J. M. Coetzee’nin utanç eseri ile yapacağımız yolculuk Güney Afrika’da Apartheid rejiminde utancın her türüne.
Biliriz ırkçılığın Güney Afrika’nın utanca bulanmış tarihiyle sınırlı olmadığını.
Utanç, insanın bireysel hatalarından veya toplumsal değerlere aykırı davranışlarının sonucu yaşanan stres kaynaklı duygu durumu kapkara bulutların bütün toplum üzerindeki yansıması neden yaşanıyor? Neden bu büyük bir çoğunluğun gözlerini birbirinden kaçırması, boğazlarına kadar batmış bataklıkta üstlerindeki çamuru bir diğerinden saklama çabası? Yalanın meşale, talanın meşru, şiddetin yasal olduğu zeminde, inanç, namus, bayrak kavramı arkasına sığınma ve tüm bunları bilen bir yerden bu sessizlik neden? Neden hak, hukuk, adalet, emek ve tüm evrensel değerlerin üzerlerinde tepinenlere göz yumma?
J. M. Coetzee’nin utanç eseri ile yapacağımız yolculuk Güney Afrika’da Apartheid rejiminde utancın her türüne. Biliriz ırkçılığın Güney Afrika’nın utanca bulanmış tarihiyle sınırlı olmadığını. Unutmadık Naziler tarafından zulüm gören Yahudilerin, Filistin’de Müslümanlara yaptığını ve ötekileri. Bedel ödeyen halkın ödeşme içgüdüsü primitif dürtülerle mi açıklanır düşüncesini bırakırız insan bilimcilerine. Biz utancın kapsamını, boyutunu ve tahribatını öğrenmek için ilerlemeye devam ederiz. Yol arkadaşımız orta yaşlarda, eşinden ayrı yaşayan Profesör David. Onun kızı Lucy’nin yaşadıklarından habersiz başlarda David’in, kız öğrencisine yaptığı tacizi utancın merkezi sanırız. Cinsel utanç, arkasına toplumsal destek alarak, ırksal şiddetle birleşince, bir de buna hayvanlara şiddet eklenince ağır gelir tüm bu yaşananlar bize. Elimizde tuttuğumuz iki yüz gram ağırlığındaki kitap, içinden geçtiğimiz günler gibi tonlarca ağırlığa dönüşür; akıcı bir roman, sert bir öykü olarak karşımıza çıkar. Hani bazı yaşanmışlıklar vardır, bilirsek silindir gibi üstümüzden ezer geçer; bilmezsek bizde eksiktir yaşama dair bir şeyler, işte öyle bir şey…
Biliriz ırkçılığın Güney Afrika’nın utanca bulanmış tarihiyle sınırlı olmadığını.
Utanç, insanın bireysel hatalarından veya toplumsal değerlere aykırı davranışlarının sonucu yaşanan stres kaynaklı duygu durumu kapkara bulutların bütün toplum üzerindeki yansıması neden yaşanıyor? Neden bu büyük bir çoğunluğun gözlerini birbirinden kaçırması, boğazlarına kadar batmış bataklıkta üstlerindeki çamuru bir diğerinden saklama çabası? Yalanın meşale, talanın meşru, şiddetin yasal olduğu zeminde, inanç, namus, bayrak kavramı arkasına sığınma ve tüm bunları bilen bir yerden bu sessizlik neden? Neden hak, hukuk, adalet, emek ve tüm evrensel değerlerin üzerlerinde tepinenlere göz yumma?
J. M. Coetzee’nin utanç eseri ile yapacağımız yolculuk Güney Afrika’da Apartheid rejiminde utancın her türüne. Biliriz ırkçılığın Güney Afrika’nın utanca bulanmış tarihiyle sınırlı olmadığını. Unutmadık Naziler tarafından zulüm gören Yahudilerin, Filistin’de Müslümanlara yaptığını ve ötekileri. Bedel ödeyen halkın ödeşme içgüdüsü primitif dürtülerle mi açıklanır düşüncesini bırakırız insan bilimcilerine. Biz utancın kapsamını, boyutunu ve tahribatını öğrenmek için ilerlemeye devam ederiz. Yol arkadaşımız orta yaşlarda, eşinden ayrı yaşayan Profesör David. Onun kızı Lucy’nin yaşadıklarından habersiz başlarda David’in, kız öğrencisine yaptığı tacizi utancın merkezi sanırız. Cinsel utanç, arkasına toplumsal destek alarak, ırksal şiddetle birleşince, bir de buna hayvanlara şiddet eklenince ağır gelir tüm bu yaşananlar bize. Elimizde tuttuğumuz iki yüz gram ağırlığındaki kitap, içinden geçtiğimiz günler gibi tonlarca ağırlığa dönüşür; akıcı bir roman, sert bir öykü olarak karşımıza çıkar. Hani bazı yaşanmışlıklar vardır, bilirsek silindir gibi üstümüzden ezer geçer; bilmezsek bizde eksiktir yaşama dair bir şeyler, işte öyle bir şey…