte fayda var. Çünkü özellikle bir bölümü, yok olmak üzereler…
Bazı türler ise çoktan yok olmuşlar. Sonuçta giden gitmiş, kalan sağlar bizimdir. Ama kalanların da fosil kategorisine girmelerini engellemek de herhalde bizlerin elindedir. Dolayısıyla bunları tanımakta fayda var.
Vaşak (Feliks Lynx)
Kayalık ve ormanlık bölgelerde yasarlar. Çok yırtıcı hayvanlardır; tavsan, geyik, keçi ve kemirgenlerin yanı sıra her çeşit evcil hayvana da çekinmeksizin saldırırlar. Diğer kedilerin aksine yiyeceklerinden daha fazla birey öldürürler. (Sadece uçanlar ve kaçanlar kurtulurlar) Çanakkale, Kastamonu, Artvin, Siirt, Hakkâri, Bitlis, Bingöl, İzmir, Muğla, Antalya ve Bolu’da halen görüldüklerine dair kayıtlar vardır. Yasayla korunmalarına rağmen çok değerli olan postları için kaçak olarak avlanırlar. Sayılarının çok azaldığı tahmin edilmektedir. (Ben diyeyim 500, siz deyin 1000 tane)
Bir alt tür olan ve sadece Doğu Karadeniz bölgesinde -bir zamanlar- bulunan “Benekli Vaşak”tan uzunca bir süredir haber alınamamaktadır. Oğlum Benekli Vaşak. Eğer hala yasıyorsan, sakin sesini çıkarma! )
Başka bir alt tür olan “Step Vaşağı” ise daha kalender bir hayvandır. Orman ve ağaç diye tutturmaz; kaya kovuklarında ve inlerde de yasayabilir. Diğer akrabalarına nazaran daha ufak tefek olduklarından dolayı tavşanlarla ve kemirgenlerle yetinirler. İzmir, Muğla, Antalya, Adıyaman, Adana, Kahramanmaraş ve Malatya’da nadir olarak bulunduklarına dair kayıtlar vardır.
Daha baksa bir alt tür olan “Bataklık Vaşağı” ise, adından da anlaşılacağı üzere, sulak bölgelerdeki dikenlikler, çalılıklar ve kamışlıklar arasında yasar. Orta büyüklükte bir köpek iriliğindedirler. Su kuşlarının, tavşanların, farelerin ve diğer kemirgenlerin korkulu rüyasıdırlar. Beleşçi bir tabiatları vardır; tilkilerin ve porsukların yuvalarına sahiplenirler. İzmir, Muğla ve Antalya’nın bataklık bölgelerinde; buralardaki nehir ve göl kenarlarında; Göller Bölgesi ve Sultansazlığı bölgelerinde numunelik olarak az sayıda yasamaktadırlar. Soyları tükenmeye yüz tutmuş olup yasayla korunmaktadırlar.
“Arap Vaşağı” ise ülkemizin Iran ve Irak sınırına yakin bölgelerindeki sulak ve ağaçlık alanlarda yakin zamana kadar yasıyordu. Suriye ve Irak’ta hala az sayıda da olsa yasıyorlarmış. Allah onlara uzun ömür versin artik…
Tüm vaşak türleri olağanüstü hareketlidirler. Görme ve koku alma duyuları çok gelişmiştir. Kısa mesafede iyi koşarlar, çok iyi sıçrarlar ve yüzerler. Ayrıca çok iyi kafa ve uçan tekme atarlar. Prensip olarak yalnız yasarlar; ancak büyük avlar için sürü kurdukları da nadiren olur. Bununla birlikte insanlara karsı bir terbiyesizlikleri görülmemiştir. Bilakis, insanlar Iran ve Hindistan’da vaşakları av için kullanırlar.
Leopar = Pars = Panter (Panthera Tulliana)
Çok değil, 100 yıl öncesine kadar ülkemizde çok sayıda yasıyorlarmış. Trakya, Kuzey Marmara ve Doğu Karadeniz hariç bütün bölgelerimizde yasadıklarına dair kayıt ve gözlemler bulunmaktadır.
Halen Güney Ege, Bati Akdeniz ve Hakkâri’de zaman görülmekte olduklarına dair duyumlar alınmaktadır. Zaman yerel pazarlarda satışa sunulan postlar görülebilmektedir. Avlanmaları yasaktır; ancak is isten geçmiş gibi görülmektedir.
