Yalıda Sabah

yilmaz27

Ne Mutlu Türküm Diyene
Site Yetkilisi
Süper Moderatör
Kitapta yedi öykü bulunmaktadır.

Yalıda Sabah

Yazar, öyküyü birinci tekil kişi kullanarak yazmıştır. Bu öykü baştan sonra İstanbul kokar. Kahramanımız sabah erkenden kalkıp kırk veya elli dakika İstanbul’u izlemektedir. Kahramanımız sabahın temiz havasının ferahlatıcılığı ve duyulan ilk seslerin insanlığın algıladığı ilk ses olduğunu söyler. Öyküyü okuduğunuzda martıların ağlaşmalarını, kargaların uyanık ve zekiliğini, Karabatak kuşlarının dörtlü arkadaş eğlencesini, Mihalıççık kuşlarının martılara eşlik etmesi ve tüm bunlar iki klakson melodisi ile İstanbul’un tarihi havasına karışır. Bu kuşlar arasında sabah kahvaltısı telaşı vardır. İnsanların günlük yaşamdaki geçim derdine benzetilir. Kara kuşlarının neden karada olduğunu ve martıların neden kayalara konduğuna dikkat çeker. Bunu aralarında yapılan bir centilmenlik antlaşması olarak görebiliriz. İnsanlarda olduğu gibi hayvanlarda da nefis vardır. Çoğunluk martılarda olduğu için kayaya ilk konanındır yer. Ve hiçbir kuş konan kuşu yerinden rahatsız etmez. Bu hayvanlar birbirine saygılı ve açgözlülüğe meydan vermezler. Okullu kızlar liselerine gitmeye başlamıştır. Yazar, sabah sabah aralarında bu kadar konuşacak ne olduğuna şaşırır. İlkokullu çocuklar servis bekleyişindedir. İşlerine giden kadın avukat, öğretmenler de bir yere yetişme telaşındadırlar. Topkapı Sarayı, Aya İrini, Süleymaniye, Ayasofya, Beyazıt, Sultanahmet gibi tarihi yerlerin güneşin doğuşuyla ışıkla dolmasını anlatır. Sahilde genç bir kız ve oğlan vardır. Oğlan kızla bir şeyler konuşuyor. Kız da ona bir şeyler anlatmaya çalışıyordur. Bankta otururken köpek kızı koklar. Geçen kapıcı oğlana göz kırpar. Yeni sevgilisi olduğu bellidir. Yazar, konuşmanın felsefi boyutuna değinerek savunmak için, suçlamak için, yalanlar söylemek için, sevişmek için insanın ne kadar çok konuşmaya ihtiyacı olduğunu söyler. Yazar, kıyıdaki gizli kayalara değinir. Gizli kayalardan yola çıkarak Yunan tragedyasının iç yüzünü söyler. İnsanoğlu kötü durumda olan bir olay veya bir insan gördüğünde dıştan acır ama içten sevinir. Bunu gizli kaya deyimi ile anlatır. Yazar, kendisinin üçüncü kat insanı olduğunu söyler. Üçüncü kat insanı, insan sarrafıdır. Diğer bir deyişle delikte yatan yılanı tanır. Her türlü insan tanımış ve her tür darbeyi yemiştir. Bu darbeler yalanlar, türlü oyunlardır. Birinci kat insanı da vardır. Bu insanlar ne kıyı görür ne martıların oyunu görür. Bu insanların hayatı küçük olaylar ve umutlar ile doludur. Yazarın, doğa ile insanı birleştirdiği bu öykü burada biter.

