• Merhaba Ziyaretçi.
    "Minimalist Fotoğraflar" konulu yarışmamız başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de yarışmada görmek istiyoruz...

Üç Öğüt

KıRMıZı

TeK BaşıNa CUMHURİYET
V.I.P
ÜÇ ÖĞÜT

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çağlar çağları aşmış, çağlar insan içinde. Bir zamanlar Meksika’nın bir yerinde çok zengin bir çiftlik varmış. Bu öykünün geçtiği yıl kuraklık tüm yöreyi kasıp kavurmuş.Her şey kupkuru imiş. Hayvanlar ölmüş, bitkiler solmuş.

Çiftlik beyinin, yanında çalışanları işten çıkarmaktan başka yapabileceği bir şey kalmamış. Hepsini çağırıp, bunca yıl bağlılıkla hizmet vermiş olduklarından dolayı teşekkür ederek sırayla ücretlerini ödemiş.

Geriye iki kişi kalmış. Bey bi de bakmış ki elinde kalan parayla ancak birinin alacağını ödeyebiliyor, şöyle demiş, “Bakın, ikinizin ücretini birden ödeyemem. Parasını alamayacak olana üç öğüt vereceğim. Bu üç değerli öğüdü kimin kazanmak istediğine aranızda karar veriniz.”

İki adam karara varmak için bir ağacın altına oturmuş. Biri oldukça ileri yaşta imiş, doyurmakla yükümlü olduğu on çocuğu varmış. Öbürü ise yeni evlenmişmiş, eşi çocuk bekliyormuş. Sonunda parayı yaşlı olan işçiye vermekte anlaşmışlar.

Bey genç işçiyi çağırıp karşısına oturtarak şöyle demiş, “Bundan sonraki yaşamında şu üç öğüdü hiç aklından çıkarma, çünkü onlar senin çok işine yarayacak. Birincisi, keçi yolundan ayrılma, ikincisi, işine yaramayan şeyi sorma, üçüncüsü herkesi ciddiye alma.”

Genç adam çiftlik sahibinin onunla alay ettiğini sanmış. Durumu gülerek karşılamış. Dahası ona öyle gelmiş ki, beyefendi bunca sorun içinde birazcık tahtaları oynatmış olmalı.

Zavallıcık oradan ayrılıp çalışacağı başka bir yer aramaya koyulmuş. Öyle ya, eşini öğütlerle doyuramazmış ki. Böyle düşünerek yola çıkmış. Giderken katırcılara rastlamış. Katırcılar iyi insanlarmış, yanlarında ne varsa ortaya çıkarıp genç adama ikram etmiş. Sonra ayrılmışlar. Genç adam hiç düşünmeden karşısına çıkan keçi yolunu tutturmuş, katırcılar ise Santa Rosa çiftliğine daha kısa yoldan ulaşabilmek için karayolunu yeğlemiş. Delikanlı keçi yolundan giderek çiftliğe vardığında bir de görmüş ki, katırcıların tümünü yolda haydutlar basıp öldürmüş. Efendisinin birinci öğüdünün nasıl da yerini bulduğunu düşünmeden edememiş.

Vardığı çiftlikte onu güler yüzle karşılayan ev sahibinden iş istemiş. Ev sahibi onu buyur edip yemek vermiş. Adamcağız yemekhanenin bir köşesinde zincire vurulmuş durumda, yemeği önündeki kafatası içinden yiyen bir kadın görünce az daha geri kaçacak gibi olmuş.

Sonra kendini toplamış, sanki hiçbir şey görmemiş gibi, oturup karnını doyurmuş. Bey gelip ona bu koskoca çiftliğin hasadını kaldırmaları gerektiğini söylemiş. İşten geç vakit döndüklerinde, yine tek sözcük konuşmadan yemeklerini yiyip yatmışlar.

