VEZİRİN OĞLU
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, bir padişah varmış. Bu padişahın bir de akıllı bir veziri varmış.
Günlerden bir gün bu vezir, çok ağır hastalanmış. Vezir, günlerin birinde helalleşmek için padişahı çağırtmış. Padişah gelip onun halini, hatırını sormuş. Vezirin durumuna üzülen padişah:
“Ey vezirim, bana nice yıl vezirlik yaptın, çok yardım ettin. Senden çok memnun kaldım. Eğer seni üzmüşsem, beni bağışla. Ne isteğin varsa söyle, dinliyorum.” demiş.
O zaman vezir:
“Ey hürmetli şahım, benim arzum sizin ailenizle birlikte sağ salim yaşamanızdır. Lakin sizden isteğim, ben öldükten sonra biricik oğlumu korumanızdır. Onu kimseye muhtaç etmeyin. Çünkü çocuklarım çocuklarınıza, babam babanıza, ben de size ömür boyu hizmet ettik.” demiş.
Padişah, vezire oğlunu koruyacağına, onu hiç kimseye muhtaç etmeyeceğine dair söz vermiş.
Ondan sonra çok geçmeden vezirin vakti tamam olup ölmüş. Padişah, hürmet edip veziri şehzadeler kabristanlığına gömmüş. Vezirin üçüncü, yedinci ve kırkıncı mevlitlerini de yaptırmış.
Padişah, verdiği sözü tutup vezirin oğlunu büyük bir şehre bey tayin etmiş. Oğlan, orada on beş gün kalıp geri dönmüş.
Sözün kısası padişah, bu oğlanı emrindeki yüksek vazifelerin bir çoğuna tayin etmiş, fakat oğlan hiçbirini becerememiş. Padişah ne yapacağını bilememiş. Sonunda elindeki iki el kuşunu oğlana verip onları beslemesini söylemiş.
Vezirin oğlu, kuşları getirip bir kafese koymuş. Önlerine de buğday, arpa ve darı dökmüş. Fakat, kuşlar oğlanın koyduğu yiyecekleri yememiş. Kuşların yemleri yememesi oğlanı rahatsız etmiş. Oba halkından birini çağırıp kuşların bir şey yememelerinin sebebini sormuş. Adam, oğlana bir çubuk dikip kuşlara konacak bir yer yapmasını ve önlerine et vermesini söylemiş.
Vezirin oğlu, adamın söylediği şeyleri yapmış. Ondan sonra kuşlar, önlerine konulan eti hemen yiyip bitirmişler. Vezirin oğlu, kuşları altı, yedi ay beslemiş. İyi beslenen kuşlar, tüylerini döküp yeniden tüylenmişler. Tüyleri ve kanatları gittikçe güzelleşmiş.
Günlerden bir gün padişah, vezirin oğlunu yanına çağırıp:
“Hani sana verdiğim kuşları ne yaptın?” diye sormuş.
Vezirin oğlu:
“Hürmetli şahım, kuşlarınızı iyi besledim. Tüylerini döküp yeni tüy çıkardılar. Kanatları ve kuyrukları güzelleşti.” diye cevap vermiş.
Padişah:
“Çok güzel. Öyleyse sen onları yarın sabah gün doğmadan benim yanıma getir.” demiş.
Vezirin oğlu padişahla vedalaşıp dönmüş. O akşam arkadaşlarıyla toplanıp gece boyunca birbirlerine masal, mani ve fıkra anlatmışlar. Vezirin oğlu, sabaha doğru eve gelip uyumuş. Kuşluğa doğru uyanmış. Padişahın söyledikleri aklına gelince de telaşlanmaya başlamış.
Hemen iki su tulumu bulup kuşları onların içine koymuş. Tulumların ağızlarını sıkı sıkı bağlamış. Onları atın eyerine bağlayıp:
“Neredesin, padişahın sarayı?” deyip yola düzülmüş. Hiç durmadan yol alıp bir süre sonra saraya varmış.
Padişah:
“Neden geciktin? Hani kuşlar, getirdin mi?” diye sormuş.
Vezirin oğlu da:
“Ah padişahım, bir işim çıktı, onun için geciktim. Fakat işte kuşları getirdim.” diyerek tulumların ikisini de padişahın önüne atmış.
Padişah, tulumların ağzını açıp içlerine bakmış, fakat ne görsün, kuşların ikisi de ölmüş.
Kuşların öldüğünü gören padişah, üzülüp kafasını sallamaya başlamış. Bunu gören vezirin oğlu da başını sallamaya başlamış.
Oğlanın bu hareketine çok kızan padişah:
“Ey akılsız oğul, ben kuşların ölmesine üzüldüğüm için başımı sallıyorum. Ya sen niye sallıyorsun?” diye bağırmış.
Vezirin oğlu ise şöyle demiş.
“Ey kıble-i âlem, sen kuşların ölümüne üzüldüğün için başını sallıyorsun. Ben ise su bile geçirmeyen bu tulumların içinden kuşların canlarının nasıl çıkıp gittiğine şaşırdığım için başımı sallıyorum.” diye cevap vermiş.
Vezirin oğlundan bu sözleri duyan padişah, yine başını sallamaya başlamış; oğlanın aptallığına şaşırıp kalmış.