Ülkemizde son olarak 17 Ocak 1974 tarihinde Beypazarı’nın (Ankara) Balözü köyü yakınlarında bir tane görülmüş ve köylülerce vurularak öldürülmüştür.
Hazar Kaplanı (Panthera Tigris Virgata)
Hint, Çin, Sumatra ve Sibirya kaplanlarına nazaran daha küçüktürler. Küçük dediysem yanlış anlamayın, yine de vurdu mu devirirler. Geyik, yaban sığırı, yaban keçisi ve bunlardan küçük her canlıyı yalayıp yutarlar. On metreye kadar sıçrayabilir, ağaçlara çıkabilir ve yüzebilirler. Amuda kalkabilir ve ters takla atabilirler. Estetik yaratıklardır; bence aslandan daha kral bir hayvandırlar.
Orman, savan ve kayalık yerlerde bulunurlar. Kökenleri Hazar Gölü çevresi, Iran ve Afganistan’dır. Buralarda hala az da olsa bulunurlar. Ülkemizde ise Siirt ve Hakkâri illerinde (Şirnak, Uludere ve Çukurca arasındaki üçgen), Irak sınırındaki dağlarda ve vadilerde yakin zamanlara kadar bulunduğu anlaşılmaktadır. Son olarak Şubat 1970′de Hakkâri’de (Uludere) Şehit Sen isimli bir köylü tarafından 122 cm. gövde uzunluğunda bir erkek birey vurulmuştur. Bu kaplanın postu 3 yıl sonra yörede bitki araştırmaları yapan İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Turhan Bay top tarafından İstanbul’a getirilmiştir. (Ali Üstat Koleksiyonu) Prof. Bay top bu bulgusunu 1974 yılında Münih’teki “Saugetierkundliche Mitteilungen” isimli bilimsel dergide yayımlamış ve makalesinde daha önceki yıllarda da Uludere ve Şirnak bölgelerinde 8 adet kaplanın vurulduğunu köylülerden duyduğunu yazmıştır. Bu tarihten sonra hiç görülmemiştir.
33 yıldır görülmemesi hayra alamet olmasa gerektir. Bununla birlikte bölgenin kırsalında yasayanlar tarafından hala görüldüğü kimi zamanlar ihbar edilmektedir. Kuzey İran’ın Türkiye sınırına yakin olan bir bölgesinde zoolog Paul Joslin tarafından 1974 yılında bulunan 17 cm. genişliğindeki ayak izi göz önüne alınırsa bu ihbarların doğru olabileceği düşünülebilir.
Iran Aslanı (Panthera Leo Persica)
“Iran Aslanı”, aslan familyasının en batıya ulaşmış alt türüdür. 13. yüzyıl baslarına kadar ülkemizde, özellikle Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da çok sayıda yasamışlardır.
Suriye sınırında 1905 yıllarında görüldüğüne dair kayıtlar vardır. Bu tarihlerden itibaren hiç görülmedikleri için ülkemizde soylarının tükenmiş oldukları kabul edilmektedir.
Çıta (Acinonyx Jubatus)
Ülkemizde (özellikle Güneydoğu Anadolu) geçen yüzyılın sonuna kadar makul sayıda bulunduğu bilinmektedir. Nitekim Anadolu ve Ortadoğu’da zoolojik araştırmalar yapan Sır Dan dan fors, Birecik’in (Urfa) güneyinde bir yerel şeyhin kendisine canlı bir çita hediye ettiğini notlarında belirtmektedir. (Sene 1879) Ayrıca 15, 16 ve 17. yüzyıllara ait, padişahların av sahnelerini gösteren minyatürlerin birçoğunda av için yetiştirilmiş boynu tasmalı çitalar görülmektedir.
Yarı çöl, açık çayırlık ve küçük çalılıklarla donatılmış alanlarda yasayan çitaların ülkemizde soylarının tamamen tükendiği anlaşılmaktadır.
Yaban Kedısı (Felis Silvestris)
Evlerimizde mıncıkladığımız kedilerin ormanlarda yasayan akrabalarıdır. Bunları mıncıklamak pek mümkün değildir; zira yanlarına kimseyi yaklaştırmazlar.
Türkiye’nin kuzeyindeki ormanlarda; daha az miktarda da bati ve güneyde yasarlar. Ağaç ve kütük kovuklarında ve kaya yarıklarında barınır; tavşanları ve kemirgenleri avlarlar.
