Türkler tarihleri boyunca çok geniş coğrafyalara yayılmışlar, oralarda devletler kurmuşlar ve varlıklarını tarihin derinliklerinden bu yana kesintisiz sürdürmüşlerdir. Onlar, millet olarak bir yerde çeşitli sebeplerle yaşama imkanını kaybettiklerinde, başka bir yerde eskisine göre daha güçlü devletler kurarak dünya tarihindeki yerlerini almışlardır. İşte, Türklerin birbiri arkasına, bazen bir öncekinden daha büyük ve daha gelişmiş devlet kurmalarının sonsuz ve büyük bir yaşama potansiyeline dayandığı ilim alemince kabul edilmektedir. Hatta, onlar devletlerinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya geldikleri zamanlarda, yeniden toparlanarak, bütün sıkıntılardan kurtulmayı başarabilmişler ve varlıklarını devam ettirmişlerdir.
Türk milleti böyle bir gayretin son örneğini millî mücadele yıllarında göstermiş, bütün menfi şartlara rağmen; İstiklal harbi sonucunda Anadolu'yu düşmanların işgalinden kurtarmaya muvaffak olmuştur. Bunun sonucu Atatürk'ün önderliğinde yönetim şekli cumhuriyet olan Türk devleti kurulmuştur. Türk devletinde yönetim şekli olarak belirlenen cumhuriyeti "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Halk kendi yöneticilerini kendi içinden seçer." cümleleriyle ifade etmek mümkündür. Yukarıdaki cümleleri biraz daha açtığımızda bir yönetim şekli olarak cumhuriyet rejiminde milletin hakimiyeti söz konusudur. Millet kendi yöneticilerini kendi içerisinden belirlemek ve seçmek yetkisine sahiptir. Yöneten ve yönetilenler bakımından toplumda bir sınıf farkı yoktur. Kısacası, cumhuriyet devlet yönetim şekli olarak halkın yöneticilerini kendi içinden seçtiği, kanunlar önünde bütün vatandaşların eşit olduğu bir idare şeklidir.
Şüphesiz, eski Türk devletlerinde bu şekilde bir cumhuriyetten söz edilemez. Fakat, cumhuriyet idari şekilleriyle Türk devleti idare şekilleri arasında bazı bakımlardan şaşırtıcı benzerlikler bulunmaktadır. Bunlara misal olarak kuvvetler birliği ve meclisler gösterilebilir.
Türkiye Cumhuriyeti devletinde, cumhuriyetin bir idare şekli olarak benimsenmesinde, eski Türk devlet yönetim şekillerinin ne derece etkili olduğunu belirleyebilmek için, o devletlerin nasıl yönetildiklerini bilmek gerekmektedir. Bu düşünceden hareketle birbirinden farklı coğrafyalarda çeşitli devletler kurmaya muvaffak olan Türklerin devlet idarelerini en eskiden yeniye doğru kronolojik olarak ele aldığımızda, Asya Hunlarından başlamamız gerekir. Hunlar'da Mao-tun (M.Ö.209-174) döneminden beri devlet işleri ve dini törenlerle ilgili olarak üç ayrı toplantıdan bahsedilmektedir. Bu toplantılardan daha çok dini mahiyette olanı yılın ilk ayında, ikincisi İlkbahar'da, üçüncüsü ise Sonbahar'da yapılmaktaydı.
Türk milleti böyle bir gayretin son örneğini milli mücadele yıllarında göstermiş. Bütün menfi şartlara rağmen; İstiklal harbi sonucunda Anadolu'yu düşmanların işgalinden kurtarmaya muvaffak olmuştur. Bunun sonucu Atatürk'ün önderliğinde yönetim şekli cumhuriyet olan Türk devleti kurulmuştur.
Bu toplantılar arasında ilkbaharda yapılanı diğer toplantılardan daha önemliydi. Bu toplantıda gök, yer, atalar ve diğer tabiat güçlerine kurbanlar sunulmaktaydı. Adı geçen toplantıda bütün meseleler görüşülerek, karara bağlanırdı. Bu büyük toplantıya hükümet üyeleri, askeri ve sivil bütün görevli başbuğlar, kendilerine bağlı diğer Hun boylarının temsilcileri katılmak zorundaydı. Devlet yönetiminde mevkiler, semboller ve ünvanlar bu mecliste verilmekteydi. Hükümdar seçimleri de burada yapılmaktaydı.