Küçük Harfli Mutluluklar

Nizamettin Bolayır, sivil koruma şefidir. Çevresinde albay olarak tanınır. Eşi Üftade ile ikinci evliliğini yapmıştır. Nizamettin Bolayır, erken kalkıp her sabah işine koyulur. Evden çıkmadan önce çayını fokurdatır. Tabi Üftade umursamaz derin bir uykudadır. Üftade’nin de ikinci evliliğidir. Önceki eşi de erkenci olduğu için duruma alışmış ve rahatsız olmamaktadır. Nizamettin Bolayır, sabah erken kalkanın işinin rast gittiğini ve gece mum bitiren gündüz minder çürütenlerden rahatsız olduğunu belirtir. Aslında herkes düzenli bir şekilde işini yapsa toplum daha da refah düzeye kavuşacaktır. Nizamettin Bolayır’dan başka Terlikçi Memduh da o gün erkencidir. Nizamettin Bey, şaşırır ve hasta olup olmadığını sorar. Tam cevap verecektir ki Yümnü Bey’in bahçesinde Denizli horozu öter. Terlikçi Memduh ve Yümnü Bey horozun toplam ötme saniyelerini tartışırken Nizamettin Bolayır, Cüneyt ile karşılaşır. Nereye gittiğini sorar. Kızılcahamam der. Nizamettin Bolayır, genç sporcuya size harcanan paraya yazık der. O da bize de iyi fırsatlar sunulsa biz de iyi olurduk der. Nizamettin Bolayır, genellikle otobüsten sonra vapura biner. Nizamettin Bolayır’ın oğlu vardır. Gelini Aynur kısa boylu, çilli bir hatundur. Torunu Aydanur’u çok sever. Karabük’te oturdukları için fazla görüşemezler. Nizamettin Bolayır, iş çıkışı bir nikâha gider. Nizamettin Bolayır, sonra kendini eve atıp hemen duş almaktadır. Sonra eşi ile yemek yerler. O anda hiç anlamadığı bir mutlukla eşine karşı mutluluk duyar. Küçük mutluluklar sebepsiz gelir. İnsan bazen bir televizyonu izlemedeki özgürlüğü, yanı başındaki insanın huzuru, gökyüzündeki bulutların farkına varmasıdır. Küçük mutlular yetinmeyi bilen insanların orkestrasıdır. Bazı insanlar bu mutluluğu yaşarken bazıları farkına bile varmadan geçer gider dünyadan. Bu öykü küçük mutluların farkına varmayı ve her gün son gün gibi yaşamayı insanlara anlatmaya çalışmıştır.

Karşılıklı

Yazar, başından geçen bir olayı öykü olarak anlatmıştır. Gürcistan’ın başkenti olan Tiflis’e romancı arkadaşları ile gezmeye gider. Ünlü Rus markalı saati öyle överler ki dayanamayıp alır. Memlekete geldiğinde arkadaşları yediğin içtiğin senin olsun bize gördüklerini anlat derler. Derler demesine ama hala yediklerini merak ederler. Kolundaki saat arkadaşlarının dikkatini çeker. Kronometreli, çalar saatli ve su geçirmez olduğunu anlarlar. Mütevazı yazarımız da sadece susar onları izler. Sadece hafif bir göz ile onaylama yapar. Arkadaşları bu saati o kadar beğenirler ki öve öve bitiremezler. Başka saatler ile kıyaslarlar. Yazarımız bu saati ilk duşta kolundan çıkarmaz. Çünkü su geçirmez bir saattir. Buna güvenerek çok rahat kullanır. Hatta tatilde bir gün saati havuza düşer. İki gün sonra sudan çıkarılır. Ona rağmen hâlâ saati çalışır. Bir gün saati buğulanır. Yazarımız eşine saatim buğulandı der. Eşi geldiğinde buğulanma kaybolmuştur. Saati onu yalancı çıkarır. Eşi bence sen doktora görünmelisin der. Sonra saati yine buğulanır. Bir ustaya götürür. Usta saati özenle açar. Terzi Vortik adında Rusça bilen bir adam vardır. Rusça bildiği için onu çağırıp saatin arkasındaki yazının anlamını sorarlar. O da balık işareti o der. Su geçirmez olduğunu ifade ettiğini söyler. Usta, Vortik Efendi gidince kendi bildiğinin doğruluğunu savunur. Ona göre saat su geçiren bir saattir. Saati yapılır. Yazarımız koluna tekrar saatini takar. Bir gün saati durur. Yine saatçiye gelir. Saatçi artık yeni bir saat almasını söyler. Yazarımız saatini tekrar koluna taktığında saat çalışır. Usta çıkarıp bakar ve saat tekrar durur. Birkaç gün tek tük saat böyle duraksayarak çalışır. Ondan sonra yağmurlu bir günde tamamen durur. Öykü burada biter. Öyküde anlatılmak istenen aslında mutlak inanç ve güven duygusudur. Yazar, bu öyküde bunu sorgular. Ne kadar ve nereye kadar güvenebiliriz? Güvendiklerimiz bizi nereye kadar yolcu eder bilemeyiz.