Akdenız Foku (Hoca Monachus)
Akdeniz ve Karadeniz’de yasayan tek fok türüdür ve sayıları çok azalmıştır. Akdeniz’de en fazla rağbet ettikleri ülke Türkiye’dir. Kariyi, pardon karayı severler. Dinlenmek ve uyumak için karaya çıkarlar, karada çiftleşirler ve karada doğururlar. Arada sırada da ayıp olmasın diye denize girerler.
Denizde olduklarında genellikle sarp ve ulaşılması zor mağara ve kayalıkların yöresini tercih ederler. Her çeşit balık ve ahtapot yerler. Ağlara zarar verdikleri ve ağlardaki balıkları lüpledikleri için balıkçılar tarafından pek sevilmezler. Uluslararası koruma altına alınmışlardır. Ülkemizde en çok görüldükleri yer Foça’dır. Yanı sıra Antalya, Muğla ve İçel sahillerinde de görülürler.
Karadeniz’de son kayıt 1987 yılında Karadeniz Ereğlisi’nden verilmiştir. Balıkçılar tarafından sürekli katledildiklerinden dolayı; bunu yanı sıra yasam alanlarının turizme açılmasından ve çevre kirliliğinden ötürü soyları tükenme tehlikesi içindedir.
Asya Yaban Eşeği (Equus Hemionus)
Yukarı Mezopotamya kökenli bir hayvandır. Asur, Habil ve Sümer devletleri tarafından askeri amaçlarla kullanılmışlardır. Yine bunlar tarafından Afrika Eşeği (Equus africanus) ile çiftleştirilerek “evcil eşek” elde edilmiştir. Ortaya çıkan bu güçlü ve dayanıklı hayvani tarımda kullanarak zengin bir uygarlık kurabilmişlerdir.
Bugün genleri evcil eşeklerle karışmış olmakla birlikte Irak ve Iran sınırına yakin yarı sulak bölgelerde doğal popülâsyonlarının yasayabildiği düşünülmektedir.
Afrika Esegı (Equus Africanus)
MÖ 6000 yılından itibaren Nil Vadisi’nden Arabistan’a ve Anadolu’ya, oradan da Avrupa’ya yayılmıştır. Ekonomik değeri yüksek olduğu için insanlar tarafından hep aranan bir hayvan olmuştur. Güçlü ve dayanıklı bir hayvan olduğundan dolayı tarımda ve ulaştırmada kullanılmışlardır.
Şeker ve protein açısından çok zengin olan sütü tarih boyunca değerli bir içecek olmuştur. Derisi parşömen yapımında kullanılmıştır. Eti günümüzde bile Ortadoğu’da bazı topluluklar tarafından sevilerek yenmektedir. Gözleri sairlere ilham kaynağı olmuştur.
Soyları tükenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Popülasyon yoğunluklarını en yüksek ülke olan Somali’de korunma altına alınmışlardır. Güneydoğu Anadolu bölgemizde nadir olarak bulunabileceği tahmin edilmektedir.
Yabanı At (Equus Przewalskii)
Kökeni Moğolistan’dır. MÖ 4000 yıllarında Mezopotamya ve Çin’de evcilleştirilmiş ve buradan da Avrupa’ya yayılarak insanoğluna büyük yardımlarda bulunmuştur. Fazla yağmur aldığı için çok ağırlasan ve tarım yapılması çok güç olan Avrupa topraklarında atın ve sabanın birlikte kullanılması ile “ürün patlaması” olmuş ve böylece insan nüfusu belli bir miktarın üzerine çıkabilmiştir.
Bugün sayıları serbest doğada çok azalmıştır; genleri evcil atlarla karışmış olduğundan dolayı zoolojik özellikleri tam olarak belirlenememektedir. Bir alt tür olan ve “Tarpan” ismi verilen “Avrupa Yabanatı” Güney Rusya’da yasamış; ancak 1876′dan dan beri soyu tükenmiştir. Yabani atların günümüzde sadece hayvanat bahçelerinde örnekleri bulunmaktadır. Arada sırada ülkemizde görüldüğü ileri sürülenlerin “Yaban Eşeği” olma olasılıkları yüksektir. Bununla birlikte İç Anadolu’nun güneyi ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde az da olsa bulunma olasılıkları kabul edilmektedir.
