• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Yaşar Kemal'in Kimsecik Üçlemesinde Yaşam Ve Ölüm

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
YAŞAR KEMALİN KİMSECİK
ÜÇLEMESİNDE YAŞAM VE ÖLÜM


1991 yılı Kasım ayında Yaşar Kemal, Feridun Andaç, Konur Ertop ve benim katıldığım açık oturumda Kimsecik üçlemesinde anlatılan yaşam ve ölüm tartışılmıştır. Bu tartışma Kasım 1991’de Varlık dergisinde yayınlanmıştır.

Bu bölümde, Kimsecik üçlemesini tartışmak üzere hazırladığım çalışmadan yaşam ve ölümle ilgili alıntılara yer verdim: Yağmurcuk Kuşu, Kale Kapısı,Kanın Sesi romanlarında

1920li yılların sonunda, 1930lu yılların başında Doğu ve Güneydoğuda yaşanan olayların, insanların günlük yaşamına etkisi anlatılmaktadır.

İsmail Ağa’nın ve ailesinin Van’dan Çukurova’ya göçü, Çukurova’da süren yaşam savaşı, İsmail Ağa’nın yolda ölümden kurtarıp evlat edindiği, büyütüp yetiştirdiği Salman tarafından öldürülmesi, romanın olay örgüsünü oluşturmaktadır.

Yağmurcuk Kuşu, Kale Kaptsı, Kanın Sesi yaşam ve ölüm içgüdüsüne bağlı davranışları, bu davranışların yol açtığı olayların, ölüm korkusunu çocukların duygu, düşünce dünyasından i anlatıyor Mustafa ve Salman’ın birey olarak çocukluktaki kişilik özellikleri, amaçları, beklentileri, korkuları, sevinçlerini ak-tarıyor. Ortak özellikleri, arkadaşları, dostlukları, sırdaşlıkları, oyunları üzerinde duruluyor.

Çocukların gerçekle düş arasındaki duygu ve düşünce yapılarıyla olaylara bakışı, yaşamla ölüm arasındaki çelişki, ölüm korkusu dile getiriliyor. Çocukluk ve ilkgençlik çağının duygu, düşünce karmaşası ve ölüm korkusunun etkisi altında Mustafa’nın yarattığı düş dünyasından kesitler veriliyor. Mustafa’nın yarattığı düş dünyasıyla gerçek yaşamın bağlantıları irdeleniyor.

Çocukların Mustafa’ya inanmaları, onun düş dünyasını paylaşmaları, Mustafa’nın gerçekle düş arasında gidip gelen davranışlarını benimsemeleri dile getiriliyor.

Mustafa gerçekle düşün kesiştiği alanda yaşıyor. Olaylara bu açıdan bakıyor. Korkuyor, korkusunu bastırmak için kahraman gibi görünmek istiyor. Kaçıyor, saklanıyor, sığınıyor.

Kale Kapısı'nda babasını öldürdükten sonra ortadan kaybolan, bir daha hiç görünmeyen Salman’ın korkusu, köye saldığı bireysel ve toplumsal korku anlatılıyor.

Kanın Sesi romanının sonlarına yaklaştıkça Mustafa'nın gençlik çağma girmesi, duygu ve düşüncelerinin gelişmesi, olgunlaşması sonucu gerçekçi düşünmeye başlaması, ölüm korkusunu yaşama döndürmesi, yeni umutlar bulması dikkati çekiyor Doğal ve evrensel olan ölüm korkusu Dr. Ahmet Bey’in şu sözleriyle açık seçik ortaya konmuştur:

“Korkmuş çocuk Zera Hatun, dedi içini çekerek. Bu hep böyledir. İnsanoğlu biraz da böyledir. Budur kızım. Hepimiz bütün insanlar çılgınca korkuyu yaşıyoruz. Her an her saniye her şeyden korkuyoruz.”