Şeytan Tüyü

Ökkeş Topalmusagil isimli bir Almanya gurbetçisinin Hidayet’e yazdığı mektup anlatılır. Ökkeş, Almanya’da işçi olarak çalışmanın zorluklarını anlatır. Kaçak işçi olarak çalışmaktadır. Saklanmadığı için yakalanmadığını söyler. Almanya’nın disiplininin köpeklerine bile işlediğini anlatır. Ama ağaçlar, kuşlar ve gökyüzü her yerde aynı olduğunu söyler. Hatta yusufçuk kuşunun da onun gibi gurbete geldiğini Hidayet’e anlatır. Almanya’nın kadın ve erkek ilişkilerinin serbestliğini anlatır. Hidayet’e bir hayvanat bahçesinde ayı kostümü giyecek birinin arandığını söyler. Onu bu işe davet eder. Köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyeceğini söyler. Adresini polislere yakalanmamak için yazmaz. Öykü burada sona erer.

Sonsuza Kalmak

Sunuhi Bey, emekli öğretmendir. Eşinin eniştesi Razi Bey, uyanık bir müteahhittir.
Razi Bey sayesinde Ayvalık dolaylarında arazi sahibi olurlar.
Öyküde mekânın Balıkesir’de geçtiğini anlayabiliyoruz. Bir sabah posta başı Sunuhi Bey’e arazide taş olduğunu söyler.
Bunların özel taş olduğunu anlayan Sunuhi Bey bunu devlete haber vermek ister.
Bunun için Arkeolog Şükran Hanım vardır. Eşine durumu anlatır. Şükran Hanıma bildireceğini söyler.
Eşi kıskançlık edip söylemesini istemez. Sunuhi Bey, eşine insan belli bir yaştan sonra ölümsüzleşmek için yaşadığını söyler.
Medeniyet borcu olduğunu söylemesi gerektiğini söyler. Eşi bunu hemen Razi Bey’e yetiştirir.
Razi Bey, Sunuhi Bey’i kararından döndürmek ister. Devlete söylersek arazinin ucuza gideceğini söyler.
Devlet kazı çalışması için araziyi alabileceğini söyler. Sırrı Erdem ve Gavsi Bey de Sunuhi Bey’in o taşları devlete bildirmesini istemez.
Öykünün sonunda kooperatif evlerinin ortak fosseptiğinin cidarlarının o taşlarla örüldüğünü
Razi Bey söyler. Sunuhi Bey, şaşkın bir şekilde sadece pes eder.

Neden Sonra…

Bu kısa öyküde İhsan ve Melahat ikilisinin aşkı anlatılır. İhsan, Melahat’ı yağmurlu bir havada buluşmak için sözleştikleri yerde bekler.
Elinde iki sinema bileti vardır. Melahat gecikince İhsan işkillenir. Onun hayatında biri olabileceğini düşünür.
Melahat’ın tıp okumuş bir talibi vardır. İhsan’ın ise lise diploması dahi yoktur. Melahat geç olsa da gelir.
Sinemaya geçerler. Melahat, İhsanın üstündeki suskunluğu sezer. Sebebini sorar. İhsan cevap vermez.
En sonunda kız ağlayınca dayanamaz. Onu kendine çeker ve sarılır. Kendisi için ağlayan kız gururunu okşamıştır.

Yaprak Ne Canlı Yeşil

Kitabın son öyküsü bir kahve salonunu konu alır. Bu kahveye gelen giden tipler tasvir edilir.
Yazarın dilinden aktarılan bu öykü Roksan sayesinde tanıştığı Zehra’nın hikayesidir.
Yazar, üniversitede asistandır. Zehra ise hemşirelik okumaktadır.
Zehra, kitap okumayı boş bulan bir kızdır. Yazar ile kahvede tanışıp samimi olurlar.
Roksan’ın yaş partisinde sevgili olurlar. Birinci anlatıcı kişi Zehra ve kendisi için çok güzel hayaller kurar.
Ama artık o hayallerin yeri boş bir avuntuya bırakılmıştır.
 
Kitapta yedi güzel öykü bulunuyor.
Hepsi birbirinden güzel ve zevkle okuduğum öyküler oldu.
Haldun Taner, bu öykülerde naif bir dil kullanması, hicvettiği olayları günlük yaşamdan alması okuyucuyu öykünün içine çekiyor.
Kullandığı dil anlaşılırdır.
Yumuşak bir söylem kullanmıştır.
Yer yer günlük yaşamda kullanmadığımız kelimeler kitapta dipnot olarak eklenmiş.
Bu da okuyucuya yeni kelime haznesi demektir.
Yazar, öykülerinde farkında olmadığımız şeyleri ön plana çıkarmış ve günlük yaşamın o sıkıcı havasını renklendirmiştir.
 
Geri
Top