Kızıl Geyik (Cervus Elaphus)
Geniş yapraklı ve karışık - bataklıklı ormanları sever. İğne yapraklı ormanlarda da yasayabilir. Yaz aylarında ormanların üst sınırlarına hatta yaylalara kadar çıkarlar. En çok görüldükleri yerler Isıranca ormanları ile Adapazarı, Bolu, Kastamonu ve Sinop’un ormanlık bölgeleridir. Yanı sıra Ankara (Kızılcahamam, Beypazarı, Nallıhan), Afyon (Akdağ), Kütahya, Manisa, Denizli, Kahramanmaraş (Binboğa dağları), Artvin, Toros dağları (Akseki - Beyşehir kesimi), Cudi daği, Kiğı-Hozat-Solhan dağlarında görülürler.
Geniş yayılışlarına rağmen sayıları çok azalmış ve birçok bölgede soyları tükenmeye yüz tutmuştur.
Alageyik (Cervus Dama)
Akdeniz bölgesindeki alt kimsi makilerden oluşan kızılçam ormanlarında yasarlar. Yasam alanları Akdeniz’in Anadolu’daki tüm kıyıları ile İzmir civarı ve Gönen’dir. 1950 yılına kadar Keşan-Enez arasında ve Şemdinli’nin Rubanuh bölgesinde de yasadıkları bilinmektedir.
1960 yılından sonra ülkemizde yok olma aşamasına gelmişler; neyse ki alınan önlemler ve bunların basarili uygulanması sonucunda “yırtmışlardır” 1966 yılında Antalya - Düzlerçamı’nda saptanan 7 adet alageyik koruma altına alinmiş ve 2000 yılında sayıları 500′ü asmıştır.
Halen Düzlerçamı Üretme İstasyonu’nun yanı sıra Akyaka’da da (Ula - Muğla) bir üretme istasyonu bulunmaktadır. Alageyiğe çok az da olsa Manavgat, Taşağıl Çatalan Ormanı (Adana) ve Aksu vadisinin üst kısımlarında da rastlanılmaktadır.
Sığın (Cervus Dama Mesopatamica)
Hakkari ve civarındaki dağlık bölgelerde yasayan küçük bir geyik türüdür. Kökeni Luristan (Iran) bölgesidir. Avlanmaları yasak olmakla birlikte eti ve postu çok makbul olduğu için ciddi tehlike altındadırlar. Doğal popülasyonları ülkemizde çok azalmış durumdadır.
Yabankoyunu (Ofis Orientalis Anatolica)
Endemik (tek bir bölgeye özgü) bir türdür. Dünyada sadece ülkemizde, Orta Anadolu’da yasamaktadır. 1950 yılına kadar Ankara (Nallıhan), Eskişehir (Sivrihisar), Afyon (Emir dağları) ile Konya ve Karaman’ın dağlık bölgelerinde yasıyorlardı. Bugün ise sadece Bozdan / Konya’da 42.000 hektarlık alanda koruma altında yasamaktadırlar.
Çengelboynuzlu Dag Keçısı (Rupicapra Rupicapra)
Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’nun dağlık-sarp bölgelerinde (Kaçkar, Munzur, Tendürek ve Süphan dağlarında, Erzurum ve Bingöl arasındaki engebeli bölgede, Tekmen ve Eleşkirt bölgelerinde) yasarlar.
Çok ürkek ve çevik hayvanlardır. Doğal popülasyonları gittikçe azalmaktadır.
Ceylan (Gazelle Subgutturosa)
1950′lere kadar Güneydoğu Anadolu’da çok yaygın olarak yaşıyorlardı. Bugün doğal popülasyonları tükenmiştir. Sadece Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği (Urfa) sahasında ve koruma altında yasamaktadırlar. (Cumhuriyetin ilk yıllarında Mektebe-i Mülkiye, yani bugünkü SBF, İstanbul’dan Ankara’ya tasınmış. Okula gelen Urfalı öğrencilerden biri yanında bir de ceylan getirmiş.
Tüm örgenciler bu durumu sempatiyle karşılamışlar ve ceylanı sahiplenmişler. Ceylan, okulun çevresindeki bos araziyi hiç yadırgamamış; buralarda gayet mutlu-mesut yasamış. Sokak köpeklerinden ürktüğünde seke yurtların olduğu binanın -bugünkü Sütunlu Salon- bahçesine kaçıyormuş. Bilmeyenler için söylüyorum; sözünü ettiğim yer bugünkü Cebeci’dir)
Kunduz
20. yüzyılın baslarına kadar Suriye siniri civarında ve Haber çayı, Yukarı Kızılırmak, Karamaz ve Sultansazlığı’nda görüldüğüne dair kayıtlar vardır. 1959 yılında Kör sulu çayında (Kahramanmaraş) bir tane vurulduğu, 1963 yılında ise Ceyhan yakınlarında 3 tane vurulduğu ve 1 tane canlı yakalandığı bilinmektedir.