Hun devletindeki bu meclis taşıdığı büyük ehemmiyet, kuruluş tarzı ve idari fonksiyonundan dolayı birçok araştırıcı tarafından "Devlet Meclisi" veya "Millet Meclisi" olarak belirtilmiştir. Toplumun bütün kesimlerinden temsilcilerin toplantıya katılmaları, devlet meseleleri ve seçimde söz sahibi olmaları araştırıcıları bu düşünceye sevketmiştir.
Hun devletinin geleceğini ilgilendiren bütün önemli kararlar mecliste alınmıştır. Mesela, M.Ö.55 yılında Hun meclisinde bulunanların cesarete hayranlık duydukları, esareti yüz kızartıcı buldukları belirtildikten sonra, at sırtında savaş ve mücadeleyle kurulmuş olan devletin varlığını devam ettirmek için ölünceye kadar yiğitçe savaşacak askerlerinin olduğu ileri sürülmektedir. Bu karar mecliste alınmıştır. Ayrıca; Türklerde İstiklal fikrinin ne kadar eski olduğunu göstermesi bakımından da önem taşımaktadır. Şüphesiz, Türklerde çok eski zamanlardan bu yana mevcut olan İstiklal anlayışının da onlarda cumhuriyet fikrinin gelişmesinde etkisi fazla olmuştur.
Hunlar önce de belirttiğimiz üzere devletin geleceğini ilgilendiren bütün önemli kararları mecliste almışlardır. Devleti ve toplumu doğrudan ilgilendiren bütün meseleler kurultaylarda görüşülmüştür. Kurultaylar da toplanış gayeleri esas alındığında çeşitlilik göstermektedir. Bunları savaş, barış, göç, isyan, elçiler ve yargıyla ilgili kurultaylar olarak belirleyebiliriz.
GökTürklerde de Hunlardaki gibi toplantılar yapılmaktaydı. Gök -Türklerin yapmış olduğu büyük toplantı da Hunlar'daki gibi 5.ayda, yani mayıs ayında bir bahar bayramı şeklinde yapılıyordu. Göktürk kağanı ve devletin diğer ileri gelenleri her yılın 5.ayında, Yani mayıs ayında toplanıyorlardı ve bu törene halk da katılıyordu.
Öteki Türk devletlerinde de benzer meclisler vardı. Atilla zamanında, 448 yılında Bizans elçi heyetine dahil olarak Hun başkentine giden tarihçi Priskos, Bizans tekliflerini müzakere eden bir Hun "Seçkinler Meclisi"nden bahsetmektedir. Ayrıca, Tabgaç devletinde böyle bir meclis, (Devlet ve Nazırlar Meclisi), Hazar Hakanlığında bir "İhtiyarlar Meclisi"mevcuttu. Peçenekler'de mühim kararlar mecliste alınmaktaydı.
Oğuzlarda da ortak sorumluluk anlayışının hakim olduğu bir çeşit demokratik özellikleri taşıyan anlayış vardı. Oğuzlar devlet meselelerini "Kengeş" adını verdikleri bir çeşit kurultayda görüşerek, karara bağlamaktaydılar. Mesela Oğuzlar, Bulgar Türk devletine gitmek için yola çıkan Halifenin elçilik heyetine ülkelerinden geçiş izni verip vermeme konusunda toplanmışlar. Bu konuda müzakereler bir hafta sürmüş ve sonuçta heyetin yoluna devam etmesine karar vermişlerdir.
Uygurlar'da da kurultaylar toplanmakta idi. Mesela, M.S. 983-985 yıllarında Turfan'a gelmiş olan ünlü Çinli elçi ve seyyah Wang Yen-To'nin gezi raporunda Uygur devlet-halk toplantısı çeşitli yönleriyle anlatılmıştır. Buradan Uygurlarda tam bir demokratik idarenin olduğu ve sosyal adaletin tam olarak kurulduğu anlaşılmaktadır. Hatta, Uygur toplumunda herkesin çalıştığı ve çalışamayanlara da devletin yardım ettiği Seyyah tarafından belirtilmektedir.
