Tarihçe
Türkiye, ender ülkelerde görülebilen bir "halklar mozaiğini" oluşturuyorsa, bu sağlıklı birlikteliğin küçümsenmeyecek unsurlarından biri de, bir yandan çağdaş yaşama ayak uydururken, aynı zamanda dinlerine ve geleneklerine bağlılıklarını korumuş olan Yahudi toplumudur.
Türkiye Cumhuriyeti'nde bugün, büyük çoğunluğu İstanbul'da olmakla birlikte, 20 bini aşkın Yahudi yaşamakta. Peki, bu halk topluluğu ülkemize nerelerden gelmiş ve nasıl bir gelişmeye uğramıştır?
Türkiye Yahudilerinin Kısa Bir Tarihi
Anadolu'da Yahudi yaşamının hangi çağda başladığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, Ege Bölges'nde yapılmış olan bazı kazılarda .İ.Ö. 4. yüzyılda bu halk topluluğunun izlerine raslanmıştır. Öte yandan, daha bu dönemden de önce, Fenikeli tüccarların bazı Yahudi esirlerini, Önasya Yarımadasında yaşamakta olan Yunanlılara köle olarak sattıkları biliniyor. Daha sonraları, gerek Büyük İskender'in generalleri, gerekse Amasya'lı coğrafyacı Strabon, hep Anadolu'daki Yahudi halklardan sözederler.
Bizans döneminde ise, artık yazılı belgelere dayanılarak, imparatorluğun bir çok kentlerinde oldukça kalabalık Yahudi cemaatlerinin olduğu biliniyor. Ne var ki, Ortaçağ Hıristiyan dünyasının tümünde olduğu gibi, Bizans buyruğu altında da bu halk topluluğunun yaşam şartları günden güne güçleşmekteydi. Yahudilere uygulanan özel vergiler veya kanunlar, onların mesleki ve sosyal yaşamlarını önemli ölçüde kısıtlamaktaydı.
11. yüzyılda Bizanslılara karşı önemli bir tehlike yaratan Selçuklular dönemi, bu topraklarda yaşayan Yahudiler için kısmî bir rahatlama getiriyor. Nedeni ise, Bizans zulmünden usanmış olduklarından, Selçuklu Beyliklerinin daha yumuşak siyasetine sığınmalarıydı. O dönemde ülkenin çeşitli bölgelerinde, örneğin Sinop, Konya, Bursa gibi ayrı bucaklarda, daha iyi şartlarda gelişebilmiş Yahudi cemaatlerinden söz edilebilmektedir.
Osmanlı dönemi ise, Türkiye Yahudileri'nin gittikçe belirli bir rahatlığa kavuşacağı ve bu nedenle dıştan gelen göçlerle de, çoğalacağı yüzyılları kapsar. Toplumun bu "gelişme dönemi", Orhan Bey'in Bursa'yı fethetmesi ve özel bir ferman ile Ets haHaym Sinagogu'nun kurulmasına izin vermesiyle başlar. Ardından Edirne, İzmir ve nihayet İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu'nun önemli Yahudi yerleşim merkezleri arasına girecekti. Özellikle İstanbul'un fethi ve başkent olmasının ardından, Saray kapıları bazı Yahudi bilginlerine açılmış ve bu halk topluluğunun itibarı gittikçe yükselmeye başlamıştı.
Sultan II. Bayezit'in 1492 yılında yurtları İspanya'dan kovulan onbinlerce Yahudiye Osmanlı kentlerinin kapılarını açmasıyla, günümüz Türkiye Yahudi toplumunun asıl temelleri atılır. Osmanlı İmparatorluğu'nun tüm büyük liman kentleri yanısıra, Edirne, Manisa ve Amasya gibi kentlere de yerleşen İspanyol Yahudileri, kendi zanaatları arasında silah yapımı ve matbaacılığı beraberlerinde getirmiş, ayrıca kısa süre içinde ülkenin çeşitli vilayetlerinde idari ve mali mevkilere de atanmışlardır. Bu bağlamda, II. Bayezid'in, Yahudileri ülkesinden kovan İspanyol kralı Ferdinand hakkındaki şu sözleri tarihe geçecekti: "Böyle bir kralın zeki ve akıllı olduğunu söyleyebilir misiniz? Kendi ülkesini fakirleştiriyor ve benim imparatorluğumu zenginleştiriyor!"
16. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu'nun en parlak çağı olduğu gibi, bu topraklarda yaşamakta olan Yahudi toplumunun da en önemli isimlerini yetiştirdiği dönem sayılır. Yasef Nasi, devletin maliye ve diplomatik faaliyetinde önemli roller oynamış, Amon Ailesi Bâbıâlî'ye en büyük doktorlarını vermiş, Salamon Ben Natan Eşkenazi, Salamon Aben Yaeş ve Ester Kira gibi önemli kişilikler ise, Osmanlı padişahları ile Batı devletleri arasında ilişkileri sağlamışlar ve dış politikada önemli gelişmelere önayak olmuşlardı.
17.Yüzyılda duraklamaya giren Osmanlı Devleti, bu durumunu Yahudi nüfusuna da hissettirmiştir. Ekonomik yaşamı vasatın altında seyreden bu topluma ayrıca uygulanan birtakım baskılar (özel kıyafetler zorunluluğu, dahası onlara has bir kıyafet vergisi), yaşamlarını zorlaştırmıştı. Bu arada, yüzyılın ortalarında İzmir'de ortaya çıkan ve kendini "mesih" olarak ilan eden Sabetay Sevi ile ilgili tartışmalar, Yahudiliğe gölge düşürecekti. Sevi'nin ölümünün ardından, düşüncelerini izleyen bir grup Yahudi, Müslümanlığı yeğleyerek özellikle Selanik'te,"Dönmeler" olarak kendilerinden söz ettirmeye başladılar. Bu arada, gerek bu kentte gerekse İzmir'deki Yahudiler, İstanbul yanısıra Osmanlı İmparatorluğu'nun en büyük ve zengin cemaatlerini oluşturuyorlardı.
18. Yüzyıl, başta III.Ahmet'in ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın dönemlerinde, Yahudilere karşı sürdürülen baskılar ile başlar. Cemaatin Saray ile ilişkileri, tüm zamanların en alt düzeyine ulaşmıştı. Daha çok içlerine kapanık bir dönem yaşayan Osmanlı Yahudilerinin o dönemde ekonomik, sosyal ve kültürel bir çöküntü içerisinde bulundukları görülüyor.
19. Yüzyılda Yahudiler, bu durgunluklarından uyanmaya başlamışlar, en başta III.Selim'in bir çağrısına uyup, Bahriye'ye katılarak vatanın savunmasında yer aldılar. Ardından gelen Yeniçeri ocağının dağılması, Yahudiler üzerindeki denetimsiz baskıların büyük ölçüde azalmasına neden oldu. Ancak asıl olumlu gelişme, azınlıklara resmi olarak Müslümanlar ile aynı hakları tanıyan Tanzimat Fermanı ile yaşanacaktı: 1859 Gülhane Hattı-ı Hümayun'u ile bir yandan üzerlerindeki haraç kâbusu kalktı, beri yandan orduya ve devlet memurluğuna alınabilme hakları doğdu. O dönemlerin ileri gelen Osmanlı Yahudileri arasında, en başta Sadrazam Mustafa Reşit Paşa'nın danışmanı, banker Avram Kamondo olmuştur ki, bu önemli şahsiyet, İstanbul'dan başlamak üzere Osmanlı Yahudilerinin eğitim ve kültür gereksinmelerine büyük mali katkılarda bulunmuştu. Sultan Abdülmecit döneminde, 1843 yılında İzmir'de kurulan Judeo-espanyol dilindeki ilk Türk Yahudi gazetesi dikkat çekicidir; Abdülaziz saltanatı sırasında ise, Yahudi cemaatinin ilk örgütlenmesini sağlayan "Hahambaşı Nizamnamesi", 12 laik yönetici ve 4 hahamdan oluşan bir kurul tarafınca hazırlanarak resmen tebliğ edilir (1865).
