muhsin iyi
Katılımcı
Görünüşte Allah (c.c.) Kendi’sini duyu organlarından gizlemiştir. Ama her şey O’nun sıfatlarını ve güzel isimlerini işlemektedir. Bu nedenle varlık âlemi O’nu adeta görünür kılmıştır.
Bazı insanlar tasavvuf hakkında öğrendikleri basit bilgilerle vahdet-i vücut kuramını yanlış anlamakta ve bununla yanlış bir itikada sahip olmaktadırlar. Bunlara göre her şey Allah’tan (c.c.) bir parçadır. Allah (c.c.) varlık âlemi ile bir bütündür. Allah (c.c.) ile varlık âlemi arasında kurulan bu ilişki bazılarında daha da ileri giderek kafir, Müslüman ayrımını ortadan kaldırmaya kadar varır. Böylece maddeye ezeli ve ebedi bir anlam verilmiş olur. Madde ile Allah’ın (c.c.) zatı arasında bir ilişki kurulur. Eskiler bu tür itikada sahip olanlara “Dehriler” demekteydi, biz bugün “Materyalist” adını vermekteyiz. Bu düşüncelerin din dışı olduğu gayet açıktır. Gerek İslamiyet gerekse İslamiyet’in özü olan tasavvuf, Allah (c.c.) ile varlık âlemi arasındaki keskin çizgiye dikkat eder.
İslam dininin özü olan tasavvufi düşünceye göre Allah (c.c.) ezeli ve ebedi olarak vardır. Varlık âlemi Allah’ın (c.c.) sıfat ve güzel isimlerine tercümanlık yapmak üzere sonradan yaratılmıştır. Allah’ın (c.c.) mutlak varlığı karşısında varlık âlemi, eğreti bir şeydir; O’nun varlığı ile ayakta durmaktadır. Nasıl bir aynadaki görüntü varlıkla mümkünse varlık âlemi de görünürlüğünü ve devamlılığını böyle Allah’a (c.c.) borçludur. Varlık aynanın karşısında bir an çekildiği zaman nasıl görüntü de anında kayboluyorsa Allah da (c.c.) varlık âleminden el-Hayy (Allah ölmeyen diridir.) ve el-Kayyûm (Madde âlemi ve bütün varlıklar varlığının ayakta durmasını ve devamlılığını Allah’a borçludurlar.) güzel isimlerinin tecellilerini bir an bile çekse her şey anında yokluğa karışır; canlılar ölür, madde silinip giderdi. Kısacası varlık âlemi görünmez olurdu.
Allah (c.c.) varlık âleminden yüce, aşkın (el-Aliyy, el-Müteâlî) olduğu için duyu organlarıyla algılanmamaktadır. O’nu ancak kalpler hissedebilir.
İslam tasavvufunda “vahdet-i vücut” kuramı pek çok yanlış anlamalara konu, itikadi istismarlara da neden olduğu için ikinci bin yılın müceddidi olan İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s.) bunu “vahdet-i şühud” kuramıyla karşılamış ve İslam dinine ve tasavvufun ruhuna uygun olarak yeniden tanımlamıştır: O’na göre Allah’ın (c.c.) zatı ile varlık âlemi arasında hiçbir bağ yoktur. Varlık âlemi O değildir, O’ndan gelmiştir. Allah (c.c.) ne maddedir, ne de madde cinsinden tasvir edilecek bir şekle sahiptir. Allah (c.c.) akla gelen her şeyden başkadır. O’nun zatını düşünmek, O’na varlıklarda olduğu gibi zati nicelik ve nitelik yakıştırmak doğru değildir. Varlık âlemi O’nun sıfat ve güzel isimlerini tanıtmak, yansıtmak için yaratılmıştır. Yoktan yaratıldığı için Allah (c.c.) karşısında da bir varlığa sahip değildir.