Oğuzlarda da ortak sorumluluk anlayışının hakim olduğu bir çeşit demokratik özellikleri taşıyan anlayış vardı. Oğuzlar devlet meselelerini "Kengeş" adını verdikleri bir çeşit kurultayda görüşerek, karara bağlamaktaydılar. Mesela Oğuzlar, Bulgar Türk devletine gitmek için yola çıkan Halifenin elçilik heyetine ülkelerinden geçiş izni verip vermeme konusunda toplanmışlar. Bu konuda müzakereler bir hafta sürmüş ve sonuçta heyetin yoluna devam etmesine karar vermişlerdir.
Bu hadise devlet idare yetkisinin, hükümdar dahil, hiç kimsenin tek başına elinde toplanmamış olduğunu göstermektedir. "Ortak sorumluluk sistemi" bütün devlet yapısına hakimdir. Oğuzların demokratik esaslara göre idare edildiğini gösterin bu anlayışın, siyasi hayat sahası içinde kalmadığı, toplum hayatını da içine aldığı, kurultayda oybirliği ile alınan kararların bazen en "basit" bir Oğuz vatandaşı tarafından bile bozulabilmesinin mümkün olmasından anlaşılmaktadır.
Oğuzlar aynı zamanda, adeta sınıfsız bir toplum yapısına sahipti. Servet ve mevki toplumda sınıf farkı yaratmıyordu. Ayrıca, soydan gelen asilikten de hiç söz edilmemektedir. Daha eski tarihlerde de Türk toplulukları arasında sınıf ayrılığı ve sınıf mücadelesi bulunmamaktaydı. Onlarda sınıf farkının olmaması hayat tarzlarıyla yakından alakalıydı. Herhangi bir toplulukta yüksek tabakaların oluşumunda önemli rol oynayan, geniş araziye sahip olmak, askerliği meslek edinmek ve ruhani zümreye mensup bulunmak gibi iktisadi, siyasi ve dini yönden mevki sahibi kılacak özellikler Türk toplumunda yer almamaktaydı. Bunların üçü de eski Türk toplumunda gelişme şansı bulamamıştı. Başlangıçta ziraatin umumi ekonomik faaliyette ancak çok az bir yer tuttuğu eski Türk toplumunda toprak köleliği yoktu. Askerliğin eski Türkler arasında önemli bir yeri vardı. Türk toplumunun sosyal karakteri icabı her Türk aynı zamanda iyi savaş terbiyesi almış ve savaşa her an hazır durumdaydı. Askerlik toplumda ayrı bir meslek olarak görülmemekteydi. Eski Türk toplumunda din adamları da imtiyazlı bir sınıf oluşturmamaktaydı. Türk toplum anlayışına göre, kabiliyet, zeka, irade, cesaret gibi vasıflara sahip olan bir kimse en yüksek mevkilere çıkabilmekteydi. Bunun için hiçbir engel bulunmamaktaydı. Dinamizm ve hareketlilik Türk toplum anlayışının özünü teşkil etmekteydi.
Demokrasinin temelini teşkil eden seçim Selçuklular'da da vardı. Bunu misal olarak Gazneliler devletine karşı 1040 yılında kazanılan Dandanakan Meydan Muharebesinden sonra toplanan Kurultayda Tuğrul Beyin yeni kurulan Selçuklu Devletinin hükümdarlığına seçilmesi gösterilebilir. Selçuklular, Türk devlet anlayışının nimetlerinden hakimiyetleri altındaki bütün halkı yararlandırdıkları gibi, keskin sınıflar sistemine göre işleyen toplumu da bugünkü deyimi ile demokratlaştırmaya çalışmışlardır. Bu devletin kuruluşu sırasında memuriyetlere toplumun en alt tabakalarından elemanlar almak suretiyle göstermekle kalmamışlar, bilhassa takip ettikleri kültür siyasetiyle toplumda köklü değişiklikler yapmışlardır.
Anadolu Selçuklularında da çoğu zaman meclisler toplanarak, devletin geleceğini ilgilendiren önemli kararlar bu meclislerde alınmıştır. Bir misal verecek olursak, İzzeddin Keykavus devlet meselelerini ve hatta özel meselelerini daima topladığı danışma meclisinde halletmeye çalışmıştır. Bu meclislerde meseleler enine boyuna müzakere edildikten sonra, çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır.