“İnsanoğlunun mayası korkuyla yoğrulmuş. Çok ölüm gördüm, çok yaralanma, çok donma, çok savaş... Bir şey gördüm yalnız, bir şey vardır insanlıkta, bir tek bir şey, o da korku..» ölüm korkusu.” (Kale Kapısı)

Mustafa’nın düşlem dünyası içinde ölüm korkusu canlı cansız yaratıklarla, insanlarla, Salman’la somut biçimde günlük yaşamının içine giriyor. Giderek köyün tüm yaşamım etkiliyor.

“Mustafa korkuyordu. Bu sıralar her şeyden korkuyordu. Şu avludaki küçük, açtığmda tam on bir tane pembe çiçek açan şeftali ağacından bile korkuyordu.” (Yağmurcuk Kuşu)

Mustafa, öteki çocuklar ve köylüler bir yandan Salman’ı ölümle özdeşleştirip ondan korkuyor, öte yandan bu korkudan kurtulmak için onu güçlü, inançlı, istediğini yapan, yürekli, doğaüstü bir yaratık, bir tanrı gibi görüyorlardı.

Bu nitelikleriyle Salman romanda Eski Yunan Mitolojisi’ndeki savaş tanrısı Ares’e benzetilmiştir. Tanrı Zeus ve Hera’nm oğlu olan Ares savaşı, şiddeti ve kanı seven, kanla beslenen, kılıç ve kalkan taşıyan bir insan biçiminde simgelenen bir tanrı olup çatışma, inanç, ölüm ve korku adında dört yardımcısı varmış.

İnsanlar korkularından kurtulmak için Salman’ı somutlaştırıp bir efsane kahramanı yaparlar.

“Salman her gece, ortalıktan el ayak çekilince köye iniyor, doğruca da Emine’nin evine gidiyormuş.” (Kanın Sesi)

“Salman’dan korkmayan hiç kimse yoktu. Şu kayanın kırmızı kanatlı kartalları bile ondan korkuyordu.” (Yağmurcuk Kuşu) “Bu kocaman babası var ya, herkes onu hiç korkmaz sanıyordu ya, Mustafa biliyordu ki o da çok korkuyordu.” (age.)

“Bütün köylü, özellikle köyün çocukları, kadınları, köyün erkek, kız bütün çocukları geceleri hep s.ılınan ı düşlerinde görüyorlardı.” (age.)

“Havva Ana düşünde görmüş İsmail Ağa yı. öldükten sonra, şu dağın üstüne kızıl kanlar yağının örneği hışımla yağmış, arkasından da kanlı hançerler. Salman, Mustafa yı saçlarından yakalamış, çenesini yukarıya kaldırmış, hançeri basacakken cin padişahının kızı salkım saçak bir kuş gelmiş vıcırdaşarak üstlerinde dönmeye başlamış. Öyle bir kıyamet koparmış ki yukarıda, Salman’ın eli ayağı çözülmüş. Hançer elinden kaymış yere çakılmış dimdik ve hem de kanamaya başlamış.” (Kanın Sesi)

“Bu adam kim silahlı pusatlı? Ben o adamın gözlerini gördüm. Gözleri tıpkı bir celladın gözleri. Hiçbir yöne de bakmıyor” (age.)

Mustafa’nın annesi yağız atlı adamla somutlaşan ölüm korkusunu şöyle dile getiriyor:

“Bu adam hepimizi öldürse de kurtulsak. ölüm, üzerimize çöken bu kurşun geçirmez korku karanlığından, cehennemimden bin kez daha iyi.” (age.)

“Köy, artık kara atlı adamdan başkasını konuşmuyordu. Fen kızının kara sevdasından tutun da, İsmail Ağa'nın definesine kadar... Adama yakıştırmadıkları hiçbir şey kalmıyordu. Onun her gece sabaha karşı Abbas Usta’nın evine gelip onunla ceviz budakları üstüne konuştuğu da dillere düşmüştü.” (age.)

“Salman’ın şimdiye kadar köyde hiçbir çocuk bırakmadığını, öldürdüğü çocukların başlarını kesip nar ağaçlarına astığım» önce çocukları yüreğinden hançerleyip sonra başlarını kestiğini söyledi.” (age.)

Mustafa korkunun somutlaştığı mağaranın içinde ölüm korkusunu gerçekle düş arasında yaşıyor.