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, bir padişah varmış. Bu padişahın bir de akıllı bir veziri varmış.
Günlerden bir gün bu vezir, çok ağır hastalanmış. Vezir, günlerin birinde helalleşmek için padişahı çağırtmış. Padişah gelip onun halini, hatırını sormuş. Vezirin durumuna üzülen padişah:
“Ey vezirim, bana nice yıl vezirlik yaptın, çok yardım ettin. Senden çok memnun kaldım. Eğer seni üzmüşsem, beni bağışla. Ne isteğin varsa söyle, dinliyorum.” demiş.
O zaman vezir:
“Ey hürmetli şahım, benim arzum sizin ailenizle birlikte sağ salim yaşamanızdır. Lakin sizden isteğim, ben öldükten sonra biricik oğlumu korumanızdır. Onu kimseye muhtaç etmeyin. Çünkü çocuklarım çocuklarınıza, babam babanıza, ben de size ömür boyu hizmet ettik.” demiş.
Padişah, vezire oğlunu koruyacağına, onu hiç kimseye muhtaç etmeyeceğine dair söz vermiş.
Ondan sonra çok geçmeden vezirin vakti tamam olup ölmüş. Padişah, hürmet edip veziri şehzadeler kabristanlığına gömmüş. Vezirin üçüncü, yedinci ve kırkıncı mevlitlerini de yaptırmış.
Padişah, verdiği sözü tutup vezirin oğlunu büyük bir şehre bey tayin etmiş. Oğlan, orada on beş gün kalıp geri dönmüş.
Sözün kısası padişah, bu oğlanı emrindeki yüksek vazifelerin bir çoğuna tayin etmiş, fakat oğlan hiçbirini becerememiş. Padişah ne yapacağını bilememiş. Sonunda elindeki iki el kuşunu oğlana verip onları beslemesini söylemiş.
Vezirin oğlu, kuşları getirip bir kafese koymuş. Önlerine de buğday, arpa ve darı dökmüş. Fakat, kuşlar oğlanın koyduğu yiyecekleri yememiş. Kuşların yemleri yememesi oğlanı rahatsız etmiş. Oba halkından birini çağırıp kuşların bir şey yememelerinin sebebini sormuş. Adam, oğlana bir çubuk dikip kuşlara konacak bir yer yapmasını ve önlerine et vermesini söylemiş.
Vezirin oğlu, adamın söylediği şeyleri yapmış. Ondan sonra kuşlar, önlerine konulan eti hemen yiyip bitirmişler. Vezirin oğlu, kuşları altı, yedi ay beslemiş. İyi beslenen kuşlar, tüylerini döküp yeniden tüylenmişler. Tüyleri ve kanatları gittikçe güzelleşmiş.
Günlerden bir gün padişah, vezirin oğlunu yanına çağırıp:
“Hani sana verdiğim kuşları ne yaptın?” diye sormuş.
Vezirin oğlu:
“Hürmetli şahım, kuşlarınızı iyi besledim. Tüylerini döküp yeni tüy çıkardılar. Kanatları ve kuyrukları güzelleşti.” diye cevap vermiş.
Padişah:
“Çok güzel. Öyleyse sen onları yarın sabah gün doğmadan benim yanıma getir.” demiş.
Vezirin oğlu padişahla vedalaşıp dönmüş. O akşam arkadaşlarıyla toplanıp gece boyunca birbirlerine masal, mani ve fıkra anlatmışlar. Vezirin oğlu, sabaha doğru eve gelip uyumuş. Kuşluğa doğru uyanmış. Padişahın söyledikleri aklına gelince de telaşlanmaya başlamış.
Hemen iki su tulumu bulup kuşları onların içine koymuş. Tulumların ağızlarını sıkı sıkı bağlamış. Onları atın eyerine bağlayıp:
“Neredesin, padişahın sarayı?” deyip yola düzülmüş. Hiç durmadan yol alıp bir süre sonra saraya varmış.
Padişah:
“Neden geciktin? Hani kuşlar, getirdin mi?” diye sormuş.
Vezirin oğlu da:
“Ah padişahım, bir işim çıktı, onun için geciktim. Fakat işte kuşları getirdim.” diyerek tulumların ikisini de padişahın önüne atmış.
Padişah, tulumların ağzını açıp içlerine bakmış, fakat ne görsün, kuşların ikisi de ölmüş.
Kuşların öldüğünü gören padişah, üzülüp kafasını sallamaya başlamış. Bunu gören vezirin oğlu da başını sallamaya başlamış.
Oğlanın bu hareketine çok kızan padişah:
“Ey akılsız oğul, ben kuşların ölmesine üzüldüğüm için başımı sallıyorum. Ya sen niye sallıyorsun?” diye bağırmış.
Vezirin oğlu ise şöyle demiş.
“Ey kıble-i âlem, sen kuşların ölümüne üzüldüğün için başını sallıyorsun. Ben ise su bile geçirmeyen bu tulumların içinden kuşların canlarının nasıl çıkıp gittiğine şaşırdığım için başımı sallıyorum.” diye cevap vermiş.
Vezirin oğlundan bu sözleri duyan padişah, yine başını sallamaya başlamış; oğlanın aptallığına şaşırıp kalmış.