Cumhuriyet Dönemi
Türkiye Yahudilerinin bu dönemdeki yaşamı, ilginç bir beyanla ile başlar. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları içinde kalan azınlıklara hak ve imtiyazlar tanıyan Lozan anlaşması, Yahudilerin haklarını da tanımlarken, Türkiye Yahudi cemaatleri, bu haklardan resmen vazgeçtiklerini beyan ederler. Dahası, böylece birtakım önemli ayrıcalıklara kavuşacak olan birçok yabancı uyruklu Yahudiler, Türk vatandaşlığına geçerek, yüzyıllardır birlikte yaşamış oldukları Türk halkı ile kader birliklerini böylece dışa vururlar.
Ne var ki, Lozan öncesi olduğu gibi, 1930'lu yıllarda da "Tasviri Efkâr", "Cumhuriyet" ve "Son Saat" gibi gazeteler ile "Milli İnkilap" gibi dergilerde, sürekli bir Yahudi düşmanlığı sergilenmekteydi. Başta bu yazıların etkileşimi ile, 1934'de Çanakkale'de Yahudilere karşı ticari bir boykot ilan edildi, hemen ardından ise Trakya'nın bazı kent ve kasabalarında Yahudi ev ve dükkânlarına karşı saldırılar düzenlendi. Bunun üzerine İnönü hükûmeti bu "antisemit" hareketleri kınadı, faillerini cezalandırmak ve tedbir almak güvencesini verdi.
Nazi döneminde Avrupa'yı kasıp kavuran Yahudi düşmanlığı, Türkiye'deki bazı çevrelerce de körüklenmeye çalışılmışsa da, Başbakan Celal Bayar'ın "Yurdumuzda bir Yahudi meselesi yoktur... Dış etkiler altında yapmacık bir Yahudi sorunu yaratmaya niyetimiz yoktur" sözleri, devletin resmi tutumu olduğu gibi, gerçek politisını da aksettiriyordu. Ne var ki, 1942 yılında kabul edilen Varlık Vergisi'nden, yüzlerce Yahudi ailesi de nasibini almıştır. Kaldı ki, servetlerini kat kat aşan vergi borçları çıkartılan birçok Yahudi işadamı, bu yüksek tutarlarını ödeme olanakları bulunmadığı için, doğu Anadolu'ya sürülmüş ve Aşkale gibi kamplarda tutsak tutularak ağır bedeni işlerde zorunlu olarak çalıştırılmışlardı.
Varlık Vergisi ve 1955 yılında cereyan eden, asıl hedefi Rum toplumu olan "6-7 Eylül" olayları sırasında oluşan yağma hareketleri, ne yazık ki, binlerce Türkiye Yahudisinin, asırlar boyunca refah içinde yaşamış oldukları toprakları terkederek başka ülkelere göç etmelerine neden olmuştur.
Ülkemizde bugün yaşamakta olan 25.000 kadar Türkiye Yahudisi, büyük çoğunlukla İspanya kökenli olup, 500 yıl önce beraberlerinde getirdikleri din ve geleneklerini, Türkiye'nin çağdaş koşullarına uydurmuş, kendi okulları, hastaneleri, ihtiyarlar yurtları, kültür kurumları ve gazeteleri ile erkin ve rahat bir yaşam sürdürmektedirler. Aralarında tüccar ve işadamları olduğu gibi, mühendis, mimar gibi teknik konulardan reklamcılığa kadar çeşitli mesleklere sahip olanları, beri yandan bilim adamları ve sanatçılardan oluşan ve gittikçe gelişen entellektüel bir çevreleri vardır.
Kaynakça
Türkiye Yahudileri konularında daha ayrıntılı bilgiler edinmek isteyen okurlarımıza, özellikle aşağıdaki kitaplar önerilir:
Türkiye Yahudileri - M. Sevilla-Sharon-İletişim Yayınları, 1992
Türk Yahudileri Tarihi - N. Güleryüz-Gözlem Yayınları, 1993
Türkiye Cumhuriyetinde Yahudiler- A. Levi-İletişim Yayınları, 1996,
Osmanlı ve Türk Yahudileri - Y.Besalel-Gözlem Yayınları, 1999
Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri-Bir Türkleştirme Serüveni (1923-45) - R.N.Bali- İletişim Yayınları, 1999
Robert Schild
Sitemizin bu bölümünde, Türk Yahudileri'nin yaşamı, gelenekleri, müzikleri, bazı özgün yemek tariflerine kadar varan kendilerine has özellikleri, öte yandan yüzyıllardır yaşamakta olan bu ülkeye sağlamış oldukları katkıları tanıtılmaya çalışılacaktır.Türkiye, ender ülkelerde görülebilen bir "halklar mozaiğini" oluşturuyorsa, bu sağlıklı birlikteliğin küçümsenmeyecek unsurlarından biri de, bir yandan çağdaş yaşama ayak uydururken, aynı zamanda dinlerine ve geleneklerine bağlılıklarını korumuş olan Yahudi toplumudur.