“Mağaranın içinde öldürülen insanlar, hayvanlar, kesilen kafalar var. Mağara ağzını açmış soluklanıyor, bütün kuş, kedi, ejderha, çıngıraklı yılan, ortalıkta ne varsa içine çekiyordu.” (age.)

“Yukarıdan kedi yavruları yağıyor, Salman’ın kanlar saçan hançeri kalenin yöresinde uçarak dolaşıyor, arada da Salman’ın kesik başı, kesip köye gönderdiği çoban başının kesik başıyla birlikte bir gözüküyor, bir yitiyordu...” (age.)

“Cinler almışlar da çocuğu bu mağaraya atmışlar, öldürmemişler öküzü, öldürmemişler fukarayı. Cinlerin padişahı da onun elinden almış Mustafa’yı... Elinden Salman’ın. Salman onun kellesini kesmeye can atıyormuş..(age.)

“Üstlerine Salman’ın al tayın ağzındaki koparılmış kapkara hayasından yağan kandan insanlar tepeden tırnağa kana batıp çıkıyorlar. Evler, cami, mor kayalıklı dağ, keskin doruğun ucundaki ak kaya, akan ırmak hep kıpkırmızı kan kesiliyor...'' (Yağmurcuk Kuşu)
 
Mustafa ölüm korkusundan kaçıp kurtulmak için kimi kez doğaya, ağaçlara, bitkilere, köpeklere, kuşlara, daha sonra Emine’ye sığınıyor. Kimi kez korkunun etkisiyle kara atlı adama. Salman’a saldırıyor.


Mustafa ölüm korkusundan kaçıp kurtulmak için köyü terk ediyor. Dualara sığınıyor. Çocuk düşüncesi içinde, gerçek dışı tasarımlardan, fantezilerden esinlenmeye çalışıyor.

“Mustafa çok dua biliyordu. İtilmese de öyle dualar uyduruyordu ki, Salman onun yanına yaklaşamıyordu.” (Kanın Sesi)

“Söyle niçin yalan söyledin? Söyle Salman’ın korkusundan, ölümden kaçarak buraya geldin öyle değil mi? Söyle!” (age.)

“‘Korkmazsın,’ diye sevinçle güldü Kerem. ‘Beni yanlış anladın dayımın oğlu. Ben sana hiç yalancı der miyim, bizim soyumuzdan hiç yalancı bir kişi çıkar mı? Ben sana kırmızı yılanları da göstereceğim. Birkaç gün sonra yılanlar kızışırlar, şu karşı nar bahçesine akar gelir, akar gelirler, ben de.(age.)

“İşte bu çocuk da buraya Salman korkusundan gelmemiş de, buraya bizim eve, nar çiçek açtığından sevişen, sevişe sevişe kıpkırmızı olan, kuyruklarının üstüne dikilerek birbirlerine dolanan karayılanları görmeye gelmiş. Peh, ben de yuttum da gitti. Ulan açıkça söyle be, Salman’dan korktuğunu söyle. Ah, bunun babası böyle miydi, hiç, hiç yalan söylemezdi. Ne var ulan, ölüm o kadar zor mu ki, bu kadar yalana değer mi ki..." (age.)

Mustafa, öteki çocuklar ve köylülerin ölüm korkusunun simgesi durumuna getirdiği Salman da aynı korkuyu yaşamatesi tadır. O da ölüm korkusunu yüreğinde duyuyor, bütün davranışlarıyla bu korkudan kaçıp kurtulmak, onu belli etmemek istiyor.

Çocukluk ve ilkgençlik çağlarmda Salman bütün insanlardan korkup kaçarken İsmail Ağa’ya sığmıyor. Onu kendini koruyan, yaşatan tanrı gibi görüyor.

“Köylüler, Zero, Pero, hele Haşan korkutuyordu onu. Onu suya atacaklardı. Herkes onu suya atacaktı. Bir babası Ağa koruyordu onu.” (Yağmurcuk Kuşu)


Salmanbir yandan İsmail Ağa gibi olmaya çalışırken, öte yandanonun karşısında eziklik duyuyordu.