Eski Türk devlet anlayışının izleri Osmanlı devletinin kuruluşu esnasında da görülmektedir. Kayı boyundan Ertuğrul oğlu Osman Gaziyi uç beylerinin bir araya gelerek, kurultayda Oğuz töresi gereğince devletin başına geçirdikleri belirtilmektedir. Buradan Osmanlı devletinin kuruluşu sırasında Türk beylerinin katılımıyla toplanan mecliste, durum istişare edildikten sonra Osman Beyin devletin başına getirilmesine karar verildiği ve bir nevi demokratik usullerle, yani seçim yoluyla devletin başına getirildiği anlaşılmaktadır. Bu şekilde beylerin kurultayda karar alarak Osman Beyi devletin başına geçirmeleri eski Türk devlet anlayışının bir devamı olarak kabul edilmelidir. Osmanlı toplumunun da sınıfsız toplum esasına dayanan Cumhuriyet anlayışının yerleşmesine hazır olduğu anlaşılmaktadır.
Eski Türk toplum yapısına bakıldığında devlet meselelerinin görüşüldüğü bir meclis bulunmaktadır. Meclislerde hükümdar dahil olmak üzere, devlet ileri gelenleri seçilebilmektedir. Türk toplumunun sınıfsız bir toplum olduğu ve toplumda sınıf mücadelesinin olmadığı anlaşılmaktadır. Eski Türk devlet anlayışına göre devlet millet için vardır. Devleti yöneten hükümdar da kendini halka karşı sorumlu hissetmektedir. Cumhuriyet rejiminde de meclis bulunmakta ve yöneticiler seçimle iş başına getirilmektedir. Yine bu rejimde de toplumda sınıf farkı yoktur. Atatürk, "Türkiye Cumhuriyeti halkı ayrı ayrı sınıflardan mürekkeb değil ve fakat ferdi ve içtimai hayat için iş bölümü itibariyle muhtelif mesai erbabına ayrılmış bir camiadır" diyerek, Türkiye cumhuriyeti devletinde sınıf farkının olmadığını bariz bir şekilde belirtmiştir. Ayrıca, Türklerin en eski tarihlerinden itibaren onlarda çok belirgin bir şekilde var olan istiklal anlayışı da hak ve hürriyetler rejimi olan cumhuriyet anlayışının gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Türk milletinin özelliğini ve Türk tarihini çok iyi bilen Atatürk, "Türk milletinin tabiat ve karakterine en uygun idare cumhuriyettir" demiştir. Bu fikrin ortaya atılmasının tarihi temelleri vardır. Yukarıda misallerle belirttiğimiz üzere, Orta Asya'da kurulan Türk devletlerinden başlayarak, daha sonra farklı coğrafyalarda kurulan Türk devletlerindeki yönetim anlayışı zamanla tekamül ederek, Cumhuriyet rejiminin benimsenmesinde etkili olmuştur.
KAYNAK:İLHAMİ DURMUŞ
Türk milleti böyle bir gayretin son örneğini millî mücadele yıllarında göstermiş, bütün menfi şartlara rağmen; İstiklal harbi sonucunda Anadolu'yu düşmanların işgalinden kurtarmaya muvaffak olmuştur. Bunun sonucu Atatürk'ün önderliğinde yönetim şekli cumhuriyet olan Türk devleti kurulmuştur. Türk devletinde yönetim şekli olarak belirlenen cumhuriyeti "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Halk kendi yöneticilerini kendi içinden seçer." cümleleriyle ifade etmek mümkündür. Yukarıdaki cümleleri biraz daha açtığımızda bir yönetim şekli olarak cumhuriyet rejiminde milletin hakimiyeti söz konusudur. Millet kendi yöneticilerini kendi içerisinden belirlemek ve seçmek yetkisine sahiptir. Yöneten ve yönetilenler bakımından toplumda bir sınıf farkı yoktur. Kısacası, cumhuriyet devlet yönetim şekli olarak halkın yöneticilerini kendi içinden seçtiği, kanunlar önünde bütün vatandaşların eşit olduğu bir idare şeklidir.
Şüphesiz, eski Türk devletlerinde bu şekilde bir cumhuriyetten söz edilemez. Fakat, cumhuriyet idari şekilleriyle Türk devleti idare şekilleri arasında bazı bakımlardan şaşırtıcı benzerlikler bulunmaktadır. Bunlara misal olarak kuvvetler birliği ve meclisler gösterilebilir.