Türkiye Cumhuriyeti'nde bugün, büyük çoğunluğu İstanbul'da olmakla birlikte, 20 bini aşkın Yahudi yaşamakta. Peki, bu halk topluluğu ülkemize nerelerden gelmiş ve nasıl bir gelişmeye uğramıştır?
Türkiye Yahudilerinin Kısa Bir Tarihi
Anadolu'da Yahudi yaşamının hangi çağda başladığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, Ege Bölges'nde yapılmış olan bazı kazılarda .İ.Ö. 4. yüzyılda bu halk topluluğunun izlerine raslanmıştır. Öte yandan, daha bu dönemden de önce, Fenikeli tüccarların bazı Yahudi esirlerini, Önasya Yarımadasında yaşamakta olan Yunanlılara köle olarak sattıkları biliniyor. Daha sonraları, gerek Büyük İskender'in generalleri, gerekse Amasya'lı coğrafyacı Strabon, hep Anadolu'daki Yahudi halklardan sözederler.
Bizans döneminde ise, artık yazılı belgelere dayanılarak, imparatorluğun bir çok kentlerinde oldukça kalabalık Yahudi cemaatlerinin olduğu biliniyor. Ne var ki, Ortaçağ Hıristiyan dünyasının tümünde olduğu gibi, Bizans buyruğu altında da bu halk topluluğunun yaşam şartları günden güne güçleşmekteydi. Yahudilere uygulanan özel vergiler veya kanunlar, onların mesleki ve sosyal yaşamlarını önemli ölçüde kısıtlamaktaydı.
11. yüzyılda Bizanslılara karşı önemli bir tehlike yaratan Selçuklular dönemi, bu topraklarda yaşayan Yahudiler için kısmî bir rahatlama getiriyor. Nedeni ise, Bizans zulmünden usanmış olduklarından, Selçuklu Beyliklerinin daha yumuşak siyasetine sığınmalarıydı. O dönemde ülkenin çeşitli bölgelerinde, örneğin Sinop, Konya, Bursa gibi ayrı bucaklarda, daha iyi şartlarda gelişebilmiş Yahudi cemaatlerinden söz edilebilmektedir.
Osmanlı dönemi ise, Türkiye Yahudileri'nin gittikçe belirli bir rahatlığa kavuşacağı ve bu nedenle dıştan gelen göçlerle de, çoğalacağı yüzyılları kapsar. Toplumun bu "gelişme dönemi", Orhan Bey'in Bursa'yı fethetmesi ve özel bir ferman ile Ets haHaym Sinagogu'nun kurulmasına izin vermesiyle başlar. Ardından Edirne, İzmir ve nihayet İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu'nun önemli Yahudi yerleşim merkezleri arasına girecekti. Özellikle İstanbul'un fethi ve başkent olmasının ardından, Saray kapıları bazı Yahudi bilginlerine açılmış ve bu halk topluluğunun itibarı gittikçe yükselmeye başlamıştı.
Sultan II. Bayezit'in 1492 yılında yurtları İspanya'dan kovulan onbinlerce Yahudiye Osmanlı kentlerinin kapılarını açmasıyla, günümüz Türkiye Yahudi toplumunun asıl temelleri atılır. Osmanlı İmparatorluğu'nun tüm büyük liman kentleri yanısıra, Edirne, Manisa ve Amasya gibi kentlere de yerleşen İspanyol Yahudileri, kendi zanaatları arasında silah yapımı ve matbaacılığı beraberlerinde getirmiş, ayrıca kısa süre içinde ülkenin çeşitli vilayetlerinde idari ve mali mevkilere de atanmışlardır. Bu bağlamda, II. Bayezid'in, Yahudileri ülkesinden kovan İspanyol kralı Ferdinand hakkındaki şu sözleri tarihe geçecekti: "Böyle bir kralın zeki ve akıllı olduğunu söyleyebilir misiniz? Kendi ülkesini fakirleştiriyor ve benim imparatorluğumu zenginleştiriyor!"
16. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu'nun en parlak çağı olduğu gibi, bu topraklarda yaşamakta olan Yahudi toplumunun da en önemli isimlerini yetiştirdiği dönem sayılır. Yasef Nasi, devletin maliye ve diplomatik faaliyetinde önemli roller oynamış, Amon Ailesi Bâbıâlî'ye en büyük doktorlarını vermiş, Salamon Ben Natan Eşkenazi, Salamon Aben Yaeş ve Ester Kira gibi önemli kişilikler ise, Osmanlı padişahları ile Batı devletleri arasında ilişkileri sağlamışlar ve dış politikada önemli gelişmelere önayak olmuşlardı.
17.Yüzyılda duraklamaya giren Osmanlı Devleti, bu durumunu Yahudi nüfusuna da hissettirmiştir. Ekonomik yaşamı vasatın altında seyreden bu topluma ayrıca uygulanan birtakım baskılar (özel kıyafetler zorunluluğu, dahası onlara has bir kıyafet vergisi), yaşamlarını zorlaştırmıştı. Bu arada, yüzyılın ortalarında İzmir'de ortaya çıkan ve kendini "mesih" olarak ilan eden Sabetay Sevi ile ilgili tartışmalar, Yahudiliğe gölge düşürecekti. Sevi'nin ölümünün ardından, düşüncelerini izleyen bir grup Yahudi, Müslümanlığı yeğleyerek özellikle Selanik'te,"Dönmeler" olarak kendilerinden söz ettirmeye başladılar. Bu arada, gerek bu kentte gerekse İzmir'deki Yahudiler, İstanbul yanısıra Osmanlı İmparatorluğu'nun en büyük ve zengin cemaatlerini oluşturuyorlardı.
18. Yüzyıl, başta III.Ahmet'in ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın dönemlerinde, Yahudilere karşı sürdürülen baskılar ile başlar. Cemaatin Saray ile ilişkileri, tüm zamanların en alt düzeyine ulaşmıştı. Daha çok içlerine kapanık bir dönem yaşayan Osmanlı Yahudilerinin o dönemde ekonomik, sosyal ve kültürel bir çöküntü içerisinde bulundukları görülüyor.
19. Yüzyılda Yahudiler, bu durgunluklarından uyanmaya başlamışlar, en başta III.Selim'in bir çağrısına uyup, Bahriye'ye katılarak vatanın savunmasında yer aldılar. Ardından gelen Yeniçeri ocağının dağılması, Yahudiler üzerindeki denetimsiz baskıların büyük ölçüde azalmasına neden oldu. Ancak asıl olumlu gelişme, azınlıklara resmi olarak Müslümanlar ile aynı hakları tanıyan Tanzimat Fermanı ile yaşanacaktı: 1859 Gülhane Hattı-ı Hümayun'u ile bir yandan üzerlerindeki haraç kâbusu kalktı, beri yandan orduya ve devlet memurluğuna alınabilme hakları doğdu. O dönemlerin ileri gelen Osmanlı Yahudileri arasında, en başta Sadrazam Mustafa Reşit Paşa'nın danışmanı, banker Avram Kamondo olmuştur ki, bu önemli şahsiyet, İstanbul'dan başlamak üzere Osmanlı Yahudilerinin eğitim ve kültür gereksinmelerine büyük mali katkılarda bulunmuştu. Sultan Abdülmecit döneminde, 1843 yılında İzmir'de kurulan Judeo-espanyol dilindeki ilk Türk Yahudi gazetesi dikkat çekicidir; Abdülaziz saltanatı sırasında ise, Yahudi cemaatinin ilk örgütlenmesini sağlayan "Hahambaşı Nizamnamesi", 12 laik yönetici ve 4 hahamdan oluşan bir kurul tarafınca hazırlanarak resmen tebliğ edilir (1865).
