• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Yaşamla münasebeti sığ sularda geçen insanın eşi de sığ olur

RUZG4R

ÖylesinE ♔
Özel üye
Şimdi bir adam düşünün... Ya da bir kadın düşünün..

Ama bu düşündüğünüz kişi ilkokulu zarzor bitirmiş olsun. Kültür birikiminin televizyonda seyrettiği sabah kadın programlarında Seda Sayan'ın ona anlattıklarından fazla olmadığını da hayal edebilirsiniz, zor değil.

Sonra bu kadının veya adamın, gidip de kültür ve bilgi birikimi zirveleri zorlayan, zamanını ve hayatını öğrenmeye ve anlamaya adamış, her fırsatı kendini geliştirmek için yeni kaynaklar arayarak geçiren biriyle evlendiğini düşünün.

Düşünebildiniz mi?

Ben düşünemedim. Düşünemiyorum.

50 yıl öncesinin görücü usulü evliliklerinde, ailenin işini gücünü kurmuş genç oğlanına, komşunun 14 yaşındaki memişleri yeni çıkmış süt gibi kızını almak çok olağan bir durum olsa da o zamanlarda evlenme amacının bir "hayat birlikteliği" kurmak değil, oğlanın soyunu devam ettirebilmesi için doğacak çocuklarına rahmi ve ruhu başka erkeklerin dölü ile kirlenmemiş, 14'lük, 15'lik bir kuluçka makinesi bulmak olduğunu hepimiz biliyoruz, O yüzden şimdi "benim ananem ilkokul mezunu bile değil ama bilmem nerenin genel müdürü olmuş dedemle 189 yıl çok mutlu yaşadılar," gibi ekşi sözlük maymunu argümanıyla karşıma çıkarsanız, avcumun içiyle tokadı basarım, suratınızı duvardan kazırlar.

Dolayısıyla, yeni çağda artık bir insanı anlayabilmek için eşine veya aşık olduğu insana bakmak önemli bir analiz aracıdır.
Yıllarca faşist uygulamaları ile halkı canından bezdirmiş bir ordunun "eşi türbanlı subay olamaz!" düsturu da aslında bu mantıksal çıkarımdan gelmiş olsa da, anladığımız kadarıyla türbanlı bir kadının bilgi ve kültür birikimi olarak ortalamanın üzerinde durabileceğine ihtimal vermeyen bir önyargının etkisinin daha büyük olduğunu kabul etmek lazım. Dolayısıyla, şimdi burada tartıştığımız meseleyi, ordunun subay eşleri konusundaki ayrımcı/faşist uygulamalarına bağlamamanızı tavsiye ederim.

Meselenin özüne dönecek olursak, genç ve zeki bireyler olarak hepiniz daha çok öğrenmeye, daha çok anlamaya, dünyayı daha net algılamaya çalışıyorsunuz ancak bu uğurda harcadığınız her gün, beraber mutlu olabileceğiniz insanla karşılaşma ihtimalini biraz daha düşürüyor. Çünkü siz çakralarınızı açıp evreni daha çok anlamak için çabaladıkça bir bilgisayar oyunundaki gibi level atlıyorsunuz ama yükseldiğiniz her yeni level'da, eş olarak seçebileceğiniz insanların sayısı gittikçe azalıyor. Azalıyor, azalıyor, azalıyor, azalıyor, azalıyor... Ve sonunda, aşktı meşkti diye başınıza üşüşen kızları/oğlanları sadece baş ağrıtan küçük belalar olarak görmeye başlıyorsunuz.

Konuştuğunuzda, sözlerinizin yarısını anlamayan bir karınız olsa, ne kadar mutlu olabilirsiniz.

Siz Peru'daki Nazca düzlüklerini araştırırken ve internet üzerinden Cern'de çalışan yabancı bilim insanlarıyla sohbet ederken, eşinizle de zaman geçirmek ve biraz derince sohbet etmek istediğinizde fabrikadaki ustabaşının onu ne kadar çalıştırdığını anlatıp şikayet eden bir kocanız olsa, ne kadar mutlu olabilirsiniz?

Kültür, elbette sadece bilgi birikimi de değildir. Yaşam deneyimi de kültür birikiminin önemli bir parçasıdır.

Ağız tadınız dünyanın binbir köşesinden gelmiş farklı soslarla ve tariflerle şekillenmişken evde bütün gün köyünde öğrendiği pirinç pilavını pişirip pişirip masaya koyan bir kadınla veya ekmek arasına salça sürüp yiyen bir adamla ne kadar mutlu olabilirsiniz?

Dolayısıyla, gençlere bir abi tavsiyesi yapmak gerekirse, mutluluğu evliliğinizde arıyorsanız, çok okumayın.

Yok, mutluluğu yaşamı anlayarak ve algılarınızı açarak bulmayı umuyorsanız, o zaman da evliliğe çok bel bağlamayın.


Alıntı
 
... Ve sonunda, aşktı meşkti diye başınıza üşüşen kızları/oğlanları sadece baş ağrıtan küçük belalar olarak görmeye başlıyorsunuz.


Öyleler zaten..
 
Geri
Top