Yukarıda belirtilen bölgelerde halen çok az sayıda yasadığı sanılmaktadır. Çoğu kişi tarafından susamuru ile karıştırılmaktadır.
Su Maymunu (Myocastor Coypus)
Anavatanı Güney Amerika olmakla birlikte kürkleri için 20. yüzyıl baslarında Avrupa’ya getirilmiş ve çiftliklerden kaçan bireyler zamanla çoğalarak doğal yasamın bir parçası olmuşlardır. İri ve hantal hayvanlardır. Boyları 60 cm, ağırlıkları ise 7-9 kilo kadar olabilir.
Bataklık bölgelerde yasarlar. Meriç ve Tuna nehirlerinde az sayıda yasadıklarına dair kayıt vardır.
Oklukirpi (Hsytrix İndica)
Akdeniz, Ege ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yasarlar. Popülasyon yoğunlukları çok düştüğü için yok olma sürecine girmişlerdir. Avlanmaları yasaktır. Doğal düşmanları azdır; buna karşılık Çingeneler tarafından kocakarı ilacı yapımında kullanıldıklarından ve etleri de yine bunlar tarafından yendiklerinden dolayı büyük kayıplar görmektedirler.
Yunus Balığı
Ülkemiz denizlerinde en çok görülen tür “Siyah Yunus”tur. Deniz kirliliğinden ve yasadışı avlanmalarından dolayı sayılarının hızla azaldığı bilinmektedir.
“Yuvarlakbasli Yunus” ve “Beyazburunlu Yunus”tan da ülkemiz sularında çok az sayıda bulunmaktadır.
Tüm yunus türlerinin avlanmaları yasaktır. Ancak ağlara verdikleri zararlardan dolayı balıkçılar tarafından sürekli olarak tüfekle vurulmaktadırlar.
Balınalar
Ülkemizin tüm denizlerinde görülen tek yerli balina türü “Domuz Balinası”dır. Familyadaki en küçük balina türüdür (ortalama 3 metre) ve bu nedenle çoğu kez Yunus Baliği sanılmaktadır. Eti ve yağı için uluslararası balıkçı filoları tarafından ve korsan olarak avlanmaktadırlar. Soyları tehlikededir.
Ülkemiz denizlerinin sürekli hayvanları olmayan ve rastlantısal olarak denizlerimizde görülen balinalar ise “Fin Balinası” (ortalama 25 metre), Mavi Balina (33 m), Kaşalot (18 m) ve Gagalı Balina’dır (7 m)
Kurt
Ülkemizin tüm bölgelerinde yaygın olarak bulunmakla birlikte evcil hayvanlara büyük zararlar verdiklerinden ve yasayla da korunmadıklarından dolayı abartılı miktarda avlanmaktadırlar. Çevre kirliliği ve yoğun yapılaşma nedeniyle yasma alanları da gitgide daraldığından dolayı yakin zamanda popülasyonlarında büyük düşüşler olması kaçınılmaz olacaktır.
Sosyal hayvanlardır; sürü halinde yasarlar. Yaygın kanının aksine çok aç kalmadıkça ve sıkıştırılmadıkça insanlara saldırmazlar.
Tilki
Ülkemizin hemen her bölgesinde ve çok sayıda bulunurlar. (Çok uzaklarda aramayın. Geceleri Eymir gölündeki çöp konteynırlarını yoklamaya geldiklerinde arabalarınızın içinden izleyebilirsiniz) Kürkünün ekonomik değeri olduğu ve kümes hayvanlarına da kötü niyetle yaklaştıkları için çok sayıda avlanırlar. Ayrıca kırsal bölgelerdeki köpekler tarafından da bolca haklanırlar.
Kuduz taşıyıcısı olduklarından dolayı da her hastalık vakasının ardından etrafa zehirli etler konulur. Yasam alanları da gittikçe daraldığından dolayı yakin zaman sonra korunmaya alınmaları gerekebilecektir.
Ayı (Urcuk Arctos)
Ülkemizde yasayan en büyük etçil memelidir. Trakya bölgesi hariç ülkemizin her bölgesinde boz ayı bulunur. (En çok Artvin, Rize, Erzurum, Kastamonu, Bolu) Yasam alanları ormanlar ve sarp dağlardır. Etin yanı sıra bitkilerle de beslenirler. Avare hayvanlardır; her daim yer değiştirirler. Kedigiller gibi uğrunda ölecekleri belli bir egemenlik sahaları yoktur.