Cumhuriyet Dönemi
Türkiye Yahudilerinin bu dönemdeki yaşamı, ilginç bir beyanla ile başlar. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları içinde kalan azınlıklara hak ve imtiyazlar tanıyan Lozan anlaşması, Yahudilerin haklarını da tanımlarken, Türkiye Yahudi cemaatleri, bu haklardan resmen vazgeçtiklerini beyan ederler. Dahası, böylece birtakım önemli ayrıcalıklara kavuşacak olan birçok yabancı uyruklu Yahudiler, Türk vatandaşlığına geçerek, yüzyıllardır birlikte yaşamış oldukları Türk halkı ile kader birliklerini böylece dışa vururlar.
Ne var ki, Lozan öncesi olduğu gibi, 1930'lu yıllarda da "Tasviri Efkâr", "Cumhuriyet" ve "Son Saat" gibi gazeteler ile "Milli İnkilap" gibi dergilerde, sürekli bir Yahudi düşmanlığı sergilenmekteydi. Başta bu yazıların etkileşimi ile, 1934'de Çanakkale'de Yahudilere karşı ticari bir boykot ilan edildi, hemen ardından ise Trakya'nın bazı kent ve kasabalarında Yahudi ev ve dükkânlarına karşı saldırılar düzenlendi. Bunun üzerine İnönü hükûmeti bu "antisemit" hareketleri kınadı, faillerini cezalandırmak ve tedbir almak güvencesini verdi.
Nazi döneminde Avrupa'yı kasıp kavuran Yahudi düşmanlığı, Türkiye'deki bazı çevrelerce de körüklenmeye çalışılmışsa da, Başbakan Celal Bayar'ın "Yurdumuzda bir Yahudi meselesi yoktur... Dış etkiler altında yapmacık bir Yahudi sorunu yaratmaya niyetimiz yoktur" sözleri, devletin resmi tutumu olduğu gibi, gerçek politisını da aksettiriyordu. Ne var ki, 1942 yılında kabul edilen Varlık Vergisi'nden, yüzlerce Yahudi ailesi de nasibini almıştır. Kaldı ki, servetlerini kat kat aşan vergi borçları çıkartılan birçok Yahudi işadamı, bu yüksek tutarlarını ödeme olanakları bulunmadığı için, doğu Anadolu'ya sürülmüş ve Aşkale gibi kamplarda tutsak tutularak ağır bedeni işlerde zorunlu olarak çalıştırılmışlardı.
Varlık Vergisi ve 1955 yılında cereyan eden, asıl hedefi Rum toplumu olan "6-7 Eylül" olayları sırasında oluşan yağma hareketleri, ne yazık ki, binlerce Türkiye Yahudisinin, asırlar boyunca refah içinde yaşamış oldukları toprakları terkederek başka ülkelere göç etmelerine neden olmuştur.
Ülkemizde bugün yaşamakta olan 25.000 kadar Türkiye Yahudisi, büyük çoğunlukla İspanya kökenli olup, 500 yıl önce beraberlerinde getirdikleri din ve geleneklerini, Türkiye'nin çağdaş koşullarına uydurmuş, kendi okulları, hastaneleri, ihtiyarlar yurtları, kültür kurumları ve gazeteleri ile erkin ve rahat bir yaşam sürdürmektedirler. Aralarında tüccar ve işadamları olduğu gibi, mühendis, mimar gibi teknik konulardan reklamcılığa kadar çeşitli mesleklere sahip olanları, beri yandan bilim adamları ve sanatçılardan oluşan ve gittikçe gelişen entellektüel bir çevreleri vardır.
Kaynakça
Türkiye Yahudileri konularında daha ayrıntılı bilgiler edinmek isteyen okurlarımıza, özellikle aşağıdaki kitaplar önerilir:
Türkiye Yahudileri - M. Sevilla-Sharon-İletişim Yayınları, 1992
Türk Yahudileri Tarihi - N. Güleryüz-Gözlem Yayınları, 1993
Türkiye Cumhuriyetinde Yahudiler- A. Levi-İletişim Yayınları, 1996,
Osmanlı ve Türk Yahudileri - Y.Besalel-Gözlem Yayınları, 1999
Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri-Bir Türkleştirme Serüveni (1923-45) - R.N.Bali- İletişim Yayınları, 1999