Vahdet-i vücut görüşünü savunanlar, düşüncelerinin özeti olan “Her şey O’dur.”, “Ene’l-Hakk (Ben Hakk’ım) sözleri ile farkına varmadan bir itikadi yanlışlığa ve istismara kapı açmışlardır. İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s.) bu sözlerin sahibi olan Şeyh Muhyiddin İbni Arabi’nin (k.s.), Hallac-ı Mansur’un (k.s) ve onları bu tür sözlerle takip edenlerin iyi niyetlerini dile getirmekte ve bu büyüklerin veliliklerini de tasdik etmektedir. Ama bu ve benzeri sözlerin tasavvufi bir halle ve manevi bir sarhoşluk eseri olarak ağızlarından çıktığını da belirtmektedir. Üzerlerinde böyle manevi bir hal ve sarhoşluk bulunmayanların bu sözleri tasavvuf büyüklerini taklit etmek amacıyla görünen anlamlarını kastederek söylemeleri küfre düşmelerine yol açabilir. Ona göre Allah’ın (c.c.) sıfat ve güzel isimlerinin gölgesi varlık âlemine, daha doğrusu yokluğa yansımıştır. Bu sırada nasıl aynadaki görüntü varlığı ne kapsamış ne de içine almışsa yani ayna ayna, varlık da varlık olarak kalmışsa yüce Allah (c.c.) da sıfatlarının ve güzel isimlerinin gölgesi ile yoklukta tecelli edince O ne varlığa dahil olmuş ne de varlık O’nu kuşatmıştır. Allah (c.c.) ne varlık âleminin içindedir ne de dışındadır. O’na herhangi bir mekan tahsis edilemez. O yüce ve aşkındır. Kendi’si Kuran-ı Kerim’de yüce Arş’ına değer vermek için oraya istiva ettiğini belirtmiştir. Yine bir hadis-i şerifte yere göğe sığmayan yüce Allah’ın (c.c.) mümin kulun kalbine sığdığından söz edilse de bu ancak yüce Arş için olduğu gibi bir zuhurdan (ortaya çıkma) ve itibardan (değer verme) ibarettir. İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s.) “Her şey O’dur.” sözü yerine “Her şey O’ndandır.” sözünün tercih edilmesinin söz konusu yanlış anlamanın önüne geçeceğini belirtmiştir. Yine İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s.), Hallac-ı Mansur’un (k.s) “Ene’l-Hakk (Ben Hakk’ım) sözü ile benliğini Hakk’ta fani (yok) eden kulun içerisinde bulunduğu manevi hal ve sarhoşlukla bu yoklukta Allah’ın (c.c.) el-Hakk güzel isminin tecelli ettiğinin vurgulandığını söylemektedir.
Ez-Zâhir (Allah [c.c.] evrendeki ayetleri ile sıfat ve güzel isimlerini ortaya sermiştir, Kendi’sini belli etmiştir) güzel ismi ile kula yakışan görev, insan ve varlık âlemi üzerinde Allah’ın (c.c.) tecelli eden sıfat ve güzel isimlerini düşünmek, bu sayede hakikate ve marifete ermektir.
Muhsin İyi
Bazı insanlar tasavvuf hakkında öğrendikleri basit bilgilerle vahdet-i vücut kuramını yanlış anlamakta ve bununla yanlış bir itikada sahip olmaktadırlar. Bunlara göre her şey Allah’tan (c.c.) bir parçadır. Allah (c.c.) varlık âlemi ile bir bütündür. Allah (c.c.) ile varlık âlemi arasında kurulan bu ilişki bazılarında daha da ileri giderek kafir, Müslüman ayrımını ortadan kaldırmaya kadar varır. Böylece maddeye ezeli ve ebedi bir anlam verilmiş olur. Madde ile Allah’ın (c.c.) zatı arasında bir ilişki kurulur. Eskiler bu tür itikada sahip olanlara “Dehriler” demekteydi, biz bugün “Materyalist” adını vermekteyiz. Bu düşüncelerin din dışı olduğu gayet açıktır. Gerek İslamiyet gerekse İslamiyet’in özü olan tasavvuf, Allah (c.c.) ile varlık âlemi arasındaki keskin çizgiye dikkat eder.
İslam dininin özü olan tasavvufi düşünceye göre Allah (c.c.) ezeli ve ebedi olarak vardır. Varlık âlemi Allah’ın (c.c.) sıfat ve güzel isimlerine tercümanlık yapmak üzere sonradan yaratılmıştır. Allah’ın (c.c.) mutlak varlığı karşısında varlık âlemi, eğreti bir şeydir; O’nun varlığı ile ayakta durmaktadır. Nasıl bir aynadaki görüntü varlıkla mümkünse varlık âlemi de görünürlüğünü ve devamlılığını böyle Allah’a (c.c.) borçludur. Varlık aynanın karşısında bir an çekildiği zaman nasıl görüntü de anında kayboluyorsa Allah da (c.c.) varlık âleminden el-Hayy (Allah ölmeyen diridir.) ve el-Kayyûm (Madde âlemi ve bütün varlıklar varlığının ayakta durmasını ve devamlılığını Allah’a borçludurlar.) güzel isimlerinin tecellilerini bir an bile çekse her şey anında yokluğa karışır; canlılar ölür, madde silinip giderdi. Kısacası varlık âlemi görünmez olurdu.