Türkiye Cumhuriyeti devletinde, cumhuriyetin bir idare şekli olarak benimsenmesinde, eski Türk devlet yönetim şekillerinin ne derece etkili olduğunu belirleyebilmek için, o devletlerin nasıl yönetildiklerini bilmek gerekmektedir. Bu düşünceden hareketle birbirinden farklı coğrafyalarda çeşitli devletler kurmaya muvaffak olan Türklerin devlet idarelerini en eskiden yeniye doğru kronolojik olarak ele aldığımızda, Asya Hunlarından başlamamız gerekir. Hunlar'da Mao-tun (M.Ö.209-174) döneminden beri devlet işleri ve dini törenlerle ilgili olarak üç ayrı toplantıdan bahsedilmektedir. Bu toplantılardan daha çok dini mahiyette olanı yılın ilk ayında, ikincisi İlkbahar'da, üçüncüsü ise Sonbahar'da yapılmaktaydı.
Türk milleti böyle bir gayretin son örneğini milli mücadele yıllarında göstermiş. Bütün menfi şartlara rağmen; İstiklal harbi sonucunda Anadolu'yu düşmanların işgalinden kurtarmaya muvaffak olmuştur. Bunun sonucu Atatürk'ün önderliğinde yönetim şekli cumhuriyet olan Türk devleti kurulmuştur.
Bu toplantılar arasında ilkbaharda yapılanı diğer toplantılardan daha önemliydi. Bu toplantıda gök, yer, atalar ve diğer tabiat güçlerine kurbanlar sunulmaktaydı. Adı geçen toplantıda bütün meseleler görüşülerek, karara bağlanırdı. Bu büyük toplantıya hükümet üyeleri, askeri ve sivil bütün görevli başbuğlar, kendilerine bağlı diğer Hun boylarının temsilcileri katılmak zorundaydı. Devlet yönetiminde mevkiler, semboller ve ünvanlar bu mecliste verilmekteydi. Hükümdar seçimleri de burada yapılmaktaydı.
Hun devletindeki bu meclis taşıdığı büyük ehemmiyet, kuruluş tarzı ve idari fonksiyonundan dolayı birçok araştırıcı tarafından "Devlet Meclisi" veya "Millet Meclisi" olarak belirtilmiştir. Toplumun bütün kesimlerinden temsilcilerin toplantıya katılmaları, devlet meseleleri ve seçimde söz sahibi olmaları araştırıcıları bu düşünceye sevketmiştir.
Hun devletinin geleceğini ilgilendiren bütün önemli kararlar mecliste alınmıştır. Mesela, M.Ö.55 yılında Hun meclisinde bulunanların cesarete hayranlık duydukları, esareti yüz kızartıcı buldukları belirtildikten sonra, at sırtında savaş ve mücadeleyle kurulmuş olan devletin varlığını devam ettirmek için ölünceye kadar yiğitçe savaşacak askerlerinin olduğu ileri sürülmektedir. Bu karar mecliste alınmıştır. Ayrıca; Türklerde İstiklal fikrinin ne kadar eski olduğunu göstermesi bakımından da önem taşımaktadır. Şüphesiz, Türklerde çok eski zamanlardan bu yana mevcut olan İstiklal anlayışının da onlarda cumhuriyet fikrinin gelişmesinde etkisi fazla olmuştur.
Hunlar önce de belirttiğimiz üzere devletin geleceğini ilgilendiren bütün önemli kararları mecliste almışlardır. Devleti ve toplumu doğrudan ilgilendiren bütün meseleler kurultaylarda görüşülmüştür. Kurultaylar da toplanış gayeleri esas alındığında çeşitlilik göstermektedir. Bunları savaş, barış, göç, isyan, elçiler ve yargıyla ilgili kurultaylar olarak belirleyebiliriz.
GökTürklerde de Hunlardaki gibi toplantılar yapılmaktaydı. Gök -Türklerin yapmış olduğu büyük toplantı da Hunlar'daki gibi 5.ayda, yani mayıs ayında bir bahar bayramı şeklinde yapılıyordu. Göktürk kağanı ve devletin diğer ileri gelenleri her yılın 5.ayında, Yani mayıs ayında toplanıyorlardı ve bu törene halk da katılıyordu.
Öteki Türk devletlerinde de benzer meclisler vardı. Atilla zamanında, 448 yılında Bizans elçi heyetine dahil olarak Hun başkentine giden tarihçi Priskos, Bizans tekliflerini müzakere eden bir Hun "Seçkinler Meclisi"nden bahsetmektedir. Ayrıca, Tabgaç devletinde böyle bir meclis, (Devlet ve Nazırlar Meclisi), Hazar Hakanlığında bir "İhtiyarlar Meclisi"mevcuttu. Peçenekler'de mühim kararlar mecliste alınmaktaydı.