Postları değerlidir. Yanı sıra, ari kovanlarına zarar verdiği gerekçesiyle ve şifalı olduğuna inanılan yağları için kaçak olarak avlanmaktadırlar. Acı kuvvetlerine rağmen insanlardan çekinirler; dolayısıyla olağanüstü durumlar dışında insanlara zarar vermezler.
Sırtlan (Hyaena Hyaena)
Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu’nun step, yarı-çöl, kayalık ve seyrek ağaçlı bölümlerinde yasarlar. İnsanlardan korkmazlar; ancak insanlara saldırmazlar da. Genelde leşle beslenmekle birlikte aç kaldıklarında kümes hayvanları ile küçükbaş hayvanlara zarar verirler.
Çok çaresiz kaldıklarında kavun, karpuz ve üzüm de yerler. (Rakı da içiyor olabilirler) Ekonomik değerleri olmamakla birlikte olumsuz imajları nedeniyle görüldükleri yerde vurulurlar. Bu nedenle sayıları çok azalmıştır.
Kaya Uyuru (Dryomys Laniger)
Endemik bir kemirgen türdür. Dünyada sadece Toros dağlarında ve Tunceli çevresinde görülür. Yasam alanları yüksek dağların kayalık bölümleridir. Sayıları çok azalmıştır.
Kış uykusuna yatarlar ve tohum, bitki sürgünü ve eklembacaklılarla beslenirler. Akreplerin bas düşmanlarıdır.
Karakulak (Caracal Caracal)
Türkiye’nin güneyinde ve batısındaki seyrek ormanlar, makiler ve bozkırlarda görülür. Yırtıcı bir kedigildir; uzunluğu 80 santime kadar çıkabilir. Genellikle gece etkindirler.
Kaya kovuklarında ve inlerde barınır ve tavsan, fare, kuşlar ve kemirgenleri avlarlar. Sayıları hızla azalmaktadır.
Yabandomuzu (Sus Scrofa)
Türkiye’nin hemen her yerinde yasarlar. Yasam alanları ormanlar, sazlıklar, bataklıklar, göl ve akarsu kenarlarıdır. Bitki yumruları ve kökleri, böcek ve solucanları yerler.
Kendilerini tehlikede hissettikleri zaman çok tehlikeli olurlar; özellikle yaralı bireylerin saldırıları ölümcüldür. Yetişkinlerin uzunlukları 2 metreyi bulabilir.
Karaca (Capreolus Capreolus)
Ülkemizin kuzey ve güneyindeki yaprak döken ormanlarda ve çalılıkların bulunduğu otlaklarda yasarlar. Taze sürgün, tomurcuk, yaprak ve otlarla beslenirler.
Yabankeçisi (Capra Gegagrus)
Ülkemizin güney ve doğu bölgelerinde (özellikle Toros dağlarında) yayılış gösterirler. Yasam alanları sarp kayalık ve bodur çalılıkların bulunduğu ormanlık ve dağlık alanlardır.
Gündüz etkindirler; ot, yaprak, meyve ve taze sürgünlerle beslenirler.
Çakal (Canis Aureus)
Türkiye’nin kuzey, bati ve güneyindeki alçak kesimlerde görülürler. Yasam alanları ormanlar, maki, fundalık, bozkır ve deltalardır.
Mağaralarda ve ağaç kovuklarında barınır; hayvan leşleri, kemirgenler ve zorda kaldıkça da bitkilerle beslenirler.
Kara Akbaba (Aegypius Monachus)
Ülkemizde yasayan en büyük kustur. (Kanat açıklığı 2 metreyi geçebilir) Soyları dünya genelinde (İspanya hariç) tehlikededir; ülkemizde de sayıları çok azalmıştır. Genellikle orta yükseklikteki ve yaslı ağaçların (özellikle karaçam) bulunduğu ormanlık bölgelerde yasarlar.
Ülkemizde İç Ege, İç Anadolu ve Doğu Anadolu’nun kuzeyinde görülürler. En yoğun popülasyonlarının bulunduğu yer Soğuksu Milli Parkı’dır (Kızılcahamam / Ankara)
Kızıl Akbaba
Kara akbabadan biraz daha küçüktür. Ülkemizde sayıları en hızlı azalan türlerden biridir. Akdeniz havzasındaki pek çok ülkede soyu tükenmiştir; ülkemiz son sığınaklarından birisidir.