Allah (c.c.) varlık âleminden yüce, aşkın (el-Aliyy, el-Müteâlî) olduğu için duyu organlarıyla algılanmamaktadır. O’nu ancak kalpler hissedebilir.
İslam tasavvufunda “vahdet-i vücut” kuramı pek çok yanlış anlamalara konu, itikadi istismarlara da neden olduğu için ikinci bin yılın müceddidi olan İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s.) bunu “vahdet-i şühud” kuramıyla karşılamış ve İslam dinine ve tasavvufun ruhuna uygun olarak yeniden tanımlamıştır: O’na göre Allah’ın (c.c.) zatı ile varlık âlemi arasında hiçbir bağ yoktur. Varlık âlemi O değildir, O’ndan gelmiştir. Allah (c.c.) ne maddedir, ne de madde cinsinden tasvir edilecek bir şekle sahiptir. Allah (c.c.) akla gelen her şeyden başkadır. O’nun zatını düşünmek, O’na varlıklarda olduğu gibi zati nicelik ve nitelik yakıştırmak doğru değildir. Varlık âlemi O’nun sıfat ve güzel isimlerini tanıtmak, yansıtmak için yaratılmıştır. Yoktan yaratıldığı için Allah (c.c.) karşısında da bir varlığa sahip değildir.
Vahdet-i vücut görüşünü savunanlar, düşüncelerinin özeti olan “Her şey O’dur.”, “Ene’l-Hakk (Ben Hakk’ım) sözleri ile farkına varmadan bir itikadi yanlışlığa ve istismara kapı açmışlardır. İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s.) bu sözlerin sahibi olan Şeyh Muhyiddin İbni Arabi’nin (k.s.), Hallac-ı Mansur’un (k.s) ve onları bu tür sözlerle takip edenlerin iyi niyetlerini dile getirmekte ve bu büyüklerin veliliklerini de tasdik etmektedir. Ama bu ve benzeri sözlerin tasavvufi bir halle ve manevi bir sarhoşluk eseri olarak ağızlarından çıktığını da belirtmektedir. Üzerlerinde böyle manevi bir hal ve sarhoşluk bulunmayanların bu sözleri tasavvuf büyüklerini taklit etmek amacıyla görünen anlamlarını kastederek söylemeleri küfre düşmelerine yol açabilir. Ona göre Allah’ın (c.c.) sıfat ve güzel isimlerinin gölgesi varlık âlemine, daha doğrusu yokluğa yansımıştır. Bu sırada nasıl aynadaki görüntü varlığı ne kapsamış ne de içine almışsa yani ayna ayna, varlık da varlık olarak kalmışsa yüce Allah (c.c.) da sıfatlarının ve güzel isimlerinin gölgesi ile yoklukta tecelli edince O ne varlığa dahil olmuş ne de varlık O’nu kuşatmıştır. Allah (c.c.) ne varlık âleminin içindedir ne de dışındadır. O’na herhangi bir mekan tahsis edilemez. O yüce ve aşkındır. Kendi’si Kuran-ı Kerim’de yüce Arş’ına değer vermek için oraya istiva ettiğini belirtmiştir. Yine bir hadis-i şerifte yere göğe sığmayan yüce Allah’ın (c.c.) mümin kulun kalbine sığdığından söz edilse de bu ancak yüce Arş için olduğu gibi bir zuhurdan (ortaya çıkma) ve itibardan (değer verme) ibarettir. İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s.) “Her şey O’dur.” sözü yerine “Her şey O’ndandır.” sözünün tercih edilmesinin söz konusu yanlış anlamanın önüne geçeceğini belirtmiştir. Yine İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s.), Hallac-ı Mansur’un (k.s) “Ene’l-Hakk (Ben Hakk’ım) sözü ile benliğini Hakk’ta fani (yok) eden kulun içerisinde bulunduğu manevi hal ve sarhoşlukla bu yoklukta Allah’ın (c.c.) el-Hakk güzel isminin tecelli ettiğinin vurgulandığını söylemektedir.
Ez-Zâhir (Allah [c.c.] evrendeki ayetleri ile sıfat ve güzel isimlerini ortaya sermiştir, Kendi’sini belli etmiştir) güzel ismi ile kula yakışan görev, insan ve varlık âlemi üzerinde Allah’ın (c.c.) tecelli eden sıfat ve güzel isimlerini düşünmek, bu sayede hakikate ve marifete ermektir.
Muhsin İyi