Oğuzlarda da ortak sorumluluk anlayışının hakim olduğu bir çeşit demokratik özellikleri taşıyan anlayış vardı. Oğuzlar devlet meselelerini "Kengeş" adını verdikleri bir çeşit kurultayda görüşerek, karara bağlamaktaydılar. Mesela Oğuzlar, Bulgar Türk devletine gitmek için yola çıkan Halifenin elçilik heyetine ülkelerinden geçiş izni verip vermeme konusunda toplanmışlar. Bu konuda müzakereler bir hafta sürmüş ve sonuçta heyetin yoluna devam etmesine karar vermişlerdir.
Uygurlar'da da kurultaylar toplanmakta idi. Mesela, M.S. 983-985 yıllarında Turfan'a gelmiş olan ünlü Çinli elçi ve seyyah Wang Yen-To'nin gezi raporunda Uygur devlet-halk toplantısı çeşitli yönleriyle anlatılmıştır. Buradan Uygurlarda tam bir demokratik idarenin olduğu ve sosyal adaletin tam olarak kurulduğu anlaşılmaktadır. Hatta, Uygur toplumunda herkesin çalıştığı ve çalışamayanlara da devletin yardım ettiği Seyyah tarafından belirtilmektedir.
Oğuzlarda da ortak sorumluluk anlayışının hakim olduğu bir çeşit demokratik özellikleri taşıyan anlayış vardı. Oğuzlar devlet meselelerini "Kengeş" adını verdikleri bir çeşit kurultayda görüşerek, karara bağlamaktaydılar. Mesela Oğuzlar, Bulgar Türk devletine gitmek için yola çıkan Halifenin elçilik heyetine ülkelerinden geçiş izni verip vermeme konusunda toplanmışlar. Bu konuda müzakereler bir hafta sürmüş ve sonuçta heyetin yoluna devam etmesine karar vermişlerdir.
Bu hadise devlet idare yetkisinin, hükümdar dahil, hiç kimsenin tek başına elinde toplanmamış olduğunu göstermektedir. "Ortak sorumluluk sistemi" bütün devlet yapısına hakimdir. Oğuzların demokratik esaslara göre idare edildiğini gösterin bu anlayışın, siyasi hayat sahası içinde kalmadığı, toplum hayatını da içine aldığı, kurultayda oybirliği ile alınan kararların bazen en "basit" bir Oğuz vatandaşı tarafından bile bozulabilmesinin mümkün olmasından anlaşılmaktadır.
Oğuzlar aynı zamanda, adeta sınıfsız bir toplum yapısına sahipti. Servet ve mevki toplumda sınıf farkı yaratmıyordu. Ayrıca, soydan gelen asilikten de hiç söz edilmemektedir. Daha eski tarihlerde de Türk toplulukları arasında sınıf ayrılığı ve sınıf mücadelesi bulunmamaktaydı. Onlarda sınıf farkının olmaması hayat tarzlarıyla yakından alakalıydı. Herhangi bir toplulukta yüksek tabakaların oluşumunda önemli rol oynayan, geniş araziye sahip olmak, askerliği meslek edinmek ve ruhani zümreye mensup bulunmak gibi iktisadi, siyasi ve dini yönden mevki sahibi kılacak özellikler Türk toplumunda yer almamaktaydı. Bunların üçü de eski Türk toplumunda gelişme şansı bulamamıştı. Başlangıçta ziraatin umumi ekonomik faaliyette ancak çok az bir yer tuttuğu eski Türk toplumunda toprak köleliği yoktu. Askerliğin eski Türkler arasında önemli bir yeri vardı. Türk toplumunun sosyal karakteri icabı her Türk aynı zamanda iyi savaş terbiyesi almış ve savaşa her an hazır durumdaydı. Askerlik toplumda ayrı bir meslek olarak görülmemekteydi. Eski Türk toplumunda din adamları da imtiyazlı bir sınıf oluşturmamaktaydı. Türk toplum anlayışına göre, kabiliyet, zeka, irade, cesaret gibi vasıflara sahip olan bir kimse en yüksek mevkilere çıkabilmekteydi. Bunun için hiçbir engel bulunmamaktaydı. Dinamizm ve hareketlilik Türk toplum anlayışının özünü teşkil etmekteydi.