Ertesi gün kahvaltı yapmışlar. Sonra atlarına binip çiftliğin başka bir bölümüne gitmişler. Döndüklerinde vakit geç olduğundan öğlen, akşam yemeklerini bir arada yemişler. Yemekhanede yine o kadın oturuyor, ağlayarak çiftlik sahibine bakıyormuş. Gözleri yerinden uğrayacak gibi imiş. Delikanlı yine hiçbir şey görmüyormuş gibi yemeğini yemiş, yemek bitince yatmaya gitmişler.

Ertesi sabah yine erken kalkıp, kahvaltıdan sonra çiftliğin son kalan bölümünü biçmeye gitmişler. Günboyu at sırtında gezinmişler, neredeyse hiç eyerden inmemişler, gece de geç vakit eve dönmüşler.

Atlardan inince, çiftlik beyi gence demiş ki:

“Bak delikanlı, o zincire vurulmuş olarak gördüğün, yemeğini kafatasından yiyen kadın benim eşimdir. Bir yıllık evli iken beni kendi evimde başkasıyla aldattı. O gün bugündür bu durumdadır. Yemin ettim, biri gelip de üç gün onu böyle görür, ama bir şey sormazsa onu çözeceğim. Sonra onu alıp çok uzaklardaki konağıma götüreceğim, diye. Şimdi bu çiftlik artık senin olsun, ne istersen onu yap.”

Genç adam böylelikle ikinci öğüdün de yerini bulduğunu anlamış. Aynı günün akşamı çiftlik sahibi tüm belgeleri, tapuları gence teslim edip eşiyle birlikte uzaklardaki konağına gitmiş.

Delikanlı durmadan dinlenmeden çalışmış. Çiftliği çok gelişmiş güzelleşmiş. Bol ürün alıyormuş, ama çiftliğin beyi olarak yalnızlık çekiyormuş. İşte o zaman yirmi yıl önce San Ignacio’da bıraktığı eşini anımsamış. Atına atlayıp onu aramak üzere yola çıkmış.

İki günde San Ignacio’ya varmış. Bir otele yerleşmiş. Atını otele bırakıp yaya olarak evini aramaya başlamış. Sonunda da bulmuş. Avluda güçlü kuvvetli, daha güzelliğini yitirmemiş bir kadın duruyormuş. Adam çok sevinmiş, ama sevinci uzun sürmemiş. Çünkü o anda yakışıklı, iyi giyimli, güzel atlı bir genç girmiş avludan içeri. Kadın sevinçle karşılamış atlıyı, sarılıp kucaklamış, ona en iyi kaplarda yemekler sunmuş. Zengin adam kanının damarlarında kaynadığını duyumsamış., ama son öğüt aklına geldiği için kendini tutmuş. Yavaş yavaş sakinleştikten sonra meyhaneye gidip kafa çekmek yerine kiliseye gidip rahibe açmış derdini. Peder sormuş:

“Ne yapmak geçti o an aklından?”

“O genç atlıyı öldürecektim.”

“Ne iyi ettin de aklından geçen tepkiye uymadın! Düşün bir kez. Sen yirmi yıldır uzaklardasın. Bir haberin de gelmedi. Gerçek odur ki sen buradan gittikten iki ay sonra bir oğlun oldu. Zavallı Rosa bin güçlükle büyüttü. Yetiştirip bu hale getirdi. Onu böyle gülcü kuvvetli yakışıklı delikanlı yaptı. Haydi şimdi git de onlardan seni bağışlamalarını dile.”

Zengin çiftlik sahibi doğruca evine koşmuş. Rosa onu görünce koşup sarılmış. Bir yandan da oğluna, “Gel bak Juan! Ben sana bugünlerde gelir baban demiyor muydum? Değil mi, Jose söz vermemiş miydin dönerim diye?”

Koskoca varsıl çiftlik sahibi ağlıyormuş, sevinçten, belki de şu kadının inceliği karşısında duyduğu utançtan. Ertesi gün, üçü bir arada çiftliğe yollanmış. Üçünde de sevinç varmış, yüzleri gülüyormuş. Önce tanrıya sonra da eski çiftlik beyine teşekkür ediyorlarmış, ücret yerine verdiği üç öğüt için.
 
Geri
Top