Özellikle kaya duvarlarının ve hayvancılığın yaygın olduğu açık alanlarda yuva kurarlar. Yüksek dağlar, bozkırlar ve makilerde görülürler. Ülkemizde Toros ve Ilgaz dağlarında, Çoruh ve Dicle vadilerinde, yanı sıra Ankara ve Eskişehir’in engebeli bölgelerinde yasarlar.
Küçük Akbaba
1950′li yıllara kadar tüm Türkiye’de yasıyorlardı; günümüzde Bati Anadolu ve Trakya’da tamamen yok oldular, diğer bölgelerde az sayıda bulunuyorlar.
Dik kanyonlardaki kayaların arasına yuva kurarlar.
Sah Kartal
Soyları dünya genelinde (Macaristan hariç) çok ciddi tehlikededir.
Ülkemizde İç Anadolu, İç Bati Akdeniz ve Doğu Anadolu’da, çevresinde geniş bozkırların bulunduğu ormanlarda görülürler.
Akkuyruklu Kartal
Türkiye’de tümüyle yok olmak üzeredir; en fazla 15 çift kaldığı tahmin edilmektedir. Çevresinde doğal orman bulunan sulak bölgelerde yasarlar. Ülkemizde İğneada, Nallıhan, Akdağ ve Göller Bölgesi’nde görülürler. Kanat açıklıkları 2 metreyi asabilir; kartalların en kalın gövdelisidir.
Beyaz kuyruğu, kalın boynu ve geniş kanatlarıyla diğer türlerden ayrılırlar.
Yılan Kartalı
Sulak alanlara yönelik yoğun kurutma çalışmaları nedeniyle (özellikle baraj yapımları) YILAN KARTALI’nın artik ülkemizde yuva kurmadığı anlaşılmaktadır.
Aladogan, Delice Doğan Ve Bıyıklı Doğan
Ülkemizde soyları henüz tehlikede olmayan; ancak Arap ülkelerine canlı olarak kaçırıldıkları için gelecekte popülasyonları azalma tehlikesinde olan türlerdir.
Yasıl Arıkuşu (Merops Persicus)
Yarı çöl, çöl, yarı çöllerdeki nehir kenarlarında, çalılıklarda ve kum yamaçlarında yasarlar. Ülkemizde Güneydoğu Anadolu bölgesi ve Iğdır ovasında çok az sayıda kalmışlardır. Sayılarının hızla azalmalarının temel nedeni barajlardır. İsminden de anlaşılacağı üzere yeşil renklidirler.
Sürmesi siyah ve kalın, gidisi sarı, boğazı kızıl, gagası ve kuyruk telleri uzundur.
Toy (Otis Tarda)
20 kiloya yaklaşan ağırlığı ve devasa boyuyla Türkiye’de yasayan en büyük kus türüdür. Bati, Orta ve Doğu Anadolu’daki bozkırlar ve kuru tarım alanlarında yasarlar.
Avcılık, aşırı otlatma, kimyasal gübre kullanımı ve tarım alanlarının genişlemesi sonucunda ülkemizde sayıları çok azalmıştır. Ciddi önlemler alınmadığı takdirde on yıl içinde ülkemizde tamamen yok olacakları tahmin edilmektedir.
Kelaynak (Geronticus Eremita)
Bilimsel araştırmalara rağmen eski dağılış bölgelerinde hiçbir canlı birey bulunamamıştır. Başka bir deyişle serbest doğada soylarının tükenmiş olduğu düşünülmektedir.
Dünyada sadece ülkemizde (Birecik / Urfa) ve Fas’ta koruma altında az sayıda bulunmaktadırlar.
Deniz Kaplumbağası (Caretta Caretta)
Tüm Akdeniz’de yuvalayan dişi birey şayisi 2000 civarındadır. Kendilerini en fazla güvende hissettikleri ve en çok rağbet ettikleri ülke Türkiye’dir. (Yaklaşık 800 birey) Ekincik, Dalyan, Dalaman, Fethiye, Patara, Kale, Kumluca, Çıralı, Alete, Tekirova, Belek, Kızılot, Demir tas, Gazipaşa, Anamur, Göksu Deltası, Kazanlı, Aklatan ve Samandağ’da görülürler.