Demokrasinin temelini teşkil eden seçim Selçuklular'da da vardı. Bunu misal olarak Gazneliler devletine karşı 1040 yılında kazanılan Dandanakan Meydan Muharebesinden sonra toplanan Kurultayda Tuğrul Beyin yeni kurulan Selçuklu Devletinin hükümdarlığına seçilmesi gösterilebilir. Selçuklular, Türk devlet anlayışının nimetlerinden hakimiyetleri altındaki bütün halkı yararlandırdıkları gibi, keskin sınıflar sistemine göre işleyen toplumu da bugünkü deyimi ile demokratlaştırmaya çalışmışlardır. Bu devletin kuruluşu sırasında memuriyetlere toplumun en alt tabakalarından elemanlar almak suretiyle göstermekle kalmamışlar, bilhassa takip ettikleri kültür siyasetiyle toplumda köklü değişiklikler yapmışlardır.
Anadolu Selçuklularında da çoğu zaman meclisler toplanarak, devletin geleceğini ilgilendiren önemli kararlar bu meclislerde alınmıştır. Bir misal verecek olursak, İzzeddin Keykavus devlet meselelerini ve hatta özel meselelerini daima topladığı danışma meclisinde halletmeye çalışmıştır. Bu meclislerde meseleler enine boyuna müzakere edildikten sonra, çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır.
Eski Türk devlet anlayışının izleri Osmanlı devletinin kuruluşu esnasında da görülmektedir. Kayı boyundan Ertuğrul oğlu Osman Gaziyi uç beylerinin bir araya gelerek, kurultayda Oğuz töresi gereğince devletin başına geçirdikleri belirtilmektedir. Buradan Osmanlı devletinin kuruluşu sırasında Türk beylerinin katılımıyla toplanan mecliste, durum istişare edildikten sonra Osman Beyin devletin başına getirilmesine karar verildiği ve bir nevi demokratik usullerle, yani seçim yoluyla devletin başına getirildiği anlaşılmaktadır. Bu şekilde beylerin kurultayda karar alarak Osman Beyi devletin başına geçirmeleri eski Türk devlet anlayışının bir devamı olarak kabul edilmelidir. Osmanlı toplumunun da sınıfsız toplum esasına dayanan Cumhuriyet anlayışının yerleşmesine hazır olduğu anlaşılmaktadır.
Eski Türk toplum yapısına bakıldığında devlet meselelerinin görüşüldüğü bir meclis bulunmaktadır. Meclislerde hükümdar dahil olmak üzere, devlet ileri gelenleri seçilebilmektedir. Türk toplumunun sınıfsız bir toplum olduğu ve toplumda sınıf mücadelesinin olmadığı anlaşılmaktadır. Eski Türk devlet anlayışına göre devlet millet için vardır. Devleti yöneten hükümdar da kendini halka karşı sorumlu hissetmektedir. Cumhuriyet rejiminde de meclis bulunmakta ve yöneticiler seçimle iş başına getirilmektedir. Yine bu rejimde de toplumda sınıf farkı yoktur. Atatürk, "Türkiye Cumhuriyeti halkı ayrı ayrı sınıflardan mürekkeb değil ve fakat ferdi ve içtimai hayat için iş bölümü itibariyle muhtelif mesai erbabına ayrılmış bir camiadır" diyerek, Türkiye cumhuriyeti devletinde sınıf farkının olmadığını bariz bir şekilde belirtmiştir. Ayrıca, Türklerin en eski tarihlerinden itibaren onlarda çok belirgin bir şekilde var olan istiklal anlayışı da hak ve hürriyetler rejimi olan cumhuriyet anlayışının gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Türk milletinin özelliğini ve Türk tarihini çok iyi bilen Atatürk, "Türk milletinin tabiat ve karakterine en uygun idare cumhuriyettir" demiştir. Bu fikrin ortaya atılmasının tarihi temelleri vardır. Yukarıda misallerle belirttiğimiz üzere, Orta Asya'da kurulan Türk devletlerinden başlayarak, daha sonra farklı coğrafyalarda kurulan Türk devletlerindeki yönetim anlayışı zamanla tekamül ederek, Cumhuriyet rejiminin benimsenmesinde etkili olmuştur.
KAYNAK:İLHAMİ DURMUŞ