“İsmail Ağa, tıpkı benim gibi giyiniyor, beline de tıpkı benim gibi sokuyor sapı fildişi nagant tabancayı.” (age.)

Salman’ın İsmail Ağa'ya karşı ikircikli ilgi ve sevgisi vardı.

“Mustafa'daki içgüdüsel, doğal sezgi gibi, sevgiye benzeyen, kanda olan, ağlanmış, bir kan bir et olan, salt bir sevinç olan bir sevgi. Bir kaynak suyu gibi. Salman’ın sevgisiyse bambaşkaydı, onun sevgisi bir tapınma, bir sonsuz hayranlıktı. Salman’ın dünyası sadece oydu...” (age.)

Emine ileİsmail Ağa ve Salman'in arasındaki cinsel ilişki, yerel koşullar içindeOedipus karmaşasını andırıyor. Doğal ve evrensel olan Oedipus karmaşasının etkisi altında Salman, İsmail Ağaya kin besliyor. Ondan nefret ediyor. Onu yok edecek ruhsal yapının temellerini atıyor. Korku ve karmaşa insanı saldırgan yapar. Başkalarını yok etmeye yöneltir.

'‘Vah vah vah vah ki, vah vah! Eeeeey köylüler, eeeey sevgili vatandaşlar, ben babamı öldürdüm siz bilmiyorsunuz, siz beni piç Sanıyorsunuz.’ Elindeki kesik başı havaya kaldırdı, ‘İşte bu benim öz babamdır. Bu babam bir ilanat verdi ve bir piçim, Mustafa da öz bir oğlu. Ben de onu öldürdüm. İyi yaptım değil mi?’ Köylüler hep bir ağızdan bağırdılar, ‘İyi yaptın Salman Bey... '' (Kanın Sesi)

Salman’ın çocukluk ve ilkgençlik yıllarında Mustafa’ya karşı kıskançlık duyması da onun saldırganlığını beslemiştir.

''Doğduğu günden bu yana bir kerecik olsun şöyle dönüp de İline beşikten, ne de Mustafa’dan yana bakmamıştı.” (Yağmurcuk Kuşu)


Kanın Sesi romanının birkaç yerinde şu cümle yer alıyor:


“Kanın sesi uğuldaya uğuldaya, köpüre köpüre geliyor, toprağı dövüyor. Mustafa kulağında kanın sesini duyuyor.”

Musa’nın 1. kitabında, Eski Ahit’in 4. babında anlatılan bir olayı anımsatıyor: “Rab, kardeşi Habil’i kıskanarak öldüren Kabil’e şöyle der: ‘İnkâr etme biliyorum. Senin kardeşinin kanının sesi bana topraktan bağırıyor.’ ”

Salman’ın İsmail Ağa’yı öldürmesi Aleviliğin doğuşunu anımsatıyor. Böylece doğal ve evrensel olan ölüm ve ölüm korkusu yaşama dönüyor ve insanlığın düşüncesinde yer alıyor.

“Bunun babası Van Gölü kıyısında bunların sırça sarayı... Bunun anası, vah vah, babası hançerlendikten sonra, bunun babasını da Hz. Ali gibi camiinin içinde bıçakladılar. Bunun babasının tabutunu da bir ata yüklediler, Hazreti Ali’nin tabutunu deveye yükledikleri gibi... Bir baktılar, tabut yüklü atı, kendi ölüsünün yüklü olduğu atı, bunun babası yularından tutmuş çekmiyor mu?” (Kanın Sesi)

Kaynak: Özcan Köknel, Kaygıdan Korkuya
 
Kesinlikle kusursuz bir kitaptı. Fazlasıyla metaforik içerik barındırıyordu. Kitabın ön sözünün de Yaşar Kemal tarafından yazılması kitabın albenisini bir derece artırıyor. Okurken sıkça Gezi Parkı direnişimiz canlandı zihnimde. Nitekim Zülfü Livaneli tarafından kitaba sonradan eklenen epilog kısmında da Gezi Parkı mücadelesine yer verilmişti. Muhakkak okumalı…
 
Geri
Top