Diğer deniz kaplumbağalarına nazaran iri gövdeleri ve büyük kafalarıyla dikkat çekerler. Üreme kumsallarındaki yapılaşmalar, deniz kirliliği ve sorumsuz balıkçılar nedeniyle tehlike altındadırlar.
Yeşil Deniz kaplumbağası (Chelonia Mydas)
Nesli dünya genelinde tehlikededir. Tüm Akdeniz’de 500 dolaylarında dişi birey belirlenmiştir; bunların çoğunluğu (yaklaşık 400 birey) ülkemizde yasarlar.
Üredikleri en önemli alanlar Kazanlı, Aklatan ve Samandağ’dır. Kendilerini tehdit eden tehlikeler Deniz Kaplumbağası’yla aynidir.
Fırat Kaplumbağası (Rafet Us Euphraticus)
Sadece Mezopotamya havzasında yasar ve nesli ciddi tehlike altındadır. Ülkemizde Fırat ve Dicle nehirleri ile kollarında ve dibi çamurlu göllerde bulunur.
Baraj yapımları nedeniyle ülkemizdeki sayıları çok azalmıştır. Boyları 1 metreyi geçmez; kafalarının ucunda yumuşak bir hortum bulunur.
Çöl Varanı (Varanus Grieus)
Türkiye’de yasayan en büyük kertenkele türüdür. Uzunluğu 1 metreyi geçebilir. Sırtında koyu bir şerit bulunur. Ülkemizde tamamen yok olmak üzeredir. Sayılarının 100′den az kaldığı tahmin edilmektedir. İyi bir yüzücü olduklarından dolayı görüldükleri yerlerde “timsah” ismiyle de bilinirler.
Çöl ve yarı çöllerde yasarlar ve kaya yarıklarına ve mağaralarda yuva yaparlar. Ülkemizde sadece Urfa’nın Suriye sınırına yakin olan bölgelerinde bulunurlar.
Hopa Engereği:
Anavatanı Kafkas dağlarıdır. Ülkemizde Artvin bölgesinde, özellikle Hopa ve Borçka’da görülürler.
Zahiri insanlar ve küçük memeliler için ölümcüldür. Ülkemizde soyları tehlikededir.
Anadolu Dişli Sazancığı (Aphanius Anatolias)
Dünyada sadece Türkiye’nin göllerinde bulunur. Tatlı ve acı göllerde yasar. Gölcük gölü (Isparta), Burdur gölü ve Acıgöl’de (Afyon) yayılış gösterir. Vücudunun ince-uzun sekli ve pul düzeninin farklı olması nedeniyle diğer türdeşlerinden ayrılır.
Su kirliliği ve kurutma çalışmaları nedeniyle sayıları çok azalmıştır; nesli ciddi tehlikededir.
Beyşehir Sırazı (Capoeta Pestai)
Dünyada sadece Beyşehir ve Eğridir göllerine özgü bir türdür; ancak bu göllere yırtıcı Sudak balıklarının salınması sonucunda Beyşehir gölünde azınlığa düşmüşler; Eğridir gölünde ise yok olmuşlardır.
Günümüzde sadece Beyşehir gölü havzasındaki Mutlu köy su birikintilerinde bulunabilir.
Anadolu Yağbalığı (Phoxinellus Anatolicus)
Dünyada sadece Konya kapalı havzasında (Beyşehir gölü ve Saz gölü) bulunan endemik bir türdür.
Durgun suları sever; baraj yapımları nedeniyle nesli tehlikededir.
Apollo Kelebegı (Parnassius Apollo)
En görkemli ve en büyük dağ kelebeğidir. Arka kanat üzerindeki etrafı siyah halkalarla çevrili iki kırmızı leke bu türü diğer türdeşlerinden ayırır. Dağlık bölgelerde açık, taşlı ve bol çiçekli çayırlarda yasarlar. Ülkemizde Göller Bölgesi, Uludağ, Sultan dağları (Afyon), Aladağlar (Niğde) ve Doğu Karadeniz dağlarında görülürler.
Tehlike kategorisini belirleyecek yeterli veri bulunmamaktadır. Bununla birlikte koleksiyonculuk için çok sayıda toplanmaları nedeniyle sayılarının azaldığı gözlemlenmektedir.
Mezopotamya Çokgözlüsü (Polyommatus Dama)
Gök mavisi renkte çok güzel bir kelebektir. Bozulmamış bozkırlarda yasar. Eskiden Maraş ve Mardin’de de yasarlarken bugün sadece ve çok az sayıda Malatya’da görülmektedir.